23 ağustos 1923

23 Ağustos 1923

23 ağustos 1923

MÜDAFAA-İ HUKUK HAREKETİ PARTİSİ

Kimileri için büyük zafer, bazı kesimler için de büyük yenilgi olarak kabul edilen Lozan Barış Antlaşması’nın üzerinden geçen 96 yıl geçti.

LOZAN ANTLAŞMASI ÖNEMİ

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) hükûmetinin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin ardından Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Bunun arkasından Sevr’in tarafı olan İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922 yılında TBMM Hükümeti’ni Lozan’da toplanacak olan barış konferansına çağırdı. Lozan’da barış koşullarının görüşülmesi adına Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet Paşa’ya görev verdi. Mudanya görüşmelerine de dâhil olan İsmet Paşa’nın Lozan’a baş temsilci olarak katıldı. Bu zamanda İsmet Paşa Dışişleri Bakanı oldu ve çalışmalar hızlandı. İtilaf Devletleri Lozan’a TBMM Hükümeti üzerinde baskı kurmak adına İstanbul Hükûmeti’ni çağırsalar da bu duruma tepki gösteren TBMM Hükümeti, 1 Kasım 1922 yılında saltanatı kaldırdı.

ANTLAŞMADA İSTENİLEN NEYDİ?

TBMM Hükûmeti, Lozan Konferansı’na Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türkiye’de bir Ermeni devletinin kurulmasına engel olmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Ege adaları, Batı Trakya, savaş tazminatı, nüfus değişimi) çözmeyi, kapitülasyonları kaldırmayı ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi hedeflemiş, Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar ile ilgili anlaşma sağlanamaması durumunda görüşmeleri kesme kararı almıştır. Lozan’da 20 Kasım 1922 yılında başlayan ilk görüşmelerde Türk – Yunan sınırı, Osmanlı borçları, Musul, boğazlar, kapitülasyonlar ve azınlıklar üzerinde durulmuş fakat kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşmaya varılamamıştı.

SAVAŞ İHTİMALİ ORTAYA ÇIKINCA İTİLAF DEVLETLERİ TÜRKİYE’Yİ YENİDEN ÇAĞIRDI

Temel konularda tarafların taviz vermeye yanaşmamasının ardından 4 Şubat 1923 yılında görüşmeler bitirildi. Tabii bu savaş ihtimalini güçlendirdi. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk ordusuna savaş hazırlıklarının başlamasını emretti. Sovyetler Birliği ise tekrardan savaş olması durumunda bu defa Türkiye’nin yanında yer alacağını ilan etmişti. Haim Nahum Efendi liderliğindeki azınlık temsilcileri ise Türkiye’yi destekleyerek arabulucu oldular. Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini yeniden başlatmak adına Türkiye’yi tekrardan Lozan’a davet etti.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI KİM TARAFINDAN İMZALANDI

Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923’te yeniden başladı. 24 Temmuz 1923’e dek süren görüşmeler ile bu dönem Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile neticelendi. Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923’te, Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923’te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924’te ve İtalya tarafından 12 Mart 1924’te imzalanmıştır. İngiltere’nin anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihini bulmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris’e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

LOZAN ANTLAŞMASININ ŞARTLARI

Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması’nda çizilen sınırlar kabul edilmiştir.

Türk-Yunan Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç Nehri’nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı Anadolu’da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verildi.

Irak Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu konuda İngiltere ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı.

Türkiye-İran Sınırı: Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir.

Adalar: Gökçeada ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla (Türkiye antlaşmanın bu maddesini uygulamadı) Türkiye’de, diğer Ege Adaları İtalya’ya kaldı. İtalya’nın Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması kararlaştırıldı. Sevr Antlaşmasıyla Oniki Ada İtalya’ya diğer adalar Yunanistan’a bırakılmıştı. Oniki Ada ve Rodos 1945 yılında müttefiklerin eline geçti ve Nisan 1947’de resmen Yunanistan’a teslim edildi.

Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması’nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın 40. maddesinde şu hüküm yer almıştır: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”[6] Batı Trakya’daki Türklerle, İstanbul’daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Türkler’in mübadele edilmeleri kararlaştırıldı.

Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı.

Osmanlı’nın borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye’ye düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verildi. Düyun-u Umumiye idare heyetinde bulunan yenik Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu devletlerinin temsilcileri idare kurulundan çıkartılmış ve kurumun faaliyeti devam ettirilerek antlaşmayla birlikte yeni görevler verilmiştir. (Lozan Barış Antlaşması madde 45,46,47…55, 56).

Savaş tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Sadece Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç bölgesini verdi.

Patrikhaneler: Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin siyasi yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verildi.

Yabancı okullar: Eğitimlerine Türkiye’nin koyacağı kanunlar doğrultusunda devam etmesi kararlaştırıldı.

Boğazlar: Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verildi. Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklandı. Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI İÇİN TIKLAYIN

LOZAN ANTLAŞMASININ SÜRESİ VAR MI?

Mahfi Eğilmez tarafından yapılan incelemenin ardından Lozan Antlaşmasının süreli olmadığını, Türkiye’nin bor ve petrol başta olmak üzere yer altı zenginliklerinin çıkarılmasını engelleyici herhangi bir madde veya düzenleme içermediğini görmek mümkün. Lozan Antlaşması’na ekli gizli maddeler veya antlaşma ekleri olup olmadığı konusunda bugüne dek ortaya herhangi bir şey çıkmadı. O sebeple madenlerimizi çıkarmamızı engelleyen gizli düzenlemeler olup olmadığı konusunun gerçek olup olmadığını en kritik konumdaki üç kaynağın (ham petrol, doğal gaz ve bor) çıkarılıp çıkarılmadığını inceleyerek anlayabiliriz

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI SÜRESİ BİTERSE TÜRKİYE YERALTI KAYNAKLARINI ÇIKARABİLECEK Mİ?

Lozan Antlaşması’nın, doğal kaynakların aramayı engelleyici gizli maddeleri olduğu ve antlaşmanın 100 yıl süreli olması sebebiyle 2023’de yürürlükten kalkacağı, ondan sonra Türkiye'nin bu kaynakları çıkararak hızla gelişmiş ülke konumuna geçeceği biçimindeki iddialar, sosyal medyada ve kamuoyunda sıkça tartışılmakta. Ancak yukarıdaki Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Lozan Antlaşması metninde antlaşmanın süreli olduğuna ilişkin hiçbir düzenleme olmadığı görülüyor. Ardından antlaşma metninde yer almayan ve doğal kaynaklarının çıkarılmasını engelleyen gizli düzenlemeler olup olmadığı ile ilgili bilgi de yer almıyor. Öte yandan Türkiye'nin özellikle son yıllarda bor, doğal gaz ve petrol aramalarını sıklıkla sürdürdüğü biliniyor. Yani bu veriler ışığında Lozan Barış Antlaşması ile ilgili bu durumu engelleyici hiçbir düzenleme ya da başka bir engelin söz konusu olmadığı sonucu ortaya çıkıyor.

Lozan Antlaşması nedir? İşte Lozan Antlaşması’nın şartları, maddeleri ve bilinmeyenleri

Lozan Antlaşması'nın 94. yıldönümü geldi çattı. Ülkemizin Kurtuluş Savaşı'ndaki zaferinin devamı niteliği taşıyan Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 yılında imzalandı. Peki Lozan Antlaşması nedir, maddeleri, şartları ve bilinmeyenleri nelerdir? İşte Lozan Antlaşması ile ilgili tüm bilgiler...

Yayınlanma: 12:22 - 24 Temmuz 2017 Güncellenme:

Lozan Antlaşması nedir? İşte Lozan Antlaşması’nın şartları, maddeleri ve bilinmeyenleri

Kurtuluş Savaşı'nda kazanılan zafer sonrası Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta imzalanmıştır. Peki Lozan antlaşması nedir, Lozan süreci nasıl yaşanmıştır ve Lozan'ın şartları nelerdir?

ZAFER SONRASI BARIŞ İÇİN GÖRÜŞMELER BAŞLADI

TBMM Hükümeti'nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin akabinde Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanmıştır. Bunun üzerine Sevr'in tarafı olan İtilaf Devletleri 28 Ekim 1922'de TBMM Hükümeti'ni Lozan'da toplanacak olan barış konferansına davet ettiler. Lozan'da barış şartlarının görüşülmesi için Mustafa Kemal Atatürk İsmet Paşa'yı görevlendirmiştir. Mudanya görüşmelerine de katılan İsmet Paşa'nın Lozan'a baş temsilci olarak gitmişti. Bu süreçte İsmet Paşa Dışişleri Bakanı oldu ve çalışmalar hızlandırıldı. İtilaf Devletleri Lozan'a TBMM Hükümeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükûmeti'ni çağırsalar da bu duruma tepki gösteren TBMM Hükümeti, 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırmıştır.

lozan_antlasmasi_1Mustafa Kemal Atatürk Nutuk'ta Lozan zaferini böyle anlatmıştı: Benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!İlginizi ÇekebilirMustafa Kemal Atatürk Nutuk'ta Lozan zaferini böyle anlatmıştı: Benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir!

TBMM Hükûmeti Lozan Konferansı'na Misak-ı Milliyi gerçekleştirmeyi, Türkiye'de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) çözmeyi ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamış Ermeni yurdu ve kapitülasyonlar hakkında anlaşma sağlanamazsa görüşmeleri kesme kararı almıştır.

Lozan'da 20 Kasım 1922'de başlayan ilk görüşmelerde Osmanlı borçları, Türk – Yunan sınırı, boğazlar, Musul, azınlıklar ve kapitülasyonlar üzerinde durulmuş ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul'un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır.

Temel konularda tarafların taviz vermeye yanaşmaması üzerine 4 Şubat 1923'te görüşmeler kesildi. Tabii bu savaş ihtimalini gündeme getirdi. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türk Ordusu'na savaş hazırlıklarının başlamasını emretti ki Sovyetler Birliği de yeniden savaş çıkarsa bu sefer Türkiye'nin yanında savaşa gireceğini ilan etti. Haim Nahum Efendi öncülüğündeki azınlık temsilcileri de Türkiye'yi destekleyerek arabulucu oldular. Yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamayan İtilaf Devletleri barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye'yi tekrar Lozan'a çağırdı.

Lozan Zaferi'ni yenilgi gibi gösterenlerin asıl hedefi Atatürk'türİlginizi ÇekebilirLozan Zaferi'ni yenilgi gibi gösterenlerin asıl hedefi Atatürk'tür

Taraflar arasında karşılıklı verilen tavizler ile görüşmeler 23 Nisan 1923'te tekrar başladı. 24 Temmuz 1923'e kadar devam eden görüşmeler ile bu süreç Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanması ile sonuçlanmıştır. Taraf ülkelerin temsilcileri arasında imzalanan anlaşma, uluslararası anlaşmaların ülke meclislerince onaylanmasını gerektiren yasalar gereğince taraf ülkelerin meclislerinde görüşülmüş ve Türkiye tarafından 23 Ağustos 1923'te, Yunanistan tarafından 25 Ağustos 1923'te, İtalya tarafından 12 Mart 1924'te, Japonya tarafından 15 Mayıs 1924'te imzalanmıştır. İngiltere'nin anlaşmayı onaylaması ise 16 Temmuz 1924 tarihinde olmuştur. Anlaşma, tüm tarafların onaylarında dair belgeler resmi olarak Paris'e iletildikten sonra, 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Türkiye'nin tapusu Lozanİlginizi ÇekebilirTürkiye'nin tapusu Lozan

lozan_antlasmasi_2
LOZAN ANTLAŞMASININ ŞARTLARI

  • Fransızlarla imzalanan Ankara Anlaşması'nda çizilen sınırlar kabul edilmiştir.
  • Irak Sınırı: Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için, bu konuda İngiltere ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşacaklardı.
  • Türk-Yunan Sınırı: Mudanya Ateşkes Antlaşması'nda belirlenen şekliyle kabul edildi. Meriç Nehri'nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan'ın Batı Anadolu'da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye'ye verildi.
  • Adalar: Gökçeada ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla (Türkiye antlaşmanın bu maddesini uygulamadı) Türkiye'de, diğer Ege Adaları İtalya'ya kaldı. İtalya'nın Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması kararlaştırıldı. Sevr Antlaşmasıyla Oniki Ada İtalya'ya diğer adalar Yunanistan'a bırakılmıştı. Oniki Ada ve Rodos 1945 yılında müttefiklerin eline geçti ve Nisan 1947'de resmen Yunanistan'a teslim edildi.
  • Türkiye-İran Sınırı: Osmanlı İmparatorluğu ile Safevî Devleti arasında 17 Mayıs 1639'da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması'na göre belirlenmiştir.
  • Kapitülasyonlar: Tamamı kaldırıldı.
  • Azınlıklar: Lozan Barış Antlaşması'nda azınlık, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiştir. Tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edildi ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtildi. Antlaşmanın 40. maddesinde şu hüküm yer almıştır: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.”[6] Batı Trakya'daki Türklerle, İstanbul'daki Rumlar dışında, Anadolu ve Doğu Trakya'daki Rumlar ile Yunanistan'daki Türkler'in mübadele edilmeleri kararlaştırıldı.
  • Savaş tazminatları: İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri savaş tazminatlarından vazgeçtiler. Sadece Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç bölgesini verdi.
  • Osmanlı'nın borçları: Osmanlı borçları, Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılan devletler arasında paylaştırıldı. Türkiye'ye düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verildi. Düyun-u Umumiye idare heyetinde bulunan yenik Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu devletlerinin temsilcileri idare kurulundan çıkartılmış ve kurumun faaliyeti devam ettirilerek antlaşmayla birlikte yeni görevler verilmiştir. (Lozan Barış Antlaşması madde 45,46,47…55, 56).
  • Boğazlar: Boğazlar, görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konudur. Sonunda geçici bir çözüm getirilmiştir. Buna göre askeri olmayan gemi ve uçaklar barış zamanında boğazlardan geçebilecekti. Boğazların her iki yakası askersizleştirilip, geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturuldu ve bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti'nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verildi. Böylece Boğazlar bölgesine Türk askerlerinin girişi yasaklandı. Bu hüküm, 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile değiştirilmiştir.
  • Yabancı okullar: Eğitimlerine Türkiye'nin koyacağı kanunlar doğrultusunda devam etmesi kararlaştırıldı.
  • Patrikhaneler: Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki patrikhanenin siyasi yetkilerinden arındırılarak İstanbul'da kalmasına izin verildi.
Lozanİlginizi ÇekebilirLozanLozan'a doğru kısa bir yolculuk!İlginizi ÇekebilirLozan'a doğru kısa bir yolculuk!Kendi ayağına kurşun sıkmakİlginizi ÇekebilirKendi ayağına kurşun sıkmakZincirlerimizi Lozan'da kopardıkİlginizi ÇekebilirZincirlerimizi Lozan'da kopardıkBirileri “dünya devine” Lozan'ı iyice anlatsın!İlginizi ÇekebilirBirileri “dünya devine” Lozan'ı iyice anlatsın!

AtatürkAvrupaAvusturyaBelçikaBozcaadaBulgaristanDışişleri BakanıFransaGökçeadaLozanLozan AntlaşmasıMustafa KemalMustafa Kemal AtatürkMusulTBMM

Seydi Vakkas Toprak

Anahtar Kelimeler: Tanin Gazetesi, Nüfus Mübadelesi, Lozan Antlaşması’, Savaş Esirleri, Musul Petrolleri, Osmanlı Dış Borçları, İşgal Altındaki Yerlerin Tahliyesi

GİRİŞ
I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan son barış antlaşması Lozan’dır. 1918 yılı sonbaharında savaşı kazanan İtilaf Devletleri kaybeden devletlerle peyderpey antlaşmalar imzalamışlardır. Savaşı kaybeden devletlerden biri olan Osmanlı Devleti ile önce Mondros Ateşkes Antlaşması, takip eden yıllarda ise Sevr Antlaşması imzalanmıştır. Bu sırada Anadolu’da başlayan istiklâl mücadelesi, İstanbul’un işgalinden sonra Ankara’da açılan TBMM’nin öncülüğünde zaferle sonuçlanmıştır. İtilaf Devletleri’yle Mudanya Ateşkes Antlaşması’nı imzalayan TBMM, yeni bir barış antlaşmasının zeminini hazırlamıştır.

Barış antlaşması yapmak üzere Türkiye’nin İtilaf Devletleri’yle yürüttüğü Lozan Konferansı müzakereleri, iki devrede tamamlanmıştır. Oldukça çetin geçen müzakerelerin ilk devresinde gerek TBMM’de, gerekse basında müzakere sürecine yönelik oldukça ağır eleştiriler yapılmıştır. Lozan Konferansı’nın kesintiye uğramasından sonra TBMM seçim kararı alarak dağılmıştır. 23 Nisan 1923’te Lozan’da müzakerelerin ikinci devresi başladığında TBMM toplantı halinde olmadığından meclisteki olası eleştirilerin önüne geçilmişti. Ancak basın yoluyla yapılan eleştiriler devam etmekteydi. İstanbul basının önemli bir kısmı, Lozan Konferansı sırasında, müzakereler aleyhinde, Ankara basını ise müzakereleri destekler mahiyette yayın yapmıştır.

Lozan Konferansı müzakereleri ve Lozan Antlaşması hakkında çok sayıda bilimsel çalışma yapılmış olmasına rağmen Lozan Antlaşması’nın 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmasından sonra muhalif basının takındığı tavırla ilgili çalışmalar oldukça azdır. Bu çalışma, Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve TBMM’de onaylanması sürecindeki muhalif basınının tavrını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Araştırma yöntemi olarak gazete taraması seçilmiştir. Bu dönemin gazetelerinde çok sayıda makale, haber ve yabancı gazetelerden yapılan alıntı tespit edildiğinden, temel kaynak olarak bir gazetenin değerlendirilmesi düşünülmüştür. Örnek gazete olarak da Ankara’ya karşı şiddetli bir muhalefet kampanyası yürüten Tanin seçilmiştir. Bu çalışma, barış antlaşmasının imzalanması ve işgal altındaki yerlerin tahliyesi sürecinde Tanin’in yayımlanan tüm sayıları taranarak hazırlanmıştır.

Tanin Yazarlarının Barışla İlgili Düşünceleri

Tanin gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit, 24 Temmuz 1923 tarihli yazısında, Lozan’da imzalanan barışı bir milletin tarihinde ender görülebilecek olaylardan biri kabul ederek Avrupa’dan atılan Türklerin, Lozan’la yeniden dirildiğini ve Sevr Antlaşması’nı yırttığını yazmıştır. Başyazar, Batının Doğu’ya karşı beslediği üstünlük duygusunu yıkarak bir Türk’ü ve bir Müslüman’ı Avrupalılarla eşit seviyeye getirdiği için Lozan’ın, Batı ve Doğunun ilişkilerinde iyi bir başlangıç olabileceğini ileri sürmüştür[1].

Lozan Antlaşması’nın Türkiye ile Avrupa arasında muallâkta bıraktığı sorunları gündeme taşıyan başyazar, halledilememiş meselelerin hakeme havale edilmesi yöntemi benimsendiği için Avrupa ile Türkiye arasında ihtilaf çıkmayacağını belirtmiştir. Ona göre, dokuz ay zarfında çözülmezse Cemiyet-i Akvam’a havale edilecek olan Musul Meselesi’nin Türkiye ile İngiltere arasında göstermelik olarak değil de gerçekten çözülmesi gerekmektedir. Aksi takdirde Musul Meselesi iki ülke ilişkilerinde bir problem olarak kalmaya devam edecektir. Başyazar, İngiltere’nin Türkiye’nin etrafını bir Kürdistan çemberiyle kuşatma ihtimalini Musul petrolleri kadar önemli görmektedir[2].

Hüseyin Cahit, seçimlerden sonra ilk kez toplanacak olan yeni meclisi değerlendirirken; Lozan Antlaşması nedeniyle tüm dikkatlerin yeni meclise çevrildiğini vurgulamıştır. Ona göre seçimleri her tarafta Müdafaa-i Hukuk adayları kazandığı için Birinci Meclis ile toplanacak olan İkinci Meclis arasında büyük farklar vardır. Birinci Meclis, partilerin olmadığı bir ortamda seçilmiş, siyasetsiz, vatan savunması etrafında birleşen farklı fikirleri bünyesinde barındıran bir meclisti. İkinci Meclis ise, tek bir teşkilat tarafından seçilen mebuslardan oluştuğu için farklı seslerin temsiline imkân vermemiştir[3].

Başyazar, 30 Temmuz 1923 tarihli yazısında ise görülmekte olan ekonomik istikrarsızlık nedeniyle hükümeti suçlamıştır. Ona göre, Lozan Antlaşması imzalandığı halde piyasalar düzelmemiştir. Oysa daha önceleri barış ihtimali belirdiğinde bile faizler düşerek piyasalar olumlu yanıt verirken, barış imzalandığı halde faizlerin düşmemesi ve piyasaların düzelmemesi istikrarsızlıktır. Yazar bu durumdan hükümeti sorumlu tutmuştur[4].

Hüseyin Cahit, yeni meclisi ele aldığı 12 Ağustos 1923 tarihli yazısında; ilk meclis gibi, bu meclisin de Büyük Millet Meclisi unvanına sahip olup olamayacağının beli olmadığını iddia etmiştir. Ona göre Birinci Meclis, Büyük ismini hak etmiş tarihteki ender meclislerden biridir. Yeni meclisin de vazifesini aynı samimiyet ve içtenlikle yapması ve vicdanına göre davranması gerektiğini belirtmiştir. Savaş zamanında zafere ulaşma amacının pek çok acıyı hissettirmediğini, ancak savaştan sonra bütün eksikliklerin ve ihtiyaçların ortaya çıktığını ifade eden yazar, bu zor devrede hem millete hem de meclise düşen görevler olduğunu dile getirmiştir. Yeni yönetimden bir anda bütün dertlere çare bulmasını beklemenin haksızlık olacağını, barışın imzalanması ve meclisin açılmasıyla sıkıntıların bitmeyeceğini dile getirerek okul, yol, ordu, donanma, asayiş, tarım, memleketin imar ve iskânı meselelerinin meclisin halletmesi gereken acil konular olduğunu vurgulamıştır. Muhalefetin olmadığı meclise, basının yardımcı olmak için elinden geleni yaptığı bu uygun ortamda yeni meclisin, milletin verdiği güvene layık olmak için iyi çalışması, milletin ihtiyaçlarını unutmayarak kamuoyunun isteklerine kulak vermesi ve halisane çalışması gerektiğini vurgulamıştır[5].

Başyazara göre; halk barışa büyük bir umut bağlamış ancak umutlar boş çıkmıştır: Zorluklarla başlayacak olan barışın bir tılsım gibi tüm ihtiyaçları karşılaması mümkün değildir. Barış, yaraları tedavi imkânı verir ancak çalışmanın etkisini görmek için bir müddet beklemek gerekir. Her şeyin düzeleceğine inanmak da doğru değildir. Büyük sıkıntılardan sonra devlet mekanizmasını baştan aşağı değiştirmek daha kuvvetli, ilim ve tecrübe sahibi milletler için bile zor olmuştur. Ticaretin gelişmesi, sermaye birikimi ve faaliyet sahalarının açılması için sükûnetin, nizamın, emniyetin ve güvenin yeniden kurulması lazımdır[6].

Antlaşmanın onaylanması için mecliste yapılan müzakereleri değerlendiren Hüseyin Cahit, muhalefet bulunmadığı için antlaşmanın hiç itiraza uğramadan kabul edilmesini beklediğini, ancak lehinde de aleyhinde de pek çok söz söylenebilecek siyasî bir belge olan Lozan Antlaşması aleyhinde bazı mebusların konuştuğunu ifade etmiştir. Yazara göre; gelecekte büyük ihtilaflara sebep olacak bazı konuları muallâkta bırakmış olsa da Lozan, Sevr Antlaşması ile karşılaştırıldığında, sonsuza kadar iftihar edilebilecek bir belgedir. Lozan akla geldiğinde mutlaka Sevr’i hatırlamak gerekir. Eğer Anadolu’da millî hareket olmasaydı memleketin kaderinin Sevr ile belirlenmiş olacağını vurgulayan yazar, güney sınırları, Batı Trakya, Ege adaları ve Musul meselelerinde Lozan’daki murahhasları itham etmeyi doğru bulmamıştır. Ona göre, antlaşmanın hür ve bağımsız bir Türkiye temin etmiş olması çok önemlidir. Eğer bunu sağlayamamış olsaydı bir kaç mebus yerine bütün meclis ret yönünde görüş beyan ederdi. Bazı noksanlıklarından dolayı Lozan Antlaşması’nı reddetmek doğru değildir. Antlaşmanın sağladığı bağımsızlıktan dolayı imzalayanları alkışlamak gerekir[7].

Anadolu’da oluşturulmaya çalışılan İktisadî Nüfuz Bölgeleri meselesini gündeme getiren başyazar, barış zamanında Avrupalılara güvenilip güvenilemeyeceğini tartışmıştır. Ona göre, şimdiye kadar büyük devletlerden saldırgan ve hukuk tanımaz tavırlar gören Türkiye, bu devletlerin iyi niyet adımlarını beklemektedir. Oysa İngiltere, Fransa ve İtalya Sevr Antlaşması’nı hazırlarken Türkiye’yi nüfuz bölgelerine ayırmışlardı. Lozan Antlaşması imza edildikten sonra da benzer çalışmaların olduğu haberleri gelmiştir. Yeni Türkiye’nin iktisadı nüfuz bölgelerine işaret edebilecek niyetleri kabul etmesi mümkün değildir[8].

Savaş ve barış dönemini ele alan Tanin muhabiri İsmail Müştak, Sulha Doğru başlıklı yazısında, Lozan Antlaşması’yla Türkiye’nin medeni devletlerin arasına girdiğini vurgulamıştır. Milletlerin tarihindeki başarıları, geçmişle geleceği birbirine bağladığı için Türkler de, mazinin zaferini tarihe geçirirken aynı zamanda gelecek için hazırlanmalı, medeniyet kervanına yetişmek için büyük hamleler yapmalıdır. Tılsımlı bir hazine olan barışın yolu çetin ve puslu, mesafesi uzak ve tehlikeli olduğundan sebat, azim ve metanetle çalışmak, akıl ve tedbiri elden bırakmamak gerekmektedir[9]. Muhabir, barış devresinde yapılacakları kendi mesleği olan gazetecilikten yola çıkarak ele almış ve basının, gerçeklerden başka hiçbir şeye boyun eğmeden, kalemini riya ve dalkavukluğa feda etmeden çalışması gerektiğini vurgulamıştır[10].

Tuğrul imzalı bir makaleye göre; barışın en önemli sorunu bir ilim, iktisat ve maliye meselesi olan nüfus mübadelesidir: Mübadelenin faydalı sonuçlar verebilmesi için bilimsel yöntemlerle hareket edilmesi gerekmektedir. Son yıllarda Türkiye’ye ilmi usulde sokulmayan muhacirler iskân edildikleri yerlerin iklimine, ekonomik ve sosyal şartlarına uymadıkları için mahvolarak başka yerlere dağılmışlar ve gittikleri yerlerde azınlıklar oluşturmuşlardır. Mültecilerin iktisadi olarak kendilerini geçindirebilecekleri yerlere yerleştirilmesi gerekmektedir. Medeni memleketlerde imar usullerinin amacı ortak bir kültürün oluşturulması olduğundan Anadolu’ya gelecek herkesin Türk kültürüne uymayı kabul etmesi lazımdır[11].

Tuğrul; yeni meclisin açılış merasimini aktarırken mebusların fikirlerini de sormuştur. Mebuslar, Birinci Meclisin görevini yaparak memleketi düşmandan kurtardığını, İkinci Meclisin ise memleketi bilimsel, sosyal ve ekonomik yönden ihya edeceğini söylemişlerdir. Tuğrul’un haberine göre; Lozan murahhaslar heyeti müşavirlerinden Zekai Bey, verdiği beyanatta; Lozan Antlaşması ile ekonomik gelişmesine engel hiçbir sorunu kalmayan Türkiye’nin, dünya nazarında tam bağımsız bir devlet olarak meydana çıktığını belirtmiştir[12].

Münir Müeyyed imzalı bir yazıda; Mübadele Komisyonu ve hükümetin vereceği mübadele tahsisatı hakkında mecliste tartışma çıkabileceği uyarısı yapılmıştır. Yazıya göre; İsmet Paşa’nın, Lozan Antlaşması hakkında bilgi verdiği Halk Fırkası toplantısında, mebuslar genel itibariyle antlaşmayı kabul etme eğilimi göstermişlerdir. Bazı mebusların sınırlar hakkında çekincelerinin olduğu gözlenmiştir. Antlaşma metninin TBMM’deki işlem aşamalarını aktaran Münir Müeyyed’e göre Hariciye Encümeni, metin üzerindeki tetkiklerini tamamlayarak antlaşmayı Meclis Genel Kuruluna havale etmiştir. Genel Kurulda encümenin mazbatası okunduktan sonra Hariciye Encümeni Başkanı Yusuf Kemal Bey tetkiklerin sonuçlarını açıklayarak karşılıklı eşitlik üzerine imzalanmış olan Lozan Antlaşması’nın onaylanmasını meclisten istemiştir[13].

Tanin’e göre; Niyazi, Hamdullah Suphi, Yahya Kemal, Şükrü Kaya ve Faik Beyler mecliste antlaşma aleyhinde konuşarak Misak-ı Millî’nin gerçekleşmemiş olmasını, güney sınırlarını, Antakya ve İskenderun’un Fransa mandasına bırakılmasını eleştirmişlerdir. Aynı mebuslar, Musul’un İngiliz yönetimine terk edilmesine, Edirne’nin yaşaması için yeteri kadar arazinin elde tutulmamasına, Yunanistan’dan alınacak savaş tazminatından vazgeçilmesine, Batı Trakya ve Ege adalarının Yunanistan’a verilmesine karşı çıkmışlardır[14].

Lozan Antlaşması hakkında mecliste yapılan konuşmaları değerlendiren Münir Müeyyed, verilen sert nutuklardan kesitler de sunmaktadır[15]. Münir Müeyyed’in haberine göre İstanbul’un tahliyesi tamamlandıktan sonra meclis bir hafta tatil edilecek ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa İstanbul’a gelecektir. Bu sırada TBMM’nin İstanbul’da birkaç toplantı yapması muhtemeldir. Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geleceği haberi daha sonra Tanin’de yalanlanmıştır[16]. Ayrıca Lozan Antlaşması’nın TBMM’de onaylandığı günün ertesinde, sert muhalefetiyle tanınan başyazar Hüseyin Cahit’in, barışla değil de kumarla ilgili bir konuyu ele almış olması tarafımızdan manidar bulunmuştur[17].

Antlaşmayla İlgili Tanin’de Çıkan Çeşitli Haberler

Tanin, İsmet Paşa’nın verdiği bir teminattan söz eden Venizelos’un, Yunanistan ve Türkiye’nin eski düşmanlıkları unutarak iyi ilişkiler kuracağını söylediğini haber vermektedir[18]. Bu teminatın ne olduğu konusunda herhangi bir bilgi vermeyen gazete, Ankara Hükümeti ile Yunanistan ve Batılılar arasında zımnî bir anlaşmanın var olduğu izlenimini vermeye çalışmıştır.

Tanin, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı salon ve salondaki protokolü ayrıntılarıyla tarif etmiştir. Antlaşmanın imzalandığı gün kaleme alınmış olan Son Gün başlıklı bir yazıda, İsviçre Cumhurbaşkanı başkanlığında düzenlenecek olan imza töreni anlatılmaktadır. Ayrıca Sırpların antlaşmanın malî ve iktisadî maddelerini imzalamayacakları, tüm imzalar tamamlandıktan sonra konferansın kapanacağı gibi haberler gazete tarafından okuyucularına aktarılmaktadır[19].

Antlaşmanın imzasından sonra bir müddet daha İsviçre’de kalan Türk temsilci heyetinin faaliyetleri de Tanin tarafından kamuoyuna aktarılmıştır. Bir ticaret antlaşması yapmak amacıyla uçakla Bern’e giden İsmet Paşa’nın İsviçre Cumhurbaşkanı ile görüştüğünü bildiren gazete, murahhaslar heyetinin bir İtalyan savaş gemisiyle Lozan’dan döneceğini haber vermiştir. Antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra İsmet Paşa’nın İstanbul’a hareket edeceğine dair Şark Ajansından alınan haberler Tanin’de çokça yer almıştır. Ayrıca Ankara Hükümeti tarafından barışın imzalandığının resmen ilan edildiği haberi de gazete tarafından kamuoyuna duyurulmuştur[20].

Antlaşmayı imzalayan murahhaslar heyetinin yurda dönüşüyle ilgili yazılara sütunlarında geniş yer ayıran Tanin, Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir’de bulunması nedeniyle İsmet Paşa’nın da İzmir’e gideceğini yazmıştır. Murahhasların bir kısmının trenle İstanbul’a gelecekleri haber verilirken, heyetten Zekai ve Tahir Beylerin İstanbul’a gelmiş oldukları bilgisi de verilmektedir. Tahir Bey’in Adnan Bey’le buluşarak antlaşmanın uygulanması hakkında bilgi verdiği haberleri de gazetede yer almıştır. Yine İsmet Paşa’nın Lozan’dan İstanbul’a hareket etmesinin beklendiği, böyle olursa Türk-Amerikan Antlaşması müzakerelerinin Ankara’da sürdürüleceği de okuyuculara duyurulmuştur[21].

Barış dolayısıyla Darülfünun hocalarının toplanarak üzerlerine düşen görevleri yerine getirmek için karar alacakları haberi Tanin’de yer almaktadır. Habere göre, Lozan’da barışı imzaladığı kalemi hediye etmek üzere İsmet Paşa Darülfünun’a gidecektir. Sevr Antlaşması’nın imzalandığı kalemin yabancı bir okula verilmesine karşılık Lozan Antlaşması’nın imzalandığı kalemin Darülfünun’a verilmesini anlamlı bulan gazete, İsmet Paşa’nın Darülfünun ziyareti ve öğrencilere verdiği nutka geniş yer vermiştir[22].

İsmet Paşa’nın murahhaslarla birlikte Haydar Paşa İstasyonundan Ankara’ya hareket edeceği ve Pazartesi günü Ankara’ya ulaşacağı haberini duyuran Tanin[23], antlaşmanın yabancı okullarda Türkçe, Tarih ve Coğrafya derslerinin Türk öğretmenler tarafından okutulmasıyla ilgili kararını Fransız Katolik Mektebi dışındaki yabancı okulların kabul ettiğini de kamuoyuna duyurmuştur[24].

Lozan Antlaşması, TBMM’de tasdik edilmeden önce basılmakta olan antlaşma nüshalarının kimseye verilmemesi kararı Tanin’de ilan edilmiştir[25]. Yine gazete, yeni meclisin yapacağı ilk işin Ankara’nın başkent olmasını kararlaştırmak olduğu haberini de okuyucularına duyurmuştur[26].

Ankara Hükümetine muhalif olarak bilinen Ali Haydar Mithat’ın[27] Tanin’e gönderdiği bir mektup, gazetenin sütunlarına taşınmıştır. Mektupta, Lozan Antlaşması övülerek aynı başarının memleket idaresinde de gösterilmesi gerektiği belirtilmektedir. Ali Haydar Mithat, o sırada istifa etmiş olan Heyet-i Vekile başkanı Rauf Bey’in istifasının TBMM tarafından kabul edilmemesi yolundaki isteğini de bu gazete vasıtasıyla duyurmuştur[28].

Gazete, Ankara Hükümeti’nin Lozan Antlaşması şerefine bastırdığı, üzerinde harap bir kasaba, yıkık bir köprü ve kenarında Gazi Paşa’nın üniformalı bir resminin olduğu bir hatıra pulundan bahsetmektedir[29]. Gazetede, ayrıca antlaşma dolayısıyla, İsmet Paşa’nın mecliste verdiği nutku büyük bir çaba ile hazırlayarak gazetelere ulaştıran Anadolu Ajansı’na teşekkür edilmektedir[30].

Antlaşmayla İlgili Kutlama ve Tebrik Haberleri

Tanin, Lozan Antlaşması’nın imzalanması dolayısıyla yapılan kutlama etkinliklerine sütunlarında geniş yer ayırmıştır. Gazetede neşredilen yazılardan anlaşıldığına göre; Lozan Antlaşması’nın imzalandığını ilan için İstanbul’un çeşitli yerlerinde yüz bir pare top atışı yapıldığı gibi, öğleden sonra limanda bulunan bütün ticaret gemileri yarım saat boyunca aralıksız düdük çalmışlardır. Kurban Bayramı ve Lozan Antlaşması’nın imzalanması aynı güne denk geldiğinden halk coşkulu kutlamalar yapmıştır. Halife Abdülmecid Efendi, Fatih Camii’nde halkla beraber namaz kılmış, İstanbul Valiliğinde tebrikler kabul edilmiştir. Yabancı devletlerin temsilcileri ve gayrimüslimlerin ruhanî liderleri valiye tebriklerini sunmuşlardır. İstanbul Komutanlığında resmi tören yapılmıştır. İstanbul’da halifenin de katılımıyla halk camilerde toplanarak şehitler için dua etmiştir. Ankara’da barışın imzalanmasını kutlamak için toplar atılmış, Bursa, İzmir, Adana, Zonguldak, Elmalı, Kars, Van ve Edirne’de Lozan’ın imzalanmasından dolayı sevinç gösterileri yapılmıştır. Kadıköy’de akşamdan sabaha kadar sinema, konser, dans, ateş oyunları ve bahçe eğlenceleriyle barış kutlamaları yapılmıştır[31].

Gazete, yurt içinden ve dışından gelen kutlama mesajlarını halka duyurmaya gayret göstermiştir. Buna göre; Lozan Antlaşması dolayısıyla Başvekil Hüseyin Rauf Bey, İstanbul Şehremaneti’ne bir kutlama mesajı göndermiştir. İstanbul’da oturan Azerbaycanlılar ile Mısır ve Finlanda Müslümanları İsmet Paşa’ya tebrik telgrafları göndermişlerdir. İstanbul Barosu bir heyet göndererek İsmet Paşa’yı ve Lozan barışını tebrik etmiştir. Rum, Ermeni ve Süryani Cemaatleri de telgraflar göndererek Lozan Antlaşması’nı tebrik etmişlerdir[32]. Hatta İsmet Paşa’nın Çatalca’da bulunduğu sırada tebriklerini sunanlar arasında çeşitli şirketlerin mümessilleri ve gayrimüslim cemaatlerin temsilcileri de bulunmaktaydı[33]. Lozan Antlaşması’nın imzalandığı güne tesadüf eden Kurban Bayramının ilk günü Moskova’daki iki camide namazdan sonra Türkiye’nin kazandığı başarı ve imzaladığı barış için dua edilmiş ve sevinç gözyaşları dökülmüştür[34]. Antlaşmayı kutlamak üzere Münih’te bulunan Türkler çeşitli kutlama etkinlikleri yapmışlar, buradaki Türk Talebe Cemiyeti’nin hazırladığı müsamere büyük ilgi görmüştür[35].

Tanin, üniversite ve bilim çevrelerinin de Lozan Antlaşması’na kayıtsız kalmadığından okuyucu kitlesini haberdar etmiştir. Gazete, Darülfünun yönetiminin barış dolayısıyla İsmet Paşa ve Ankara’ya teşekkür telgrafı gönderdiğini, şehitler için Darülfünun’da anma günleri düzenleme kararı alındığını ve antlaşmanın TBMM’de onaylandığı günün Darülfünun için özel gün olması için çalışma başlatıldığını sütunlarına yansıtmıştır[36].

Gazete, İsmet Paşa’nın Hariciye Murahhaslığında, Selahattin Adil Paşa ve Adnan Bey’in de katılımıyla, müttefiklerin generalleriyle bir toplantı düzenlediği haberini kamuoyuna duyurmuştur. Bu habere göre toplantıya katılan müttefik generalleri, hükümetleri adına, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından dolayı Büyük Millet Meclisi Hükümetini resmen tebrik etmişlerdir[37].

Azınlık Cemaatlerinin Antlaşmaya Tepkisi

İstanbul'da yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerinin Lozan'dan dönen İsmet Paşa'yı Çatalca'da karşılamak için heyetler göndermeleriyle ilgili Tanin’de çıkan haberlere yukarıda değinilmişti. Barış antlaşmasının imzalanması münasebetiyle İstanbul'daki azınlık cemaatlerinin ibadethanelerinde ruhanî ayinler düzenleyerek dua ettikleriyle ilgili haberler de gazete sütunlarına yansımıştır. Gazetenin verdiği bilgiye göre; Rum Patrikhanesi temsilcileri İstanbul valisini ziyaret ederek barışın tesisi dolayısıyla tebriklerini sunmuşlardır. Rum Patrikhanesi adına Kayseri Metropoliti TBMM'ye bir telgraf göndererek Lozan Antlaşması'nın imzalanmasını tebrik etmiştir. Mustafa Kemal Paşa da Rum Patrikhanesi'nin bu telgrafına karşılık bir teşekkür telgrafı göndermiştir. Fener Rum Patrikhanesi'nde toplanan Sen Sinod Meclisinde, Lozan Antlaşması kararları hakkında Ankara Hükümetine yazılı başvuru yapılması ve İsmet Paşa İstanbul'a geldiğinde bir heyet gönderilerek görüşmelerde bulunulması kararı alınmıştır[38].

Tanin gazetesinde çıkan yazılara bakılırsa, gayrimüslim cemaatlerin, özellikle Rumların, Lozan Antlaşması'ndan pek hoşnut olmadıkları, Türk yetkililere karşı sergiledikleri sevinç gösterilerinde samimiyetsiz oldukları ve barışın kendileri için ne getirip götürdüğünü tam olarak kestiremedikleri anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, Lozan Antlaşması'nın imzalanmış olması nedeniyle Fener Rum Patrikhanesi'nin, yeni durumun tespiti için Patrikhane'de bir komisyon kurduğu anlaşılmaktadır. Bu komisyon, Lozan Antlaşması'nın Rumca çevrisini yaparak antlaşma metni üzerinde çalışmış ve bir rapor hazırlamıştır[39].

Tanin, barış antlaşması karşısında Rumların haklarıyla ilgili dış basında çıkan haberleri de kamuoyuna duyurmaya gayret etmiştir. Gazetenin verdiği bilgilere göre; yabancı gazetelerde Lozan Antlaşması'nda Rumların durumunun net olmadığı, kimlerin antlaşma kapsamında olduğuna Patrikhane'nin karar vermesi gerektiği ve İstanbul Rumlarının antlaşmadan etkilenebileceği gibi konularla ilgili yazılar yayınlanmaktadır[40].

İsmet Paşa’nın Lozan’dan Dönüşüyle İlgili Haberler

Tanin, İsmet Paşa’nın Lozan’dan dönüşüyle ilgili yazılara sütunlarında çok fazla yer vermiştir. Bu yazılar; antlaşmanın imzalanmasından hemen sonra İsmet Paşa’nın Lozan’dan hareket ederek İstanbul’a geleceğini ve kısa bir süre kaldıktan sonra Ankara’ya gideceğini haber vermiştir. Gazetenin haberlerine göre İsmet Paşa’yı Çatalca’da karşılamakla görevli olan Muallimler Cemiyeti, gazetelere ilan vererek törenin ayrıntılarını ilan etmiş ve üyelerini karşılama törenine davet etmiştir. Muallimler hususi bir tören hazırlamış ve bu tören için özel bir tren tutmuşlardır[41]. İsmet Paşa’nın İstanbul’a ne zaman geleceğiyle ilgili farklı haberler yayınlayan gazete, Muallimler Cemiyetinin, İsmet Paşa’nın dönüş zamanını öğrenmek için vilayete ve polise yaptığı başvuruların sonuçsuz kaldığını da sayfalarına taşımıştır[42].

Amerikalılarla müzakereleri yürüten İsmet Paşa’nın hangi yolla Lozan’dan döneceği de basın için merak konusu olmuştur. Bazı gazeteler deniz yoluyla döneceğini, Anadolu Ajansı ise İzmir’e gideceğini yazmıştır. Ancak İsmet Paşa’nın doğrudan İstanbul’a geleceği, bir müddet burada kaldıktan sonra Gazi Paşa ile buluşmak üzere İzmir’e gideceği de yazılanlar arasındaydı. İsmet Paşa’nın, Lozan’dan ne zaman hareket edeceği hakkında gazetelerin kesin bir bilgi vermediğini Tanin ifade etmiştir. Ayrıca İsmet Paşa’nın, İstanbul’da, General Harrington ve müttefiklerin temsilcileriyle bir araya gelerek antlaşmanın uygulanması hakkında görüşmeler yapacağıyla ilgili haberler de gazete sütunlarına yansımıştır[43].

Tanin’e göre; ne zaman ve hangi yolla döneceği hakkında çeşitli söylentiler çıkan İsmet Paşa, Hariciye Murahhaslığına gönderdiği telgrafta, ne zaman döneceğinin belli olmadığını bildirmiştir[44]. Ancak gazete Türk-Amerikan Antlaşması müzakerelerinin Ankara’da sürdürülmesi dolayısıyla İsmet Paşa’nın Lozan’dan İstanbul’a hareket etmesi ihtimali bulunduğu bilgisini okuyucularıyla paylaşmıştır[45]. Bu haberin yayınlandığı tarihi takip eden günlerde ise Türkiye ve ABD arasında Lozan’da devam eden müzakerelerin antlaşma ile sonuçlandığı ve İsmet Paşa’nın yurda dönmek üzere olduğu bilgisi verilmiştir. Gazete, dönüş gününe dair kesin bir açıklama yapmamakla birlikte, Lozan’dan hareket etmesi ve TBMM’nin açılışına kadar Ankara’da hazır bulunmasının İsmet Paşa’ya tebliğ edildiğini yazmıştır[46]. Bu haberden bir gün sonra ise gazete, Paşa’nın Lozan’dan ayrılması ve Türkiye’ye dönüş programı ile ilgili ayrıntılı haberler yayınlamıştır[47].

Tanin, İsmet Paşa’nın Türkiye’ye ulaşmasına geniş yer ayırmıştır. Buna göre; İsmet Paşa, Türkiye sınırına girdikten sonra Trakya’da Edirne Valisi, Edirne ahalisi ve diğer devlet erkânı tarafından karşılanmıştır. Karaağaç İstasyonunda bulunan süvari bölüğünü teftiş ettikten sonra trenle Çatalca’ya gelene kadar Karaağaç-Çatalca arasındaki istasyonlarda İsmet Paşa’yı coşkulu kalabalıklar karşılamıştır[48].

Tanin’de yayınlanan İsmet Paşa Hazretleri Lozan’dan Avdet Etti başlıklı bir yazıda ise hazırlanan törenin ayrıntıları ele alınmıştır. Karşılama töreni için hazırlanan trenin nasıl süslendiği, Sirkeci’den hareketi, trene binmek isteyen halkın bilet bulamadığı, trenin geçtiği istasyonlarda bekleyen heyecanlı halkın treni selamlaması ve Çatalca İstasyonundaki mahşeri kalabalık gazete tarafından ayrıntılarıyla tasvir edilmiştir. Lozan heyetinin Selahattin Adil Paşa ve Dr. Adnan Bey tarafından karşılanması ve burada yapılan konuşmaları ayrıntılarıyla veren gazete, İsmet Paşa’nın, kompartıman penceresinden halka hitap edişini de aktarmıştır. Paşa’nın, istikbal için şimdiden hazırlanmak, güçlü bir azim ve ciddi bir çalışma faydalı sonuçlar verecektir diyerek yaptığı konuşmadan kesitler vermiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Çatalca’da resmi yetkililerden başka çeşitli şirketlerin temsilcileri, Rum, Ermeni ve Yahudi cemaat reislerinin vekilleri İsmet Paşa’yı barış dolayısıyla tebrik etmişlerdir. İsmet Paşa’yı Sirkeci’de Bahriye Mızıkası ve coşkun bir halk kalabalığı karşılamıştır[49].

İkinci Meclisin Açılışı ve Antlaşmanın Onaylanmasıyla İlgili Haberler

Tanin, 2 Ağustos 1923 tarihinde toplanan ancak çoğunluğu sağlayamadan dağılan yeni meclisin açılışının ertelendiğini duyururken, TBMM’nin 11 Ağustos 1923’te toplanacağı haberini de vermiştir. Gazete daha önce İsmet Paşaya, meclisin açılacağı güne kadar Ankara’da bulunması tebligatı yapıldığını yazmıştı. Amerikalılarla yapılan müzakereler tamamlanmadığı takdirde, Dr. Rıza Nur’un Lozan’da bırakılarak müzakerelere devam edileceği, meclisin açılışı için olağanüstü hazırlıklar yapıldığı haber verilirken Gazi Paşa’nın, mecliste uzun bir nutuk vereceği duyurulmuştur. Meclisin ilk olarak açılış töreniyle ilgileneceği, Lozan Antlaşması’nın müzakerelerine ancak 15 Ağustos 1923 tarihinde başlanabileceği gazete tarafından okuyucularına duyurulmuştur[50].

Gazete, Lozan Antlaşması’nın tasdiki hakkındaki kanun layihasının Meclis Başkanlığı tarafından Hariciye Encümenine havale edildiğini, antlaşma metninin Hariciye Encümeninde müzakere edildikten sonra TBMM’ye havale edileceğini belirten okuyucularına duyurmuştur. Meclisteki müzakerelerle ilgili yorumlar yapan gazete herkesin fikrini serbestçe söyleyebileceğini savunmuş, müzakere ve tartışmaların fazla uzun sürmeyerek antlaşmanın kabul edileceğini belirtmiştir. Tanin, Lozan Antlaşması’nın TBMM’de onaylanmasının ardından yürürlüğe girecek olan Nüfus Mübadelesi hakkında ise henüz hükümetçe İstanbul’da hiçbir hazırlık yapılmadığını duyurmuştur[51].

Münir Müeyyed imzalı bir habere göre İsmet Paşa, Halk Fırkası toplantısında Lozan Antlaşması hakkında bilgi vermiş, bazı mebuslar antlaşmanın meclisteki müzakereleri sırasında sınırlar hakkında itirazlarını dile getireceklerini söylemişlerdir. Güney vilayetleri mebusları İsmet Paşa’yı ziyaret ederek güney sınırları hakkında itiraz etmeyeceklerini söylemişlerdir. Antlaşmanın mecliste ittifakla kabul edileceğini iddia eden Münir Müeyyed, Hariciye Encümeninin meclise sevk ettiği antlaşma metniyle ilgili mazbaTanin Genel Kurulda okunacağını, İsmet Paşa’nın da bir açıklama yapacağını belirtmiştir[52].

İşgalci devletlerin Türkiye topraklarını tahliyesiyle ilgili konular da basının çok fazla yayın yaptığı alanlar olmuştur. Tanin, antlaşmanın tasdikinin yaklaşması nedeniyle müttefiklerin tahliye için hazırlığa başladığı yolundaki haberleri kamuoyunu bilgilendirmiştir. Müttefik Komutanlığının İstanbul ve diğer işgal altındaki yerler için tahliye planlarını hazırladığını, TBMM antlaşmayı tasdik edince bu planların uygulanacağını belirtmiştir. Ayrıca Tahliye Komisyonunun müttefiklerle temasa geçeceği bilgisi de verilmiştir[53].

Münir Müeyyed’in haberine göre Hariciye Encümeni, Lozan Antlaşması üzerindeki tetkiklerini tamamlayarak Meclis Genel Kuruluna havale etmiştir. TBMM’de antlaşmanın müzakerelerine başlanarak Hariciye Encümeninin mazbatası okunmuş, ardından Yusuf Kemal Bey, Encümenin tetkiklerinin sonuçlarını açıklayarak antlaşmanın karşılıklı eşitlik üzerine imzalanmış olduğunu ifade etmiştir. Antlaşmayı imzalayan murahhaslar heyetine, Birinci Büyük Millet Meclisine ve Mustafa Kemal Paşa’ya teşekkür ederek antlaşmanın tasdikini istemiştir. Antlaşmanın siyasî, mali ve iktisadı hükümlerini de Encümenin mazbata muharriri Tevfik Rüştü Bey açıklamıştır[54].

TBMM’de Lozan Antlaşması aleyhine konuşan mebusların görüşlerini de yansıtan Tanin’in ifade ettiğine göre; Niyazi Bey güney sınırlarının gerçeklere göre çizilmediğini, Misak-ı Millî’nin gerçekleşmediğini, Antakya, İskenderun ve Irak Türklerinin dışarıda bırakıldığını belirterek antlaşmaya karşı çıkmıştır. Hamdullah Suphi ve Yahya Kemal güney sınırlarını, Antakya ve İskenderun’un Fransa mandasında kalmasını eleştirmiştir. Şükrü Kaya, Edirne’nin yaşaması için yeteri kadar arazinin elde tutulamadığı, Yunanistan’dan alınacak savaş tazminatından vazgeçildiği, Batı Trakya ve Ege adaları Yunanistan’a verildiği için antlaşmaya karşı çıkmıştır. Faik Bey ise Batı Trakya’nın Yunanistan’da kalışını eleştirmiştir[55].

24 Ağustos 1923 tarihli gazete; TBMM Dün Lozan Muahedenamesini Tasdik Etti başlığı altında Lozan Antlaşması’nın kabul edildiği meclis toplantısının ayrıntılarını vermektedir. Bu açıklamaya göre; İsmet Paşa’nın antlaşmayı açıklamak ve itirazlara cevap vermek amacıyla yaptığı konuşmaya muhalif mebuslar cevap vermemişlerdir. Antlaşmanın onaylanması için kanun teklifleri verilmiş ve Lozan Antlaşması TBMM’de ittifaka yakın bir oyla kabul edilmiştir[56].

Tanin, Lozan Antlaşması’nın TBMM’de onaylanması ve sonrasında gelişen olayları yakından takip ederek yayınlamıştır. Gazeteye göre; antlaşma TBMM’de tasdik edildikten sonra Hariciye Vekâleti tarafından İstanbul’daki Hariciye Murahhası Adnan Bey'e bildirilmiştir. İşgal altındaki yerlerin tahliyesi antlaşmanın tasdikinden sonra başlayacağı için Adnan Bey, Hariciye Vekâleti'nden gelen notayı acil olarak İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcilerine bildirmiştir. Ayrıca antlaşma metni ile eklerinin mecliste onaylandığı bilgisi müttefik devletlere İstanbul'daki siyasî temsilcileri vasıtasıyla da bildirilmiştir. Antlaşma ile belirlenmiş olan tahliye protokolü aynen Tanin’de yayınlanmıştır. İngiltere'nin İstanbul'daki fevkalade komiseri antlaşmanın onaylandığını müttefiklere resmen bildirerek Türkiye topraklarının tahliyesi için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir[57].

Tuğrul imzalı yazılar, Lozan Antlaşması'nın üç gün boyunca mecliste tartışıldığını göstermektedir. Yazar, Lozan Antlaşması'nın meclisteki müzakere oturumlarının safhalarını, konuşmacıların tavırları ve nutuklarını genişçe değerlendirmiştir. Ayrıca lehte ve aleyhte yapılan konuşmalar yorumlanmıştır. Antlaşmanın TBMM'de tasdikini müteakip, Yunanistan kralının antlaşma ve eklerini onayladığı haberi gazetede yer almıştır. Ayrıca antlaşmanın Yunanistan tarafından tasdik edilmesinden sonra İmroz ve Bozcaada'nın Türkiye'ye verilmesi gerektiğini de okuyucularına aktarmıştır[58].

Antlaşmanın Uygulanması ve Tahliyeyle İlgili Haberler

Tanin'in haberlerinden anlaşıldığına göre; Lozan Antlaşması'nın tasdiki için TBMM'de müzakereler devam ederken tahliye hazırlıkları fiili bir hal almış, Müttefik Komutanlığı ile İstanbul Komutanlığının tahliyeyle ilgili çalışmaları hızlanmıştır. Yabancı zabitler ve aileleri İstanbul'u terk etmeye başlarken, tahliyeyle birlikte gitmesi gereken eşyalar nakil için hazırlanmıştır[59].

Antlaşmanın tasdikinden sonra Türk tarafının yapacağı, özellikle işgalcilerin yurdu tahliyesiyle ilgili faaliyetleri kamuoyuna duyuran gazeteye göre; İstanbul'un tahliyesiyle ilgili komisyon, İstanbul Komutanı Selahattin Adil Paşa başkanlığında toplanarak tahliyenin nasıl yapılacağıyla ilgili bir plan hazırlayacaktır. Selahattin Adil Paşa, müttefik komutanlarıyla görüşerek hazırlanan tahliye planı hakkında bilgi verecektir. İstanbul'un tahliye planı İsmet Paşa'nın gelişine kadar hazır olacaktır. Mütareke döneminde İtilaf Devletleri'nin el koyduğu bazı nezaretlere ait otomobil, araba, hayvan ve diğer eşyaların teslimi istenecektir[60]. Tanin, Lozan Antlaşması gereği İstanbul’u tahliye edecek olan Ingilizlerin kullandıkları taşınabilir eşyaların bir kısmını Türklere sattığını duyurmuştur[61].

İstanbul’un tahliyesi için kurulan komisyonun çalışmalarını takip eden Tanin, komisyon toplantıları hakkında kamuoyuna bilgi vermiştir. Gazeteye göre; komisyon, teslim alınacak yerler ve binalarla ilgili olarak İstanbul Komutanı Selahattin Adil Paşa başkanlığında toplantı yapmış ve tahliyenin ayrıntılarıyla ilgili bazı hususlar için Lozan murahhas heyeti askerî müşavirleri Tevfik Bey ve Nusret Bey’den bilgi almaya karar vermiştir. Selahattin Adil Paşa da İsmet Paşa ile görüştükten sonra komisyonun yapısı ve çalışma usulleri hakkında bir talimat yazacaktır[62]. Yine gazete, Tahliye Komisyonunun, mütareke esnasında müttefiklerin el koyduğu Seyr ü sefain vapurları, motorları, telsiz ve telgraf aletleri, harp malzemeleri ve diğer eşyaları tespit ederek teslimini istediğiyle ilgili bir haber yayınlamıştır. Gazete, ayrıca Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’nin İngiltere’ye sipariş ettiği ve parasının önemli bir kısmını ödediği, ancak savaşın başlamasıyla İngilizlerin el koyduğu büyük bir vapurun İstanbul’da asker naklinde kullanıldığı ve Marmara’da battığıyla ilgili bir bilgiyi de okuyucularıyla paylaşmıştır[63].

Tanin, işgal kuvvetlerinin İstanbul’daki temsilcilerinin faaliyetlerini takip ederek insanları bilgilendirmiştir. Gazeteye göre; Fransa mümessili Mösyö Korelli ve İtalya mümessili vekili Mösyö Meysa, Adnan Bey’i ziyaret ederek İstanbul’un tahliyesiyle ilgili esasların Selahattin Adil Paşa ve müttefik generalleri tarafından ortaklaşa tespit edildiğini bildirmişler ve tahliye için her şeyin hazır olduğunu belirtmişlerdir. General Harrington’un, İstanbul’dan ayrılışı dolayısıyla vali ve vilayet erkânı şerefine vereceği bahçe eğlencesi için davet edilecek memurların listesini vilayetten istediği de gazetede haber olarak yer almıştır[64].

Türk yetkililerin işgal kuvvetleri temsilcileriyle yaptığı görüşmeleri gözlem altına alan gazeteye göre; İsmet Paşa, Hariciye Murahhaslığında müttefik komutanlarıyla bir toplantı yapmıştır. Toplantıda General Harrington, İsmet Paşa’nın Mudanya ve Lozan’daki başarılarının takdire şayan olduğunu söylemiştir. Mütareke ve işgal dönemlerinde Türk-İngiliz ilişkileri bozulmuş ise de, bundan sonra dostluk ilişkilerini geliştirmek istediklerini ve Türklerin Kırım Savaşındaki tavırlarını İngilizlerin sevinçle hatırladıklarını ifade etmiştir. Müttefiklerin hiçbir olumsuz olaya meydan vermeden Türkiye’yi tahliye edeceğini, tahliyenin Lozan Antlaşması’nın tasdikinden itibaren altı hafta içinde tamamlanacağını ve harp levazımının antlaşmada belirtilen şartlar doğrultusunda teslim edileceğini belirtmiştir[65]. İngilizlerin işgali altında olan özel şahıslara ait evlerin bir kısmını tahliye ettikleri, işgalcilere ait çok miktarda eşya ve teçhizatın vapurlara bindirildiği, Bostancı’daki İngiliz askerlerinden bir kısmının Haydar Paşa’ya sevk edildiği haberleri gazetede yer almıştır. Tanin, devlete ait mülkleri teslim almak üzere kurulan komisyonun çalışmalarına devam ettiğini de duyurmuştur[66]. Türkiye topraklarının tahliyesiyle ilgili olarak Tanin; antlaşmanın mecliste onaylandığının müttefiklere bildirilmesinin ardından tahliyenin başladığını, müttefik kıtalarının 24 Ağustos 1923 gece yarısından itibaren çekilmek için harekete geçtiklerini yazmıştır. Gazete tahliye ile ilgili olarak Tıbbiye Mektebinin boşaltılacağını, tahliyenin ilk olarak İstanbul’un Anadolu yakasında Gebze ve Şile’de bulunan İngiliz askerî kıtalarının sevk edilmesiyle başlayacağını duyurmuştur. Bu kapsamda gazete tahliye aşamalarından bazılarını açıklamıştır: Bostancı’daki İngiliz müfrezeleri gemilere bindirilecek ve Anadolu yakası bir hafta içinde boşaltılmış olacaktır. Müttefik Komutanlığı, Çanakkale’ye gönderdiği telgrafla tahliyeye başlanmasını bildirmiştir. Anadolu yakasından sonra Rumeli yakası tahliye edilecektir. İngiliz kıtaları ve bazı eşyaları Üsküdar ve Boğaz’dan İstanbul’a nakledilmeye başlanmıştır. İngilizlere hizmet eden Rum ve Ermenilerden İstanbul’u terk edeceklerin harekete hazır olmaları işgal kuvvetleri tarafından kendilerine bildirilmiştir. Fransızlar tahliye için gerekli tüm tedbirleri almaktadırlar[67].

Türk tarafı ve müttefiklerin 25 Ağustos 1923 günü bir araya gelerek tahliye ve teslim alma işlemlerini karara bağlayacakları gazete tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Bu yazıya göre tahliyenin 3 Ekim 1923 gece yarısına kadar tamamlanması beklenmektedir. Sırasıyla Üsküdar, Çanakkale, İstanbul ve Gelibolu tahliye edilecektir. En sona müttefiklerin bir taburu bırakılacaktır. Bu tabur da generaller için düzenlenecek özel törene katıldıktan sonra İstanbul’dan ayrılacaktır[68].

Lozan Antlaşması’nın TBMM’de tasdikinin ardından İstanbul’un her tarafında yabancı askerlerin gitme hazırlıklarının göze çarptığını yazan Tanin, Haydar Paşa ve Kadıköy’deki müttefiklerin ağırlıklarını naklettiklerini, resmi ve özel şahıslara ait binaların teslimine de başladıklarını duyurmuştur. Bu sırada tahliye edilen Tıbbiye Mektebi binasında eksiklikler olmasına rağmen İngilizler binayı tam teslim ettiklerine dair belge isteyince sorun çıkmış, İstanbul Komutanlığı ve müttefikler arasında yapılan görüşmeler sonucu mesele tatlıya bağlanmıştır[69].

Tahliye haberlerini vermeye devam eden gazeteye göre müttefikler liman kontrollerini Türklere devrederken askerî mühimmatla dolu üç gemi limandan ayrılmıştır. İstanbul’un Anadolu yakasında çok sayıda bina ve mıntıka İngilizler tarafından boşaltılarak Türk görevlilere teslim edilmiştir. İngilizler tahliye faaliyetlerine hızla devam ederek Üsküdar, Kadıköy, Tuzla, Dıragos, Bostancı ve Sarıgazi gibi yerlerdeki askerlerini çekmişlerdir. Rumeli yakasında Ayastefanos’ta bulunan İngiliz birlikleri ayrılmışlardır. İngilizler ve Fransızlar, Ayastefanos’taki uçak hangarlarındaki eşyalarını sahildeki gemilere taşımaktadırlar. Fransızlar tahliye hususunda daha yavaş hareket ederken İtalyanlar ise henüz harekete geçmemişlerdir. Bostancı ve Erenköy civarından nakledilen İngiliz askerlerini taşıyan iki gemi İstanbul Limanı’ndan ayrılarak Malta ve İskenderiye’ye doğru gitmişlerdir. İngiliz topçu ve kamyon grupları bir nakliye gemisiyle İstanbul’dan ayrılacaklardır. Fransızlar, işgal altında tuttukları yerleri Tahliye Komisyonu gözetiminde boşaltacak ve sahiplerine teslim edeceklerdir. Fransızların işgali altında bulunan binaların bir listesi hazırlanmış, tahliye ve teslim sırasında uyulacak hususlar belirlenmiştir[70].

Bina ve arsaları işgal altında bulunan şahısların uğradıkları zararla ilgili İstanbul Komutanlığına yaptığı başvuruları gündemine alan Tanin’e göre, verilen dilekçeler Valilik Hukuk İşlerine havale edilmiştir. Evkaf Müdürlüğü, İstanbul’da Evkafa ait işgal altında bulunan bina ve evlerin tahliyesini talep etmiştir. Tıbbiye Mektebinin işgal altında kalan kısmının tahliyesi devam etmektedir. Selahattin Adil Paşa başkanlığında toplanan Tahliye Komisyonu, Müttefik Kumandanlığıyla temas kurularak tahliye edilecek binaların bir an önce tahliyesi, muallâkta kalan bazı meseleler hakkında görüşme yapılmasını istemeye karar vermiştir[71].

Müttefiklerin Anadolu yakasının tahliyesine devam ettiği, resmi dairelerin teslimi dolayısıyla Selahattin Adil Paşa’nın General Harrington’u ziyaret ederek tesellüm zabıtnamelerinin düzenlenme şekli ile ilgili görüşme yaptığı gazetenin haberleri arasında yer almıştır. Gazetenin verdiği habere göre bu görüşmede, tahliye işlemlerinin hızlandırılarak 3 Eylül 1923 akşamına kadar bütün Anadolu sahillerinin tamamen boşaltılması ve Avrupa yakasının tahliyesine başlanması kararı alınmıştır. İngilizlerin tahliye edeceği Haydar Paşa İstasyonu ve Anadolu tren hattının teslim alınması için görevlendirilen Demiryolları Genel Müdürü Behiç Bey’e tebligat yapıldığı bilgisi de gazetede yer almıştır. Ayrıca müttefiklerin Haydar Paşa tren hattının teslimini 15 Eylül’e kadar erteledikleri, hattın bir an önce iadesini sağlamak için Adnan Bey’in gerekli teşebbüslerde bulunduğu da gazete tarafından bildirilmiştir. Tanin’in yayınladığı haberlere göre; Rumeli yakasındaki askerî kıtaların önemli bir kısmı 24 Eylül 1923 tarihinde İstanbul’u terk edecektir. Tahliye protokolü uyarınca resmi binalarla birlikte özel şahıslara ait binalar da tahliye edilecektir. Bina sahipleriyle müttefikler arasında çıkacak borç anlaşmazlıklarında, Lozan Antlaşması gereği ellerinde belge olanlar haklarını alabilecekler, belgesi olmayanlar ise bir şey talep edemeyeceklerdir. Şahıslar ile müttefiklerin tahliye memurları arasında çıkan ihtilafları çözmek için geçici bir karma mahkeme kurulacaktır. Türkiye’deki İngiliz askerlerinin tahliyesi, Lozan Antlaşması gereği, antlaşmanın TBMM’de onaylanmasından birkaç saat sonra başlamış ve kesintisiz olarak devam etmiştir. Times gazetesinin İstanbul muhabirinin yazdığına göre İngilizlerin tahliye konusunda seri hareket etmesi Türkler üzerinde iyi tesir bırakmaktadır. İngilizler, İstanbul muhaberatının geçtiği Haydar Paşa-Gebze arasındaki telgraf hatlarını da teslim etmişlerdir. Silah ve mühimmat depolarının teslimi devam etmektedir. Bahriyeye ait bina ve eşyalar sıra cetvellerine göre teslim edilmektedir. Tersane’deki silahları Türk tarafı teslim almıştır. İstihkâmlardaki toplar ve diğer silahlar yakında teslim edilecektir. Çanakkale istihkâmına ait silahları buradaki komisyon teslim alacaktır. Çok sayıda top mermisi ve uçak bombası Ayastefanos’tan İstanbul’a nakledilmiştir. Anadolu yakasında Bostancı tarafı Cumartesi günü yabancılardan tamamen boşaltılacak ve 13 Eylül 1923’te de Fenerbahçe tarafının tahliyesi tamamlanacaktır. Ayastefanos’ta Ingilizlere ait dört büyük uçak, sekiz uçak motoru ve Fransızlara ait cephane İstanbul’a sevk edilmiştir. İstanbul civarlarında bulunan İtilaf Devletleri’ne ait mühimmat rıhtıma taşınmıştır. Fransızlar İstanbul’daki telefon tesisatlarını kaldırmaya başlamışlar, Hadımköy’den sekiz yüz kişilik bir taburu deniz yoluyla Marsilya’ya sevk etmişlerdir. Geriye kalan dört tabur da sevk edildikten sonra Rami Kışlasındaki süvari askerleri gönderilecektir. Fransız Karargâhı, bir hafta içinde teslim edilecek binaları Teslim Alma Komisyonuna bildirmiştir. Resmi dairelerin tahliyesine başlayan Fransızlar, Harbiye Nezareti’nin iki kışlasını tahliye etmeye başlamışlardır. Kısa süre içinde dört taburlarını daha İstanbul’dan sevk edeceklerdir[72].

Lozan Antlaşması tasdik edildikten sonra Karaağaç’ın tahliyesine başlanması için buradaki Yunan memur ve askerlerine emir verildiğini yazan Tanin, kasabadaki Yunan askerleri çekilirken halkın bir kısmının Batı Trakya’ya göç ettiğine dikkat çekmiştir. Gazetenin verdiği bilgiye göre Karaağaç, Türkiye’ye 15 Eylül 1923 tarihinde teslim edileceğinden buradaki Yunan askerleri tahmini bir hududa kadar çekileceklerdir. Türk askerleri oraları işgal ettikten sonra Türk ve Yunan temsilcilerden oluşan karma bir komisyon sınırı belirleyecektir. Karaağaç’ı teslim almak üzere görevlendirilen Trakya mebusları Şakir, Faik ve Cemil Beyler bölgeye hareket etmişlerdir. Türkiye’ye iadesi gereken Bozcaada ve İmroz’da kalmak istemeyen ahalinin nakline başlanmıştır. Bu adaların Yunanistan tarafından tahliyesi Lozan Antlaşması’nın tasdikinin Paris’e bildirilmesinden sonra başlayacaktır[73].

Tanin, daha önce İngilizlerin teslimini erteledikleri Haydar Paşa tren hattının Gebze’ye kadar olan kısmı ile Haydar Paşa İstasyonunu tahliyeye başladıkları haberini Ağustos ayı sonunda duyurmuştur. Habere göre istasyondaki İngiliz müfrezesi, limandaki bir İngiliz gemisine nakledilmiştir. Gebze-Haydar Paşa tren hattının teslimi için Behiç Bey ile İngiliz generali arasındaki görüşmeler devam etmektedir. İngilizler, tahliyenin son haftasında tren hattını teslim etmeyi planlarken Türk tarafı, Ankara-İstanbul arasında işlemesi için hattın hemen teslimini istemektedir. Ayrıca Beşiktaş, Nişantaşı ve Beyoğlu civarlarında boşaltılacak olan binaların teslim tarihlerini belirten bir listeyi İngilizler Tahliye Komisyonuna ulaştırmıştır[74].

Çanakkale’de tahliye hazırlıklarının devam ettiğini bildiren gazeteye göre Türk tarafı Çanakkale ve çevresini 15 Eylül 1923’e kadar peyderpey teslim alacaktır. Gazete, tahliye edilen yerlerle ilgili ayrıntılı bilgi vermektedir: Gelibolu’da bulunan İngiliz kuvvetlerinden iki piyade taburu ile bir topçu müfrezesi ayrılmıştır. Malta ve Mısır’a dört büyük İngiliz gemisi nakliyat yapmaktadır[75]. İstanbul’un Rumeli yakasının ve Çanakkale Boğazı’nın tahliyesine kısa süre içinde başlanacaktır. Fransız kıtaları bir hafta içinde şehirden ayrılacakları için eşyalarını vapurlara yüklemişlerdir. Hadımköy ve Rami Kışlasındaki eşyalarını birkaç gün içinde göndereceklerdir. Kroker (كروكر) Oteli’nde bulunan Fransız mahkemesinin görevine son verilmiştir. İki binden fazla Fransız askerî Marsilya’ya sevk edilmiştir. İstanbul’da kalan Fransız birlikleri Sarayburnu’nda toplanmakta ve oradan vapurlara bindirilmektedir. Çanakkale ve Gelibolu’daki Fransız askerlerinin ailelerini almak üzere gelecek olan vapur beklenmektedir. Gelibolu’da işgal altında bulunan özel şahıslara ait evlerin büyük bir kısmı tahliye edilmiştir[76].

General Harrington’un Ağustos’un son günü gazetecilere verdiği mülakatı ayrıntılı olarak veren Tanin’e göre Harrington; Lozan Antlaşması’ndan duyduğu memnuniyeti dile getirmiş, dokuz senelik savaştan sonra kimsenin savaşı istemediğini, buradaki görevinin bitmiş olmasından mutlu olduğunu ve İstanbul’dan memnun ayrıldığını belirtmiştir. İstanbul’un tahliyesini İsmet Paşa’ya söz verdiği gibi sorunsuz gerçekleştirdiğini, müttefik generallerinin tahliyeyle ilgili Selahattin Adil Paşa ile fikir alışverişi yaptıklarını söylemiştir. General, müttefik kuvvetlerinin komutanlığı görevini arkadaşlarının yardımıyla, şan ve şerefle yerine getirdiğini, bu görevi yapmaktan dolayı memnun olduğunu da sözlerine eklemiştir[77].

Türkiye topraklarının tahliyesi devam ederken Tanin de sütunlarında konuyla ilgili haberlere oldukça fazla yer ayırmıştır. Verilen haberlere göre; Haydar Paşa’da toplanmakta olan İngiliz otomobil kolları Malta’ya nakledilecektir. Ortaköy erzak ambarı tahliye edilmiştir. Bostancı ve diğer yerlerdeki İngiliz askerleri tahliye edildiği gibi Meriç boyundaki müttefik kıtaları da İstanbul’a dönmüştür. Meriç’ten gelen İngiliz taburu Harbiye Mektebinde bulunan askerlerle birlikte sevk edilecektir. İngiliz bahriyesinin kontrolü altında bulunan depo ve cephanelikler Bahriye Kumandanlığına devredilmiştir. Bahriyeye ait teslim alma işlemlerinin tamamlanmasının ardından bir Türk ve İngiliz heyeti Çanakkale’ye giderek istihkâmlardaki top ve cephanelerin devir teslim işlemlerini yapacaktır[78]. Ayastefanos’taki uçak parkına ait çok miktarda eşya ve levazım Fransa’ya gönderilmek üzere Sarayburnu’na getirilmiştir. Uçak hangarlarında çok sayıda Fransız uçağı ve levazım kalmıştır. İngiliz uçaklarının nakledilmesine devam edilmektedir. İki uçak, üç hangar ve çok sayıda çadır vapurlara bindirilmek üzere İstanbul’a gönderilmiştir. Kadıköy rıhtımında İngilizlerin işgalinde olan barakalar tahliye edilmiştir. İngiliz ve Fransız Karargâhları ağırlıklarının nakliyle uğraşmaktadırlar. Hadımköy’deki topçu malzemesi ile uçak alet ve edevatı Sirkeci’deki Fransız depolarına getirilmiştir. İngiliz Karargâhı Maslak, Büyükdere ve diğer yerlerdeki ağırlıkların nakline öncelik vermektedir. İtalyan işgal kuvvetleri sadece üç taburdan ibaret olduklarından tümü bir haftada sevk edilebilecektir. Zabıta heyetleri daha önce lağvedildiği için İtalyan askerlerinin bir kısmı İtalya’ya sevk edilmiş, bir kısmı da elçilik emrine verilmiştir. Tahliyenin son günü üç müttefik generali İstanbul’u terk edecektir. Generallerin ayrılması son derece sade ve görkemli bir törenle gerçekleşecektir. Giderken bir Türk askerî kıtası ile İngiliz, Fransız ve İtalyan müfrezeleri generalleri selamlayacaktır[79]. Tahliyenin son günü müttefikler İstanbul’a veda havası olarak Beyoğlu’nda Tünel’in üstündeki düdüğü üç defa çaldırdıktan sonra şehri terk edeceklerdir[80].

Antlaşmanın Uygulanması ve Nüfus Mübadelesiyle İlgili Haberler

İncelediğimiz dönemde Tanin’de yayınlanan yazılara göre Lozan Antlaşmasının memleketi en çok ilgilendiren kısmı şüphesiz Türkiye topraklarının tahliyesi ve ahalinin mübadelesidir. Gazetenin tahliye ile ilgili değerlendirmeleri önceki bölümde yansıtılmıştır. Gazete, mübadele konusunu da yoğun olarak işlemiş, göç edecek insanların karşılaşacağı zorluklar konusunda Türk ve Yunan hükümetlerini uyarmaya çalışmıştır. Gazeteye göre yakında Türkiye’ye yüz binlerce bedbaht mülteci gelecektir. Göçmenlerin memleketin imarına faydası olacağından iskân işi uzmanlar tarafından ve düzgün bir plan doğrultusunda yapılmalıdır. Mübadele edilecek ahalinin tedricen ve muntazaman nakledilmesi ve taşınabilir mallarının Türk hududuna kadar Yunanlılar tarafından nakledilmesi sağlanmalıdır. Müslümanların yerli Hıristiyanlardan alacaklarının tahsili için Yunan Hükümeti nezdinde girişimde bulunulmalıdır. Göçmenler daha önce yaşadıkları bölgeye benzer yerlere yerleştirilmeli, Ziraat Bankası göçmenlere kredi açmalı, yerli halk göçmenlere yardım etmeli ve hastalıklarla mücadele için kapsamlı bir kurum oluşturulmalıdır[81].

Yenigün gazetesinde Mübadele-i Ahali Talimatnamesi ismiyle yayınlanan, Nüfus Mübadelesi’nin ne şekilde yapılacağını açıklayan bir yönetmelik Tanin gazetesinde de aynen yayınlanmıştır[82]. Tanin, Kasımpaşa’da kulübelerde yaşayan muhacirlerin Karesi yöresine sevki kararını sütunlarına taşımıştır[83]. Ayrıca Anadolu’nun doğusunda nüfus az olduğundan, mübadele yoluyla gelecek olan muhacirlerden bir kısmının buraya yerleştirileceği bilgisini de okuyuculara duyurmuştur[84].

Tanin’in verdiği habere göre Yunanlılar, mübadeleye tabi Müslümanlara Eylül ayı sonuna kadar ayrılmak için hazır olmalarını tebliğ etmiştir. Gazeteye göre daha önce mübadele meselesiyle ilgili imza toplayan mebuslar, Yunanlıların söz konusu kararına karşı Mustafa Kemal Paşa’ya başvurarak mübadeleyle ilgili komisyonlar kurulmasını, mübadele usul ve esaslarının tespitini, muhacirlerin haklarının korunmasını ve mübadeleyle ilgili siyasî meselelerin hallini meclisten talep etmişlerdir[85].

Tanin, Selanik Müslümanlarının Yunan Hükümetine başvurarak kendilerinin mübadeleden istisna tutulmasını istediklerine dair gelen haberlerin yalan olduğunu Selanik’ten İzmir’e kaçan muhacirlere dayandırarak okuyucularına duyurmuştur. Yunanlıların Müslüman ahaliye zulmettiği de bu muhacirlerin verdiği bilgiler arasındadır[86]. Tanin’in yayınladığı yazılara bakılırsa; Yunanistan’ın çeşitli yerlerinden gelen haberler Müslümanların tahammülsüz işkencelere maruz kaldığını bildirmektedir: Batı Trakya ve Midilli’de yerli Rumlar ve hükümet memurları Müslümanlara zulmetmektedir. Müslümanlar açlıktan ölmeye başlamıştır. Mallarını satmak isteyenlere, giderseniz bunlar bizim olacak, ne hakla satıyorsun diyerek ellerinden mallarını almaktadırlar. Kötü muamelelerin son bulması için iki heyet Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne müracaat etmiştir. Yunanlıların, Doğu Makedonya’daki Müslümanlara yaptığı zulümleri, Makedonya’dan kaçarak İstanbul’a gelen bir kişinin müşahedelerine dayanarak anlatan geniş bir yazı Tanin’in 10 Ağustos 1923 tarihli sayısında yer almıştır[87].

Batı Trakya’da Yunan askerleri ve çetelerin Türkleri öldürdüğüne dair Tanin’de çok sayıda haber çıkmıştır. Gazeteye göre barış imzalanmış olsa da Batı Trakya’da kan durmadıkça gerçek barış olmayacaktır. Makedonya’daki Türklere hayat hakkı tanımayan Yunanistan, Türkiye’den getirilen Rumlara Müslümanların evlerini, tarlalarını ve çiftliklerini vermekte, mülteci Rumlar camilere yerleştirilmektedir. Müslümanların selameti için bir an önce mübadelenin yapılması gerekmektedir[88].

Yunanistan’da kalan Türklerin yaşadığı sıkıntılarla ilgili haberleri okuyucularına ileten Tanin, Türkiye’nin Yunanistan’daki Türk menfaatlerini korumakla görevli Flemenk Elçiliğine bir nota verdiğini belirtmiştir. Tanin’e göre, notayı veren Türk yetkili Adnan Bey, Yunanistan’da Türk ve Rum ahaliye karşı takibat yapıldığını, yakında genel af ilan edileceği halde Yunanlıların halen Müslümanlara karşı zulme devam ettiğini belirterek Yunan Hükümetinin derhal bu hareketlerden vazgeçmesini istemiştir. Gazete bu notaya verilen cevabı da neşretmiştir. Notaya cevap veren Yunanistan Başbakanı, Makedonya ve Batı Trakya Müslümanlarının asla kötü muameleye uğramadıklarını, aksine iyi muamele gördüklerini, siyasî suçlu tüm Müslümanların serbest bırakıldıklarını söylemiştir. Tanin’de çıkan bir başka yazıya göre Girit Müslümanları, Yunanistan Hükümetinin kendilerine uyguladığı zulmü Adnan Bey'e şikâyette bulunarak mallarının yağmalandığını ve kendilerinin yersiz yurtsuz bırakıldıklarını söylemişlerdir. Adnan Bey, Flemenk Elçiliğine giderek Girit’teki Müslümanlara yapılan mezalim hakkında dikkatlerini çekmiştir[89].

Tanin, Karma Mübadele Komisyonuna Türk delegesi olarak Dâhiliye Vekâleti’nden Tevfik Rüştü Bey, Sıhhiye Vekâleti’nden Hamdi Bey, Evkaf Vekâleti’nden Şemsettin Bey ve Maliye Vekâleti’nden İhsan Bey’in tayin edildiği haberini yazmıştır. Mübadelenin başlangıç tarihinin Lozan Antlaşması’nda yazılı olmadığını belirten gazeteye göre, nüfus mübadelesinin ne zaman başlayacağı antlaşmanın yeni mecliste onaylanmasından sonra Türkiye ile Yunanistan’ın kuracağı komisyonlarca belirlenecektir. Lozan Antlaşması’na eklenen mübadele mukavelenamesi, antlaşmanın tasdikinden bir ay sonra kesin olarak yürürlüğe konacaktır[90]. Antlaşmanın TBMM’de onaylanmasının ardından yürürlüğe girecek olan nüfus mübadelesi hakkında henüz hükümetçe İstanbul’da hiçbir hazırlık yapılmamıştır. İstanbul Rumları antlaşma gereği mübadeleye tabi olmadıklarından, İstanbul’a ne kadar muhacir yerleştireceğine de karar verilmemiştir. İstanbul’un jandarma mıntıkası mübadeleye tabi olduğundan, gelecek muhacirlerin iskân ve iaşesi için jandarma bölgesinde gereken tedbirler alınmıştır. İstanbul Valiliğinden mübadeleye dâhil bölgelerde ne kadar han, apartman, dükkân, değirmen, yağhane ve benzeri yer varsa firarilere ait olanlarının tespit edilmesi istenmiştir[91].

Lozan Antlaşması’nda Rumların durumunun net olmadığı, kimlerin antlaşmadan etkileneceğine Patrikhanenin karar vermesi gerektiği, İstanbul Rumlarının antlaşmadan etkilenebileceği gibi konularla ilgili yazılar yabancı gazetelerden alıntı yapılarak Tanin’de yayınlanmıştır. Bu yayınlara göre İstanbul Rumlarının taşınmaz mallarının satışının yasaklanması için Yunanistan’ın Paris elçisi Fransa’nın müdahalesini istemiştir. Fransa Dışişleri Bakanı ise bu konuda girişimde bulunacağına söz vermiştir[92]. Ayrıca mübadeleye tabi olup yakında Türkiye’yi terk edecek olan Rumların, taşınmaz mallarını kullanılamaz hale getirdikleri haberini veren gazetenin ifadesine göre hükümet, bu konuda gerekli tedbirleri almaya karar vermiştir[93]. Gazete, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden, özellikle Karadeniz sahillerinden gelerek İstanbul’da biriken Rumların Yunanistan’a gönderildiğini, sevk işlemlerinde Türkiye’nin gösterdiği kolaylıktan dolayı Amerika temsilcisinin teşekkür ettiğini yazmıştır[94].

Tanin, Selimiye Kışlası ve Ayastefanos’taki muhacirlerin gitme hazırlığı yaptıklarını, İstanbul’daki Rum muhacirlerin bir hafta içinde sevk edileceğini duyurmuştur[95]. İstanbul’da biriken muhacir Rumların, hastalıklara sebep olacakları düşüncesiyle, bir an önce Yunanistan’a gönderilmesi için girişimde bulunulduğunu yazan gazeteye göre Ayastefanos, adalar ve Boğaz’da bulunan Rumları taşımak için Yunan Kızılhaçı emir almıştır[96]. Yine mübadelenin bir an önce gerçekleşmesi için Hariciye Encümeninin gerekli önlemleri almak üzere görevlendirildiğini belirten gazeteye göre hükümet, Türk Ortodokslarının da mübadeleye dâhil olduğuna karar vermiştir. Ayrıca Selimiye Kışlasındaki Rum muhacirlerin vapurla Selanik’e doğru yola çıkarıldığı ve kışlanın tamamen boşaltılmış olduğu haberi de kamuoyuna duyurulmuştur[97].

Gazeteye göre yeni hükümet, mübadele masrafı olarak daha önce tespit edilen on milyon liradan daha az miktar talep etme eğilimindedir. Mübadele için hükümetin tahsis ettiği üç milyon liranın yetersizliği nedeniyle, mübadele masraflarını karşılamak amacıyla bir emlak bankası kurulacağını belirten gazete, hükümetin garantisiyle 20-30 milyon lira sağlanabileceğini kamuoyuna duyurmuştur[98].

Gazeteye göre, Müslümanların Yunanistan’dan kovulduklarına dair haberlerin gelmesi üzerine Yunanistan Hükümeti Müslümanların ülkeden ayrılmasını yasaklamıştır. Bunlardan Türkiye’ye gitmek isteyenler İspanya veya Flemenk elçilikleri aracılığıyla Ankara Hükümetinden izin almaya mecbur tutulmuşlardır[99]. Mübadeleye tabi Türklerin sayısının beş yüz bini bulduğunu belirten Tanin, Mübadele Komisyonunun on güne kadar hükümetten gerekli direktifi alarak Makedonya Mübadele Cemiyeti ve konuyla ilgili diğer cemiyetlerle görüşeceğini belirtmiştir. Habere göre, mübadele meselesini görüşmek üzere Ankara’ya giden Makedonya heyetinin üyeleri, bazı mebus ve vekillerle görüşerek mübadeleyle ilgili hazırladıkları projenin uygulanmasını istemişlerdir[100].

Antlaşmanın Yunanistan tarafından onaylamasından sonra Türkiye’ye verilecek olan İmroz ve Bozcaada halkının orada kalması gerektiği halde, Rumların firar ettikleriyle ilgili haberler Tanin’de yayınlamıştır. Gazete, Rumların bu adalardan tamamen göç etmeleri durumunda yerlerine Makedonya’dan gelecek olan Müslümanların yerleştirileceğini yazmıştır. Ayrıca gazeteler, İmroz Adası halkının kendilerine verilen muhtariyet idaresine sadık kalmaya karar verdiğini de yazmışlardır[101].

Hükümetin mübadele meselesini dikkatle incelediğini ifade eden Tanin, mübadele için gereken nakil vasıtalarının ihtiyaca yetecek şekilde sağlanması için bir kanun hazırlandığını sütunlarına yansıtmıştır. Gazetenin kanaatine göre mübadelenin kıştan sonraya ertelenmesi fikri kabul edilmezse, gelebilenler gelecek, gelemeyenler ise ilkbahara kalacaktır. İskân yerleri sahilden başlayarak içerilere doğru ilerleyecektir. Tütüncülük yapan Drama ve Kavalalıların çoğunun Samsun ve çevresine, diğerlerinin İzmir ve çevresine yerleştirilmesine karar verilmiştir[102]. Gazetenin haber verdiğine göre, Sıhhiye Vekâleti, muhacirlerin Yunanistan’daki mal ve mülkleriyle ilgili haklarının kaybolmaması için belli tarihler arasında başvurmaları gerektiğini bildiren bir tebliğ yayınlamıştır[103].

Antlaşmayla Çözülemeyen Sorunlar ve Dış İlişkilerle İlgili Haberler

Lozan Antlaşması’ndan sonra sıkça gündeme gelen konulardan biri olan Boğazlar Meselesi, Tanin’de önemli yer tutan konulardan biridir. Tanin, Avrupalıların Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk defa Boğazlar konusunu görüşmek üzere masaya çağırdığı Rusya’nın, Türkiye’ye destek olmak istediğini yazmıştır. Buna göre Rusya, konferansta Boğazlarla ilgili bazı düzeltmeler istemekteydi. Ancak Türkiye’nin antlaşmayı imzalamaya erken karar vermesi Rusya’yı Boğazlar Sözleşmesi’ni imzalamaya mecbur bırakmıştır[104].

Lozan Antlaşması gereği kurulması gereken Boğazlar Komisyonunun kuruluşunu yakından takip eden Tanin’in yazılarından anlaşıldığına göre İngiltere, Fransa ve İtalya’nın üye olarak amiraller tayin ettiği komisyona, Türkiye başkan olarak Amiral Vasıf Paşa’yı atamıştır[105].

Tanin’e göre Lozan Konferansı’nın sonucuna bakıldığında en kârlı çıkan ülkenin Türkiye olduğu söylenebilir. Çünkü Türk delegeleri, İngiltere ve Fransa’nın daha önce kendilerine kabul ettirmek istediği şartlardan kurtularak ülkelerinin bağımsızlığını sağlamışlar ve Sevr’in getirdiği ağır şartları ortadan kaldırmışlardır. Antlaşma bu yönüyle Türkiye için siyasî bir zaferdir[106].

Lozan Antlaşması’nın muallâkta bıraktığı asıl önemli konunun Musul Meselesi olduğu Tanin tarafından sık sık gündeme getirilmiştir. Gazeteye göre Musul Meselesi, Türkiye ile İngiltere ilişkilerinde bir problem olarak görülmektedir. Musul ve çevresini elinde tutan İngiltere’nin, Türkiye’nin etrafını bir Kürdistan çemberiyle kuşatacağını iddia eden başyazar Hüseyin Cahit, bu noktanın Musul petrollerinden daha önemli olduğunu vurgulamaktadır[107]. Lozan Konferansı’ndan sonra Musul petrolleriyle birlikte basında gündeme getirilen bir problem de Osmanlı Devleti’nin dış borçları meselesidir[108]. Tanin yazarlarına göre her ne kadar barış imzalanmışsa da, çok önemli meselelerin çözümü sonraya bırakılmıştır. Bunlar Musul, Bağdat şimendiferleri, Duyun-ı Umumiye gibi meselelerdir[109].

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Tanin’de çokça işlenen konulardan biri de Türkiye-Lehistan ve Türkiye-Amerikan ticaret antlaşmalarıdır. Lehistan ve ABD ile sürdürülen müzakereler yakından takip edilerek gazeteye yansıtılmıştır[110].

Avrupalı yetkililerin Lozan barışıyla ilgili düşüncelerini kamuoyuna yansıtan Tanin’e göre; Fransız yetkili General Pelle bir gazeteye verdiği mülakatta, Lozan Antlaşması’yla Türkiye’nin büyük ve medeni milletler arasına tamamen eşit şartlarda gireceğini söylemiştir[111]. Gazetenin iddiasına bakılırsa İngiltere Başbakanı Stanley Baldwin, barışın imzalanmasıyla Doğu ile olan ticaretlerini Türkiye’de sahip oldukları olağanüstü nüfuz sayesinde geliştirebilecekleri ümidini taşımaktadır. İngiltere’de Liberaller ve Lloyd George’un grubu dışında, Lozan Antlaşması olumlu karşılanmıştır. Lozan, İngiltere’nin 1880’den beri Şark’ta takip ettiği siyaseti değiştiren ve Türkiye ile ilişkilerde yeni bir devir açan bir antlaşma olarak görülmüştür. Lloyd George’un taraftarları ise Lozan’ın İngiltere’nin imzaladığı en aşağı antlaşmalardan biri olduğunu ileri sürmüş, Irak’ta, Gelibolu’da ve Filistin’de kazandıkları zaferlerin muhafazakâr kabine tarafından feda edildiğini iddia etmişlerdir[112].

İsmet Paşa, Selahattin Adil Paşa ve Adnan Bey’in işgal kuvvetleri komutanı General Harrington ve müttefiklerin diğer yetkilileriyle yaptığı görüşmeler günü gününe takip edilerek gazeteye yansıtılmıştır. İsmet Paşa’nın müsteşar Münir Bey’le birlikte General Harrington’u ziyaret ederek tahliye ve gümrük işlerini ele alması, İstanbul’daki Amerika, İran, Flemenk, İsveç ve Danimarka elçilerini kabul etmesi, İngiliz, Fransız ve İtalyan generalleri ve siyasî mümessilleriyle görüşmesi bu kabildendir[113].

Barışın olumlu etkilerinin görülmeye başladığını bir sevinç havası içinde okuyucularına aktaran Tanin’e göre; barışın imzalanmasından hemen sonra müttefikler Türk tarafına haber göndererek İtilaf Devletleri askerleriyle Türk askerlerinin karşılaştıklarında birbirini selamlamaları gerektiğini bildirmişlerdir[114].

Barışın Macaristan’da da olumlu karşılandığını yazan Tanin'e göre; Macar Meclisinde 24 Temmuz 1924 tarihinde bir konuşma yapan Macaristan eski başbakanı, Türkiye’yi imzaladığı Lozan Antlaşması’ndan dolayı kutlamıştır. Ona göre Türkiye hürriyeti için o kadar mükemmel mücadele etmiştir ki, bu mücadele mağlup bütün milletlere bir ders teşkil etmiştir[115].

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonraki Türk-Yunan ilişkilerine sayfalarında yoğun olarak yer veren Tanin’e göre; İstanbul Rumlarının taşınmaz mallarının satışının yasaklanması için Yunanistan’ın Paris elçisi Fransa’nın müdahalesini istemiş, Fransa Dışişleri Bakanı ise bu konuda girişimde bulunacağına söz vermiştir[116]. Antlaşma gereğince Yunanistan’da kalan On İki Ada’ya gidip gelmek için İtalya vizesi gerekip gerekmediği Dâhiliye Vekâleti’nden sorulmuştur[117]. Yunanistan Hükümeti, Müslümanların ülkeden ayrılmasını yasaklamış, Türkiye’ye gitmek isteyenler için İspanya veya Flemenk elçilikleri aracılığıyla Ankara Hükümeti’nden izin alma zorunluluğu getirmiştir. Adnan Bey, Flemenk Elçiliğine giderek Girit’teki Müslümanlara yapılan mezalim hakkında dikkatlerini çekmiştir[118]. Barışın uygulamaya konulmasını da yakından takip eden gazete, Lozan Antlaşması ve eklerinin TBMM’de onaylandığının müttefik devletlere İstanbul’daki siyasî temsilcileri vasıtasıyla bildirildiğini okuyucularına duyurmuştur. Antlaşmanın onayından sonra yürürlüğe giren tahliye protokolü de gazetede aynen yayınlamıştır[119].

Ekonomi ve İktisadi Nüfuz Bölgeleriyle İlgili Haberler

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Tanin gazetesi, kapitülasyonlar, dış borçlar, bütçe ve iktisadî nüfuz bölgeleri gibi meselelere sütunlarında önemli bir yer vermiştir. Gazete yazarlarının düşüncesine göre Lozan Antlaşması kapitülasyonları kaldırmak, Osmanlı dış borçlarını tasfiye etmek ve kabotaj hakkı sağlamakla Türkiye ekonomisi için gelişmelerin önündeki engelleri kaldırmıştır[120].

Kabotaj hakkının kullanılmasıyla başlayan İstanbul-İzmir vapur seferlerine İzmir-Antalya vapur hattının da eklendiğini değerlendiren Tanin, İstanbulİzmir hattında ilk seferi yapan Giresun vapurunun Çanakkale yakınlarında yaptığı arızayı okuyucularıyla paylaşmıştır. Habere göre; yardımına gönderilen Altay vapuru varmadan Giresun vapurundaki arıza giderilmiş ve yola devam edilmiştir. Gazete, müttefiklerin liman işlerini Türk memurlara teslim etmelerini de kabotaj kapsamında değerlendirmiştir[121].

Tanin yazarlarına göre; Avrupalıların Türkiye topraklarında talep ettiği imtiyazlar Lozan Antlaşması ile sona ermiş, Türkiye tam bağımsız bir devlet olarak kapitülasyonların kalkmasıyla yabancıların siyasî ve iktisadî ayrıcalıklarından kurtulmuştur. İktisadi olarak güçlü olan gayrimüslimler mübadele gibi yolarla ülke dışına itilmişlerdir. Aslında önceleri gayrimüslimler Türkiye ile Batı arasında bir araçtı. Türkler sadece askerlik ve memurluk değil artık bankerlik, doktorluk ve bilginlik gibi meslekleri yapmak istemektedir. Ancak savaş memleketi harap etmiş, nüfusu azaltmıştır. Barışla beraber ekonomiye ait birçok görev Türkiye’yi beklemektedir[122].

Antlaşmanın meclisteki müzakereleri sırasında antlaşma aleyhinde beyan edilen görüşlere yer veren Tanin’e göre; Musul Meselesi, savaş tazminatı, dış borçlar ve kapitülasyonlar hakkında mecliste sert konuşmalar yapılmıştır. Gazete, mecliste Lozan Antlaşması’nın onaylanmasını talep eden kanun tekliflerinden birinin kapitülasyonlarla ilgili olduğunu vurgulamaktadır. Antlaşmanın imzalanmasından sonra Musul petrolleri, Bağdat şimendiferleri ve Düyun-ı Umumiye gibi meseleler gazetede çokça gündeme getirilen iktisadı meseleler olmuştur[123].

Tahliye sırasında bina sahipleriyle müttefikler arasında çıkacak borç anlaşmazlıkları ile ilgili alınan önlemler de Tanin’in takip ettiği konular arasında yer almıştır. Bu haberlere göre antlaşma gereği, ellerinde belge olanlar haklarını alabilmişler, belgesi olmayanlar ise bir şey talep edememişlerdir. Şahıslar ile müttefikler arasında çıkacak ihtilafları çözmek için geçici bir karma mahkeme kurulacağı da gazetede haber olarak yer almıştır[124]. Yine gazete, Lozan Antlaşması gereği İstanbul’u tahliye edecek olan müttefiklerin kullandıkları taşınabilir eşyaların büyük bir kısmının Türkiye tarafından satın alındığını ve bu eşyaların tahliye bitiminde teslim edileceğini sütunlarına taşımıştır[125].

Tanin’in verdiği haberlere göre; Türkiye ile diplomatik ilişkilerini düzeltmek niyetinde olan Fransa Hükümeti, Türkiye ile sürdürdüğü Duyun-ı Umumiye borçlarıyla ilgili müzakerelerin bir an önce neticelendirilmesi eğilimi göstermiştir. Böylece Fransa, borçlar meselesini çözerek iki ülke ilişkileri önündeki engelleri kaldırma niyetini ortaya koymuştur[126].

Yabancı gazetelerde yer alan İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Anadolu’da nüfuz bölgeleri oluşturma ve Türkiye’de iktisadı teşebbüslerini artırma amacıyla antlaşma yaptıkları haberlerini Tanin gazetesi de sütunlarına taşıyarak kamuoyunu bilgilendirmiştir. Bu haberlere göre, müttefikler Anadolu’daki iktisadı ve ticarî teşebbüsleri için aralarında bir antlaşma yaparak Anadolu’yu nüfuz bölgelerine ayırmak istemektedirler. Lozan Antlaşması’nın hemen ardından nüfuz bölgeleri meselesinin gündeme getirilmesine Ankara ihtimal vermemiştir. Türkiye’nin bu gibi eski diplomasiye ait hareketleri kabul etmesi mümkün değildir. Ancak İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Anadolu’da nüfuz bölgeleri oluşturma amacıyla antlaşma yaptıkları yolundaki haberleri daha sonra Tanin yalanlamıştır[127].

Tanin gazetesi, nüfuz bölgeleri meselesini gündeme getirerek barış devresinde Avrupalılara güvenilip güvenilemeyeceğini tartışmaya açmıştır. Gazetenin yazarlarına göre; Türkleri Avrupalılardan soğutan esaret kayıtları Lozan Antlaşması’yla silinmişse de büyük devletlerin Şark siyasetini terk edip etmedikleri açık değildir[128]. Bazı alametler İngiltere, Fransa ve İtalya’nın San Remo’da Sevr Antlaşması taslağını hazırlarken, Türkiye’yi nüfuz bölgelerine ayırdıkları gibi emellerinin olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin böyle niyetleri kabul etmesi mümkün değildir[129].

Genel Af İlanı ve Savaş Esirleriyle İlgili Haberler

Lozan Antlaşması gereği ilan edilmesi gereken genel afla ilgili haberler de Tanin sütunlarında yer bulmuştur. Gazetenin verdiği bilgilere göre; barış antlaşmasının onaylanması için meclise verilen kanun tekliflerinde genel af ilanı da geçmekteydi. Barışın imzalanması dolayısıyla genel af ilan edileceğini düşünen bazı kimseler ise, nasıl olsa af gelecek diye, sık sık suç işlemeye başlamışlardır. Bu şekilde ortaya çıkan suç olaylarının önüne geçmek için önlem alan Dâhiliye Vekâleti, vilayetlere gönderdiği yazıda asayiş ve güvenliğin ihlaline asla göz yumulmayacağını, af beklentisiyle suç işleyenlerin daha ağır cezalara çarptırılacağını ilan etmiştir[130].

Gazeteden de anlaşıldığı gibi genel af ilanı, Lozan Antlaşmasının diğer devletler tarafından tasdik edilmesinden sonra yürürlüğe girecekti. Mebuslar, Lozan Antlaşması şerefine genel af ilanı için hazırlık yapmaya başlamışladır[131]. Tanin, ilan edilecek olan genel affın herkesi kapsamayacağı konusunda uyarıda bulunmayı da ihmal etmemiştir. Çünkü Türkiye, antlaşmanın müzakereleri sırasında af konusunda çekincelerini gündeme getirmiş, bazı kişilerin af kapsamı dışında tutulmasını sağlamayı başarmıştır. Lozan Antlaşması’na göre Türkiye’de yüz elli kişi ilan edilecek olan genel af kapsamı dışında tutulmuştur. İncelediğimiz tarihlerde yayınlanan Tanin gazetesi sayılarında Yüzellilikler[132] olarak bilinen ve genel af kapsamı dışında tutulan kişilerle ilgili herhangi bir yazıya tesadüf edilememiştir.

Yunanistan’da kalan Türklerin maruz kaldığı kötü muamelenin önlenmesi için Ankara Hükümeti’nin Avrupa ülkeleriyle yürüttüğü diplomatik çabalar da Tanin sayfalarında yer bulmuştur. Yunanistan’da Türk ve Rum ahaliye karşı takibat yapıldığı haberleri üzerine Adnan Bey, Yunanistan’daki Türk menfaatlerini korumakla görevli Flemenk Elçiliğine bir nota vermiştir. Yakında genel af ilan edileceğini, buna rağmen Yunanlıların hala Müslümanlara karşı zulme devam ettiğini belirterek Yunan Hükümeti’nin derhal bu hareketlerden vazgeçmesini istemiştir[133].

Müttefiklerin, Türkiye’de işgal ettikleri yerleri barıştan sonra tahliye etmeleri ve ilan edilecek olan genel af dolayısıyla hapsettikleri şahısları serbest bırakmaları gerektiğine dair bazı haberler Tanin’de yer almıştır. Gazetenin yorumuna göre Türkiye bu kişilerin ıslah olduğuna kanaat getirirse kalan cezaları affedilecek, ancak asayişi bozma ihtimali olanlar adalete teslim edilecektir[134].

Lozan Antlaşması uyarınca taraflar ellerindeki esirleri serbest bırakmak zorundaydı. Esirler konusunu gündeme getiren Tanin, esirlerin serbest bırakılması ve ülkelerine ulaştırılması konusunda komisyonlar kurulduğunu haber vermiştir. Gazeteye göre esirlerin serbest bırakılmasında bazen sorunlar çıkmış, ülkeler birbirlerini suçlamışlardır. Tanin, Lozan Antlaşması gereği serbest bırakılmış olan Yunan esirlerinin İzmir’den Yunanistan’a iade edildiğiyle ilgili haberler yayınlamıştır. Haberlere göre; Yunan Başkomutanı General Trikopis’in de içinde bulunduğu esirler İzmir Limanı’ndan memleketlerine bir hafta içinde gönderilmişlerdir. Atina’ya sevk edilen Yunan esirlerini taşıyan bir vapura İzmir Limanı’ndan çıkış izni verilmemesi üzerine İstanbul’daki İspanya elçisi durumu Türk hükümeti nezdinde protesto etmiştir. Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin İzmir temsilcisi, İzmir’den 5.064 Yunanlı esirin iade edildiğini bildirmiştir[135].

Yunanistan’da kalan Türk esirlerin terhisine de yakında başlanacağı haberlerine yer veren gazeteye göre; Yunanistan’ın çeşitli yerlerine dağılmış olan sivil ve asker Türk esirlerinin araştırılması için Yunan Hükümeti, tüm idari birimlere yazılı emirler göndermiştir. Ancak araştırmalardan olumlu bir sonuç çıkmamıştır. Esirlerin terhisiyle görevli komisyonun Ankara’dan emir alır almaz yola çıkacağı da gazetede yer alan haberler arasındadır[136].

Basından Yapılan Alıntılar

Tanin, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra yerli ve yabancı basından sık sık alıntılar yaparak kamuoyunu bilgilendirmeye çalışmıştır.

Tan gazetesinde yayınlanan bir makaleden alıntı yapılarak Doğu dünyasının barışının tamamlandığı belirtilmektedir. Lord Curzon’un başkanlığında 21 Kasım 1922’de toplanan delegeler uzun müzakereler sonunda 23 Temmuz 1923 tarihinde barış şartlarında anlaşabilmişlerdir. Konferans sonunda İsmet Paşa ve Rıza Nur Bey çok büyük bir siyasî zafer elde etmişlerdir. Türk delegeleri, İngiltere ve Fransa’nın daha önce kendilerine kabul ettirmek istediği şartlarından kurtularak ülkelerinin yıllardan beri verdiği bağımsızlık mücadelesini tam olarak elde etmişlerdir. Ülkeyi Sevr’in getirdiği boyunduruktan Lozan Antlaşmasını imzalayarak kurtarmışlardır[137].

Times gazetesine dayandırılan bir habere göre; Lozan Konferansı sona erdiğinde İsmet Paşa salondan çıkarak ihtilaflı konularda anlaşma sağlandığını söylemiştir. Eğer Türklerle barış antlaşması olacaksa, bu Türkiye ile Batılılar arasında yepyeni bir devrin başlangıcı olacaktır. Eğer gerçekten barış olacaksa, bu güzel ve parlak bir elbise gibi olmayacak, şurası burası buruşmuş, dikişleri sökülmüş gibi bir şey olacaktır. Yine de sonuç savaş değil, barış olacaktır. Bu barıştan sonra Batı ile Türkiye ilişkileri yeni bir şekil alacaktır. Avrupalıların Türkiye topraklarında talep ettiği imtiyazlar ve Avrupa’yla iyi geçinen sultanların hüküm sürdüğü günler, Türkiye’nin Batılılarla yaptığı mücadele sonunda geride kalmıştır. Meşrutiyet bu hali biraz zorlaştırmış, Lozan Antlaşması ise tamamen bitirmiştir. Türkiye tam bağımsız ve hür olma konusunda ısrar etmektedir. Bunu diğer hür olmayan milletler de örnek alacaklardır. Kapitülasyonların kalkmasıyla Türkiye’de ecnebilerin siyasî ve iktisadı ayrıcalıkları bitmiştir. İktisadi olarak güçlü olan gayrimüslimler bir tarafa atılmış, Türkiye ile Batı arasında bir araç olan Ermeniler ve Rumlar ülkeden kovulmuştur[138].

Tanin’in, Times gazetesinden çevirerek verdiği bir yazıya göre; bundan önce yabancıların, Rumların ve Ermenilerin yaptıkları işleri bundan sonra Türkler kendileri yapmak istemektedirler. Türkler bir millet olarak sadece askerlik ve memurluk değil artık bankerlik ve doktorluk gibi işler de yapmak emelindedirler. Bütün bunları yapmak için yeteri kadar hırsları vardır. Ancak savaş, memleketi harap ettiğinden şartları buna müsait değildir. Nüfus azalmıştır. Barış imzalanır imzalanmaz eğitim ve ekonomiye ait birçok görev, yeni inşa edilen devletin pek işten anlamayan yöneticilerinin eline geçecektir. Türkiye’yi bilenler buna heyecanla bakmayacaklardır. Bundan şikâyet etmek boştur. Bütün dünyanın barıştan çıkardığı dersi Türkler de öğrenecektir[139].

Times gazetesinden yapılan bir başka alıntıya göre; aslında Türk milliyetçilerinin arzuladığı şeylerin çoğu iyi şeylerdir. Onlar Batının teşvikiyle harekete geçtiler. Eğer Türkler, daha önce başkalarına yaptırdıkları şeyleri, kendi milletleri için kendilerine mahsus bir tarzda yapmak isterlerse, binlerce hata yapacaklar ve fenalıklarda bulunacaktır. Fakat ders almaları da lazımdır. Şimdilik yardım kabul etmiyorlar ancak yardım isteyecekleri zaman da onlara akıllıca yardım etmek lazımdır[140].

Tanin’in aktardığı kadarıyla İngiliz gazetelerinde çıkan haberlere göre İngiltere Başbakanı, Lozan Antlaşmasının imzalanması ve Doğuyla olan ticaretten bahsederken, İngiltere’nin Türkiye’de sahip olduğu olağanüstü nüfuz ve itibarın önemini vurgulamıştır. Başbakan, karşılıklı menfaatlerin geliştirilmesi için Türk ve İngiliz tacirlerinin birlikte çalışacaklarını umduğunu dile getirmiştir[141].

İngiliz Morning Post gazetesinin Hasta Adamın İntikamı başlığıyla yayınladığı makaledeki temel görüşleri Tanin şu cümlelerle aktarmıştır: Bu antlaşma, Llyod George’un izlediği Şark siyasetinin çöküşüne, İngiltere’nin bu önemli ve nazik dış meselelerin müzakerelerini cahil ve kendi menfaatleri için memleketin çıkarlarını feda eden bir adama emanet etmekle yapmış olduğu hataya delildir. Mustafa Kemal’in mukavemeti yalnız Llyod George’un dış siyasetini devirmekle kalmamış, onun nüfuzunu da imha etmiştir. Bunun için İngiliz vatanperverleri Anadolu’nun kurtarıcılarına minnettardırlar. İngiltere’den yapılan başka bir alıntıya bakılırsa Lafayette gazetesinin Londra’dan bildirdiğine göre; İngiltere sömürgeler müsteşarı Avam Kamarasında Türkiye’nin Ortadoğu’daki haklarıyla ilgili bir konuşma yapmıştır. Konuşmasında Lozan Antlaşması’yla Türkiye’nin Irak ve Filistin üzerindeki hukukunun sona erdiğini, ancak Irak’ın kuzey sınırının henüz kesinleşmediğine dikkat çekmiştir. Sınırın kesinleşmesi için bir antlaşmanın gerektiğini, İstanbul’un tahliyesi tamamlandıktan sonra dokuz ay içinde bir antlaşma sağlanamadığı takdirde hakeme müracaat edilmesinin taraflarca kabul edildiğini söylemiştir[142].

Tanin, İngiltere’de yayınlanan bazı gazetelerden Lozan Antlaşması’yla ilgili alıntılar yapmıştır: Garp Postası; İngiltere basınında, Liberaller ve Lloyd George’un grubu dışında, Lozan Antlaşması’nın olumlu karşılandığını yazmıştır. Times, Lozan’ın tarihin gördüğü en adil antlaşma olduğunu ilan ederken Daily Mail, Lozan’ın İngiltere’nin 1880’den beri takip ettiği Doğu siyasetini değiştirdiğini ve Türkiye ile ilişkilerde yeni bir devir açtığını belirtmiştir. Liberal bir gazete olan Westmimister Gazet, Türklerin elde ettiği haklar ve kendilerine gösterilen müsaadeye layık olup olmadığının beklenmesini önermiştir. Lloyd George’un fikirlerinin etkili olduğu Daily Chronicle, Lozan’ın İngiltere’nin bu güne kadar imzaladığı en aşağı antlaşma olduğunu, kendilerinin Yakındoğu’da kazandıkları zaferlerin muhafazakâr kabine tarafından feda edildiğini iddia etmiştir[143].

Tanin’in Washington’da yayınlanan Chicago Tribune gazetesinden yaptığı alıntıya göre ABD Dışişleri Bakanlığı, Amerika’nın ve müttefiklerin Küçük Asya’daki bütün petrol imtiyazlarını kullanacağını, İngiltere Hükümetinin Turkish Petroleum Şirketi’ne verdirmeye çalıştığı imtiyazlara karşı çıkmaya devam edeceklerini açık bir şekilde dile getirmiştir[144].

Yapılan alıntılardan da anlaşıldığı gibi Fransız gazeteleri, Lozan Antlaşması’nın Fransa’yı tatmin etmediğini belirttikleri halde, Şarkta barışın tesisinden dolayı memnun olmuşlardır. Le Figaro gazetesine göre; ilk defa Türkiye’ye galip devlet muamelesi yapılan bu antlaşma, dünya tarihindeki önemli siyasî olaylardan biridir[145]. Maten gazetesine göre Mısır Milli Fırkası, Paris’te toplantılar yaparak Türkiye’nin Mısır üzerindeki haklarından feragat etmesinin, İngiltere’yi Mısır’la ilgili meselelerde serbest bıraktığını Avrupa kamuoyuna duyurmaya çalışmışlardır. Süveyş Kanalı ve kapitülasyonlar diğer Avrupa devletleri gibi Fransa’yı da ilgilendirmektedir. Mısırlılar bu meseleyi sadece İngiltere’yle değil bütün müttefik devletlerle müzakere etmek arzusundadırlar. İngiltere’nin isteği doğrultusunda bir çözümün Mısır’da barışı temin etmeyeceği açıktır[146].

Fransa’nın ileri gelenlerinden Mösyö Reinbold, Journal de Reyan’a gönderdiği makalede; Şikâyete hakkımız var mı? Müttefikler birlikte hareket etselerdi daha iyi bir antlaşma yapabilirlerdi. Hâlbuki İngiltere Hindistan’ı elinde tutmak, bir Arap Krallığı kurmak ve Basra’dan Çanakkale’ye kadar hâkim olmak istedi. Müttefikler müşterek hareket edecekleri yerde, kendi çıkarları doğrultusunda bir siyaset takip ettiler. İngilizler, Türklerin hiç sevmediği Yunanlılarla işbirliği yaptılar. Sonra da Türklere yenilen Yunanlıları yüzüstü bıraktılar. Türkler muzaffer olarak mağlubiyetin izlerini sildiler demektedir[147]. Makalesinin devamında ise Avrupalılar, Lozan’da birlikte hareket etselerdi daha fazla çıkar elde edebilirlerdi. Fakat Fransızlar, Suriye sınırında asayişi sağlamak için Ankara’yla bir antlaşma yapmıştı. İngilizler, Türk murahhaslarıyla özel görüşmelerde bulunuyorlar ve kendileriyle ilgili önemli meseleleri halletmeye çalışıyorlardı. Diğer taraftan Türkler, bu iki devletin yeniden bir savaşa atılamayacağını anlamışlardı. Bundan böyle Türkiye’de ihtiyatlı bir siyaset takip etmelzyiz[148] diyerek fikirlerini dile getirmiştir.

Dış basından yaptığı alıntılarla dış dünyanın Türkiye hakkındaki düşüncelerini okuyucularına aktaran Tanin, Fransız gazetelerinin, Fransa Hükümetinin Fransa-Türkiye ilişkileri önündeki engelleri kaldırmak istediğini, bunun için Türkiye’den Duyun-ı Umumiye ile ilgili müzakerelerin bir an önce bitirilmesini isteyeceğini yazdığını okuyucularına duyurmuştur[149]. Amerikan gazetelerinin çoğu Lozan’da imzalanan Türk-Amerikan Antlaşması’nı Türklerin bir siyasî zaferi olarak görmüştür[150]. Yine, Times muhabirine dayanarak Yunanistan’da Türklere karşı şiddet ve zulmün gittikçe arttığını duyurmuştur[151].

Atina’da yayınlanan Elefteros Tipos gazetesinden yapılan bir alıntıya göre, adı geçen gazetenin Lozan’daki muhabiri, antlaşmanın imzalanması sonrasında İsmet Paşa ve Venizelos’un ruh hallerini tasvir etmiştir. İsmet Paşa gayet sakin, mutedil ve nazik davranarak medeni olduğunu göstermiş, Venizelos ise gazetecilere bir kâğıt uzatmış ve diyeceklerinin orada yazılı olduğunu söyleyerek gazetecileri yanından uzaklaştırmıştır. Sevr Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Venizelos’un elini öperek ağlayan insanlar, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra yine ağlamışlardır. Fakat bu iki gözyaşı arasında büyük farklar vardır. Venizelos, Yunan halkına verdiği mesajda, memleketi daha büyük felaketlere sürüklememek için antlaşmayı imzalamaya razı olduklarını, barışın kendilerine toparlanma fırsatı vereceğini, iç sorunlarını bir tarafa bırakarak geleceğe hazırlanmaları gerektiğini ifade etmiştir[152].

Times gazetesinde çıkan ve Lozan barışını değerlendiren başka bir makalenin özetine Tanin’de yer verilmiştir. Bu makaleye göre; bir yıl önce Türk ordusu, Yunan ordusu karşısında zafer kazandığında, Türkiye ile müttefikler arasında barışın imzalanacağı ve Türkiye’nin tam bağımsızlığını tüm devletlerin tanıyacağı hayal bile edilemezdi. Lozan Antlaşmasıyla Türkler kendileri için bile zor anlaşılacak bir bağımsızlık elde ettiler. Bir asırdan beri Avrupalıların Türkiye’ye üstünlüğünü sağlayan antlaşmalar şimdi hiç hükmüne girdi. Osmanlı Devleti ile Avrupa arasında bir bağ olan Doğu Hıristiyanları ya öldürüldü ya da kovuldu. Şimdi Hıristiyanları Anadolu’dan söküp çıkaracak zaman değildir. Türkler Anadolu’da muzaffer ama yalnızdırlar. Medeni dünyada hayallerini gerçekleştirmek için binlerce zorlukla karşı karşıya bulunuyorlar. Milliyet ideali onları Batı ile rekabete sevk etmiş, Batılı devletlerin ihtilafı ise onlara bir zafer kazandırmıştır. İngilizler, Türkiye’de diğer milletlerden daha fazla nüfuza sahip olduğundan, Türkler yardım için İngiltere’ye başvurabilirler. İngiltere Yakındoğu’da önemli bir rol oynayabilir[153].

Times gazetesinin diğer bir makalesine göre; İstanbul’un tahliyesi Türkiye ve bütün Yakındoğu tarihinde yeni bir devir açmıştır. Türkler 13. yüzyıl ortalarından beri Avrupa’nın dimağında önemli bir yer işgal etmişlerdir. Kanuni’ye kadar Osmanlı sultanları Bizans topraklarını alarak Avrupa’nın ortasına kadar gelmişlerdir. Sir Tomas Ro (رو سيرتوماس) gibi dikkatli müşahitler, Kanuni zamanında bile Türk kuvvetinin hiçliğini anlamışlarsa da Osmanlılar zaman zaman gücünü göstererek dünyayı telaşa düşürmüşlerdi[154].

Londra’da yayınlanan gazeteler, Türkiye’de iktisadı teşebbüslerin artırılmasında İngiltere, Fransa ve İtalya’nın kendi aralarında anlaştığını yazmaktadır[155]. Mesacero (رو مساجه) gazetesinin haberine göre; İtilaf Devletleri, Anadolu’daki iktisadı ve ticarî teşebbüsleri için eski San Remo Antlaşması’na benzeyen bir antlaşma yapmışlardır. Buna göre Anadolu’yu yeniden nüfuz bölgelerine ayırmak istemektedirler. Nüfuz bölgeleri meselesinin, Türkiye’nin Avrupa devletleriyle imzaladığı Lozan Antlaşması’nın mürekkebi kurumadan gündeme getirilmesine Ankara ihtimal vermemektedir. Her türlü nüfuzdan uzak bağımsız yaşamaya karar vermiş Türkiye’nin bu gibi eski diplomasiye ait hareketleri iyi karşılamayacağının Avrupa devletleri tarafından bilinmesi gerekmektedir[156].

Lozan Antlaşması’nda Rumların durumunun net olmadığı, kimlerin antlaşmadan etkilenmeyeceğine Patrikhanenin karar vermesi gerektiği, İstanbul Rumlarının antlaşmadan etkilenebileceği gibi bazı konularla ilgili yazılar yabancı gazetelerden alıntı yapılarak Tanin’de yayınlanmıştır[157].

Daily Telegraph gazetesi İstanbul muhabirinin bildirdiğine göre; İngiliz kuvvetleri hiçbir aksatma yapmadan İstanbul’u boşaltmaya devam etmişlerdir. Dört günde yaklaşık sekiz bin kişi vapurlara bindirilerek İngiltere’ye gönderilmiştir. Türkler de antlaşmayla elde ettikleri hususların İngilizler tarafından süratle yerine getirilmesini memnuniyetle karşılamışlardır[158].

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Anadolu’daki Kuva-yi Milliye hareketine muhalif olan Tanin gazetesi, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra muhalefetini açıktan sürdürmeyerek eleştirilerini üstü kapalı olarak dile getirmeyi tercih etmiştir. Antlaşmanın meclisteki müzakereleri esnasında TBMM’de muhalefet olmadığı halde Batı Trakya, Ege adaları ve Musul gibi meseleler nedeniyle antlaşmaya karşı çıkan mebusların itirazlarını dile getirerek antlaşmayı eleştirmiştir. Ancak hür ve bağımsız bir devletin temelini attığı için Lozan Antlaşması’nı reddetmeyi doğru bulmamıştır. Gazete, antlaşmanın muallâkta bıraktığı Musul ve Dış Borçlar gibi meseleleri sıkça işleyerek, Türkiye’nin etrafının İngilizler tarafından bir Kürdistan çemberiyle kuşatılacağı şüphesini canlı tutmaya çalışmıştır.

Antlaşmayı onaylayan İkinci Meclis’i, Birinci Meclis ile karşılaştıran Tanin, Birinci Meclis’in vatan müdafaası etrafında birleşen insanlardan oluşan bir kurul, İkinci Meclis’in ise Müdafaa-i Hukuk üyelerinden oluşan tek tip bir yapı olduğunu belirterek eleştirilerini İkinci Meclis’e yöneltmektedir.

Barışla her şeyin düzeleceğine inanmanın doğru olmadığını, büyük sıkıntılardan sonra devlet mekanizmasının değişebilmesi için doğal hayatın, düzenin, emniyetin ve güvenin yeniden kurulması gerektiği üzerinde durmuştur. Barış devresinde metanetle çalışarak akıl ve tedbirin elden bırakılmaması, hür fikir ve serbest vicdanla hareket edilmesi, dalkavukluğa itibar edilmemesi gibi konuları işleyen Tanin, yeni dönemin idarecilerine yol göstermeye çalışırken üstü kapalı eleştirilerini sürdürmüştür. Gazete, bir yandan barış antlaşmasını överken, diğer yandan memleket idaresinde liyakatli insanlara ihtiyaç olduğunu, şahsi çıkarları için duruma göre fikir değiştirebilecek insanlardan memlekete fayda gelmeyeceği gibi söylemlerle yeni dönemin yöneticilerini eleştirmekten geri kalmamıştır.

Nüfus Mübadelesi’nin bir ilim, iktisat ve maliye meselesi olduğunu dile getiren Tanin, göçmenlerin iktisadı olarak kendilerini geçindirebilecekleri yerlere yerleştirilmesi gerektiğini savunmuştur. Medenî memleketlerde imar usullerinin gayesinin ortak bir kültür oluşturmak olduğunu iddia etmiş ve Anadolu’ya gelecek herkesin Türk kültürüne uymayı kabul etmesinin şart olduğunu öne sürmüştür. Nüfus Mübadelesi için kurulan komisyonun çalışmalarına geniş yer veren Tanin, Yunanistan’da Türklere zulmedildiği, zorla silahaltına alındıkları, işkencelere maruz bırakıldıkları, bazılarının idama mahkûm edildiği yolundaki haberleri sıklıkla satırlarına taşıyarak hükümetin duyarsızlığını vurgulamak istemiştir. Gazete, bu kötü muamelelerin son bulması için Türkiye’den yardım istedikleriyle ilgili haberleri neredeyse her gün yayınlanmıştır.

Gazete, Ankara Hükümeti’ni eleştirirken Lozan Antlaşması’nı imzalayan heyeti överek ön plana çıkarmayı da ihmal etmemiştir. İsmet Paşa ve murahhasların Lozan’dan dönüşü, Türkiye sınırlarından girişinden İstanbul’a varışına kadar yolda yapılan karşılama törenleri, İstanbul’daki faaliyetleri ve Ankara’ya hareketleri Tanin muhabirleri tarafından yakından takip edilmiştir. Ayrıca Lozan’ın imzalanması dolayısıyla İstanbul’da yapılan yüz bir pare top atışları, limandaki bütün gemilerin yarım saat boyunca aralıksız düdük çalmaları ile Ankara, Bursa, İzmir, Adana, Zonguldak, Elmalı, Kars, Van ve Edirne’de yapılan sevinç gösterilerine geniş yer verilmiştir. Yine Türklerin, yurt içinde ve dışında anlaşma sevinciyle yaptıkları kutlamaları da okuyucularına aktarmıştır.

Tanin, antlaşmayla ilgili haberleri verirken semboller kullanmayı da ihmal etmemiştir: Sevr Antlaşması’nın imzalandığı kalemin yabancı bir okula verilmesine karşılık Lozan Antlaşması’nın imzalandığı kalemin Darülfünun’a verilmesi anlamlı bir sembol olarak sunulmuştur. Buna karşılık Lozan Antlaşması’nın TBMM’de onaylandığı günün Darülfünun tarafından özel bir gün kabul edilmesi ve şehitler için anma günleri düzenlenmesi için aldığı karar da sembolize edilerek Tanin’de yayınlanmıştır. Yine Ankara Hükümetinin barışı sağladıktan sonra, savaşın sonucunu sembolize eden, üzerinde harap bir kasaba, yıkık bir köprü ve Mustafa Kemal’in üniformalı bir resmi olan, hatıra pulu da bu kabilden olarak gazetede yer almıştır.

Lozan Antlaşması’nı öven gazete, savaş sırasında Türklerin aleyhinde olan azınlıkların ikiyüzlü davranarak barışa sevindiklerini göstermek için ruhanî ayinler düzenlediğini, bu amaçla Türk yetkililere gönderdikleri kutlama tebriklerini sütunlarına yansıtmıştır. Ayrıca Lozan Antlaşması karşısında Fener Rum Patrikhanesinin kendi konumunu tespiti için antlaşma metni hakkında bir rapor hazırlattığını da okuyucularına duyurmuştur.

İşgal altındaki yerlerin tahliyesi hakkındaki haberler yoğun olarak Tanin’de yer almıştır. Lozan Antlaşması’nın mecliste onaylanmasının ardından tahliye başlayacağı için, Türk tarafının antlaşmanın onayını hiç vakit geçirmeden müttefik temsilcilerine ilettiğini ve Türkiye topraklarının tahliyesinin başladığını duyuran Tanin, tahliye tamamlanıp müttefik generallerinin İstanbul’u terk edişine kadar geçen süredeki bütün tahliye faaliyetlerini izleyerek günü gününe satırlarına taşımıştır.

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Tanin’in en çok gündeme getirdiği konulardan biri de Boğazlar Meselesi’dir. Gazete, Boğazlarla ilgili olarak Türk tarafının istikrarlı davranamadığını ve diplomasiyi yeterince kullanamadığını dile getirerek Ankara Hükümetini eleştirmiştir. Gazeteye göre, eğer Türk tarafı diplomasiyi kullanabilseydi, Rusların Boğazlar konusunda kendilerini destekleme niyetinde olduğunu anlayabilirdi. Türk tarafı Rusya’nın desteğini almak yerine, onlardan erken davranarak ilgili protokolleri imzalamıştır.

Tanin, doğrudan yapamadığı eleştirilerini Times, Morning Post, Daily Chronicle, Chicago Tribune, Lafayette, Maten, Garp Postası, Journal de Reyan, Elefteros Tipos, Daily Telegrph ve Mesacero gibi yabancı gazetelerden yaptığı alıntılarla sürdürmüştür. Bu alıntılarla ABD, İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan kamuoyunun Lozan Antlaşması’yla ilgili düşünceleri de Türk kamuoyuna iletilmiştir.

Tanin, Venizelos’un İsmet Paşa’nın verdiği bir teminata dayanarak Yunanistan ve Türkiye’nin eski düşmanlıkları bırakarak iyi ilişkiler kuracağıyla ilgili bir habere yer vermektedir. Bu teminatın ne olduğu konusunda herhangi bir bilgi vermeyen gazete, İsmet Paşa ile Venizelos arasında gizli bir uyuşmanın olduğu izlemini vermiştir.

Tanin’in Lozan Antlaşmasına yönelik olumlu eleştirileri de olmuştur: Kapitülasyonları kaldırması, dış borçlarını tasfiyesi ve kabotaj hakkı sağlaması Türkiye ekonomisi için olumlu ve geliştirici faktörler olarak değerlendirilmiştir. Yine bu antlaşmanın lehinde de aleyhinde de pek çok söz söylenebilecek önemli bir siyasî belge olduğu belirtilerek Sevr Antlaşması ile karşılaştırılmıştır. Anadolu’da millî hareket olmamış olsaydı, memleketin kaderinin Sevr ile belirlenmiş olacağını vurgulayan gazete, güney sınırları, Batı Trakya, Ege adaları ve Musul meselelerinde Lozan’daki murahhasları itham etmeyi doğru bulmamıştır. Gazeteye göre; önemli olan antlaşmasının hür ve bağımsız bir Türkiye temin edip etmediğidir. Antlaşma Türkiye’nin bağımsızlığını sağladığı için, antlaşmaya imza koyanları alkışlamak gerekmektedir.

KAYNAKÇA

Tanin gazetesinin Lozan Antlaşması’nın imzalanması ve tahliyenin tamamlanması sürecindeki tüm sayıları taranmış, referans gösterilen sayılar dipnotlarda gösterilmiştir.

* Bu makale, 13–15 Kasım 2013 tarihlerinde Ankara’da düzenlenen Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları-I, 90. Yılında Lozan ve Türkiye Cumhuriyeti Uluslararası Sempozyumu’nda sunulan bildirinin genişletilmiş halidir.

Kaynaklar

  1. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281.
  2. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 282.
  3. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 283.
  4. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 284.
  5. Tanin, 12 Ağustos 1923, no: 297.
  6. Tanin, 21 Ağustos 1923, no: 306.
  7. Tanin, 23 Ağustos 1923, no: 308.
  8. Tanin, 3 Eylül 1923, no: 319.
  9. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 282.
  10. Tanin, 29 Temmuz 1923, no: 283.
  11. Tanin, 4 Ağustos 1923, no: 289.
  12. Tanin, 12, 13 Ağustos 1923, no: 297, 298.
  13. Tanin, 22 Ağustos 1923, no: 307.
  14. Tanin, 22 Ağustos 1923, no: 307.
  15. Tanin, 23 Ağustos 1923, no: 308.
  16. Tanin, 24, 28 Ağustos 1923, no: 309, 313.
  17. Tanin, 24 Ağustos 1923, no: 309.
  18. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281.
  19. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 282.
  20. Tanin, 24, 29 Temmuz 1923, no: 281, 283.
  21. Tanin, 30, 31 Temmuz 1923, no: 284, 285.
  22. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285; 8, 12 Ağustos 1923, 297.
  23. Tanin, 12 Ağustos 1923, no: 297.
  24. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285.
  25. Tanin, 3 Ağustos 1923, no: 288.
  26. Tanin, 7 Ağustos 1923, no: 292.
  27. Ali Haydar Mithat, I. Meşrutiyet’in ilanı ve Kanuni Esasi’nin hazırlanması sürecinde önemli roller üstlenmiş, daha sonra Yıldız Mahkemesi’nde Sultan Abdülaziz’in ölümüyle ilgili suçlu bulunarak Taif zindanına gönderilen ve orada ölen Mithat Paşa’nın oğludur.
  28. Tanin, 11 Ağustos 1923, no: 296.
  29. Tanin, 24 Ağustos 1923, no: 309.
  30. Tanin, 24-28 Ağustos 1923, no: 309-313.
  31. Tanin, 24-29 Temmuz 1923, no: 281-283.
  32. Tanin, 24, 25, 29 Temmuz 1923, no: 281, 282, 283; 2, 6, Ağustos 1923, no: 287, 291.
  33. Tanin, 11 Ağustos 1923, no: 296.
  34. Tanin, 10 Ağustos 1923, no: 295.
  35. Tanin, 18 Ağustos 1923, no: 303.
  36. Tanin, 2 Ağustos 1923, no: 287.
  37. Tanin, 11 Ağustos 1923, no: 296.
  38. Tanin, 25 Temmuz - 2 Ağustos 1923, no: 282-287; 6 Ağustos 1923, no: 291.
  39. Tanin, 25 Ağustos 1923, no: 310.
  40. Tanin, 11, 27 Ağustos 1923, no: 296, 312.
  41. Tanin, 24-25 Temmuz 1923, no: 281-282.
  42. Tanin, 29 Temmuz 1923, no: 283.
  43. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285.
  44. Tanin, 5 Ağustos 1923, no: 290.
  45. Tanin, 1 Ağustos 1923, no: 286.
  46. Tanin, 1-3 Ağustos 1923, no: 286-288; 6 Ağustos 1923, no: 291.
  47. Tanin, 7-10 Ağustos 1923, no: 292-295.
  48. Tanin, 11 Ağustos 1923, no: 296.
  49. Tanin, 11, 12 Ağustos 1923, no: 296, 297.
  50. Tanin, 29 Temmuz 1923, no: 283; 3 Ağustos 1923, no: 288; 4 Ağustos 1923, no: 289; 6 Ağustos 1923, no: 291; 9 Ağustos 1923, no: 294; 12 Ağustos 1923, no: 297.
  51. Tanin, 17-21 Ağustos 1923, no: 302-306.
  52. Tanin, 21 Ağustos 1923, no: 306.
  53. Tanin, 19-22 Ağustos 1923, no: 304, 307.
  54. Tanin, 22 Ağustos 1923, no: 307.
  55. Tanin, 22 Ağustos 1923, no: 307.
  56. Tanin, 24 Ağustos 1923, no: 309.
  57. Tanin, 24, 25, 26 Ağustos 1923, 3 Eylül 1923, no: 309, 310, 311, 319.
  58. Tanin, 18, 26, 28, 30 Ağustos 1923, no: 303, 311, 313, 315.
  59. Tanin, 22 Ağustos 1923, no: 307.
  60. Tanin, 4 Ağustos 1923, no: 289.
  61. Tanin, 5-6 Ağustos 1923, no: 290-291.
  62. Tanin, 10 Ağustos 1923, no: 295.
  63. Tanin, 18-19 Ağustos 1923, no: 303-304.
  64. Tanin, 10 Ağustos 1923, no: 295
  65. Tanin, 11 Ağustos 1923, no: 296.
  66. Tanin, 22 Ağustos 1923, no: 307.
  67. Tanin, 24-25 Ağustos 1923, no: 309-310.
  68. Tanin, 25-26 Ağustos 1923, no: 310, 311.
  69. Tanin, 26 Ağustos 1923, no: 311.
  70. Tanin, 26, 27, 28 Ağustos 1923, no: 311, 312, 313.
  71. Tanin, 27 Ağustos 1923, no: 312.
  72. Tanin, 28-31 Ağustos 1923, no: 313, 314, 315, 316; 2, 3 Eylül 1923, no: 318, 319.
  73. Tanin, 11, 28, 30 Ağustos 1923, no: 296, 313, 315; 2, 4 Eylül 1923, no: 318, 320.
  74. Tanin, 31 Ağustos 1923, no: 316.
  75. Tanin, 30, 31 Ağustos 1923, no: 315, 316.
  76. Tanin, 1, 4 Eylül 1923, no: 317, 320.
  77. Tanin, 1 Eylül 1923, no: 317.
  78. Tanin, 3 Eylül 1923, no: 319.
  79. Tanin, 1, 2, 4 Eylül 1923, no: 317, 318, 320.
  80. Tanin, 26 Ağustos 1923, no: 311.
  81. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285.
  82. Tanin, 3 Ağustos 1923, no: 288.
  83. Tanin, 2 Ağustos 1923, no: 287.
  84. Tanin, 8 Ağustos 1923, no: 293.
  85. Tanin, 27, 29 Ağustos 1923, no: 312, 314.
  86. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285.
  87. Tanin, 7, 9, 10 Ağustos 1923, no:292, 294, 295.
  88. Tanin, 24, 25 Ağustos 1923, no: 309, 310.
  89. Tanin, 26, 27, 28, 30 Ağustos 1923, no: 311, 312, 313, 315.
  90. Tanin, 12, 18 Ağustos 1923, no: 297, 303.
  91. Tanin, 18 Ağustos 1923, no: 303.
  92. Tanin, 27, 28 Ağustos 1923, no: 312, 313.
  93. Tanin, 1 Eylül 1923, no: 317.
  94. Tanin, 28 Ağustos 1923, no: 313.
  95. Tanin, 20 Ağustos 1923, no: 305, s. 3.
  96. Tanin, 24 Ağustos 1923, no: 309.
  97. Tanin, 22, 24, 29 Ağustos 1923, no: 307, 309, 314.
  98. Tanin, 29, 31 Ağustos 1923, no: 314, 316.
  99. Tanin, 29 Ağustos 1923, no: 314.
  100. Tanin, 30, 31 Ağustos 1923, no: 315, 316.
  101. Tanin, 18, 30 Ağustos 1923, no: 303, 315.
  102. Tanin, 3 Eylül 1923, no: 319.
  103. Tanin, 1 Eylül 1923, no: 317.
  104. Tanin, 24, 31 Temmuz 1923, no: 281, 285; 9 Ağustos 1923, no: 294.
  105. Tanin, 6 Ağustos 1923, no: 291.
  106. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281.
  107. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 282.
  108. Tanin, 29 Ağustos 1923, no: 314.
  109. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285.
  110. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 282; 29 Temmuz 1923, no: 283; 31 Temmuz 1923, no: 285; 1 Ağustos 1923, no: 286; 2 Ağustos 1923, no: 287; 3 Ağustos 1923, no: 288; 7 Ağustos 1923, no: 292; 8 Ağustos 1923, no: 293.
  111. Tanin, 25 Temmuz 1923, no: 282.
  112. Tanin, 29, 31 Temmuz 1923, no: 283, 285.
  113. Tanin, 3, 12 Ağustos 1923, no: 288, 297.
  114. Tanin, 6 Ağustos 1923, no: 291.
  115. Tanin, 24 Ağustos 1923, no: 309.
  116. Tanin, 27, 28 Ağustos 1923, no: 312, 313.
  117. Tanin, 28 Ağustos 1923, no: 313.
  118. Tanin, 29, 30 Ağustos 1923, no: 314, 315.
  119. Tanin, 3 Eylül 1923, no: 319.
  120. Tanin, 13 Ağustos 1923, no: 298.
  121. Tanin, 5, 31 Ağustos 1923, no: 290, 316.
  122. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281, s. 1-4.
  123. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285; 23, 24, 29 Ağustos 1923, no: 308, 309, 314.
  124. Tanin, 29 Ağustos 1923, no: 314.
  125. Tanin, 5 Ağustos 1923, no: 290.
  126. Tanin, 7 Ağustos 1923, no: 292.
  127. Tanin, 26 Ağustos 1923, no: 311; 2, 4 Eylül 1923, no: 318, 320.
  128. Tanin, 3 Eylül 1923, no: 319.
  129. Tanin, 3 Eylül 1923, no: 319.
  130. Tanin, 19 Ağustos 1923, no: 304.
  131. Tanin, 24 Ağustos 1923, no: 309; 26 Ağustos 1923, no: 311; 27 Ağustos 1923, no: 312.
  132. Yüzellilikler ile ilgili çok sayıda araştırma mevcuttur. Ancak Yüzellilikler listesini değerlendirmek bu çalışmanın kapsamı dışında olduğundan bu konuya girilmemiştir. Geniş bilgi için bk.: İlhami Soysal, 150'likler, Gür Yay., İstanbul 1985; Sedat Bingöl, 150'likler Listesi, Bir İhanetin Anatomisi, Bengi Kitap Yay., İstanbul 2010; Abdullah Uçman, Handan İnci, (Haz) Bir 150'liğin Mektupları: Ali İlmi Fâni'den Rıza Tevfik'e Mektuplar, Kitabevi Yay. İstanbul 1998; Şaduman Halıcı, Yüzellilikler, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir 1998; Kamil Erdeha, Yüzellilikler Yahut Milli Mücadelenin Muhasebesi, Tekin Yay., İstanbul 1998.
  133. Tanin, 26 Ağustos 1923, no: 311.
  134. Tanin, 4 Eylül 1923, no: 320.
  135. Tanin, 5, 22, 23, 26 Ağustos 1923, no: 290, 307, 308, 311.
  136. Tanin, 19, 24 Ağustos 1923, no: 304, 309.
  137. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281, s. 1-4.
  138. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281.
  139. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281.
  140. Tanin, 24 Temmuz 1923, no: 281.
  141. Tanin, 29 Temmuz 1923, no: 283.
  142. Tanin, 29 Temmuz 1923, no: 283.
  143. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285.
  144. Tanin, 29 Temmuz 1923, no: 283.
  145. Tanin, 29 Temmuz 1923, no: 283.
  146. Tanin, 31 Temmuz 1923, no: 285.
  147. Tanin, 6 Ağustos 1923, no: 291.
  148. Tanin, 6 Ağustos 1923, no: 291.
  149. Tanin, 7 Ağustos 1923, no: 292.
  150. Tanin, 11 Ağustos 1923, no: 296.
  151. Tanin, 27 Ağustos 1923, no: 312.
  152. Tanin, 9 Ağustos 1923, no: 294.
  153. Tanin, 22 Ağustos 1923, no: 307.
  154. Tanin, 1 Eylül 1923, no: 317.
  155. Tanin, 26 Ağustos 1923, no: 311.
  156. Tanin, 2 Eylül 1923, no: 318.
  157. Tanin, 27 Ağustos 1923, no: 312.
  158. Tanin, 30 Ağustos 1923, no: 315.

-1-
BARIŞ ANDLAŞMASI
(Traile de Paix)
Lozan, 24 Temmuz 1923
(Metin)

Bir yandan,

Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya,Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven Devletleri,

Ve öte yandan,

Türkiye 1914 yılından beri Doğunun dirliğini bozan savaş durumuna, birlikte, kesinlikle son vermek isteğiyle,

Ve kendi uluslarının ortak genlik ve mutluluğu için gerekli olan dostluk ve ticaret ilişkilerini aralarında yeniden kurmak amacı ile,

Ve bu ilişkilerin devletlerin bağımsızlık ve egemenliğime saygı ilkesine dayandırılması gereğini düşünerek, bu konuda bir Andlaşma yapmağa karar vermişler ve yetkili Temsilcileri olarak.:

Büyük Britanya ve İrlanda Krallığı Birliği, Denizaşırı Britanya ülkeleri yüce Kralı ve Hindistan İmparatoru :

İstanbul’da Yüksek Komiser Soylu Sir Horace George Montagu Rumbold, Baronet G.C.M.G;

Fransız Cumhuriyeti :

Fransa Büyükelçisi, Cumhuriyetin Doğuda Yüksek Komiseri, Lejyon Donör ulusal nişanının Grand Ofisye rütbesine sahip General Mösyö Maurice Pellé;

İtalya Yüce Kralı :

Senatör, İtalya Büyükelçisi, İstanbul’da Yüksek Komiser, Sen Moris ve Lazar ve Kuron Ditali nişanlarının Gran Kruva rütbesine sahip soylu Marki Camille Garroni;

Atina Olağanüstü Temsilcisi ve Orta elçisi, Sen Moris ve Lazar nişanlarının Komandör ve Kuron Ditali nişanının Grand Ofisye rütbesine sahip Mösyö Jules César Montagna;

TÜRKİYE’NİN SİYASAL ANDLAŞMALARI

Bu nedenle, Lozan Barış Andlaşması yapılıncaya dek, Berlin’deki Büyükelçilikte bırakılan Numan Tahir Bey (Seymen), İsviçre Büyükelçiliğine bağlı olarak, siyasal olmayan işleri yürütmüştü. Lozan Andlaşmasından sonra, Almanya Rudolf Nadolny’yi 1924 Haziranında Elçi sanı ile Türkiye’ye göndermişti, ilkin İstanbul’da göreve başlayan Alman Elçisi 30 Mart 1925 günü Büyükelçi sanı ile Ankara’da güven mektubunu sunmuştur. Ona karşılık, Türkiye Hükümetinin, Lozan Andlaşması yürürlüğe girer girmez, Berlin’e Büyükelçi olarak yolladığı Kemalettin Sami Paşa 21 Haziran 1925 günü güven mektubunu sunmuştur.

Avusturya ile : Mondros Silah Bırakışılmadan sonra Osmanlı Devleti Avusturya ile de ilişkilerini kesmek zorunda kalmıştı. Bu arada Avusturya, Macaristan’dan ayrılıp bir Cumhuriyet olmuştu. Osmanlı Devletinin Viyana’daki son Büyükelçisi Hüseyin Hilmi Paşa ile Avusturya – Macaristan’ın İstanbul’daki Büyükelçisi John Von Pallavicini yurtlarına dönmüştü. Lozan Andlaşmasından sonra, Ankara’da ilk Avusturya Elçisi Auguste Kral 25 Kasım 1924 günü ve Türkiye’nin ilk Viyana Elçisi Hamdi Bey (Arpağ) 1925 yılı Haziranında güven mektuplarını sunmuşlardır.

Macaristan ile : I. Dünya Savaşından sonra Avusturya’dan ayrılarak yeni bir Cumhuriyet olan Macaristan’ın Türkiye’ye yolladığı ilk Elçi Dr. Tahy de Tavar 11 Mayıs 1924 günü ve Türkiye’nin ilk Budapeşte Elçisi Hlüsrev Bey (Gerede) ise 9 Mayıs 1924 günü güven mektuplarını sunmuşlardır.

Bulgaristan ile : I. Dünya Savaşı sonunda Sofya’daki Osmanlı Elçisi Safa Bey ile İstanbul’daki Bulgar Elçisi Nedelko Koloucheff ülkelerine dönmüşlerdi. Türkiye 1923 Şubatından başlayarak Sofya’da ve Bulgaristan 1924 yılından başlayarak İstanbul’da yarı resmi temsilciler bulundurduktan sonra, ilk Türk Elçisi Servet Cemal Bey (Balısoy) 1924 Ağustosunda Sofya’da ve ilk Bulgar Elçisi Todor Pavlov 5 Mayıs 1927 günü Ankara’da güven mektuplarını sunmuşlardır.

Polanya ile : 1. Dünya Savaşından sonra kurulan Polonya Cumhuriyetinin Ankara’ya yolladığı ilk Elçi Romanı Knoll 25 Haziran 1924 günü ve ilk Türk Elçisi İbrahim Tali Bey de, bir kaç gün sonra Varşova’da güven mektuplarını vermişlerdir.

Çek – Slovak Devleti : I. Dünya Savaşından sonra kurulan bu Cumhuriyetin ilk Ankara Elçisi Dr. Rud Svetlik 18 Ekim 1925 günü ve Türkiye’nin ilk Prag Elçisi Vasıf Bey (Çınar) da 22 Ağustos 1925 günü güven mektuplarını sunmuşlardır.

Japonya Yüce İmparatoru :

Soley Levan nişanının birinci rütbesine sahip Roma olağanüstü ve yetkili Büyükelçisi Mösyö Kentaro Otchiai Jusammi;

Yunanlılar Yüce Kralı :

Eski Bakanlar Kurulu Başkanı Sovör nişanının Gran Kruva rütbesine sahip Mösyö Eleftherios K. Vénizelos,

Londra olağanüstü Temsilcisi ve Ortaelçisi Sovör nişanının Komandör rütbesine sahip Mösyö Démètre Caclamanos;

Romanya Yüce Kralı :

Ortaelçi Mösyö Constantin İ.Diamandy,

Ortaelçi Mösyö Constantin Contzesco;

Sırplar – Hırvatlar – Slovenler Yüce Kralı :

Bern olağanüstü Temsilcisi ve Ortaelçisi Mösyö Doktor Vliloutine Yovanovitch;

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti :

Dışişleri Bakanı, Edirne Milletvekili İsmet Paşa, Sağlık ve Sosyal Yardım İşleri Bakanı, Sinop Milletvekili, Doktor Rıza Nur Bey,

Eski Bakan, Trabzon Milletvekili Hasan Bey;

Sayın kişilerini atamışlardır. Adları anılan bu kişiler, yöntemine uygun ve geçerli görülen, yetki belgelerini sunduktan sonra, aşağıdaki maddeleri kararlaştırmışlardır :

BÖLÜM : I
SİYASAL HÜKÜMLER

Madde l — İşbu Andlaşmanm yürürlüğe konulması gününden başlayarak, bir yandan Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Sırp -Hırvat – Sloven Devletleri ve öte yandan Türkiye ve onların uyrukları arasında barış durumu kesinlikle yeniden kurulmuş olacaktır.

Taraflar arasında resmi ilişkiler kurulacak ve onların toprakları üzerinde diplomasi ve konsolosluk memurları, yapılacak özel anlaşmalar bozulmaksızın, devletler hukukunun genel ilkeleriyle belirlenmiş haklara sahip olacaklardır.

KESİM : I

1. TOPRAKLARA İLİŞKİN HÜKÜMLER :

Madde 2 — Karadeniz’den Akdeniz’e dek Türkiye’nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır. (Ekli bir numaralı haritaya bakılması) :

Birincisi – Bulgaristan ile :

Rezvaya ağzından Türkiye, Bulgaristan ve Yunanistan sınırlarının Meriç üzerinde kesiştiği noktaya dek;

Bulgaristan’ın bugün çizilmiş olduğu biçimde güney sınırı;

İkincisi – Yunanistan ile :

Oradan Arda ve Meriç ırmaklarının birleştiği noktaya dek;

Meriç yatağı;

Oradan Arda kaynağına doğru bu ırmak üzerinde ve Çörek -Koyun hemen çevresinde olmak üzere, toprak üzerinde belirlenecek bir noktaya dek;

Arda yatağı :

Oradan güney – doğu doğrultusunda Bosna Köyün bir kilometre yukarısında Meriç üzerindeki bir noktaya dek;

Bosna Köyünü Türkiye’de bırakan belirgin ölçüde düz bir çizgi. Çörek köyü, beşinci Maddede anılan Komisyonca halkın çoğunluğunun Türk ya da Rum olarak belirlenmesine göre, Türkiye’ye, ya da Yunanistan’a verilecektir. 11 Ekim 1922 gününden sonra bu Köye göç etmiş olan halk bu konuda hesaba katılmayacaktır.

Oradan Adalar Denizine dek;

Meriç yatağı :

Madde 3 — Karadeniz’den Iran sınırına dek Türkiye’nin sınırı aşağıdaki biçimde saptanmıştır.

Birincisi – Suriye ile;

20 Ekim 1921 günü yapılan Fransa – Türkiye Andlaşmasının 8. Maddesinde tanımlanmış sınır.

İkincisi – Irak ile :

Türkiye ile Irak arasındaki sınır dokuz ay içinde Türkiye ile Büyük Britanya arasında dostça belirlenecektir.

Sınır çizgisi konusunda alınacak karara değin, Türkiye ve Britanya Hükümetleri kesin geleceği bu karara bağlı toprakların bugünkü durumunda herhangi bir değişiklik ortaya koyacak nitelikte askersel ya da başka türlü hiç bir eylemde bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler.

Madde 4 — İşbu Andlaşmada anılan sınırlar, bu Andlaşmaya bağlı 1/1000.000 ölçeğindeki haritalar üzerinde çizilmiştir. Andlaşma metni ile haritalar arasında aykırılık ortaya çıkarsa Andlaşma metni geçerli olacaktır.

Madde 5 — İkinci Maddenin ikinci fıkrasında yazılı sınırı topraklar üzerinde çizmekle bir Sınır Çizim Komisyonu görevlendirilecektir. Bu Komisyon, her Devlet için birer yetkili temsilci olmak üzere, Yunanistan ve Türkiye yetkili temsilcileri ile, bu hükümetlerce bir üçüncü Devletin uyrukları içinden, seçilecek bir Başkandan oluşacaktır.

Söz konusu Komisyon yönetimsel sınırları ve yerel ekonomik çıkarları, olanak bulunduğu ölçüde, gözönünde tutarak, işbu Andlaşmadaki tanımları en, yakından izlemeğe her durumda çaba gösterecektir.

Komisyonun kararları oy çoğunluğu ile alınacak ve bu kararlar ilgili taraflar için uyulması zorunlu olacaktır.

Komisyonun harcamaları ilgili Taraflarca eşit biçimde karşılanacaktır.

Madde 6 — Bir ırmak ya da akarsuyun, kıyılarıyla değil de, yatağı ile belirlenen sınıra gelince, işbu Andlaşmanın tanımlarında kullanılan (Cours) yatak veya (Chenal) kanal terimleri, bir yandan, ulaşıma uygun, olmayan ırmaklarda su yatağının ya da başlıca kolunun, öte yandan gidiş gelişe uygun, olan ırmaklarda başlıca ulaşım kanalının orta çizgisi anlamına gelir.

Bununla birlikte, yatak ya da kanalın olası değişmelerinde, sınır çizgisinin, yukarıda belirtilen biçimdeki çizgiyi mi izleyeceğine, yoksa anılan, yatak ya da kanalın işbu Andlaşmanın, yürürlüğe konulduğu andaki durumuna göre kesinlikle mi belirleneceğine karar vermeğe Sınır Çizim Komisyonu yetkili olacaktır.

İşbu Andlaşmada tersine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıkları kapsar.

Madde 7 — İlgili Devletler Sınır Çizim Komisyonuna görevi için gerekli her türlü belgeleri, özellikle bugünkü ve eski sınırın çizilmesine ilişkin tutanakların onaylı örneklerini, eldeki büyük ölçekli tüm haritaları, uzaklıklara ilişkin bilgileri, düzenlenip yayınlanmamış uzaklık haritalarını ve sınır boyundaki ırmakların yatak değiştirmesi konusundaki bilgileri vermeyi yükümlenirler. Türk makamlarının elinde bulunan haritalar, uzaklığa ilişkin bilgiler ve hatta yayınlanmamış haritalar, işbu Andlaşma yürürlüğe konulur konulmaz, en kısa süre içinde Komisyon Başkanına İstanbul’da verilecektir.

Bundan başka, ilgili Devletler Komisyona tüm belgelerin, özellikle plânlar ve kadastroların, tapu defterlerinin verilmesi ve anılan Komisyonun, isteği üzerine, mal ve topraklara ve ekonomik durumlara ilişkin tüm bilgilerin ve yararlı başkaca bilgilerin sunulması için, yerel makamlara yönerge vermeği yükümlenirler.

Madde 8 — İlgili Devletler Sınır Çizim Komisyonuna, görevlerinin yerine getirilmesi için gerekli ulaştırma, ev, iş kolu ve gereçlere (direkler, sınır işaretleri) ilişkin yardımı gerek doğrudan doğruya, gerek yerel makamlar aracılığı ile yapmayı yükümlenirler.

Özellikle Türkiye Hükümeti, gerektiğinde, görevini yapabilmesi için Sınır Çizim Komisyonuna yardım etmeği, yetenekli teknik personeli vermeyi yükümlenir.

Madde 9 — İlgili Devletler Komisyonca konulmuş olan nirengi noktalarını, işaretlerini, direk ya da sınır işaretlerini korumağı yükümlenirler. :

Madde 10 — Sınır işaretleri birbirinden gözle görülebilecek uzaklıklara yerleştirilecektir. Bunlara numara kon,ulacak, bulundukları yerler ve numaraları bir harita üzerinde belirtilecektir.

Madde 11 — Sınırlamaya ilişkin kesin tutanaklar ve ek haritaları ile belgelerin asılları üç örnek olarak düzenlenecektir. Bunlardan ikisi ortak sınıra sahip devletler hükümetlerine verilecek ve .üçüncü örneği ise, işbu Aııdlaşmayı imza eden devletlere onaylanmış birer örneğini sunacak olan, Fransa Cumhuriyeti Hükümetine gönderilecektir.

Madde 12 — İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışında, Doğu Akdeniz Adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 17/30 Mayıs 1913 günlü Londra Andlaşmasının beşinci ve 1/14 Kasım 1913 günkü Atina Andlaşmasının on beşinci Maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 günkü Londra Konferansında alınıp 13 Şubat 1914 günü Yunan Hükümetine bildirilen karar, işbu Andlaşmanın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve on beşinci Maddede yazılı olan
Adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak koşulu ile doğrulanmıştır. Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan Adalar, işbu Andlaşmada tersine hüküm olmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacaktır.

Madde 13 — Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında aşağıdaki önlemlere saygı göstermeği yükümlenirler :

Birincisi : Bu Adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulmayacaktır.

İkincisi : Yunan, savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır.

Buna karşılık, Türkiye Hükümeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözü geçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır.

Üçüncüsü : Söz konusu Adalarda Yunan, Silâhlı Kuvvetleri, silâh altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve, tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.

Madde 14 — Türkiye egemenliği altında kalan İmroz ve Bozca Adaları, yerel yönetim ve kişi ve malların korunması konusunda, yerli elemanlardan oluşan ve müslüman olmayan yerli halka her bakımdan güven verici özel bir yerel yönetimden yararlanacaktır. Bu Adalarda güvenlik ve düzen, yukarıda sözügeçen yerel yönetim eliyle yerli halk arasından toplanan ve yerel yönetimin emrinde bulunan bir polis tarafından sağlanacaktır.

Rum ve Türk nüfus mübadelesine ilişkin olarak Yunanistan ile Türkiye arasında yapılmış ya da yapılacak bağıtlar İmroz ve Bozca Adaları halkına uygulanmayacaktır.

Madde 15 —Türkiye aşağıda sayılan Adalar üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçer : Bugün İtalya’nın işgali altında bulunan Astampalya (Astropalia), Kodoş (Rhodes), Kalki (Calki), Skarpanto, Kazos (Casso), Piskopis (Tilos), Misiros (Misyros), Kalimnos (Kalymnos), Lcros, Patmos, Lipsos (Lipso), Sombeki (Simi) ve Istanköy (Koş) Adaları ile bunlara bağlı olan adacıklar ve Meis (Castellorizo) Adası (2 numaralı haritaya bakılması).

Madde 16 — Türkiye işbu Andlaşmada belirlenen sınırları dışındaki tüm topraklar ile bu topraklardan olup gene bu Andlaşma ile üzerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış bulunanlar dışındaki Adalarda —ki bu toprak ve Adaların geleceği ilgililerce saptanmış ya da saptanacaktır- her ne nitelikte olursa olsun, sahip olduğu tüm hak ve senetlerden vazgeçtiğini açıklar.

İşbu Maddenin hükümleri komşuluk nedeniyle Türkiye ile ortak sınırı bulunan ülkeler arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmaz.

Madde 17 — Türkiye’nin Mısır ve Sudan üzerindeki tüm hukuk ve senetlerinden vazgeçmesine ilişkin hüküm 5 Kasım 1914 gününden başlayarak geçerlidir.

Madde 18 — Mısır’dan alınan vergi karşılık gösterilerek sağlanan Osmanlı istikrazlarına, yani 1855, 1891, 1894 istikrazlarına ilişkin tüm bağlantı ve yükümlerden Türkiye aklanmıştır. İşbu üç istikraz taksitleri için. Mısır’ın yaptığı yıllık ödemeler bugün Mısır Borçları taksitlerinin bir parçasını oluşturduğundan, Mısır Osmanlı Genel Borçlarına ilişkin öteki tüm yükümlerden aklanmıştır.

Madde 19 — Mısır Devletinin tanınmasından doğan sorunlar, ilgili devletler arasında sap!anacak koşullara göre sonradan kararlaştırılacak hükümlerle çözümlenecek ve Türkiye’den ayrılan topraklara ilişkin, olan Andlaşma hükümleri Mısır Devletine uygulanmayacaktır.

Madde 20 — Türkiye, Britanya Hükümetince Kıbrıs’ın 5 Kasım I914’te açıklanan ilhakını tanıdığını bildirir.

Madde 21 — 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs Adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirlediği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından bağlayarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda, seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs Adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır.

İşbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs Adasında yerleşmiş bulunup da, yerel yasanın belirlediği koşullara uyularak yapılan işlem üzerine, o gün İngiltere uyruklusunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir.

Şurası da kararlaştırılmıştır ki, Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümetinin izni olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır.

Madde 22 — Türkiye, 27. Maddenin genel bükümlerini bozmamak koşulu ile, 18 Ekim 1912 günlü Lozan Andlaşması ve ona ilişkin Bağıtlar gereğince, her ne nitelikte olursa olsun, Trablusgarp (Libya) üzerinde sahip olmuş bulunduğu tüm hak ve ayrıcalıkların kesinlikle kaldırılmış olmasını tanıdığını açıklar.

2. ÖZEL HÜKÜMLER

Madde 23 — Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlar Rejimine ilişkin bugün yapılmış Sözleşmede açıklandığı üzere, Çanakkale Boğazında, Marmara Denizinde ve Karadeniz Boğazında denizden ve havadan, gerek barış, gerek savaş zamanlarında özgürce geçiş ve gidiş – geliş ilkesini kabul ve açıklama konusunda anlaşmışlardır. Bu Sözleşme, buradaki Yüksek Bağıtlı Taraflar için, işbu Andlaşmada yazılmış olsa idi onun sahip olacağı güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 24 — İşbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirtilen sınırın rejimine ilişkin olarak bugün yapılan özel Sözleşme, onun Bağıtlı Yüksek Tarafları için, bu Andlaşmadaki güç ve değerin tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 25 — Türkiye kendisi ile yanyana savaşmış Devletler ile öteki bağıtlı Devletler arasında yapılan Barış Andlaşmaları ve ona ek Sözleşmelerin geçerliğini tanımağı ve eski Almanya İmparatorluğu, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan toprakları ile ilgili olarak alınmış ya da alınacak kararları kabul etmeği ve böylece belirlenecek sınırları içindeki yeni Devletleri tanımağı yükümlenir.

Madde 26 — Türkiye şimdiden Almanya’nın, Avusturya’nın, Bulgaristan’ın, Yunanistan’ın, Macaristan’ın, Polonya’nın, Romanya’nın, Sırp – Hırvat – Sloven Devleti ve Çek – Slovakya Devletinin sınırlarını, işbu sınırların 25. Maddede anılan Andlaşmalar ya da ek tüm Sözleşmelerle saptanmış ya da saptanacağı biçimde tanıdığını ve kabul ettiğini açıklar.

Madde 27 — Türkiye Hükümeti ya da Türkiye makamlarınca, Türkiye toprakları dışımla, işbu Andlaşmayı imzalayan öteki Devletlerin egemenliği altında ya da koruyuculuğunda bulunan toprakların yurttaşları ile Türkiye’den ayrılan toprakların yurttaşları üzerinde siyasal, yasama ya da yönetimsel konularda, her ne nedenle olursa olsun, hiçbir yetki ya da yargı hakkı kullanılmayacaktır.

Şurası da kararlaştırılmıştır ki, İslam dini makamlarının dinsel yetkilerine bir zarar gelmemektedir.

Madde 28 — Bağıtlı Yüksek Taraflar Türkiye’de Kapitülasyonların tümü ile kaldırılmasını, her biri kendisi ile ilgili olarak, kabul ettiklerini açıklarlar.

Madde 29 — Fransız uyruklu Faslılar ve Tunuslular Türkiye’de öteki Fransız uyruklarına uygulanan rejimin, her bakımdan tıpkısına bağlı olacaklardır.

Trablusgarp ve Bingazi halkı Türkiye’de öteki İtalyan, uyruklarına uygulanan rejimin her bakımdan tıpkısına bağlı olacaktır.

Bu Madde, kökeni Tunuslu, Trablusgarpb ve Faslı olupta Türkiye’de yerleşmiş bulunanların uyrukluğu konusunda bir hüküm ortaya koymaz

Karşılık olarak, Türk uyrukları da, 1. ve 2. Fıkra hükümlerinden yararlanan halkın yaşadığı ülkelerde, Fransa ve Italya’daki rejimlerin, tıpkısından yararlanacaklardır.

Birinci Fıkradaki hükümlerden halkı yararlanan ülkelerden gelen ya da bu ülkelere yollanan inalların Türkiye’de bağlı olacağı rejim ile buna karşılık Türkiye’den gelen ya da Türkiye’ye yollanan malların söz konusu ülkelerde bağlı olacağı rejim Fransa Hükümeti ile Türkiye Hükümeti arasında bir anlaşma ile belirlenecektir.

KESİM : II
UYRUKLUK

Madde 30 — İşbu Andlaşma hükümleri uyarınca Türkiye’den ayrılan topraklarda yerleşmiş Türk uyrukları kendiliğinden ve yerel yasaların koşulları içinde bu toprakların geçtiği Devletin uyruğu olacaklardır,

Madde 31 — 18 yaşını geçmiş olup da 30. Madde hükümleri uyarınca Türk uyrukluğunu yitiren ve kendiliğinden yeni bir uyrukluk kazanan kişiler, işbu Andlaşma yürürlüğe konulduğu günden başlayarak, iki yıllık süre içinde Türk uyrukluğunu seçmek hakkına sahip olacakdır.

Madde 32 — İşbu Andlaşma gereğince Türkiye’den ayrılan topraklarda yerleşmiş ve bu topraklardaki halkın çoğunluğundan soy bakımdan ayrı olan 18 yaşını geçmiş kişiler, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak iki yıllık süre içinde, halkının çoğunlu-kendi soyundan olan Devletlerden birinin uyrukluğunu, o Devletin izni koşulu ile, seçebileceklerdir.

Madde 33 — 31 ve 32. Maddeler hükümleri gereğince seçme haklarını kullanan kişiler bunu izleyen 12 ay içinde konutlarını seçme hakları lehine kullandıkları devlet topraklarına geçirmek zorundadırlar.

Bu kişiler, seçme haklarını kullanmadan öııce oturdukları öteki eviçtin, topraklarında sahip bulundukları taşınmaz malları elde tutakta serbest olacaklardır.

Bu kişiler her tür taşınır mallarını birlikte götürebileceklerdir, undan dolayı kendilerine ne çıkarma, ne sokma için hiç bir harç ya da resim yüklenmeyecektir.

Madde 34 — İşbu Andlaşma hükümleri gereğince Türkiye’den ayrılan bir yerin yerli halkından 18 yaşını geçmiş olan ve işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu sırada yabancı ülkelerde yerleşmiş bulunan Türk uyrukları, Türkiye’den ayrılan ülkeleri yöneten hükümetler ile Yahudilerinin yerleşmiş bulundukları ülkelerin hükümetler arasında yapılmasına gerek görülebilecek anlaşmalar saklı tutulmak üzere, soyları bakımından bu topraklar halkının çoğunluğuna ilintili olmaları ve o toprakları yöneten hükümet de buna izin vermesi koşulu ile, asıl halkından bulundukları topraklarda yürürlükte olan uyrukluğu edinmekte seçme hakkına sahiptirler. Bu seçme hakkı, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak, iki yıllık süre içinde kullanılır.

Madde 35 — Bağıtlı Devletler işbu Andlaşmada, ya da Almanya, Avusturya, Bulgaristan ya da Macaristan ile yapılan Barış Andlaşmalarında ya da Türkiye dışındaki Bağıtlı Devletler ile ya da onlardan biri ile Rusya arasında ya da kendi aralarında yapılmış bir Andlaşmada açıklanan ve ilgililere kendileri için edinilmesi olanağı bulunan her hangi bir başka uyrukluğu edinme izni veren seçme hakkının kullanılmasına hiçbir biçimde karşı gelmemeği yükümlenirler.

Madde 36 — İşbu Kesim hükümlerinin uygulanmasına ilişkin ulun tüm konularda evli kadınlar kocalarının ve 18 yaşından aşağı olan çocuklar da ana babalarının bağlı oldukları
koşullara uyacaklardır.

KESİM :III
AZINLIKLARIN KORUNMASI

Madde 37 — Türkiye, 38.den 48.e dek Maddelerde belirtilen hükümlerin temel yasalar [Les Lois fondamentales] olarak tanınmasını ve hiç bir yasa, hiç bir yönetmelik ve hiç bir resmi işlemin bu hükümlerle çelişkili ya da onlara aykırı olmamasını ve biç bir yasanın, hiç bir yönetmeliğin ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlere üstün sayılmamasını yükümlenir.

Madde 38 — Türkiye Hükümeti, doğum, milliyet, dil, soy, ya da din ayırt etmeksizin, Türk halkının tümünün yaşam ve özgürlüklerini, en geniş biçimde, korumayı yükümlenir.

Türkiye’nin tüm halkı, kamu düzeni ve genel ahlak ile bağdaşmazlık göstermeyen her din, mezhep ya da inanışın gerek genel, gerek özel biçimde özgürce kullanılması hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar, Türkiye Hükümetince ulusal savunma amacı ile veya  kamu düzeninin korunması için ülkenin her yerinde ya da bir bölümünde alınan ve tüm Türk yurttaşlarına uygulanan önlemler saklı kalmak koşulu ile, dolaşım ve göç özgürlüğünden bütünü ile yararlanacaklardır.

Madde 39 — Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurtdaşları Müslümanlarla özdeş medeni ve siyasal haklardan yararlanacaklardır.

Türkiye’nin tüm halkı, din ayırtedilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktır.

Din, inanç ya da mezhep farkı hiçbir Türk Yurtdaşının medeni ve siyasal haklardan yararlanmasına ve özellikle genel hizmetlere kabulüne, memurluğa ve yukarı derecelere ulaşmasına, ya da çeşitli meslekleri ve sanatları yapmasına bir engel sayılmayacaktır.

Herhangi bir Türk yurtdaşının gerek özel ya da ticaret ilişkilerinde, gerek din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır.

Resmi dilin varlığı kuşkusuz olmakla birlikte, Türkçeden başka dil ile konuşan Türk yurttaşlarına yargıçlar önünde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için gerekli kolaylıklar gösterilecektir.

Madde 40 — Müslüman olmayan azınlıklara ilintili olan Türk yurttaşları hukuk bakımından ve fiilen öteki Türk yurttaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin tıpkısından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapına bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır.

Madde 41 — Genel öğretim konusunda Türk Hükümeti, Müslüman olmayan yurttaşların önemli bir oranda yerleşmiş oldukları kentler ve kasabalarda, bu Türk yurttaşlarının çocuklarının ilk okullarda kendi dilleriyle öğretim görmelerini sağlamak üzere, gerekli kolaylığı gösterecektir. Bu hüküm Türk Hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğretilmesini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.

Müslüman olmayan azınlıklara ilintili Türk yurtdaşlarının önemli oranda bulundukları kentlerde ya da kasabalarda, bu azınlıklar Devlet bütçesi Belediye ya da benzeri bütçelerde eğitim, din, ya da yardım amacıyla genel gelirlerden verilecek paralardan yararlanma ve ödenek ayrılması konusunda hakça bir pay alacaklardır. Söz konusu paralar ilgili kurumların, yetkili temsilcilerine ödenecektir.

Madde 42 — Türkiye Hükümeti Müslüman olmayan azınlıkların aile ya da kişi statüleri konusunda, bu sorunların sözügeçeıı azınlıkların törelerine göre çözümlenmesine uygun her türlü hükümleri koymayı kabul eder

İşbu hükümler Türkiye Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan özel Komisyonlarda düzenlenecektir. Anlaşmazlık olursa, Türkiye Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Meclisi, birlikte, Avrupalı hukukçular arasından bir üst hakem atayacaktır.

Türkiye Hükümeti söz konusu azınlıkların Kiliseleri, Havraları, mezarlıkları ve öteki dinsel kurumlarına her türlü koruyuculuğu göstermeyi yükümlenir. Bu azınlıkların bugün Türkiye’de bulunan Vakıflarına ve dinsel ve yardım kurumlarına her türlü kolaylığı gösterecek ve izinleri verecek ve yeni dinsel ve yardım kurumları kurulması için, benzeri öteki özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.

Madde 43 — Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk yurttaşları, inançlarına aykırı ya da dinsel ayinlerini bozucu herhangi bir işlem yapmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatilleri gününde Mahkemelerde hazır bulunmaktan ya da herhangi bir yasal işlemin yapılmasından kaçınmaları nedeniyle, onların hiç bir hakkı ortadan kalkmayacaktır. Bununla birlikte, bu hüküm söz konusu Türk yurttaşlarının, kamu düzeninin korunması bakımından, öteki tüm Türk yurttaşlarının bağlı olduğu yükümlerden bağışık kılmayacaktır.

Madde 44 — Türkiye, işbu Kesimin yukarıdaki Maddelerinin, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına ilişkin bulunduğu ölçüde, uluslararası toplumu ilgilendirici nitelikte yükümler getirdiğini ve onların Milletler Cemiyetinin güvencesi altına konulmasını kabul eder. İşbu hükümler Milletler Cemiyeti Meclisindejçoğunhıjkta ahsan, bir karar olmaksızın değiştirilemeyecektir. Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japonya Milletler Cemiyeti Meclisinde işbu Maddeler konusunda, yöntemine uygun biçimde, çoğunlukla kabul edilecek olan her hangi bir değişikliği reddetmemeyi bu Andlaşma ile yükümlenirler.

Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin bu yükümlülüklerden her hangi birine aykırılık olması ya da olma tehlikesi üzerine, buna Meclisin dikkatini çekmeğe yetkili olacağını ve Meclisin, duruma göre, uygun ve etkin sayılacak bir davranışta bulunabileceğini ve yönerge verebileceğini kabul eder.

Bundan başka, Türkiye, işbu Maddelere ilişkin hukuksal ya da edimsel sorunlarda, Türkiye Hükümeti ile bağıtlı öteki devletlerden her hangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her hangi bir devlet arasında görüş ayrılığı ortaya çıkınca bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Andlaşmasının 14. Maddesi uyarınca, uluslararası nitelikte bir anlaşmazlık gibi sayılmasını kabul eder.

Türkiye Hükümeti bu türden olan her hangi bir anlaşmazlığın, öteki Taraf istemde bulunursa, uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Daimi Divan kararı istinaf edilemeyip Milletler Cemiyeti Andlaşmasının 13. Maddesi uyarınca verilmiş bir kararın güç ve hükmünün tıpkısına sahip olacaktır.

Madde 45 — İşbu Kesim hükümleri ile Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıkları için tanınan haklar, Yunanistan tarafından da, kendi topraklarında bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır.

BÖLÜM : II
PARASAL HÜKÜMLER
KESİM : I
OSMANLI DEVLET BORÇLARI
[Düyunu Umumiyei Osmaniye]

Madde 46 — İşbu Kesime ekli çizelgede gösterilen Osmanlı Devlet Borçları, gene bu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Türkiye ile 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında yararlarına Osmanlı İmparatorluğu’ndan toprak ayrılmış olan devletler ve işbu Andlaşmanın 12 ve 15. Maddelerinde sözkoııusu olan Adaların ve işbu Maddenin son Fıkrasında belirlenen toprakların kendilerine bırakıldığı devletler ve, son olarak, bu Andlaşma uyarınca Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak Asya toprakları üzerinde yeni kurulan devletler arasında bölüşülecektir. Bundan başka, yukarıda anılan devletlerin tümü, 53. Maddede gösterilen günlerden başlayarak, işbu Kesimde belirtilen koşullar içinde, Osmanlı Borçlarının faizli tutarına ilişkin yıllık yüklemlere de katılacaklardır. Türkiye, 53. Maddedede gösterilen günlerden başlayarak, öteki devletlere yükletilmiş katılma paylarından artık hiç bir biçimde sorumlu tutulmayacaktır.

1 Ağustos 1914 günü Osmanlı egemenliği altında olup Türkiye’nin işbu Andlaşmanın 2. Maddesinde belirlenen sınırları dışında bulunan Trakya arazisi Osmanlı Devlet Borçlarının bölüşülmesi konusunda bu Andlaşma uyarınca, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmış gibi sayılacaktır.

Madde 47 — Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurulu [Meclisi], işbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde gösterilen istikrazlara ilişkin olup ilgili devletlerden her birine düşen yıllık taksitlerin tutarını, bu Andlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak, 3 ay içinde 50. ve 51. Maddelerde konulan ilkelere göre saptayacak ve bu tutarı sözü geçen devletlere bildirecektir.

Bu devletler Osmanlı Devlet Borçlan İdare Kurulunun bu komi”daki çalışmalarını izlemek üzere İstanbul’a yetkili temsilciler gönderebileceklerdir.

İşbu Maddede yazılı ilkelerin uygulanmalına ilişkin olurak ilgili Taraflar arasında çıkabilecek tüm anlaşmazlıklar 1. Fıkrada; belirtilen bildirimin yapılmasından sonra en çok bir ay içinde Milletler Cemiyeti Meclisinin göstereceği bir Hakeme götürülecek ve bu Hakem en çok üç ay içinde kararını verecektir. Hakeme ödenecek ücret Milletler Cemiyeti Meclisince saptanacak ve öteki Hakemlik harcamalar ile birlikte, ilgili Taraflara yüklenecektir. Hakemin kararları kesin olacaktır. Hakeme başvurma yıllık taksitlerin ödenmelerini geciktirmeyecektir.

Madde 48 — İşbu Kesime ekli çizelgenin (A.) Bölümünde gösterilen Osmanlı Devlet Borçlarının aralarında bölüşüleceği devletlerden, Türkiye’den başkaları, 47. Maddede söz konusu olan yıllık taksitlerden kendilerine düşen paylar için, anılan Madde gereğince, onlara yapılacak bildirim gününden başlayarak üç ay içinde, Osmanlı Devlet Borçları idare Kurumuna kendi paylarının ödenmesinin güvencesi olarak, yeterli miktarda sağlanca (rehin) göstereceklerdir. Yukarıda yazılı süre içinde anılan sağlancalar gösterilmez, ya da gösterilen sağlancaların uygun olup olmadığı konusunda anlaşmazlık çıkarsa, işbu andlaşmayı imzalayan her hangi bir Devletçe, Milletler Cemiyeti Meclisine başvurulabilecektir.

Milletler Cemiyeti Meclisi, karşılık olarak gösterilen gelirlerin toplanması işini, Türkiye’nin dışında, aralarında devlet borçlarının bölüşüleceği devletlerde mevcut bulunan uluslararası finans örgütlerine bırakılabilecektir. Milletler Cemiyeti Meclisinin kararları kesin olacaktır.

Madde 49 — İlgili devletlerden her birine düşen yıllık taksit tutarının 47. Madde hükümlerine göre kesinlikle saptanmasına gırişildiği günden başlayarak bir aylık süre içinde, işbu Kesime bağlı çizelgenin (A) Bölümünde gösterilen Osmanlı Devlet Borçlarının nominal anaparasının bölüştürülmesi biçimini saptamak üzere Paris’te bir Komisyon toplanacaktır. Bu bölüşme, taksitlerin dağılımı için kabul edilmiş olan oranlara göre ve istikraz sözleşmeleri ile işbu Kesimin hükümleri gözönünde tutularak yapılacaktır.

Birinci Fıkrada anılan Komisyon Türkiye Hükümetinin temsilcisi ile Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulunun bir temsilcisinden ve Birleştirilmiş Borçlar ile Rumeli Demiryolu Senetleri [Lots Turcs] dışındaki, borçlarla ilgili olanların bir temsilcisinden ve ilgili devletlerden her birinin atayacağı temsilcilerden oluşacaktır. Komisyonda anlaşmaya varılamayan tüm işler 47. Maddenin 4. Fıkrasında yazılı Hakeme götürülecektir.

Türkiye kendi payı için yeni borç senetleri çıkarmağa karar verirse, Türkiye Hükümeti temsilcisi ile Osmanlı Devlet Borçları İdare Kurulu temsilcisinden ve Birleştirilmiş Borçlar ile Rumeli Demiryolu tahvilleri dışındaki borçlar temsilcilerinden oluşan bir Komite aracılığı ile, her şeyden önce Türkiye’ye ilişkin olmak üzere, Borçların anaparasının bölüşümü yapılacaktır. Yeniden çıkarılacak borç senetleri Komisyona verilecek ve Komisyon, Türkiye’nin aklanmasını ve Osmanlı Devlet Borçlarından kendilerine birer pay yüklenen öteki devletlere karşı senet sahiplerinin haklarını gösteren koşullar içinde, söz konusu senetlerin sahiplerine verilmesini sağlayacaktır. Osmanlı Devlet Borçlarından her devletin payını temsil etmek üzere çıkarılacak senetler, Bağıtlı Taraflar ülkelerinde her türlü damga resminden ya da söz konusu senetlerin çıkarılmasından doğacak başkaca vergilerden bağışık tutulacaktır.

İlgili devletlerden her birine düşen yıllık taksitlerin ödenmesi, nominal anaparanın bölüşülmesine ilişkin bu Maddede yazılı bulunan hükümler nedeniyle, ertelenmeyecektir.

Madde 50 — 47 nci Maddede yazılı yıllık taksitlerin ve 49. Maddede söz konusu olan Osmanlı Devlet Borçları nominal anaparasının bölüşülmesi aşağıdaki biçimde yapılacaktır :

Birincisi : 17 Ekim 1912 gününden önceki istikrazlar ile onlara ilişkin yüklemler, 1912-1913 Balkan Savaşları sonucunda bulunduğu durumda, Osmanlı İmparatorluğu ile savaş sonunda Osmanlı Devletinden kendilerine toprak ayrılan Balkan Hükümetleri ve işbu Andlaşmanın 12. ve 15. Maddelerinde söz konusu Adaların kendilerine verildiği devletler arasında bölüşülecek ve bu savaşlara son, veren Andlaşmaların ya da daha sonra yapılmış Andlaşmaların, yürürlüğe konulmasından sonra ortaya çıkan toprak değişiklikleri gözönünde tutulacaktır.

İkincisi : Bu ilk bölüşmeden sonra, Osmanlı Devletinin üzerinde kalan istikrazların borç artığı ile onlara ilişkin yıllık taksitler artığına, Osmanlı Devletince 17 Ekim 1912 günü ile 1 Kasım 1914 günü arasında yapılan istikrazlar ve bunlara ilişkin yıllık taksitler eklenince çıkacak toplam Türkiye ve Asya’da yeni kurulmuş olup işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı devletinden, kendilerine toprak ayrılan devletler ve sözü geçen Andlaşmanın 46. Maddesinin son -Fıkrasında belirtilen toprak kendisine bağlanan Devlet arasında bölüşülecektir.

Anaparanın bölüşülmesi, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde her istikrazın anaparasının tutarı üzerinden yapılacaktır.

Madde 51 — 50. nci Maddede açıklanan bölüşüm sonucu olarak Osmanlı Devlet; Borçlarının yıllık taksitlerinden ilgili devlete düşen pay aşağıdaki gibi saptanacaktır.

Birincisi : 50 nci Maddenin 1. Fıkrasında açıklanan bölüşüm için, önce 12. ve 15. Maddelerde sözü geçen Adalar ile Balkan savaşları sonucunda Osmanlı Devletinden ayrılan toprakların topuna düşecek pay tutarının saptanmasına girişilecektir.

İşbu payın 50. Maddenin birinci fıkrası hükümleri gereğince bölüşülecek yıllık taksitler toplamına göre tutarı, şözkonusu Adalar ve ayrılan ülkelerin, birlikte olarak, genel gelirleri toplamı ortalamasının, 1907 yılında konulan ek gümrük vergisi gelirleri ile birlikte, 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yılları sırasında Osmanlı Devletinin genci gelirler toplamı ortalamasıyla eş oranda olacaktır.

Böylece saplanacak tutar, kendilerine yukarıdaki fıkrada sözü-geçen toprakların verildiği devletler arasında daha sonra bölüşülecek ve, bunun sonucu olarak, söz konusu devletlerden her birine düşecek payın, aralarında bölüşülecek genel toplama oranla tutarı bu devletlerden her birine bağlanan toprakların gelirleri ortalamasının Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devletinden ayrılan toprakların ve 12. 15. Maddelerde sözü geçen Adaların toplamının 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yılları içindeki genel gelirleri ortalamasıyla eş oranda olacaktır. İşbu Fıkrada söz konusu gelirlerin hesaplanmasında gümrük gelirleri sayılmayacaktır,

İkincisi : 46. Maddenin son fıkrasında sözügeçen topraklarla birlikte, işbu Andlaşma uyarınca Osmanlı Devletinden ayrılan topraklara gelince, ilgili her Devlete düşen payın, 50. Maddenin 2. fıkrası hükümlerine göre bölüşülecek yıllık taksitlerinin genel toplamına oranı, ayrılan ülkenin ortalama gelirinin, 1910-1911 ve 1911-1912 bütçe yıllarında (1907 yılında konulan ek gümrük vergileri gelirleri ile birlikte) topraklar ve Adalar payı çıkarıldıktan sonra bulunacak tutarın oranıyla eş olacaktır.

Madde 52 — İşbu Kesime bağlı çizelgenin, (B) Bölümünde yazılı avanslar Türkiye ile 46. Maddede anılan öteki devletler arasında aşağıdaki koşullara göre bölünecektir :

Birincisi : Çizelgede belirli olup 17 Ekim 1912 de mevcut bulunan avanslar konusunda işbu andlaşmanın yürürlüğe konulması gününde ödenmemiş anapara var ise, bu anapara ve 53. Maddenin 1. fıkrasında yazılı günlerden beri toplanmış faizler ile söz konusu günlerden beri yapılan ödemeler, 50. Maddenin 1. ve 51. Maddenin gene 1.fıkrasında belirtilmiş hükümlere göre bölüşülecektir.

İkincisi : İşbu ilk bölüşme sonucunda Osmanlı Devletine düşen paralar ve çizelgede belirtilmiş olup devletin, 17 Ekim 1912 günü ile l Kasım 1914 günü arasında anlaşmaya bağladığı avanslar ve işbu Andlaşmanm yürürlüğe konulması gününde eğer var ise, ödenmemiş olan anapara, ile l Mart 1920 gününe dek toplanmış faizler ve o günden beri yapılan ödemeler 50. Maddenin 2. ve 51. Maddenin 2. fıkralarında belirtilen, hükümlere göre bölüşülecektir.

Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulu söz konusu avanslardan ilgili devletlerin her birine düşen pay tutarını, işbu Andlaşmanın, yürürlüğe konulmasından başlayarak, 3 aylık, süre içinde saptayacak ve bu tutarı söz konusu devletlere bildirecektir.

Türkiye dışındaki devletlere yüklenen paralar, söz konusu devletlerce Devlet Borçları Yönetim Kuruluna ödenecek ve bu Kurulca da, ya alacaklılara ya da Türkiye’nin anılan devletler hesabına gerek faiz, gerek anapara akçesi olarak ödemiş bulunduğu paralar tutarını karşılayıncaya dek, Türkiye Hükümeti hesabına gelir yazılacaktır.

Yukarıdaki fıkrada öngörülen, ödemeler, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, eşit 5 yıllık taksit ile yapılacaktır. Bu ödemelerin Osmanlı Devleti alacaklılarına yapılacak bölümü, avans sözleşmesinde yazılı yıllık faizleri içerecek ve Türkiye Hükümetine düşen, bölümü ise faizsiz ödenecektir.

Madde 53 — Balkan Savaşları sonunda kendilerine Osmanlı Devletinden toprak ayrılmış olan devletlerin borçlu olup işbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde yazılı Osmanlı Devlet Borçları istikrazlarının yıllık taksitleri, söz konusu toprakların anılan devletlere geçmelerini açıklayan Andlaşmaların yürürlüğe konulması gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir. 12. Maddede belirtilen Adalara gelince, bunların yıllık taksitinin 1/14 Kasım 1913 gününden başlayarak ve 15. Maddede söz konusu olan Adaların yıllık taksitin ise 17 Ekim 1912 gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir.

İşbu Andlaşma gereğince Osmanlı Devletinden ayrılan Asya’daki topraklar üzerinde yeni kurulmuş devletlerin ve 46. Maddenin son Fıkrasında yazılı topraklar kendisine bağlanan devletin borçlu oldukları yıllık taksitlerin l Mart 1920 gününden başlayarak ödenmesi gerekecektir.

Madde 54 — İşbu Kesime ekli çizelgenin (A) Bölümünde sayılan 1911, 1912 ve 1913 Hazine Tahvilleri, Sözleşmelerde saptanan ödeme gününden başlayarak, 10 yıllık bir süre içinde kararlaştırılmış faizleri ile birlikte ödenecektir.

Madde 55 — Türkiye; ile birlikte, 46. Maddede anılan, devletler, işbu Kesime bağlı çizelgenin (A) Bölümünde belirtildiği üzere, Osmanlı Devlet Borçlarından kendilerine düşen ve 53. Maddede belirtilen günlerden başlayarak, ödenmesi gerektiği halde ödenmemiş bulunun yıllık taksitler tutarını Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kuruluna ödeyeceklerdir. Bu ödeme işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak, 20 yılda eşit taksitler ile ve faizsiz olarak yapılacaktır.

Türkiye’den başka devletlerce Devlet; Borçları İdare Kuruluna ödenen yıllık taksitler bu Kurulca, söz konusu devletler hesabına Türkiye tarafından ödenmiş olan paraların tutarını karşılayınca dek, Türkiye’nin henüz borçlu bulunduğu toplanmış taksitlerden çıkarılacaktır.

Madde 56 — Bundan böyle, Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kurulunda Alman, Avusturyalı ve Macar senet sahiplerinin, temsilcileri bulunmayacaktır.

Madde 57 — Osmanlı Devlet Borçları istikraz ve avanslarına ve karşılığı Mısır vergisi ile sağlanmış olan, 1855, 1891 ve 1894 Osmanlı istikrazlarına ilişkin faiz kuponlarının sunulması süreleri ile söz konusu istikrazlardan kurası çıkmış olan senetlerin ödenmesi için sünme süreleri, Bağıtlı Yüksek Tarafların topraklarında 29 Ekim 1914 gününden başlayarak, işbu Andlaşmanın yürürlüğe konulmasından sonra 3 ayın bitimine dek ertelenmiş sayılacaktır.

BİRİNCİ KESİME BAĞLI
EK: I
l Kasım 1914 gününden önceki Osmanlı Genel Borçları Çizelgesi
A BÖLÜMÜ

LozanBarisAntlasmasi-1

B BÖLÜMÜ

LozanBarisAntlasmasi-2

KESİM : II
ÇEŞİTLİ HÜKÜMLER

Madde 58 — Bir yandan Türkiye, öte yandan (Yunanistan dışında) öteki Bağıtlı Devletler, gerek Türkiye ile bu Devletlerin, gerek (tüzel kişiler de kapsamı içine girmek üzere) onların uyruklarının 1 Ağustos 1914 günü ile bugünkü Andlaşmanın yürürlüğe konulması günü arasında geçen süre içinde, gerek savaş eylemleri, gerek istiraval, el koyma, kullanım ya da zoralım önlemleri yüzünden doğan, kayıp, zarar ve ziyanlar nedeniyle her türlü para istemlerinden, karşılıklı olarak vazgeçerler.

Bununla birlikte, yukarıdaki hüküm işbu Andlaşmanın III. Bölümünde yazılı hükümleri (Ekonomik hükümler) zedelemeyecektir.

Almanya ile yapılan, 28 Haziran 1919 günkü Barış Andlaşmasının 259. Maddesinin. (1) Fıkrası ve Avusturya ile yapılan 10 Eylül 1919 günlü Barış Andlaşmasının 210. Maddesinin (1). Fıkrası gereğince, Almanya ve Avusturya tarafından devredilmiş olan altın para üzerindeki her türlü haklarından, Türkiye (Yunanistan dışarıda kalmak üzere) öteki Bağıtlı Devletler yararına vazgeçer.

Birinci Tertip Türk Tahvilleri konusunda, gerek 20 Haziran 1331 (3 Temmuz 1915) günkü Sözleşme ile, gerek bu Tahvillerin, arkasında yazılı metne göre, Osmanlı Devlet Borçları Yönetim Kuruluna yüklenmiş olan tüm ödeme yükümleri ortadan kaldırılmıştır.

Bunun gibi Türkiye, Osmanlı Hükümetince İngiltere’ye ısmarlanmış olup Britanya Hükümetince 1914 yılında müsadere edilmiş savaş gemileri için ödenmiş bulunan paraların geri verilmesini, ne Britanya Hükümetinden, ne de onun uyruklarından istememeği kabul ve bu konuda her türlü istemlerinden vazgeçer.

Madde 59 — Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu’da Yunan Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımı yükümünü tanır.

Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu gözönünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükümetine karşı her türlü istemlerinden kesinlikle vazgeçer.

Madde 60 — Gerek Balkan Savaşları sonucunda, gerek işbu Andlaşma ile Osmanlı İmparatorluğundan kendilerine toprak verilmiş ya da verilmekte olan Devletler, Osmanlı İmparatorluğunun işbu topraklar üzerindeki tüm taşınır ve taşınmaz mallarına, karşılık ödemeden, sahip olacaklardır.

Şurası kararlaştırılmıştır ki, 26 Ağustos 1324 (8 Eylül 1908) ve 20 Nisan 1325 (2 Mayıs 1909) günlü iradelerin [Padişah’ın Kararları] Hazine-i Hassa’dan [Saray’ın mal ve mülkü] Devlete geçirilmesini emrettiği taşınır ve taşınmaz mallar ile 30 Ekim 1918 de Hazine-i Hassa’ca kamu hizmetleri için yönetilmekte bulunmuş olan taşınır ve taşınmaz mallar, söz konusu Devletlerin, bu mallara ilişkin, konularda Osmanlı İmparatorluğu yerine geçmeleri gerekeceğinden, bu mallar üzerinde kurulmuş olan Vakıflar geçerli sayılmak üzere, yukarıdaki fıkrada anılan taşınır ve taşınmaz malların kapsamı içine girecektir.

Gerek Balkan Savaşları sonucunda, gerek daha sonra Yunanistan’a geçmiş olan eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde bulunup Hazine-i Hassa’dan Devlete geçen taşınır ve taşınmaz mallar konusunda Türkiye Hükümeti ile Yunan Hükümeti arasında çıkan anlaşmazlık, yapılacak bir Hakem anlaşmasıyla ve 1-14 Kasım 1913 günlü Atina Andlaşmasına ekli 2 sayılı Özel Protokol gereğince, La Haye’de bir Hakem Mahkemesine sunulacaktır.

Bu Maddenin hükümleri Hazine-i Hassa adına tescilli ya da onun yönettiği, işbu Maddenin 2. ve 3. Fıkralarında öngörülmeyen, taşınır ve taşınmaz malların hukuksal niteliğini değiştirmiyecektir.

Madde 61 — İşbu Andlaşma gereğince Türkiye’den başka bir Devletin uyruğuna geçmiş olup sivil ve askersel emeklilik ve açıkta tutulma, yetim ve dul maaşlarından [Pension] yararlananlar, maaşları nedeniyle Türkiye Hükümetine karşı hiç bir istemde bulunamayacaklardır.

Madde 62 — Almanya ile 28 Haziran 1919’da yapılan Versailles Barış Andlaşmasının 261. Maddesi ve 10 Eylül 1919’da Avusturya ile, 27 Kasım 1919’da Bulgaristan ile ve 4 Haziran 1920’de Macaristan ile yapılan Barış Andlaşmalarının koşut Maddeleri uyarınca, Türkiye’den alacaklı bulundukları tüm alacakların öteki Bağıtlı Devletlere geçirilmesini [transfert kaynağı değiştir]

1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamamlanmıştı. İttifak devletlerinden Almanya'yla 28 Haziran 1919'da Versay'da, Avusturya'yla 10 Eylül 1919'da Saint-Germain'de, Bulgaristan'la 27 Kasım 1919'da Neuilly'de, Macaristan'la 4 Haziran 1920'de Trianon'da barış anlaşmaları imzalatılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile ise 10 Ağustos 1920'de Sevr'de Fransa'nın başkenti Paris'in 3 km batısındaki Sevr banliyösünde bulunan Seramik Müzesi'nde antlaşma imzalanmıştır.

İtilaf Devletleri, I. Dünya Savaşı esnasında 1916 senesinde Sykes-Picot projesi doğrultusunda Osmanlı İmparatorluğu'nu bölme planları yapmışlardı. Fakat 1917'de Alman yanlısı Yunanistan Kralı'nın devrilmesi ve Müttefiklerin desteği ile Venizelos'un yönetime gelmesi ve Yunanistan'ın İngilizlerin yanında I. Dünya Savaşı'na girmesi, sonrasında Rusya'daki Bolşevik İhtilali ve Rusya'nın Müttefik Devletlerden ayrılması, daha sonra 1918 Ocak ayında ABD başkanı Woodrow Wilson'ın açıkladığı galip devletlerin mağlup devletlerden toprak talep etmeyeceklerine dair ilkeleri ile Anadolu'nun parçalanmasına izin vermemesi, yine bu doğrultuda İngilizlerin 1918 Ocak ayında Hindistanlıları kendi yanlarında savaşa ikna etmek için Türklere, başkent İstanbul'a ve hilafete dokunulmayacağına dair söz vermesiyle 1.160.000 asker edinmeleri gibi gelişmeler, ayrıca 15 Mayıs 1919'daki İzmir işgaline İngiliz kabinesindeki Edwin Montagu, Arthur Balfour, Lord Curzon, Winston Churchill gibi bakanların karşı çıkması ve Hindistan Hükûmeti'nden gelen delegasyonun Paris'teki Dörtlü Konsey önünde Müslümanların huzursuzluğunu ortaya koyduğu ciddi argümanlar Anadolu'nun bölünmesi planlarının askıya alınmasına neden oldu.[1][2][3][4]

Diğer taraftan I. Dünya Savaşı'nda Bulgaristan'ın Selanik Cephesi'nde yenilmesi ve Suriye-Filistin Cephesi'nin çökmesi üzerine Osmanlı İmparatorluğu savaşta mağlup olunca Sadrazam Talat Paşa ve Harbiye NazırıEnver Paşa hükûmeti 8 Ekim 1918'de düşmüştü.[5]Mustafa Kemal Paşa'nın isteğiyle 14 Ekim 1918'de Ahmet İzzet Paşa kabinesi kurulmuş, yeni kabinenin Bahriye Nazırı olan Rauf Orbay'ın imzaladığı Mondros Mütarekesi ile 30 Ekim 1918'de Osmanlı İmparatorluğu savaştan çekilmişti.[6] Savaş sonrası 18 Ocak 1919'da Paris Barış Konferansı başladı. Konferansta Yunan Başbakan Venizelos'un, İzmir'de Yunan nüfusunun çoğunlukta olduğunu iddia ederek Wilson prensipleri gereği bölgeyi ilhak talebi İtalyanları kızdırdı.[7] 16 Mart 1919'da ise Konstantinopolis Ortodoks Patriği, Antalya'nın Ortodoks Yunan Devletine ilhakını talep etti.[8] Bunun üzerine İtalyanlar, İngilizlerin reddetmesine rağmen, konferans kararlarını beklemeden bütün sorumluluğu üstlenerek 23 Mart'ta resmî bir karar aldılar ve Yunanistan'ın bölgeyi ilhak etmesini engellemek için Antalya, Konya ve Muğla'yı işgal ettiler.[7] Ardından, zaten Yugoslavya'nın bir parçası olan Fiume'nin İtalya tarafından keyfi olarak ele geçirilmesi geldi. İtalya, Adriyatik Denizi'nin tamamını ele geçirme niyetindeydi.[6][9] Olay Barış Konferansı'nda harareti yükseltti. ABD Başkanı Woodrow Wilson İtalyanları açgözlü davranmakla suçlayınca İtalya 24 Nisan 1919’da görüşmelerden ayrıldı. İngiliz Başbakan Lloyd George ise İtalyanları cezalandırmak, Anadolu'daki İtalyan etkisini sınırlamak, İtalyanların İzmir'i de işgal etmesini önlemek ve Yunan nüfusu korumak için Yunan birliklerinin 5 Mayıs'ta İzmir'e gönderilmesini teklif etti. Lloyd George, İtalyanlar işgale girdikten sonra onları bölgeden çıkarmanın zor olacağını belirtti. Karar, mümkünse, İtalyanlar 7 Mayıs'ta Paris'e dönmeden önce alınmalıydı. Bunun üzerine Fransız Başbakan Clemenceau ve ABD Başkanı Wilson, 6 Mayıs'ta, Yunan birliklerinin İzmir'e çıkarılması teklifine onay verdi. Karar, danışmanlarla uygun şekilde istişare edilmeden büyük bir gizlilik içinde verildi.[5][6][7][8][10]

İzmir işgali, gerçekte, Anadolu'daki İtalyan etkisini sınırlamak için tasarlanmıştı fakat bu teklif, İngiltere'de büyük bir infiale neden oldu. Askeri ve diplomatik çevrelerde ve İngiliz kabinesinde büyük endişeyle karşılandı. Montagu, Curzon ve Balfour'dan istifa tehditleri geldi.[1][11] Savaş Bakanı Winston Churchill ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Wilson kararı sert şekilde eleştirdi: "Müslüman dünyasında öylesine yoğun ve haklı bir infiale yol açacaktı ki, İngiliz İmparatorluğu askeri olarak bunu gerçekleştirmek mümkün olsa bile, buna rıza göstermeyi göze alamazdı." İslam dünyasının lideri olan Türkiye'yi bölmek, Hindistan da dahil olmak üzere Müslüman dünyayla “ebedi savaş” anlamına geliyordu. Ayrıca İzmir işgali, bir Türk-Yunan savaşı demekti. İngiliz Dışişleri ve Savaş Bakanlığı işgale karşıydı.[1][11][12][13]

Curzon ve Churchill, Lloyd George'u Yunan çıkartmasına izin vermemesi konusunda uyarmışlardı.[15] İngiliz kabinesi ikiye bölünmüştü. Başbakanlık Yunan taraftarı olsa da, Savaş Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Hindistan Bakanlığı, Türkiye ile dost olmaktan yanaydı. Dışişleri bakanı Lord Curzon ve İngiliz kabinesinin dehşete düşmüş diğer bakanları, Paris'teki İngiliz barış delegasyonu ile görüşmeler yapmak için 18 Mayıs 1919'da Londra'dan Paris'e geldiler.[16][17]

İngiliz egemenliğindeki Hindistan'da ise Müslümanlar, Sultan'ın dünya Müslümanları üzerindeki manevi liderliğinin sonunun gelebileceği ihtimâlinden mutsuzdu. Hindistan'daki camiler, sıklıkla halife için dua ettiler. Küçük bir azınlık açıkça Osmanlı'nın yanında yer aldı ve bu yüzden hapse atıldı veya idam edildi; diğerleri, bunun oluşturduğu korku ortamı ile sessiz kaldı. 1919'da İtilafların, Osmanlı İmparatorluğu'nu bölmeyi, padişahı tahttan indirmeyi ve hilâfeti kaldırmayı planladıklarına dair söylentiler Hindistan'a ulaştığında, Müslüman gazeteler, İngilizlerden padişahı korumalarını isteyen makaleler yayınladılar ve yerel ileri gelenler hilâfet komiteleri kurdular. ABD Başkanı Woodrow Wilson'ın halifeliği korumak için söz verdiğine dair çok sayıda dilekçe İngiliz makamlarına ulaştı. Hilâfet ve İslam birliği adına kurulan Hint Hilâfet Hareketi adı altındaki oluşum kısa sürede büyüdü. İngiliz murahhas heyetleri, görünüşte önemsiz bir mesele gibi görünen halifeliğin kaldırılmasının, aniden Hindistan'da başlıca sorun hâline gelmesiyle alarma geçti.[18]

İngiliz istihbarat subayı Yarbay Smith, 13 Mayıs 1919'da şöyle bir rapor sundu: "Eğer Yunanlar tarafından bir işgal yapılacaksa bu, ancak, her şeyden önce, Fransız veya İngiliz kuvvetleri tarafından bölgenin kontrolü ve polisliğinin üstlenilmesi ile yönetimin kontrol altına alınması ve daha sonra geri çekilen birliklerin yerini aşamalı olarak Yunan birliklerine devretmesiyle gerçekleştirilebilir." İtilâfların vesayeti ve koruması altında bir Yunan çıkartması ve işgali gerçekleşmesi planlanıyordu. Böylece herhangi bir Türk-Yunan çatışmasının önüne geçilecekti. Fakat bu yapılmadı ve böylece İzmir'deki Yunan varlığı son derece elverişsiz koşullar altında başlayıp Anadolu'da bir Türk direnişi oluşmasına sebep oldu.[19] Yunanların bu işgaliyle bütün Türkiye ayağa kalktı: “Başka milletlere katlanabilirdik ama Yunanlara asla.” Mustafa Kemal'in bir kurtarıcı olmasını sağlayan şeyin, İngilizlerin yaptığı bu yanlış hareket olduğunda şüphe yoktur. İzmir gerçekten İngiliz veya Fransız birlikleri tarafından işgal edilmiş olsaydı Mustafa Kemal asla böyle bir etkiye sahip olamayacaktı. Şimdi ise yalnızca kabaran öfke dalgalarını güçlü bir ırmağın kanalına yönlendirmesi yeterliydi.[20] Türkler, güçlü ve muzaffer bir İngiliz ordusunun yasadışı işgaline bile dayanabilirdi ama eski bir tebaa olan Yunanlar tarafından yapılan işgal, neredeyse kabul edilemez bir rezaletti. Yunan istilası, İstanbul'un her yerinde kitlesel gösteriler ve ayaklanmalar meydana getirdi. İzmir işgali, düşman süngü çemberi içinde yarı koma halindeki harap, morali bozuk bir milleti öfkeli bir uyanıklık durumuna sokmuştu.[21]

Daha sonra ise İngilizlerin; İtalya ve Fransa'yı tamamen bölgeden uzaklaştırarak Anadolu'nun parçalanmasını engellemek ve Rus yayılmacılığına karşı önlem almak için Ermenistan, Türkiye, İstanbul ve Boğazlar boyunca bölge üzerinde bir Amerikan mandası teklif etmesi[22] ve ABD'nin bunu değerlendirme sürecinin uzaması sonucu Osmanlı İmparatorluğu ile yapılacak sulh antlaşmasının imzalanması epey gecikmişti.[23] İngiliz kabinesi, Lord Curzon'un önerisi üzerine, 19 Mayıs 1919'daki kabine toplantısında tüm Türkiye üzerinde bir ABD mandası teklif edilmesine karar verdi.[24] Bu teklif, antlaşmanın 6 ay gecikmesine neden oldu. Bu süre Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da gerçek bir milli direniş oluşturabilmesi ve İstanbul Hükûmetini devirebilmesi için tam da ihtiyacı olan süreydi.[25]

Lord Kinross: “Curzon'un öteden beri sezdiği gibi Mustafa Kemal'in tam da bu kadar bir süreye ihtiyacı vardı.”[26]

Fransız Başbakan Clemenceau ve ABD Başkanı Wilson ile 21 Mayıs 1919'da görüşen İngiliz Başbakan Lloyd George, Lord Curzon'un isteği üzerine İstanbul ve Boğazlar, Ermenistan ve tüm Anadolu üzerinde bir ABD mandası teklif etti. Ermenistan, İstanbul ve İzmir hariç tüm Anadolu'nun Amerikan mandası altında Türklere bırakılacağını vurguladı. ABD eğer Anadolu mandası almazsa Türklerin Anadolu'da yalnız bırakılması gerektiğini savundu.[27] Karara sinirlenen Fransa Başbakanı Clemenceau, “Bu, Lord Curzon'un işi olmalı. Fransa'yı Türkiye'den kesin olarak dışlıyorsunuz. Kaldı ki Fransa, Avrupa'da, Türkiye ile iktisadi ve mali bağları en fazla olan memlekettir” dedi.[22][28]

27 Haziran 1919'da Paris Konferans Heyeti, İngilizlerin teklifi ile, Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti Türkiye'nin herhangi bir bölgesi için manda alıp almayacağına karar verene kadar, Türkiye ile Barış Antlaşması'nın askıya alınmasına karar verdi.[29] Böylece Lord Curzon, Türkiye ile ilgili barış müzakerelerinin 12 Şubat 1920'de başlayan Londra Konferansı'na kadar ertelenmesini sağladı. Halbuki "çok erken yapılacak bir barış", Türk-Yunan çatışmasını önlemek için tek çareydi. Aynı zamanda Yunan Başbakan Venizelos, Yunanistan'ın Anadolu'daki varlığını çok uzun süre finanse edemeyecek olması nedeniyle zamanın kısıtlı olduğunu düşünüyordu. Zaman Venizelos'un aleyhine ve Mustafa Kemal'in lehine işliyordu. Sonuçta 1912 yılından beri savaşlar sürüyordu. Çözüm ne kadar uzatılırsa Yunanistan gibi küçük bir ülke için finansal zorluk o ölçüde artacaktı.[30]

Diğer taraftan Lord Curzon, İngiliz kabinesine daha önce verdiği memorandumda, Türkiye üzerinde bir ABD mandası teklif edilse bile ABD'nin bu öneriyi kabul etmesinin pek mümkün görünmediğini kendisi de belirtmişti.[31] ABD Başkanı Wilson, ABD'nin bölgede bir manda almak için en isteksiz konumda olduğunu söylemişti.[32] Yine Lord Curzon, Türklerle imzalanacak kapsamlı bir antlaşmanın geciktirilmesinin de büyük bir hata olacağını söylemişti.[33] Paris Barış Konferansı'ndaki dört aylık ihmal zaten durumda ciddi bir bozulmaya yol açmıştı. Nisan 1919'da Curzon, gecikme sebebiyle neredeyse çıldırmıştı, “İslam'ın kurtarılması için zaman veriliyor.[34][35] Fransızların, Bolşeviklere karşı, Ukrayna ve Kırım'daki yenilgisi, İngilizlerin Kafkasya ve Hazar'dan çekilmesi, İzmir'deki pozisyon ve İngilizlere karşı Türk hakimiyetini yeniden tesis etmek için çıkan Mısır'daki isyan; Türkiye'de ortaya çıkabilecek ciddi bir krizle baş edilmesinden korkulmasına neden olmaktaydı.[36][37][Not 1] Bu nedenlerle Curzon, 19 Mayıs'a kadar, "Türklerin işini bitirdiğini varsaymanın tehlikeli olduğu ve kapsamlı bir antlaşmayı geciktirmenin aptallık olacağı" görüşünü savunuyordu[33] ve Anadolu'da herhangi bir mandaya karşıydı. Curzon, ayrıca, 19 Mayıs'a kadar Boğazlar ve İstanbul'da da tek bir güç yerine uluslararası bir komisyon kurulmasını istiyordu. “Genel olarak bakıldığında, kendisine teklif edilse bile Amerika'nın İstanbul'da bir mandayı kabul etmesi pek olası görünmüyor. Türk'ü başkent İstanbul'da tutmanın dışında, tek olası alternatif, bir tür uluslararası otoritedir.”[31] Fakat Curzon, 19 Mayıs'ta Boğazlar ve İstanbul'da uluslararası bir komisyon yerine sadece Amerikan mandasını savundu.[24][31][33][36][37][38][35][39][Not 2]

Lord Curzon'un bölgede ABD mandası önerisi üzerine antlaşmanın imzalanmasının aylarca ertelenmesi sonucu İstanbul Hükûmeti'nin ülke içindeki kontrolü çok hızlı bir şekilde azalırken Anadolu süratle milliyetçilerin kontrolü altına girmeye başladı. Milliyetçi hareketi ortaya çıkaran şey İzmir'in işgal kararıydı. İzmir işgali, Mustafa Kemal için bir talihti. Lord Curzon'un da tahmin ettiği gibi, tüm Türkiye ayağa kalkmak için hazırdı ve gecikmenin her anı Türklerin lehineydi. Bernard Lewis şöyle dedi: “Her şey hazırdı, sadece lider bekleniyordu.” Mustafa Kemal'in Anadolu'ya gitmesini sağlayan ise asayişi yeniden temin etmek için Samsun'a bir subay gönderilmesinde ısrar eden İngilizlerdi. Yunanların İzmir'e ayak basmasının ertesi günü, İngilizlerden aldığı bir vize ile İstanbul'dan ayrılan Mustafa Kemal, tüm Anadolu'ya geniş yetkilerle atanmıştı.[23][40]

« Türkiye'nin parçalanmış ve tükenmiş ordularını yeniden organize etme konusunda Anadolu'daki faaliyetleri hakkında hiçbir bilgi alamadım. Askeri istihbaratımız hiç bu kadar akılsız olmamıştı.[41] »

(İngiliz Başbakan David Lloyd George)

Fakat ABD'nin kararından önce İtilâf, Amerikan başkanlık kampanyasının sonuçlarını ve Amerikan Senatosunun kararını beklemek zorundaydılar. Bu gecikme, Türkiye ile hızlı bir barışın sonuçlanmasına yeni engeller ekledi. Curzon'un sekreteri, Türkiye'de erken bir barış olasılığının en düşük düzeyde olduğunu vurguladı.[30] ABD'nin bölgede incelemeler yapmak üzere gönderdiği, Sivas Kongresi'nde de gözlemci olarak bulunan ve Mustafa Kemal ile görüşen General Harbord, raporunda, Türklerin amacının tercihen Amerikan mandası altında İmparatorluğun toprak bütünlüğünü korumak olduğunu ifade ediyordu.[42] Mustafa Kemal, Amerikan Hükûmetinden ülkenin koşullarını araştırmak için bir komisyon gönderilmesini istedi. Fakat Washington'daki Senato, Türkiye üzerinde bir manda ile hiç ilgilenmedi.[43] Değerlendirme sürecinin sonunda ABD başkanı Woodrow Wilson, bölgede bir manda almak yerine sadece Türk-Ermeni sınırını çizmek üzere hakem olmakla yetindi.[30][44]

Anadolu'daki Türk milliyetçiliğinde böylesine önemli bir büyüme meydana gelirken ABD'nin kararını beklemek, İngiliz diplomasisindeki büyük bir gaf olduğunu kanıtladı.[45]Curzon'un 19 Mayıs 1919'da Türk hükûmeti ile yapılacak olan antlaşmanın imzalanmasını geciktirmesi Mustafa Kemal için harika bir fırsata dönüştü.[24][25][40][46] Gecikmenin her anında Mustafa Kemal daha da güçleniyordu.[40] Bu dönemde Anadolu'da artan Türk direnişi, Paris'teki barış şartları için giderek daha ciddi bir tehdit oluşturuyordu. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komisyonundan gelen ciddi raporların ise Londra'daki Dışişleri Bakanı Lord Curzon tarafından genellikle göz ardı edilmesi, Türkiye ile başarılı bir barış için iyiye işaret değildi.[45] Bunun yerine Curzon, en doğru tercihin Mustafa Kemal'in başında olduğu yeni bir Türkiye'nin ortaya çıkmasına izin vermek olabileceği sonucuna varıyordu. Fakat Lloyd George'u ikna edemedi.[47]Lloyd George, barışı kendi istediği gibi yönetmeye kararlıydı. Mümkün olan her yerde Curzon'u görmezden geldi.[48] Curzon'un sürekli bir çatışma içinde olduğu Lloyd George'un farklı fikirleri vardı. Ancak Lloyd George, Ortadoğu'da ve Türkiye'de olup bitenlerden habersizdi.[49]

Versay antlaşmasını müzakere eden Lloyd George, Avrupa ve Rusya'daki işlerin kontrolünü büyük ölçüde elinde tutarken Curzon ise dünyanın geri kalanı ve Türkiye ile ilgileniyordu. Curzon, benzersiz bir Asya tecrübesine sahip bir dışişleri bakanıydı.[50] Türkiye hakkında Paris Barış Konferansı'ndaki herkesten daha çok bilgiye sahipti ve Türkiye'deki tüm gelişmeleri küçük ayrıntılarına kadar takip ediyordu.[51][52] Curzon, Türkiye için hafif barış şartlarını savundu, fakat Lloyd George ile uğraşmak zorunda kaldı.[53]

Diğer taraftan, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, merkez-i hilafet ve Türkiye'nin başkenti olan İstanbul'un Türklerden alınmasını ve yeni Türkiye'nin Asya merkezli bir devlet olmasını isteyerek başkentin Anadolu'da bir yere taşınmasında ısrar ediyordu. Anadolu'nun dağlık bölgelerinde güvenli bir şekilde kurulmuş bir Türk başkentiyle, “İstanbul nüfusunun yalnızca yüzde kırkını oluşturan” Türklerin çoğu, Boğazlar boyunca yeni yuvalar aramaya sevk edilmeliydi.[54][55][56][Not 3] Curzon'a göre yeni başkent Bursa, Konya veya Ankara olabilirdi.[7][57] Çünkü İstanbul siyasi gücün sembolüydü. Türklerin İstanbul'daki varlığı, hakimiyetlerinin dışarıya yönelik belirgin ve görünür bir işaretiydi.[24][55] İstanbul'daki Sultan, halife olarak İngiliz İmparatorluğundaki Müslüman nüfus için tek gerçek ve gizli tehdit olan Panislamizm anlayışının temsilcisiydi ve İngiliz egemenliğindeki Hindistan'da büyük bir prestije sahipti.[56][58] Curzon şöyle dedi: “Sultan İstanbul'da kaldığı sürece, İslam dünyası onu hiçbir zaman gerçekten mağlup ettiğimize inanmayacak ve derhal bizim için hem gelecekteki reaksiyonların hem de tüm sorunların merkezi haline gelecektir. Konstantinopolis'in geleceğini Hindistan açısından değil, tüm dünyanın geleceği açısından çözmeye çalışmalıyız.[56][59][60] Dünyadaki tüm Müslümanlar tarafından, savaşta tamamen mağlup olan Türkiye'nin, artık İslam'ın muzaffer ordusu olarak görülemeyeceğinin anlaşılması için bu yapılmalıydı. Böylece Türkiye'nin İslam dünyasındaki itibârı yok edilecekti.[55][56][60][61] Curzon ayrıca şöyle dedi: “İstanbul, Türkiye'nin Avrupa'daki bir ileri karakoludur.[24] Orada oldukları sürece, Balkanlar'da ve tüm komşuları arasında sürekli olarak oyun kurucu oldular. Bu, Türk'ü, kendisini bir süper güç olarak görmeye teşvik etti. Onu, bir gücü diğerine karşı kullanabilecek bir konuma getirdi.”[61][24] Başkentin taşınması, tek büyük Müslüman güç olan Türkiye'nin İslam dünyası üzerindeki yüksek prestijini ortadan kaldıracak, nüfusu Türk olmayan bölgelerin Türk İmparatorluğu'ndan kolaylıkla kopartılmasını sağlayacak ve ayrıca Türk'ün Avrupa'daki nüfuzunu elinden alacaktı.[58][60][62] Yahut başkent taşınırken, halife olan Sultan, bir 'Vatikan' usulü, saltanatı elinden alınarak sadece halife sıfatıyla sembolik olarak Boğazlar'da kalmaya devam edebilirdi.[24][55][58][59][60][61][62][63][64][65]

« Yapmamamız gereken bir şey var ki bu bizim politikamızın bir gereğidir, hilafet meselesine doğrudan dokunmamalıyız. Hilafet elbette bizi endişelendirecek. Fakat bu kararı etkilemek için görünürde hiçbir adım atmamalıyız.[67] »

(George Nathaniel Curzon - 16 Aralık 1918)

Konstantinopolis'i elinde tutan güce muazzam bir stratejik ve siyasi önem verilir. Tarih bunu kanıtlamıştır. Asırlar boyunca Türkiye'nin dünyanın en büyük güçlerinden biri olduğu izlenimini veren İstanbul'daki Türk varlığıydı. Onun Avrupa'daki varlığının, İslam'ın dünya çapındaki itibarını ve gücünü artırmada ve Pan-İslam inancını teşvik etmede çok büyük bir etkisi oldu.

Türk İstanbul'dan çıkarılırsa bana göre hilafet sorunu sonsuza kadar çözülür. Osmanlı hânedânı asırlar boyunca hilafeti nasıl elinde tutabildi? Bunun iki temel sebebi var. Birincisi, Kutsal Topraklar, Sultan'a, tüm dünyadaki Müslümanlar üzerinde büyük bir manevi ayrıcalık ve yetki verdi. İkincisi, İstanbul, Türkiye'nin büyük bir İslami güç olarak görünmesini sağladı. Türkiye, Kutsal Yerler'den sonra Konstantinopolis'i de kaybederse, bana öyle geliyor ki, hilafeti elinde tutma şansı yok olacaktır. İslam dünyası, İstanbul, Mekke ve Medine'den çıkarılan ve Asya'nın dağlık bölgelerine sürülen bir Sultan'ı halife olarak kabul etmeyecektir.[68]

— Lord Curzon - 23 Aralık 1918
1915'ten 1924'e kadar kesintisiz 9 yıl İngiliz kabinesinde yer alan ve Aralık 1916'dan itibaren I. Dünya Savaşı'nda İngiliz savaş politikasını yöneten beş bakandan biri. İngiliz Savaş Kabinesinin Türkiye politikasından sorumlu Doğu Komitesi Başkanı (Mart 1918 - Ocak 1919). İngiliz İmparatorluğuDışişleri Bakanı (Ocak 1919 - Ocak 1924) ve Lozan Konferansı İngiliz heyet başkanı George Nathaniel Marquess Curzon of Kedleston, bilinen adıyla Lord Curzon.
Türklerin İstanbul'daki varlığı Avrupa için sorunların ve entrikanın kaynağı oldu. Eğer onları Anadolu'ya çekebilseydik hepimiz Avrupa atmosferinden bir tür istenmeyen havanın kaybolduğunu hissedebiliriz.[69]
— Lord Curzon - 23 Aralık 1918
Türk'ün İstanbul'daki varlığı, Balkan halklarının tam kurtuluşunun önünde aşılmaz bir engel oldu. Orantısız askeri harcamaları kendi halkının düzgün ya da iyi yönetimini eşit derecede engelledi. Türk'ün tüm gücü elinden alındığında saygın olmasa da zararsız bir hale gelecektir ve bizimle ilişkileri tekrar başladığında, Avrupa'nın ihtirasları ile, İstanbul'dan çıkarılmasının İslam dünyasında oluşturacağı büyük öfkeye karşı iyi niyetli bir tampon bile sağlayabilir.[31][61]
— Lord Curzon - 2 Ocak 1919
Türklerin İstanbul'dan çıkarılmasının güçlü bir savunucusuyum; ve diğer birçok politikacının dışında, benim için belirleyici görünen sebep şudur:

Sultan'ın İslam dünyasının her yerindeki gücü ve itibarı, iki esas temele dayanıyor;
birincisi, Kutsal Topraklara sahip olması ve ikincisi konumu, İstanbul.
Sultan, halife olarak Doğu dünyasının tarihi başkentinde, kendisini çevreleyen hiyeratik prestij hâlesiyle kaldığı sürece, dünya müslümanları onu sadece manevi liderleri olarak görmekle kalmayacak, aynı zamanda yenilmemiş olarak da görecekler. Böylece Türkiye, gelecekte uluslararası durumda rahatsız edici, endişe verici bir güç olmaya devam edecektir.
Türk Hükûmeti orada kaldığı sürece İstanbul, dünyadaki tüm Müslümanların yöneldiği merkez ve etrafında döndükleri eksen olacak ve İslam dünyasının desteğini alan Türkler, bu sayede, Avrupa'nın rekabetleri ve kıskançlıkları üzerine oyun kurmaya devam edecekler.
Konstantinopolis'ten çıkarıldıktan sonra, Türkiye, İran veya Afganistan ile hemen hemen aynı temelde bir Asya devleti olacak ve Türkler, dünya milletleri arasında, en azından, ikinci veya üçüncü sıraya düşeceklerdir.
Dahası, Müslüman dünyası Türk'ün Konstantinopolis'te kalmasını bir zafer işareti ve kovulmasını yenilginin en büyük kanıtı olarak görecektir, çünkü Avrupa'dan çıkarılmasının Müttefiklerin savaş hedeflerinden biri olduğu iyi biliniyor.[70]

— Lord Curzon - 5 Mart 1919
Sultan, halife olarak kaldığı ve İstanbul'da durduğu sürece, dünyanın Müslüman ülkeleri ona, gerçekten de, şimdi bile, sadece manevi liderleri olarak değil, aynı zamanda büyük, güçlü ve yenilmez bir devletin başkanı olarak bakıyorlar.

Bu koşullarda, Türk'ün Avrupa'dan çıkarılması elzemdir. Bu karar alınırsa derhal onun yerine ne tür bir idarenin kurulması gerektiği sorusu gündeme gelir. Türk'ün ortadan kaybolmasından sonra Konstantinopolis'te bir büyük gücün kurulması halinde hırsları ya tatmin olmayan ya da sadece yarı tatmin olan Balkanlar'daki bütün küçük Devletler, Konstantinopolis'teki egemen güç etrafında toplanacak ve ajitasyon ve entrika kariyerlerine devam edecekler. Bu, Doğu sorununun kapanması değil, yeniden açılması olacaktır.
Diğer taraftan Rusya'nın etrafını saracak birçok küçük devletin doğasındaki zayıflığa bakılırsa gelecekte kaçınılmaz olarak sınırlarını genişletmek ve eski egemenliğini mümkün olduğunca geri kazanmak için ısrar edecek güçlü ve canlanmış bir Rusya ortaya çıkacaktır. Böyle bir Devletin hırsları İstanbul'a yönelebilir ve böyle bir durumda Rusya ile İstanbul'da kurulan büyük güç arasında ortaya çıkacak çatışmada en ciddi öneme sahip yeni bir uluslararası sorun ortaya çıkabilir. Tek alternatif Boğazlar'da bir tek güç yerine Uluslararası bir yönetimin kurulmasıdır.[71]

— Lord Curzon - 12 Mart 1919
Görkemli bir barışı kutlamaya hazırlanan herkes için büyük bir şok etkisi oluşturacak bazı olaylara karşı tetikte olmalıyız. Herkes Almanya'nın muhtemel tavrını tartışırken Türkiye'de neler olabileceğine dair kimsenin kafa yormadığı görülüyor.[37]
— Lord Curzon - 25 Mart 1919
Türklerin İstanbul'dan çıkarılmalarına ilişkin kararı, Anadolu'da isyanlar ve katliamlar ve Doğu Müslüman dünyasında büyük kargaşaların izleyecek olması çok muhtemeldir.

Türklerin İstanbul'dan çıkarılması, bence, her ne kadar savaştaki yenilgilerinin en önemli kanıtı olarak kaçınılmaz ve arzu edilir olsa da, Türklerin mülteci durumuna düşürüleceği, pratikte hiçbir Türk İmparatorluğu ve muhtemelen hiçbir hilafet artık olmadığı anlaşıldığında, Doğu dünyasındaki Müslüman tutkulara ve bu asık suratlı hıncı kolayca vahşi bir çılgınlığa dönüştürebilecek en tehlikeli ve en gereksiz teşvikleri vereceğimize inanıyorum.[72]
Anadolu, bölünmemelidir. Savaşın herhangi bir aşamasında Müttefiklerden herhangi birinin bildirisinde, bizi yalnızca Türk'ün tüm gücünü elinden almaya değil, aynı zamanda Anadolu'yu bölüp el koymaya zorlayan herhangi bir duyuru bulamıyorum. Anadolu bir bütün olarak kalmayı tercih edecektir.

Neredeyse çok geç olmadan bir şeyler yapmalıyız. İslam'ın kurtarılması için zaman veriliyor. Zaman Türklerden yana ve bunu biliyorlar. Geçen her hafta, her bölgede yeni sorunlar ortaya çıkarır. Hindistan'da, tüm İslam coğrafyasında, hatta Londra'da bile. Türklerin başkent İstanbul'dan çıkarılmasına, Ayasofya'ya ve hilafete Hristiyan müdahalesine karşı aktif olarak ajitasyon yapılan her yerde. Türk, acil bir barıştan ne bekleyebilir? O, gecikmenin her anını bir kazanç olarak sayıyor. Paris'te herhangi bir çözüme ulaşılamaması ve İtilafların artan anlaşmazlıkları, onu, her gün kendisine dayatılacak koşullara direnmek için daha iyi bir konuma getiriyor ve hatta sonunda intikamını almasını bile sağlayabilir.[73]

— Lord Curzon - 18 Nisan 1919
Türkleri İstanbul'dan göndermeliyiz. Onları tüm dış vilayetlerinden, yani Arabistan, Irak, Filistin, Suriye ve Ermenistan'dan mahrum bırakmalıyız. Bununla birlikte, ülkenin bölünmesi, kesinlikle bizim için ölümcül olacaktır.

Doğu dünyasına olan güveni yeniden tesis edeceksek işgallere son verip Anadolu'yu Türklere bırakmalıyız. Eğer mümkün olursa Yunanları tekrar İzmir'den çıkarmalıyız. İtalyan iddialarına gelince, Anadolu'yu İtalyanlardan bütün bütün kurtarmalıyız. Tüm güçlerin, Türklere, kendilerine ait bir egemenlik bırakmak için, iddialarından genel bir feragat temelinde, Türkiye sorununu ele almaları mümkün olmaz mı?[74]

— Lord Curzon - 19 Mayıs 1919
Hem Yunan hem İtalyan ilerlemesi ne kadar devam ederse onları tekrar Anadolu'dan çıkarmak o ölçüde zorlaşacaktır. Dışişleri Bakanlığında bu işgalleri savunan veya memnuniyetle karşılayan hiçbir kimseyi bulamıyorum.[75]
— Lord Curzon - 20 Haziran 1919

Hilafeti, dünyadaki en büyük Müslüman gücüne sahip olan İngiliz siyaseti için gerçek bir tehdit olarak gören Curzon[56][58], Türkiye'nin asla parçalanmaması gerektiğini savunarak bunun yerine İslam dünyası üzerindeki nüfuzundan ve iddialarından vazgeçmiş, kendi içine kapanık ve böylece İngiltere için bir daha asla sorun haline gelemeyecek bir Türkiye istiyordu.[24][76][77] Türkiye Anadolu'ya sıkıştırılmalı, saf Asyatik bir ülke olmalı ancak bölünmemeliydi.[36][55] Curzon'un hedefleri, Türkiye'yi, İngiltere'nin Ortadoğu ve Hindistan'daki emperyal güvenliğine ölümcül bir tehdit olmaktan çıkarmak, Türkiye'nin İslami bir güç olarak görünmesini engellemek ve onu İslam dünyasının gözünden düşürmekti.[56][78] Curzon'un endişesi, İslam dünyasının lideri olan Türkiye'nin tüm müslümanları İngiltere'ye karşı bir araya getirebilme tehlikesiydi.[59][79] Fakat saltanat ve hilâfetin kaldırılıp başkentin Anadolu'ya taşınmasına, ülkenin parçalanması da ilâve edilmemeliydi.[36][72][80][81][82] Lord Curzon, bu tür değişikliklerin Müslümanların radikal duygularını alevlendireceğinden endişeleniyordu.[36][72] Böylece Türklerde milliyetçilik duygusunun patlamasının önüne geçilecekti.[49] Lord Curzon, 'Türklere iyi bir dönüş yapmak isteyen son adam' olmakla birlikte, Anadolu'da barış istediğini söyledi: “Yunanlar içeride yürüyorsa bu imkansız bir hedef.[83]İngiliz İmparatorluğunun eski Hindistan Genel Valisi olan Curzon, ayrıca, Hindistan'daki 70.000.000 Müslüman ile Afganistan, Mısır ve Arabistan'daki diğer Müslümanlardan endişeleniyordu.[84] İngiliz çıkarları gereği işgallere son vermek ve Anadolu'yu Türklere bırakmak şarttı.[24] Yunanistan Trakya'ya karşılık olarak Anadolu'yu tahliye etmeliydi.[Not 4] İzmir işgali yanlış bir karardı. Fransızlar ve İtalyanlar da bölgeyi boşaltmalıydılar.[24] Ancak bu yeni Türkiye; Arabistan, Irak, Suriye, Filistin ve Ermenistan ile ilişiğini kesmeli ve onlardan ayrıştırılmalıydı.[24] Türk'ün, iki kutsal şehir olan Mekke ile İstanbul'u kaybetmesi ve diğer milletler üzerindeki hakimiyetinin elinden alınması yeteri kadar sert bir darbe olacaktı.[24] Yine zaferin bir sembolü olarak Ayasofya Türklerden alınmalı ve dini kullanımı olmayan uluslararası bir anıt haline getirilmeliydi.[77] Curzon, I. Dünya Savaşı'ndan sonra, Almanya ve Avusturya-Macaristan'da olduğu gibi Türkiye'de de cumhuriyetin ilan edilmesi gerektiği fikrindeydi.[36][72] Böylece imparatorluk yıkılacak ve Türkiye Pan-islamcı, Pan-turancı veya yayılmacı bir politikadan vazgeçerek bir ulus-devlet haline gelecekti.[24][72][76][77][78][83][84][85]

« Türk'ün Boğazlar üzerindeki hakimiyetini elinden alacağız. Türkiye'yi, birtakım görsel düzenlemelerle, Suriye, Filistin, Arabistan ve Irak'tan ayrıştıracağız. Akabe'den Şam'a, Mekke'den Basra Körfezi'ne kadar tüm bölgelerde Türk bayrağının herhangi bir biçimde yeniden ortaya çıkmasının, gerçekten de, sonuçları vahim olacaktır.
Tüm bu bölgelerin herhangi bir şekil veya biçimde Türk otoritesinden kalıcı olarak dışlanmasını içermeyen hiçbir şartı kabul edemeyiz.[86] »

(George Nathaniel Curzon)

İngiliz ile Fransız murahhas heyetleri, ABD'nin bölgede herhangi bir manda yönetimi üstlenmemesi sonrası yapılan 22 Aralık 1919'daki ikili görüşmelerde, başkentin İstanbul'dan Anadolu'ya taşınması üzerinde anlaşmaya vardılar. İtalyanların ve Yunanların çekilmeleri ile Anadolu, herhangi bir manda yönetimi olmadan Türklerin eline bırakılacaktı. Toplantıda, Boğazlar'da kurulacak uluslararası komisyonun detayları belirlendi. Ayasofya için ise, dini ibadet amacıyla kullanılmaması gereken eski bir anıt olması kararlaştırıldı.[61][79][87][88][Not 5]

İngiliz kabinesi, Hindistan'dan sorumlu bakan Edwin Montagu'nun da etkisiyle, hilafete ve başkent İstanbul'a dokunulmayacağına dair Ocak 1918'de Hint Müslümanlarına verilen söz nedeniyle İslam dünyasının tepkisini çekebileceğini, askerî masrafların artacağını ve Sultan'ı İstanbul'da gözetim altında tutmanın İngiliz politikası için daha doğru olacağını öne sürerek başkentin taşınması kararını 6 Ocak 1920'de oy çokluğu ile veto etti.[89][90] Yine de başkentin taşınması kararı alınırsa Bursa, Ankara veya Konya şehirlerinden biri Sultan'ın ikamet edeceği başkent yapılacaktı.[91] Derin bir şok geçiren Curzon, “Bu, Avrupa'nın yaklaşık beş asırdır beklediği ve belki bir daha asla tekrarlanmayabilecek bir fırsat” dedi ve İstanbul'daki bir hükûmetin doğru hesaplanmış bir karar olmadığını, üretildiği zaman sürprizlere sebep olacağını ima etti. Çılgına dönen Curzon, protestosunu kabinedeki tüm bakanlara dağıttı.[61][80][92][93][94]

« İstanbul'daki Türk, Konya'daki Türk'ten çok farklı bir ölçüye sahiptir. O, salt gösterişli bir egemenliği elinde tutacaktır.[92] »

(George Nathaniel Curzon)

Ryan ve meslektaşı Forbes Adam da, Curzon'u desteklediler: “Özellikle Hindistan'daki Müslüman huzursuzluğunun ve Orta Asya'daki Bolşevik saldırı tehlikesinin, dengeyi, Sultan ve Hükûmetini, bir tür uluslararası kontrol altında, İstanbul'da tutma lehine çevirdiği anlaşılmaktadır. Fakat bu kararın yol açtığı başlıca dezavantaj şudur ki: Pan-İslamizm ve Pan-Turanizm güçlerinin İngiltere için taşıdığı tehlike, Türkiye'nin prestijinin korunmasına bağlıdır. Türkiye'nin prestiji, Sultan olan bir halifenin, İstanbul'da durmasına bağlıdır. İstanbul, bir imparatorluk şehridir ve Türk-İslam gücünün Avrupa'ya karşı zaferinin sembolüdür. Sultan ve Hükûmeti İstanbul'da durduğu sürece her iki fikir yaşamaya devam edecek ve uzun vadede İngiliz İmparatorluğu için Yakın Doğu'da sorunlar artarak çoğalacaktır.[93][95][96] Amiral De Robeck: “Türk Meclisi'nin Anadolu'da toplanması halinde, görkemli unvanları, akdetmeyi uygun gördüğü herhangi bir antlaşmanın ilk iki sayfasını dolduran Türk İmparatoru, şüpheli bir hilâfet ile küçük bir eyalet hükümdarı statüsüne indirilecektir.[97]

« Walter Edward Guinness: Biz Anadolu'yu hiç fethetmedik. Çok zor ve masraflı bir sefer olmadan da fethedemeyiz. Özellikle de Barış şartlarının açıklanmasındaki gecikme nedeniyle İstanbul Hükûmeti'nin kontrolü çok hızlı bir şekilde azalıyor ve Anadolu yavaş yavaş bir devlet haline geliyor. Fakat Türkleri İstanbul'dan çıkarmanın ve onları Anadolu'ya göndermenin etkisi, neredeyse kesinlikle İstanbul Hükûmeti'ni düşürüp tamamen Mustafa Kemal'i iktidara getirmek olacaktır.[99] »
Hükûmetin, Sultan'ın İstanbul'da kalması politikasını ifade ettiğini duymaktan çok memnun oldum. Hem Hindistan Müslümanları hem de Afganistan Müslümanları olan Müslümanlar arasında çok yaşadım. Hive, Buhara ve Orta Asya'dan gelenleri tanıyorum. Asya'daki ve özellikle Orta Asya'daki bu Müslümanların tamamı, Sultan ve Halîfelerinin bağımsız bir hükümdar olması gerektiğini dinlerinin temel bir ilkesi olarak görüyorlar.[100]
— Albay Charles Edward Yate

ABD'nin bölgede bir manda yönetimi üstlenmeyeceği anlaşılınca 12 Şubat 1920'deki Londra Konferansı'nda barış müzakereleri yeniden başladı. Türklerin Konstantinopolis'i elinde tutmasına ve Boğazlar'ın bir uluslararası komisyon tarafından yönetilmesine karar verildi. Venizelos İzmir'i ilhak etmek istese de Curzon, 'Türk özerk egemenliğini' önerdi.[101] İtalyanlar ise Anadolu'daki varlıklarının çok maliyetli bir girişim olduğunu kendileri de anlamışlardı. İtalya'nın yaşadığı ekonomik ve sosyal kriz, barışın önemini vurguladı. İtalyan toplumu hala derin bir kriz yaşıyordu. Neredeyse tüm İtalyan işçileri greve gitmiş, trenleri, posta hizmetlerini, endüstriyel ve tarımsal üretimi durdurmuştu.[102] İngilizler ve Fransızlar, İtalya'nın Anadolu'yu tamamen tahliye etmesini istediler. Fakat İtalya, Anadolu'yu boşaltmak için, İngilizlerin ve Fransızların kendisine Suriye ve Irak mandaları karşılığı tazminat vermelerini istedi. Bu nedenle İngilizler ve Fransızlar, 1915 Londra Paktı'nda İtalyanlara bırakılması öngörülen fakat Sevr'de verilmeyen Güneybatı Anadolu'da sadece İtalyan şirketlerinin faaliyet yürüteceğini İtalyanlara garanti ederek Türkiye'deki tüm İtalyan askerlerinin çekilmesini ve işgalin sonlandırılmasını talep ettiler. Aynı şekilde Kilikya bölgesinde de Fransız ekonomik çıkarları tanınırken, hem İtalya hem de Fransa Sevr Antlaşması'nın yürürlüğe girmesi durumunda Anadolu'daki ve etki alanlarındaki tüm askerlerini çekmeyi ve Anadolu'yu Türklere bırakmayı kabul ettiler.[101][102][103]

Mart 1920'de Londra'ya giden Yunan Başbakan Venizelos, burada Yunanistan'a karşı olumsuz bir hava ile karşılaştı. Winston Churchill, Mareşal Wilson ve Lord Curzon Anadolu'daki Yunan varlığına ilişkin taban tabana zıt görüşlerini Yunanistan Başbakanı'na iletti. Mareşal Wilson, 19 Mart 1920'de Venizelos ile yaptığı görüşmeye dair günlüğüne şöyle yazdı: "Ne insan ne de para olarak, ne Trakya'da ne de İzmir'de Yunanlara yardım etmeyeceğimizi Venizelos'a açıkça belirttik. Ona ülkesini mahvedeceğini, Türkiye ve Bulgaristan ile yıllarca savaşacağını, insanî ve malî kaybının Yunanistan için çok fazla olacağını söyledik." Churchill de, Venizelos'a, İngiltere'nin ne Trakya'da ne de Anadolu'da Yunan birliklerine yardım edemeyeceğini, yardımın sadece cephane ve mühimmat şeklinde olacağını açıkça belirtti. Venizelos ise, Kemalist güçlerin tehlikesini ana hatlarıyla belirtti ve saldırı için izin istedi. Saldırıdan sonra Venizelos, Yunan birliklerinin tekrar pozisyonlarına çekilebileceklerini söyledi. Fakat bu önerisi İngilizler tarafından reddedildi. Aynı zamanda Venizelos İtilâf tarafından yerine getirilmesi gereken bir görev olan Türk terhisinin yavaşlığından şikayetçiydi: "Toplam 300.000 kişilik bir kuvvetin yakında savaş durumuna gelmesi muhtemeldir ve 'olacak' dedi. Böyle bir orduya yetecek miktarda malzeme ve mühimmat ellerinde var."[104]

Diğer taraftan Lord Curzon, öngörüsünde haklı çıktı. 11 Mart 1920'de Curzon, Lordlar Kamarasında, 'İstanbul'da hiçe sayıldıkları bir duruma daha fazla boyun eğemeyeceklerini' ilan etti. 16 Mart 1920'de işgal gerçekleşti. Mustafa Kemal Paşa, Kasım 1919'da yeni meclisin Bursa'da açılmasını istemişti, böylece başkent pratik olarak Bursa'ya devredilmiş olacaktı. Ancak İstanbul Hükûmeti, Meclis-i Mebusan'ın İstanbul'da toplanması kararını alınca 18 Aralık 1919'da yapılan seçimler sonucu Meclis 12 Ocak 1920’de İstanbul'da açılmıştı. Böylece 28 Ocak 1920'deki Misak-ı Milli kararları sonrası yapılan 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali ile yeni meclis 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılmış ve Yunanistan'ın karşısında millî bir hareket çoktan şekillenmişti. Önce İzmir'in İngiliz birlikleri yerine doğrudan Yunan birlikleri tarafından işgali, sonra barış antlaşmasının imzalanmasındaki gecikme ve son olarak da İstanbul'un işgali ile Mustafa Kemal, Türkiye'de iktidara gelmişti. İngilizler üçüncü defa Mustafa Kemal'e büyük bir siyasi bağışta bulunmuşlardı. Müzakerelerdeki gecikme tamamen Venizelos'un aleyhine ve Mustafa Kemal'in lehine olmuştu.[97][105][106][107]

18 Nisan 1920'deki San Remo Konferansı'nda ise David Lloyd George ve Elefterios Venizelos önderliğinde Sevr'in taslağı hazırlandı. Yunan Başbakan Venizelos, antlaşmayı Türklere kabul ettireceğini taahhüt etti.[108]

Fransız cephesinde ise Başbakan Georges Clemenceau, Yunan ilerleyişine tepki göstererek Yunan birliklerinin İzmir'e çıkarma emrine meydan okudu. Fransız siyaseti, Clemenceau hükûmetinin düşmesinden ve Alexandre Millerand'ın Başbakanlığı üstlenmesinden sonra daha fazla Türk yanlısı hale geldi. Haziran 1920'de, Antlaşma imzalanmadan önce, Fransız Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri, Paris'teki İngiliz büyükelçisine, Anadolu'daki Yunan varlığından rahatsız olan Fransız Ulusal Meclisi'nin imzalanacak barış anlaşmasını onaylayıp onaylayamayacağından şüphe duyduğunu vurguladı.[109] Fransızlar Türklerin Anadolu'ya silah taşımasına göz yummaya başlamışlardı. Yunanlarla çekişme halinde olan İtalyanlar, daha baştan beri Türkleri tutmakta ve birliklerini çekmeye hazırlandıkları şu sırada Türklere silah satmaktaydılar. İngilizlere gelince, onlar da en baştan beri Türklerin silahsızlandırılmasına pek önem vermemişlerdi. Türklerin silahlanması böylece sürüp gidiyordu.[110] Şubat 1920'nin başlarında Türkler, Müttefiklerin ateşkes hükümlerine göre tüfek, silah ve cephane bulundurdukları Gelibolu'daki kışlaya saldırdığında Lord Curzon, Gelibolu olayından sonra Yunanistan'dan mevcut askeri konumlarını korumalarını istemişti.[111] Bu sırada Versay merkezli Müttefik Devletler Yüksek Savaş Konseyi'nin, Yakın Doğu'da, emrinde, Yunanlar dışında başka bir askerî gücü bulunmuyordu.[112][113][114][Not 6]

« İtilaf o sırada Anadolu'daki mayanın çok iyi farkındaydı. Milliyetçi güç ve özgüven, İngiliz askeri güçlerinin geri çekilmesiyle doğru orantılı olarak büyüyordu. Aralık 1919'a gelindiğinde, İngiliz General Milne'nin Karadeniz Ordusu 9.836 kişiydi. Kilikya'da Fransızlar 13.000 askere komuta etti ve bunların çoğunluğu Ermeni idi. Antalya'daki İtalyan birliklerinin gücü 7.000'i geçmedi. Anadolu'daki tek büyük İtilaf kuvveti, İzmir'deki 75.000 Yunan askerinden oluşuyordu. İngiliz yüksek komiseri yazdı, "Barış koşullarının ertelendiği her hafta, Türkiye'nin bu koşulların getirebileceği herhangi bir aşağılamaya karşı çıkmak istediği direniş gücünü daha da kazandığı görülüyor."[115] »

(Howard Morley Sachar)

Bu projeyi vücuda getirmeye memur edilen Ermeni kuvveti üç zayıf tümenden ibârettir. Binâenaleyh imhâ politikasını Doğuda tatbik ettirecek bir kuvvet yoktur. Batıda ise bütün kuvvetini sarf etmiş olan Yunan ordusu bize aman dedirtmek için yeni bir vâsıtaya mâlik değildir. Bundan sonra işleyecek zamanlar hep bizim lehimizde cereyan edecektir.

İtilâf devletlerinin memleketlerinde daha büyük orduları ve teşkilâtları vardır. Fakat bugün buraya tahsis ettikleri kuvvetlerin azlığı ve bizim aleyhimizdeki projeyi yalnız Ermeni ve Yunan ordularından bekledikleri, kuvvetli esbâb ve istihbârâta müstenittir.[116]

— Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekili İsmet Bey (İnönü), 29 Mayıs 1920
Sevr'in, Türkiye'ye, izledikleri yoldan dolayı verilen bir ceza olduğuna inanamıyorum. Cezanın etkili olabilmesi için caydırıcı olması gerekir. Bu ise caydırıcı olmaktan son derece uzak. Korkarım ki bu, sadece, yakında pek çok eli silahlı kimseyi görmemize neden olacak.[117]
— İngiliz Kraliyet Donanma Komutanı Lord Rosslyn Wester Wemyss, 4 Ağustos 1920

Dagobert Von Mikusch: “En şaşırtıcı olan şey, İtilâf Devletlerinin, Mustafa Kemal'e, kendi barış antlaşmalarını etkisiz kılacak olan hazırlıkları yapması için yeterli zamanı tanımasıydı.”[46]

Ankara'da TBMM'nin Sevr Antlaşması'na tepkisi çok sert oldu. Ankara İstiklâl Mahkemesinin 1 numaralı kararı ile anlaşmaya imza koyan 3 kişiyi ve Sadrazam Damat Ferit Paşa'yı idama mahkûm etti ve vatan haini ilan etti. Fakat öte yandan antlaşmanın imzalanmasından sadece 2 ay sonra Ekim 1920'de yeni Yunan kralı Aleksandros bir maymun ısırığı sonucu aniden öldü ve Yunanistan'da seçimlere gidildi.[113] Kasım 1920'de yapılan seçimlerde "Yunanistan'ın kurtarıcısı" ilân edilen İngiliz dostu Başbakan Venizelos 369 sandalyeden sadece 118'ini aldı. Kendisi milletvekili bile seçilemedi ve Venizelos hükûmeti düştü. 17 Kasım'da Venizelos, aktif siyâsetten emekli olduğunu açıkladı ve Fransa'ya gitti.[118] İngilizlerin 1917'de devirip sürgüne gönderdiği ve aynı zamanda Müttefiklerin, özellikle de Fransızların baş düşmanı olan eski kral I. Konstantin'in, Dimitrios Gounaris liderliğindeki yeni hükûmet tarafından yapılan referandumda %99 oy alarak tahtına geri dönüşü ile kriz doruk noktasına ulaştı. Alman imparatoru'nun damadı olan Kral Konstantin, I. Dünya Savaşı sırasında İttifak Devletlerini desteklemekle suçlanıyordu.[113][119][120]

İngiltere, Fransa ve İtalya; tahtına geri dönen Konstantin'i devlet başkanı olarak tanımayı reddettiler.[113][119] Bu ani değişim sonucu Yunanistan bir anda kendisini uluslararası sahnede izole buldu. Müttefikler, Yunanistan'a yapılan tüm desteklerini ve yapılması planlanan 850.000.000 altın frank tutarındaki krediyi kestiler. Bu sırada bütçesinin yaklaşık 3'te 2'sini Müttefik devletlerin sağladığı krediye borçlu olan Yunanistan, uygulanan ambargo sonucu birdenbire askeri ve ekonomik olarak zayıflamaya başladı.[113][121]

Bu hadise, İtilafı bir arada tutan zayıf bağları kırdı. Fransızlar artık Yunanistan'a hiçbir şey borçlu olmayacaklarını ve bu fırsatı Türk yanlısı bir politika izlemek için kullanabileceklerini hissettiler. Böyle bir politika Sevr'in revize edilmesini içeriyordu. İtalyanlar da benzer şekilde özgürleşmiş hissettiler. Birçok İngiliz politikacı, Sevr'in revizyonunun artık gerekli olduğu konusunda hemfikirdi.[120][122] Özellikle de İngiliz Dışişleri, Hindistan ve Savaş Bakanlıklarındaki üst düzey kişiler, Yunanistan'daki hükûmet değişikliğini, İngiltere'yi istikrarsız bir güce tehlikeli bir bağımlılıktan kurtarmak için ileri görüşlü bir fırsat olarak karşıladılar. Birçoğu her zaman Türkiye ile daha yumuşak bir anlaşmayı savunmuş ve İngiltere'nin, aksi takdirde, Müslüman tebaasını yabancılaştıracağından ve bu durumun İslam dünyasında genişleyen İngiliz İmparatorluğunun temelini baltalayacağından endişelenmişti.[113] Sadece İngiliz Başbakan Lloyd George, diplomatik düzeyde de olsa Yunanistan'ı desteklemeye devam etti. Muhafazakar parti lideri Bonar Law, bu ani değişiklik üzerine "Türklere karşı eski korumacı sevgisine geri dönerken" Savaş Bakanı Churchill'e göre ise "Antlaşmanın yararına yapıldığı Yunanistan" ortadan kaybolmuştu ve bir an önce Türklerle anlaşılması gerekiyordu: “Geçmişte baktığımız zaman, Rusya düşmanımızken Türk dostumuzdu. Türkiye düşmanımız iken Rusya dostumuzdu. Şimdi ise elimizde sadece Alman yanlısı bir Yunanistan var. Ve biz dünyanın en büyük Müslüman gücüyüz.” Hindistan'dan sorumlu Bakan Edwin Montagu, İslam dünyasından ve Hilâfet savunucularından gelen yoğun baskılar sebebiyle Trakya'nın bile Türkiye'ye geri verilmesi gerektiğini savunuyordu. Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise, Türklerin Yunanları İzmir'de yenmesine izin vermeleri gerektiğini ve sonra da Türkler tarafından başarılmış gerçeğe boyun eğmeleri gerektiğini söylüyordu. Böylece olanlardan İngilizlerin hiçbir sorumluluğu kalmayacak şekilde Türkler galip getirilmiş olacaktı. Kasım 1920'ye gelindiğinde, Sevr'in, Lloyd George'dan başka hiçbir siyasi destekçisi kalmamıştı. Winston Churchill 16 Aralık 1920'de şöyle dedi: “Lord Curzon'un önerdiği şey, bizi İzmir'de bir Türk zaferiyle karşı karşıya bırakacak ve Türklerle olan pazarlık gücümüzün büyük bir bölümünü yok edecek.[123][124][125]

Çileden çıkmış bir maymun ısırığı tarihin seyrini değiştirdi. Trajediyi ise Konstantin'e karşı eski duyguların yeniden canlanması izledi.
— David Lloyd George[126]

Winston Churchill: “Yunanistan seçimlerinin sonuçlarını açıklayan telgraf geldiğinde ben tesadüfen kabine odasında Başbakan Lloyd George ile birlikteydim. Şok geçiriyordu ve Büyük Savaş sırasında yaşananları göz önünde bulundurarak dedi ki: "Artık Yunanistan'ı destekleyen sadece ben kaldım." Tek bir ana gemi olan Goeben'in kaçışının, Avrupa'nın güneydoğusuna ve Anadolu'ya hesapsız bir yıkım getirdiğini daha önce görmüştük. Bu maymunun ısırığından çeyrek milyon insanın öldüğünü söylemek belki de abartı olmaz. Konstantin'in dönüşü, İtilaf'ın Yunanistan'a olan tüm bağlılıklarını sona erdirdi ve tüm yasal yükümlülükleri iptal etti. Artık İtilaf için Türk karşıtı bir politika izlemeye gerek yoktu. Yeni Yunan Hükûmeti, tüm Venizelist bürokratları her türlü kamu istihdamından kovmakla meşguldü. Bundan böyle, kendi içinde parçalanan Yunanistan, tehlikeleriyle tek başına yüzleşecekti. Şimdi, İngiliz desteğinden yoksun, İtalyan rekâbeti ve Fransız düşmanlığı ile karşı karşıya kalan Konstantin, şaşırtıcı bir şekilde Anadolu'yu tahliye etmek yerine Venizelos'tan daha yayılmacı bir ruh haline büründü.[127]

Tüm Müttefik desteğini kaybeden ve Küçük Asya Harekâtında tamamen yalnız kalan Yunanistan'da aynı zamanda, Konstantin'in dönüşü ile ordudaki I. Dünya Savaşı ve Anadolu'daki ilerlemeden sorumlu olan tecrübeli pek çok Venizelist kumandanlar görevden alınırken[128], yerlerine daha önce ordudan atılmış olan yaklaşık 1500 tecrübesiz subay ataması yapıldı. Başkumandan Leonidas Paraskevopulos'un yerine de Konstantin'e çok yakın bir kişi olan General Anastasios Papulas getirildi.[129] Bir yandan Yunan ordusu Kralcılar ve Venizelistler olarak içinden bölünürken diğer yandan İtalya ile Fransa ise kesin bir dış politika değişikliğine gittiler ve Yunanistan'a karşı açık şekilde Türkiye'yi destekleme kararı alarak derhal Sevr antlaşmasının gözden geçirilmesinde ısrar ettiler.[130][131][132]

Fransızların talep ettiği şey, eski düşman Konstantin'in dönüşü üzerine yeni rejimi kınamak ve Yunanistan'a müttefik desteğini geri çekmek için ortak bir bildiriydi.[133] Fransa Cumhurbaşkanı Alexandre Millerand, Türklere karşı politikayı değiştirmenin zamanının geldiğini fark etti ve İtalya Dışişleri Bakanı Kont Carlo Sforza'yı kendisini ziyaret etmeye davet etti. 28 Kasım 1920'de Sforza, Elysée'de Millerand ile buluşmak için Roma'dan ayrıldı. Söyleşi, Türk Sorunu üzerine odaklandı. Millerand, bölgeyi istikrara kavuşturmak için gelecekte Yunanistan'a güvenmenin imkansız olduğunu söyledi. Sonuçta, Müttefiklerin askerî müdahale şansı yoktu. Geriye tek çözüm kalıyordu, 'Türklere destek vermek!'. Sforza, açık şekilde Millerand ile anlaştı.[134]

Fransa Yunanlara karşı, bilhassa Konstantin döndükten sonra daima Yunana düşman ve bizim lehimize hareket etti.
— Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk[135]

Yunan kralı Konstantin'in tahtına geri dönüşü sonrası 24 Ocak 1921'de, Paris'te bir İtilâf toplantısı düzenlendi. Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Aristide Briand toplantıda Konstantin'in Yunanistan'a dönüşünden sonra İtilâfların artık karârlarını yeniden gözden geçirmek zorunda olduklarını vurguladı. Briand, Sevr'in revizyonu için Yunanistan'a baskı yapmaya hazır olduğunu söyledi. Fransız kamuoyu, Konstantin yönetimindeki Yunan Hükûmeti'ni reddetme konusunda hemfikirdi. İtalya Dışişleri Bakanı Sforza, Briand'ın görüşlerini tamamen tasdik etti. Lloyd George, hâlâ bir şekilde Yunan çıkarlarından yanaydı. Lord Curzon ise Venizelos döneminde alınan İtilaf kredilerinin neredeyse tükenmek üzere olduğunu ve Konstantin'in herhangi bir yeni kredi alamadığını hatırlattı. Yunan ekonomisi ciddi şekilde bozulmaya başlamıştı. Er ya da geç, en fazla birkaç ay içerisinde bir mali çöküş kaçınılmazdı. Kalıcı barış için her siyasi görüşün onayını almak önemliydi. Curzon, Sevr'de revizyona gidilmesini teklif etti. Curzon; İstanbul ve Ankara'dan gelen Türklerin, Yunanların ve İtilaf Devletleri temsilcilerinin katılacağı bir konferans yapılmasını önerdi. Böylece Lord Curzon, Ankara'nın resmi olarak tanınmasını sağladı. Lloyd George, Ankara'nın İstanbul hükûmetine dahil olarak gelmesinin daha doğru olacağını söylese de Sforza Ankara'yı resmi olarak davet etti.[136][137]

Londra'ya gitmeden önce Fransa'da hukuk okumuş olan dönemin Yunan Başbakanı Nikolaos Kalogeropoulos, 16 Şubat 1921'de Fransız Cumhurbaşkanı Millerand ve Başbakan Briand ile görüşmek için Paris'e uğradı. Burada Fransa'nın çıkarlarının Ankara ile olduğunu ve Yunanistan'ın herhangi bir yardım almayacağını öğrendi. Kalogeropoulos, 18 Şubat 1921'de Londra'ya vardığında ve Lloyd George ile görüştüğünde, durumun çok ciddi olduğunu fark etti ve Gounaris'i acilen Londra'ya gelmesi için aradı. Ona yüksek sesle şunu söylemişti: "Edindiğim bilgi, Türklerin bizim sadece Anadolu'dan değil, Doğu Trakya'dan da ayrılmamızı talep edecekleridir."

21 Şubat'ta başlayan ve 12 Mart 1921'de sona eren konferansta, Fransa ve İtalya'nın, padişahı tamamen görmezden gelerek Kemalist Türkiye'nin yanında yer aldığı ortaya çıktı. Fransa, Kilikya'dan çekildi ve Türklere Sakarya Savaşı'nda kullandıkları büyük miktarda askerî teçhizat bıraktı, İtalyanlar ise Doğu Trakya ve İzmir'in topraklarının Türkiye'ye verilmesini destekleme sözü verdi. Nihai sonuç şuydu: Sevr Antlaşması'nın uygulanması ve geçerli olabilmesi için, Yunanistan, Türkiye ile savaşı sürdürmek ve onları yenmek ya da İzmir'den ayrılmak ve Doğu Trakya'ya çekilmek zorundaydı. Atina'ya dönen Gounaris, savaşmaya karar verdi. Ve Eskişehir, Kütahya ve Afyon savaşlarının yapıldığı bahar taarruzu başladı.

— MUHTEŞEM BELGELER - "Küçük Asya'da Yıkım", DIM. FOTIADIS, ATİNA, 1974[138]

Lord Curzon, Şubat 1921'de, Türklere olan İtalyan ve Fransız desteği ile kendi Başbakanının Yunan sevdalısı tutumları arasında orta yolu bulmaya çalışırken kendisini utanç verici bir konumda bulmuştu.[139]Lord Curzon'un en önemli adamlarından Harold Nicolson da 2 Mart 1921'de şöyle diyordu: 'Yunanistan ambargomuzun sadece devamı ile Mustafa Kemal'e verilen muazzam teşvik, kısa bir süre içinde Türkiye ile Yunanistan arasında, İtalya'nın desteğiyle Türkiye'nin galip geleceği bir savaşa yol açacaktır.'[140]

Yunan kralı Konstantin'in tahtına geri dönüşü sonrası, İtalya ve Fransa'nın Türk yanlısı talepleri doğrultusunda 21 Şubat 1921'de başlayan Londra Konferansı'nda, İtalyanlar ve Fransızlar, İzmir ve Doğu Trakya'nın Türkiye'ye verilmesini şart koştular: İtalyan temsilci Kont Sforza şöyle dedi, "Ankara'yı ayakta tutan tek şey özellikle İzmir'in işgaliydi. Bu sorun çözüldüğü an Ankara destekçilerini kaybedecek ve diğer sorunlar da kendiliğinden çözülecekti." Bu tarihlerde Fransız basını da İzmir ve Doğu Trakya'nın Türkiye'ye verilmesi gerektiğini yazıyordu. Fransa Başbakanı Aristide Briand, İzmir ve Doğu Trakya için bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep etti. Briand ve Sforza, bu öneride Yunanları İzmir'den çıkarmanın bir yolunu gördüler. Böylece bundan sonra diğer sorunları çözmek kolaylaşacaktı. Böyle bir soruşturmayı Türk heyeti şartlı olarak kabul etse de Yunan heyeti soruşturmayı reddetti.[141][142][143][144] Lloyd George, Sevr'in zayıflamasına karşı çıkarken Lord Curzon'un ise konferanstaki revizyon teklifi şuydu: İzmir bölgesi Türk egemenliği altında kalacak, ancak Hristiyan bir valiyle yerel özerkliğe sahip olacaktı. İstanbul tahliye edilecek ve Türkiye'de 'kalıcı Boğazlar Komisyonu Başkanlığı' kurulacaktı. Ancak bu teklifi Atina da Ankara da kabul etmedi.[145]

Yunan heyeti, konferansta Lloyd George'a özel olarak danışabildi. Lloyd George, Yunanistan Dışişleri Bakanı Baltazzis'e özel olarak bilgi verdi ve ona uluslararası ve yerel dinamikleri açıkladı. Sadece Fransızlarla değil, aynı zamanda İngiliz Dışişleri Bakanı Curzon'a karşı da mücadele etmesi gerektiğini söyledi. Böylece Başbakan, yabancı bir hükûmete, kendi Dışişleri Bakanlığının taleplerine en iyi nasıl direneceği konusunda tavsiyede bulundu.[113]

Yunanlar, İzmir konusunda taviz verecek durumda olmadıklarını kesin bir dille belirttiler. Yunan ordusu zaten hazırdı. Yunan albay Sariyannis, kendilerine izin verilirse Ankara'ya kadar ilerleyeceklerini söylemişti. Yunan Hükûmeti her an bu harekâtı başlatmaya hazırdı. İzmir'in işgalinden bu yana geçen her gün Yunanistan'ın aleyhineydi. İtilâf Devletlerinin uyguladığı ambargo sebebiyle Yunan ekonomisi günden güne eriyordu. Türkler ise bu sırada Rusya ile bir antlaşma imzalamışlardı. Fransızlar da taraflarını belli etmişlerdi. Kilikya'daki Türk kuvvetleri Sakarya Muharebesi'nden hemen önce Batı cephesine kaydırılacaktı. İtalyanlar zaten en baştan beri Türklere destek veriyordu. Yunanların bu en iyi şanslarını kaçırmamak adına kaybedecek bir anları bile yoktu. Ayrıca Lord Curzon, konferansın ilk günü, henüz Türk heyeti gelmeden, Yunanlardan, mevcut askerî güçlerinin ve ayrıntılı savaş planlarının öğrenilmesini istemiş ve tüm Yunan stratejisinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. Yunan heyeti son derece art niyetsiz olarak İtilâflara ayrıntılarıyla Yunan Ordusu’nun analizini yapmış ve cephedeki taarruz planlarını anlatmışlardı. “Kim Türklerin Fransızlar ve İtalyanlardan bunları öğrenmediklerinin teminatını verebilirdi?” Lloyd George, konferansın son günü, gerçek adil ve tarafsız bir savaş olması için, Türkler güçlenmeye devam ederken Yunanistan'ın da İtilâf Devletleri tarafından kısıtlanmaması gerektiğini söyledi.[146][147][148][149]

13 Mart'ta İtalya, Türk heyeti ile yaptığı antlaşmada Doğu Trakya ve İzmir'in Türkiye'ye iadesine ilişkin tüm talepleri etkin bir şekilde desteklemeyi taahhüt etti. Ayrıca şu anda Osmanlı topraklarında bulunan tüm İtalyan birliklerini geri çekeceğine dair resmi bir güvence verdi.[150] Fransız Hükûmeti de Türklerle bir uzlaşmaya vardı. 10 Mart'ta Mösyö Briand, Türk heyetiyle, derhal esir değişimi, yeni bir Suriye sınırı ve Kilikya'nın Fransız askeri tahliyesini sağlayan bir ateşkes imzalamıştı.[151] Alman yanlısı bir Yunanistan'ı bölgede asla istemeyen İtalya ve Fransa'nın sert şekilde Türk yanlısı politika göstermeleri üzerine Mart 1921'de savaş kararı alan Yunan kralı Konstantin'i, TBMM hükûmeti; Rusya, İtalya ve Fransa'nın yardımlarıyla mağlup etti. Lloyd George'un konferansta Yunanlara tavsiyeler vermesi, yanlışlıkla, Yunan Hükûmeti tarafından, Türklere yapılacak bir saldırı durumunda İngilizlerin kendilerini desteklemeye devam edeceği izlenimine kapılmalarına neden oldu. Yunanlar, Fransızların ve İtalyanların veya İngiliz hükûmetinin tutumu ne olursa olsun, 'Lloyd George ihtiyacımız olan hayati yardımı bize getirecek' diye düşündüler. Fakat Yunanistan'a hiçbir ekonomik yardım yapılmadı. Londra Konferansı, en azından, Türklere güçlerini arttırmaları ve daha fazla silah toplamaları için zaman kazandırmıştı.[152][153]

İngiliz politikacılar, Yunanların derhal geri çekilmesi için bastırmanın, Türkleri daha da talepkâr hale getirebileceği endişesiyle Türk-Yunan savaşında daha çok tarafsız gibi görünmeye çalıştılar. Mayıs 1921'de tarafsızlıklarını resmen ilan eden İngilizler, Yunan taarruzu başlamadan önce, Haziran 1921'de, Yunanlara bir arabuluculuk teklif ettiler. Fakat Türkleri yeneceklerinden umutlu olan Yunanların kendilerini İngilizlerin eline bırakmayı ve bu öneriyi reddetmesi Londra'da hoş karşılanmadı.[154] Temmuz 1921'deki büyük Yunan taarruzu başlamadan hemen önce, İstanbul'daki İtilâf birlikleri başkumandanı İngiliz General Harington'ın emriyle İnebolu'ya gelen İngiliz subaylar Türklere verilmek üzere askeri malzeme ve cephane getirdiler.[155]

13 Haziran 1921'de bir motörle İnebolu'ya Hanri ve Şturton isminde iki İngiliz binbaşısı gelir. Bunlar İstanbul'daki itilâf orduları Başkumandanı İngiliz generali Harington'un yakınlarındandırlar. Beraberlerinde bize teslim edilmek üzere bir miktar cephâne getirmişler ve bu gibi sevkiyâta adamları vâsıtası ile devam edeceklerini söylemişlerdir.[156]
— Yusuf Hikmet Bayur

Liberal partiye bağlı olan İngiliz Başbakan Lloyd George hâlâ bir şekilde Yunan çıkarlarından yana olsa da, İngiliz Savaş Bakanlığı ve Hindistan Bakanlığı Türkler ile dost olmaktan yanaydı. Yunanların İzmir'den çıkarılmasında kararlı olan ve Yunanistan'ın tüm yardım taleplerini reddeden Muhafazakar partili İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise Yunan mağlubiyetinden dolayı hiçbir sorumluluk almayacakları şekilde Türklerin galip geleceği bir politika takip edilmesi gerektiği görüşündeydi.[123][157][158] Lloyd George, tek başına, dolambaçlı ve makyavelci bir Yunan politikası yürütürken Lord Curzon ise cesaretli bir şekilde bunu engellemeye çalıştı. Curzon, Yunanistan'ı izole etmeye ve gözden geçirilmiş yeni bir antlaşmayı imzalamaya zorladı.[113]

İngilizler bol bol silâh satıyorlar. Yüzlerce makineli tüfek ve binlerce tüfek satılıyor. Şimdi bize teklif ediyorlar. Size istediğiniz noktada teslim edelim, diyorlar. İnebolu'ya, güzelce İngiliz gemisiyle almışlar.[159]
— Rıza Nur - 2 Ağustos 1921

Sakarya Muharebesi'nden sonra para, gıda ve cephane sıkıntısı çeken ve çok zor durumda olan Yunan Hükûmeti, İngiliz diplomatik müdahalesi için yalvarıyordu. Curzon ise Yunanistan'ın İzmir'den çıkarılması konusunda kararlıydı ve tüm yardım taleplerini reddetti. Başbakan Gounaris, Yunanistan'ın derhal ve tam bir geri çekilme emri vermesi gerektiği sonucuna vardı. Fakat Curzon Anadolu'nun şimdilik tahliye edilmemesini istedi. Venizelos, Anadolu'daki yerel Hristiyan nüfusun akıbetiyle ilgili endişelerini dile getirdi ve bölgenin yerel örgütlerin silahlandırılması ile korunabileceğini söyledi. Ancak Lord Curzon, Venizelos'un planını da reddetti. Bu tür çözümleri 'oldukça yanıltıcı' buldu. Yunanistan'da 22 Mayıs 1922’de kurulan yeni koalisyon hükûmeti son çare olarak İstanbul'un işgal edilmesini kararlaştırdı. Yunanların ekonomik ve askerî olarak altı ay dayanacak hali bile kalmamıştı. Temmuz 1922'de Anadolu'dan Tekirdağ'a gönderilen 25.000 asker ile, Trakya’da bulunan Yunan kuvvetleri 34.000 askere ulaştı. Fakat bu işgal planı İtilâf devletleri tarafından bir "hakaret" olarak değerlendirildi. Bu sırada Türk dostu olarak bilinen İngiliz General Townshend Konya'ya geldi ve 24 Temmuz 1922'de Mustafa Kemal ile görüştü. İngiliz General Townshend ile görüştükten sonra 27/28 Temmuz gecesi Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa taarruz kararı aldılar. 6 Ağustos 1922'de Türk ordusu taarruz hazırlıklarına başladı. 26 Ağustos'ta başlayan Türk taarruzu ile Anadolu'yu tahliye etmeye hazırlanan Yunan ordusu bozguna uğratıldı. 9 Eylül 1922'de Türk ordusu İzmir'e girdi.[130][160][161][162][Not 7]

Ayrıca bakınız: Türk Kurtuluş Savaşı Batı Cephesi

Ermenistan cephesinde ise, bölgede ve Ermeniler üzerinde bir Amerikan veya İngiliz nüfuzu, Rusların en son istediği şeydi. Bu doğrultuda Türkiye ve Rusya gibi iki büyük devlete karşı iki ateş arasında kalan ve ordusunun bir kısmı Rus cephesinde bir kısmı Türk cephesinde bölünmüş olan Ermenistan teslim olmak zorunda kaldı. 2 Aralık 1920'de Sovyet hâkimiyetini kabul etti. Ermenistan sovyetleştirildi ve 3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması ile Doğu Anadolu'daki toprak iddiasından vazgeçti. 4 Aralık'ta ise Rus orduları Erivan'a girdi.[120][163]

Ayrıca bakınız: Türk Kurtuluş Savaşı Doğu Cephesi

Sonuç olarak, Ermenilerin ve Yunanların yenilmesiyle Sevr, hiçbir ülkenin onaylamadığı ölü bir mektup olarak kaldı. Yunan ordusu, mağlubiyetten sonra, 27 Eylül 1922'de kral Konstantin'i tahttan indirdi ve Yunanistan'da hükûmet yeniden değişti. Hiç şüphe yok ki bu beklenmedik gelişme, Helensever Lloyd George'a yeni bir umut verdi. Venizelos'un ilhamı altında hızlı bir Yunan canlanmasının desteklenebileceğini düşünüyordu. Lloyd George; Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İngiliz Genelkurmay Başkanlığı ve hatta Müttefik Yüksek Komutanı Ferdinand Foch tarafından Yunanları desteklememesi konusunda uyarıldı, ancak onları görmezden geldi ve Türkiye'yi, savaş ilânıyla tehdit eden bir bildiri yayınladı. Fakat koalisyon hükûmetindeki çoğunlukta olan muhafazakar isimler ise geleneksel olarak Rus yayılmacı politikasına karşı Türk yanlısıydı ve savaşı reddettiler. Lord Curzon, Lloyd George'un, Türklerle savaşma planını onaylamadı. Curzon, Mustafa Kemal'in İngilizlere saldırmaya kalkışmayacağı kanaatindeydi. Derhal devreye girerek Mudanya Mütarekesi'nin imzalanmasını sağladı ve Başbakan'a rağmen olası bir savaşı engelledi. İngilizlerin, Türklere destek veren İtalya ve Fransa gibi iki önemli müttefikinden ayrılamayacağı bir gerçekti. Curzon korkularını Chamberlain'e yazdı: "Yunanların güvenilmez ve bence değersiz ittifakını aramak sadece bu hükûmetin düşmesine neden olur. Ayrıca, tüm İtilâf birliğimizi de bir darbede yok edecektir." Curzon, dört yıl boyunca Başbakanın Dışişlerine karışmasına ve bunların bazen yol açtığı aşağılamalara boyun eğmişti. Çanak krizinden hemen sonra, 14 Ekim 1922'de Lloyd George, Manchester'da Türkleri kınayan şiddetli bir konuşma yaptı. Bu kadarı artık fazlaydı. 19 Ekim'deki Carlton Club toplantısında yapılan bir oylamada Curzon, hükûmeti istifaya zorladı ve Mustafa Kemal ile savaşmak isteyen Lloyd George'u devirdi.[164][165][166][167][Not 8]

Türkler bize saldırmak için fazlasıyla donanımsızlardı ve eğer bunu yapsalardı yenileceklerdi. Türkler yorgun ve zayıflardı, büyük silahlardan ve ağır savaş donanımlarından yoksunlardı. Yunan ordusu ise yok edilmemişti. Kesinlikle kazanmamız gerektiğinden emindim. Fakat İngiliz kamuoyu buna hazırlıklı değildi. Bir İngiliz yeterince savaşmıştı. Muhafazakar kesimde eski Türk dostluğu yeniden canlandı. Böylece koalisyon hükûmeti düştü.[168]
— David Lloyd George

Birleşik Krallık'taki koalisyon hükûmetinde, Liberaller, 133 milletvekili, Muhafazakarlar ise 383 milletvekiline sahipti. Muhafazakarlar, 14 Aralık 1918'deki seçimlerden sonra, koalisyonda mutlak çoğunlukta olmalarına rağmen, I. Dünya Savaşı'nın muzaffer Başbakanı olduğu için Liberal partiye bağlı olan Lloyd George'un Başbakan olarak devam etmesinde bir sakınca görmemişlerdi. Fakat muhafazakar partinin muhalefetine rağmen, Lloyd George'un Yunan yanlısı politikası, İngilizleri, neredeyse hiçbir müttefikinin onu desteklemeye istekli olmadığı bir savaşa sürüklemişti. Buna ilâve olarak Çanak Krizi'ni sert şekilde ele alması ise tam bir facia idi. Büyük savaşın muzaffer Başbakanının karizması kısa sürede ortadan kayboldu. Tüm bu gelişmelerden ve Türkiye üzerindeki yanlış politikalarından sonra Ekim 1922'de Andrew Bonar Law ile Lord Curzon'un başını çektiği Muhafazakar partinin çekilmesiyle koalisyon hükûmeti düştü. Muhafazakar parti lideri Bonar Law yeni Başbakan oldu, Curzon ise Dışişleri Bakanı olarak devam etti. Türk düşmanı Lloyd George'un düşmesi ve geleneksel Türk yanlısı muhafazakarların doğrudan iktidara gelişiyle, yapılacak barış antlaşmasının önündeki tüm engeller ortadan kalkmıştı. Bu doğrultuda Lord Curzon, Fransa Başbakanı Raymond Poincaré ile anlaşarak 28 Ekim 1922'de Ankara'yı Lozan Konferansı'na davet etti. Bu sefer Curzon, konunun ayrıntılarını tamamen kendi tarzında çözmekte özgürdü.[169][170]

Bununla birlikte, İzmir'in Kurtuluşu ile Lozan Antlaşması'na giden süreçte Birleşik Krallık, Başbakan Lloyd George'un isteğiyle içinde 2 uçak gemisinin de bulunduğu donanmayı[171] İstanbul'a göndermiştir. Aynı süreçte ABD de 13 yeni savaş gemisini[172] Türkiye sularına göndermiştir. Ayrıca, Amiral Bristol komutasındaki USS Scorpion gemisinin istihbarat görevi de yapmak suretiyle 1908-1923 arası sürekli olarak İstanbul'da bulunduğu bilinmektedir.[173]

İlk görüşmeler[değiştir

97. YILINDA “LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI”



Dr. Cengiz TATAR
E. Kurmay Albay

                                     “TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCU BELGESİ, SENEDİ VE TAPUSU”
                                                             97. YILINDA “LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI”
 
24 Temmuz 1923, Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zafer sonrası Türkiye tarihinde büyük önem taşıyan 21 Kasım 1922’de başlayan ve aralıklar ile 8 ay süren, İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan “Lozan Barış Antlaşması”nın 97.Yıldönümü kutlu olsun. “Lozan Barış Antlaşması”, her türlü kapitülasyona son vererek “tam bağımsız” Türkiye Cumhuriyeti’nin ve “Türk Ulus Devleti"nin temeli, kurucu belgesi ve tapusudur. Sadece 4 yıllık Kurtuluş Savaşı’nın değil, 1911-1922 arasındaki 10 yıllık savaş zinciri (Trablugarp, Balkan, I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı) 9 Eylül 1922’de, İzmir’in kurtuluşu ile Yunan işgal kuvvetleri Anadolu topraklarından temizlenmiş, barış sürecinin başlangıç tarihi ve savaşı bitiren bir diplomatik bir zafer olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, Lozan’ı; “Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş siyasi bir zafer eseridir” sözleri ile önemin belirtmiştir. Lozan Barış Antlaşması; Türkiye’nin yanı sıra İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Belçika, Portekiz, Romanya ve Yugoslavya delegeleri katılmıştır. ABD gözlemci,  SSCB boğazlar sorununun, Bulgaristan ise Ege Denizi kıyısındaki topraklarla ilgili sorunların görüşüleceği oturumlarda yer almış ve Leman gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace’ta, 24 Temmuz 1923’te imzalanmıştır. Bu antlaşma; batı karşısındaki Türk geri çekilişini Edirne önlerinde durduran, emperyalizmin bölünmüş, parçalanmış Türkiye hayalini bitiren, milletlerarası bağımsızlık belgesini eline aldığı, Misak-ı Milli sınırları içinde “Bağımsız” ve “Egemen” bir devlet olarak, tüm dünya devletleri tarafından resmen tanınmasını, önce Avrupa’dan sonra Balkanlar’dan atılan Türklerin, Trakya’ya ve Anadolu’ya tutunmasını sağlayan, I.Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan ve 97 yıldır hala geçerli olan dünyadaki tek antlaşmadır. Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin ilk somut uygulamasıdır.

Osmanlı Devleti, 1920’de Sevr Antlaşması’na boyun eğmiş, ancak öngördüğü düzen Kurtuluş Savaşı’yla altüst olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hükümeti’nin Yunan kuvvetlerine karşı elde ettiği zaferin akabinde 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalanması ile Anadolu’da güçlü bir Türk Devletinin doğmasının yolu açılmıştır. Bu değişen koşullar karşısında Sevr’in tarafı olan İtilaf Devletleri, 28 Ekim 1922’de TBMM Hükümeti’ni 13 Kasım’da Lozan’da toplanacak olan barış konferansına davet etmiş, aynı zamanda TBMM Hükümeti üzerinde baskı kurmak için İstanbul Hükümeti’ni de çağırmıştır. Bu duruma tepki için 1 Kasım 1922’de Saltanat kaldırılmış ve Osmanlı Devleti’ne son verilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk; “Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının kazandığı kesin zaferin doğal sonucu olmak üzere, Barış Konferansında Türkiye Devleti yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetince temsil olunur” sözü ile son noktayı koymuştur. 2 Kasım 1922’de yapılan delege seçimi ile heyete Dr. Rıza Nur ve Hasan Saka, İsmet İnönü’de heyet Başkanlığa seçilmiştir. Milli Mücadele’de savaş alanlarında önemli başarılar elde eden, Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda büyük diplomasi başarı gösteren İsmet İnönü, görüşmeler için baş temsilci olarak görevlendirilmiş ve Dışişleri Bakanlığı’na getirilmiştir. Dışişleri Bakanları düzeyinde yapılan toplantıya Türkiye’yi temsil edecek tek güç TBMM hükümeti olmuştur.  

31 Ekim 1922’de görüşmelere katılacak heyete, TBMM Hükûmeti 14 maddelik bir talimat vermiş ve heyet tamamen bu talimatlara uygun hareket etmiştir. Misak-ı Milli’yi gerçekleştirmeyi, Türkiye’de bir Ermeni devletinin kurulmasını engellemeyi, kapitülasyonları kaldırmayı, Türkiye ile Yunanistan (Batı Trakya, Ege adaları, nüfus değişimi, savaş tazminatı) ve Türkiye ile Avrupa devletleri arasındaki sorunları (ekonomik, siyasal, hukuksal) çözmeyi amaçlamıştır. Ermeni yurdunun ve kapitülasyonların kabul edilmesi asla taviz verilmeyecek konu olarak dikte edilmiştir. İsmet İnönü başkanlığında oluşan kurul, Lozan Konferansı için 4 Kasım’da hareket etmiş ve 12 Kasım’da Lozan’a varmıştır. 12 Kasım’da İsmet İnönü, verdiği nota da; “Konferansın açılma tarihi 13 Kasım olarak kesin biçimde kararlaştırıldığından, Lozan’a gelen Türk Delegeler Kurulunun birlikte kararlaştırılmış olan tarihte müzakerelere girişmeye hazır olduğunu bildirmekle onur kazanırım. Barışın geciktirilmesi Türk milleti için büyüklüğü takdir edilemeyecek fedakârlıkları ve zahmetleri uzatacak ve bertaraf edilmesi yalnız bizim iyi niyetimize bağlı olmayan beklenmedik sonuçlar doğuracak bir mahiyette olduğunu belirtmekle birlikte sizlerde takdir edecektir. Bu bakımdan dünya barışının yararı namına konferansın çabuk toplanması için beslediğim en hararetli dileklerimi bildirir ve saygılarımın güvencesini sunarım.” 13 Kasım’da, İsmet İnönü Le Matin ve La Tribune de Geneve gazetesine verdiği demeçte; “Bütün bir milleti ve bütün bir orduyu belirsiz bir mütareke halinde tutmak kolay değildir. Karşınızda bir koloni değil, hür bir millet vardır, tabi değil eşittir. Türkiye içtenlikle barış aramak için Lozan’a geldi. Eğer barış uzaklaşırsa, eğer yeniden savaş olursa, herkes için, ama özellikle Avrupa için büyük bir ıstırap olur”. Yine, İstanbul’a gelmeden önce Sapanca’da gazetecilere; “Bizim barış şartlarımız dünyaca bilinmektedir. Bizim uğrunda yıllardan beri her türlü fedakârlığa katlandığımız gayelerimiz çok mütevazı ve çok haklıdır. Bu gayeler iki kelime içindedir. “Misak-ı Milli”. Türk Milleti’nin amacını ve hedefini belirtmiştir.
Lozan Barış Konferansı açılış toplantısı, 20 Kasım 1922’de Lozan-Monthbenon gazinosunda saat 15.30’da yapılmıştır. İsmet İnönü, Türkiye’ye salonda Bulgaristan, Romanya ve Sırbistan arasında yer ayrılmasına itiraz etmiş, böylece Türk delegeleri, İngiliz, Fransız, İtalyan delegeleriyle aynı masada oturmuştur. İnönü, İsviçre Cumhurbaşkanın dışında herhangi bir delege konuşma yaparsa kendisinde mutlaka konuşma yapacağını bildirmiş, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un konuşması üzerine, ikinci konuşmayı kendisi yapmıştır. Konuşmasında; Türkiye’nin çektiği ıstırapları ve uğradığı haksızlıkları, Anadolu’ya saldırıları, memleketteki büyük tahribatı, ıstırapları belirterek; “Hala bu dakikada bile bir milyondan ziyade masum Türkün, Küçükasya ovalarında ve yaylalarında evsiz, ekmeksiz ve serseri gibi dolaştıkları hatırlatmak isterim. Türk ulusu, insan gücünü aşan bu fedakârlıklara katlanmakla, uygar insanlık içinde, köklü bir yaşama gücüne sahip olanlara özgü olan varlık ve bağımsızlık haklarıyla, barış, huzur ve çalışkanlık unsuru olarak, büyük bir yer kazanmıştır. TBMM’nin kesin amacı, bu yeri korumak ve güçlendirmektir” sözleri anlatmıştır. “Misak-ı Milli ile yetiniyoruz, ne fazla, ne eksik” başka bir amacımızın olmadığını ve bütün medeni milletler gibi özgürlük ve bağımsızlık içinde yaşamak isteğini, Milli Mücadele’yi eşitlik, adil bir barış mücadelesi olduğunu belirtmiş, Misak-ı Milli ve tam bağımsızlık vurgusu yapmıştır. İtilaf Devletleri ile yeni Türkiye’nin eşit olduğunu ve aynı şartlarda barış görüşmelerine katıldığını, hiçbir şart altında üstünlük kabullenmeyeceğini ısrarla belirtmiştir. Lord Curzon’un toplantıda, İnönü’ye söylediği tarihi konuşmaya; “Aylardır müzakere ediyoruz. Arzu ettiklerimizden hiçbirini alamıyoruz. Vermiyorsunuz. Anlayış göstermiyorsunuz. Memnun değiliz sizden. Ama ne reddederseniz cebimize atıyoruz. Cebimize saklıyoruz. Memleketiniz haraptır. Yarın gelecekseniz, bunları tamir etmek için, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz. O zaman, bu cebime koyduklarımdan her birini, birer birer çıkarıp size vereceğim”. İsmet İnönü; “Çok emekle bu neticeye varmışızdır. Şartlarımız, milletimize göre haklıdır. Bunları ne olursa olsun alacağız. Biz bunları alalım, siz şimdi verin. Sonra da gelirsek, istediğinizi yapın” cevabını vermiştir.
21 Kasım’da güç şartlar ve ağır bir hava içinde Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başlamıştır. İtilaf Devletleri; Toprak, Askerlik ve Boğazlar, Azınlıklar, Mali ve İktisadi, Hukuk Meseleleri olmak üzere 3 komisyon teşkil etmiştir. İngiltere ile Musul ve Boğazlar; Fransa ile kapitülasyonlar ve Osmanlı borçlar; İtalya ile kabotaj hakları, azınlıklar ve Patrikhane; Yunanistan ile Trakya sınır ve savaş tazminatı, Adalar en problemli ve görüşmelerin tıkandığı başlıca ana konular olmuştur. Ancak kapitülasyonların kaldırılması, İstanbul’un boşaltılması ve Musul konularında anlaşma sağlanamamıştır. Savaş tazminatı da önemli bir sorun olarak gündeme gelmiş, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere galip devletlerin Sevr Antlaşması’nın koşullarını biraz hafifleterek Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmaları nedeniyle oturumlar sert tartışmalar ile geçmiştir. Türk tarafının haklarını arama noktasındaki kararlı duruşu, İtilaf Devletleri temsilcilerinin ise görüşmeleri Sevr koşulları üzerine inşa etmeye çalışmaları ve özellikle İngiltere’nin ödün vermeyen tutumu yüzünden konferans çıkmaza girmiştir. Atatürk, 19 Ocak 1923’de İzmit’te halka ve gazetecilere yaptığı konuşmada; ”Düşmanlarımız, Sevr Antlaşması’nın muhteviyatında beliren, bizi imha etmek maksadını, başka bir kisve ile takip ediyorlar. İngilizler Boğazlarla, Fransızlar kapitülasyonlarla alakalıdır. Musul bizim için çok önemlidir. Bununla beraber Musul’u almamakla muharebeye devam mı edeceğiz, makul bir şey midir? Lozan konferansı düne bugüne ait, üç seneye, dört seneye ait hesapların halli ve neticeye bağlanmasıyla meşgul olmakta değildir. Belki üç yüz, dört yüz senelik birçok birikmiş ve yoğunlaşmış hesapların görülmesiyle meşguldür. Bu kadar derin, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların az zamanda içinden çıkmak o kadar kolay değildir” sürecin önemini anlatmıştır.
Lord Curzon, 30 Ocak 1923’de, Sevr Antlaşması’nın biraz yumuşatılmış şekli ile bir barış taslağı sunmuştur. Temel konularda tarafların taviz vermeye yanaşmaması ve özellikle Türk tarafı “Bağımsızlığa aykırı” bulduğu konularda ortak bir zeminde buluşulmaması nedeniyle konferans, 4 Şubat 1923’te dağılmıştır. Lozan Konferansının dağılması ile birlikte savaş ihtimalini gündeme getirmiştir. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusu’na savaş hazırlıklarının başlamasını emretmiş ve teyakkuza geçirmiştir. İzmir’deki düşman donanmasını çıkarmış ve kapitülasyonların kaldırmasına yanaşmayan İngiltere ve Fransa’ya ders vermek için İzmir İktisat Kongresi’ni düzenlemiştir. Sovyetler Birliği, yeniden savaş çıkarsa bu sefer, Türkiye’nin yanında savaşa gireceğini ilan etmiştir. Haim Naum Efendi öncülüğündeki azınlık temsilcileri de Türkiye’yi destekleyerek arabulucu olmuştur. İtilaf Devletleri, yeni bir savaşı ve kendi kamuoyunun tepkisini göze alamamış, barış görüşmelerini tekrar başlatmak için Türkiye’yi Lozan’a davet etmiştir.   


23 Nisan 1923’te müzakereler yeniden başlamış ve 24 Temmuz’a kadar 3 ay sürmüştür. Bu süreç, Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Rauf Orbay ve Vekiller Heyeti için çok sıkıntılı geçmiştir. Özellikle Başbakan Rauf Orbay ile İsmet İnönü arasındaki çekişmeler barış görüşmelerinde önemli bir yer tutmuştur. Lozan Barış Konferansı, 17 Temmuz 1923’de akşamı bitmiştir. Ancak antlaşmasının imzalanması için hükümet tarafından çekilmesi gereken yetki telgrafı çekilmemiş, sorunun çözülmesi için İsmet İnönü, Meclis Başkanı Atatürk’e 18 Temmuz’da yazdığı telgrafta; “Konferansın sona erdiğini üç gün önce Hükümete arz etmiştim. Hiçbir cevap alamadığımızdan bir tereddüt olduğunu sanıyorum. Hükümet, kabul ettiklerimizi reddetmek istiyorsa, imza yetkisini bizden alabilirler. Hükümetten teşekkür beklemiyoruz. Yaptıklarımız millete ve tarihe emanettir”.  Atatürk, İsmet İnönü’ye 19 Temmuz 1923’de yazdığı “Hiç kimsede tereddüt yoktur. Kazandığınız başarıyı en sıcak ve içten duygularımızla tebrik etmek için Antlaşmanın usulüne göre imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz kardeşim”  telgraf ile sorunu çözmüştür. Atatürk, İsmet İnönü’ye destek vermeseydi, Lozan’a gönderilmesi, orada kalması ve barışı başarması mümkün olmayacaktır. İsmet İnönü, Lozan’da sekiz ay süren çetin, pürüzlü, tehlikeli yolun hem şerefli hem sıkıntılı mücadelesini başarıyla tamamlamıştır. Bu geçtiği yolun sıkıntılarını, 20 Temmuz 1923’de;”Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine, Her dar zamanımda, Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et. Büyük işler yapmış ve yaratmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim, pek sevgili aziz kardeşim, aziz şefim” sözleri ile anlatmıştır. Günümüzde, özellikle genç kuşaklar açısından Lozan’ın çileli, çatışmalı ve sıkıntılı olan bedeli üzerinde durulmaz, çünkü tarihe mal olan ve geride kalan bir barış antlaşmasıdır. Bu süreçte; ipler gerilmiş bazen kopacak duruma gelmiş, öyle ki İsmet İnönü nün geri çekilmesi veya görüşmeleri bırakıp dönmesi bile gündeme gelmiştir. Zor, yorucu, sert, bazen ümitsizliğe yol açan tartışma ve yoğun diplomatik çabalar sonucunda başlayan ikinci bölüm görüşmelerinde, özellikle İngiltere başta olmak üzere İtilaf Devletleri’nin daha ılımlı bir tutum sergilemesiyle pek çok konuda mutabakat sağlanmış ve görüşmeler olumlu sonuçlanmıştır. İngilizler başta olmak üzere tüm İtilaf Devletleri yeni bir “Devletin” Anadolu toprakları üzerinde kuruluşunu sağlayan siyasi antlaşmanın altına imza atmak zorunda kalmıştır. 24 Temmuz 1923’te, ülkelerin üzerinde anlaşmaya vardığı metin imzalanmıştır. Türkiye ile İtilaf Devletleri ve Yunanistan arasındaki savaş durumu sona ermiş, Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zafer belgelenmiş ve yasallaşmıştır. Bu başarı, Atatürk’e yeni bir devleti kurma saygınlık ve yetkisi vermiştir. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee; “Türk diplomasinin Lozan’daki başarısı, bir tek konu hariç, eski düşmanlarla bir barış antlaşması ile sonuçlanmıştır. Halledilemeyen tek konu Musul Meselesidir. Bu da, diğer konuları bir çıkmazda bırakmamak için daha sonraya bırakılmıştır” sözü ile anlatmıştır.  Türkiye, bir husumet dünyasına karşı tek başına mücadele etmiştir. İngiltere, Fransa ve İtalya’nın oluşturduğu “Müttefik Cephe” ve Balkan ülkelerinin oluşturduğu “Balkan Bloğu” ile “Birleşik Avrupa Cephesi” kurulmuştur. Lord Curzon, Türkiye’yi tehdit etmiş “Bu birleşmeye meydan okuyacak ve buna karşı savaşa girecek olanların kendileri için en ufak bir başarı umudu yoktur”. Türkiye, bu cepheye rağmen diplomatik zafer kazanmıştır.
Osmanlı’nın Sevr anlaşması ile kaybedilen Anadolu’yu yeniden kazandıran Lozan Barış Antlaşması, 5 bölüm ve 143 maddeden oluşmuştur. Temel hükümlerine göre, Doğu sınırı SSCB ile daha önce imzalanmış olan antlaşmadaki biçimiyle ve Güney sınırı Suriye için Fransızlarla imzalanan 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşması ile çizilen sınırlar kabul edilmiştir. Sevr’deki Anadolu’nun bölünüp parçalanmasına (Ermeni ve Kürt Devleti) izin verilmemiştir. Ermenistan Devletinin kurulması tarihe karışmış ve bugünkü sınırlar vatan sınırları olarak kalmıştır. Kürdistan konusu hiç gündeme gelmemiş ve bir daha dirilmemek üzere siyasi tarihin mezarlığına gömülmüştür. Türkiye’nin sınırları (Musul ve Hatay hariç) çizilmiştir. Anadolu’da yabancı nüfuz bölgeleri ve fiilen parçalanışı ortadan kalkışmıştır. Irak Sınırı, Musul üzerinde antlaşma sağlanamadığı için İngiltere ve Türkiye Hükûmeti kendi aralarında görüşüp anlaşması benimsenmiş, 5 Haziran 1926’da iki ülke arasında yapılan yeni bir antlaşmayla çözülmüştür. Türkiye-İran Sınırı, 17 Mayıs 1639’da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması’na göre belirlenmiştir. Türk-Yunan Sınırı, 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’nda belirlenen şekliyle kabul edilmiştir. Meriç Nehri’nin batısındaki Karaağaç istasyonu ve Bosnaköy, Yunanistan’ın Batı Anadolu’da yaptığı tahribata karşılık savaş tazminatı olarak Türkiye’ye verilmiştir. Anadolu, Yunanlılardan tamamıyla kurtarılmıştır. İtilaf Devletleri, I.Dünya Savaşı nedeniyle istedikleri tazminatlarından vazgeçmiştir.
Ege Denizi’ndeki İmroz Adası (Gökçeada) ile Bozcaada özerk bir yönetime tabi tutulmak şartıyla Türkiye’ye verilmiştir. Gökçeada, Bozcaada, Tavşan adaları ile Anadolu’ya 3 milden az uzaklıktaki adaların ve adacıkların hepsi alınmıştır. Ayrıca Yunanistan’a bırakılan adalarda hiçbir deniz üssü ve istihkâm kurulmaması sağlanmıştır. Ege Adaları İtalya’ya kalmış, Türk sınırına yakın adaları silahsızlandırması kararlaştırılmıştır. Sevr Antlaşması ile On iki Ada İtalya’ya ve diğer adalar Yunanistan’a bırakılmıştır. Bilahare, On iki Ada ve Rodos 1945’de müttefiklerin eline geçmiş ve Nisan 1947’de resmen Yunanistan’a teslim edilmiştir. Boğazlar; görüşmeler boyunca üzerinde en çok tartışılan konu olmuştur. Geçici bir çözüm getirilmiş, barış zamanında İstanbul ve Çanakkale boğazlarından askeri olmayan gemi ve uçaklar için geçiş serbestliği tanınmış ve askeri gemilere kısıtlama getirilmiştir. Savaş durumunda ise Türkiye savaşta taraf olup olmamasına göre davranacak olup, Boğazların iki yakasının askersizleştirilmesi ve geçişi sağlamak amacıyla başkanı Türk olan uluslararası bir kurul oluşturulmuştur. Bu düzenlemelerin Milletler Cemiyeti’nin güvencesi altında sürdürülmesine karar verilmiştir. Bu hüküm, 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye lehine değiştirilmiştir. Kapitülasyonlarla yabancılara verilen Türk denizlerinde yük ve yolcu taşıma hakkı Türklere bırakılmış, ancak tam olarak uygulamaya konulması, 1 Temmuz 1926’de çıkarılan “Kabotaj Kanunu” ile gerçekleştirilmiştir. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında atılan bu adımla denizciliğimizin gelişmesi hız kazanmış, Türk Milletinin denizlere olan ilgisi ve sahip çıkma duygusu güçlenmiştir. 27 Ocak 1937’da Milletler Cemiyeti Hatay’ın bağımsızlığını kabul etmiş, 2 Eylül 1938’de bağımsız Hatay Cumhuriyeti kurulmuş ve 29 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararı almıştır. 
Osmanlı’nın borçları; Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletlerarasında gelirleri oranında paylaştırılmış ve “Düyunu Umumiye” etkisiz kalmıştır. Türkiye’nin kendi payına düşen bölümün taksitlendirme ile Fransız frangı olarak ödenmesine karar verilmiştir. Türk hükümetinin ısrarla üzerinde durduğu konulardan biri olan yüzyıllardır Osmanlı Devletini iliklerinde kadar sömüren kapitülasyonlar tümüyle kaldırılmıştır. Gümrük tarifeleri yeniden düzenlenmiş ve gümrük bağımsızlığı gerçekleştirilmiştir. Batı’nın “Müslüman” azınlık dayatması ve 10 Ocak 1923 prensip karar ile azınlıkları koruyacak bir kurum isteği reddedilmiştir. Azınlıklar, Müslüman olmayanlar olarak belirlenmiş, tüm azınlıklar Türk uyruklu kabul edilmiş ve hiçbir şekilde ayrıcalık tanınmayacağı belirtilmiştir. Yunanistan-Batı Trakya’daki Türklerle, İstanbul’daki Rumlar dışında Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumların mübadele edilmeleri kararlaştırılmıştır. Dünya Ortodokslarının dini lideri durumundaki Patrikhane’nin siyasi ve idari yetkilerinden arındırılarak İstanbul’da kalmasına izin verilmiştir. Antlaşmanın 40.Maddesinde; “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de uygulamada, öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma konularında eşit hakka sahip olacaklardır.” Yabancı okullar; eğitimlerine Türk okullarına uygulanan kanun ve yönetmeliklere tabi olmaları sağlanmış ve ayrıcalıklarına son verilmiştir. Lozan Barış Konferansı süresince Başbakan Rauf Orbay ile Heyet Başkanı ve Dışişleri Bakanı İsmet İnönü sıkıntılar yaşamıştır. 25 Temmuz saat 10.30’da barışın imzalanma haberini Başbakan Rauf Orbay, Atatürk’e vermek için Çankaya’ya gelmiş; “Başta siz olmak üzere bu mesut günün muvaffakıyetini, Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşalara borçluyuz. Bu, sizin eserinizdir. Ben sizin aranızda bir arkadaşınız olarak çalışmakta bahtiyarım. Sizlerin çok samimi surette bir araya gelerek, vatanın kurtuluşu için feragat ve fedakarlılıkla çalışmaya başladığınız Amasya’dan beri içimden daima ellerinizi öpmek arzusu gelmiştir. Fakat bunu açığa vuramamıştım. Şimdi bu duygularımı, ellerinizi öpmek suretiyle açıklayacağım” sözü ile başarının mimarlarını belirtmiştir. Ancak rahatsızlığını, yorgunluğunu ve İzmir’de annesini görmek isteğini bildirerek istifa etmiş ve Atatürk’ten izin isteyerek veda etmiştir. Lozan’dan dönen Heyeti karşılayıp onları başarılarından dolayı kutlamak istemeyen Başbakan Rauf Orbay, yurda dönmeden 4 Ağustos’ta Ankara’dan ayrılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, 25 Temmuz 1923’te Heyet Başkanı ve Dışişleri Bakanı İsmet İnönü’ye; “Millet ve Hükümetin Zatı Devletlerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla tamamladınız. Memlekete bir dizi yararlı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın barış ve istiklale kavuştuğu bu günde, parlak hizmetiniz dolasıyla Zatı Devletinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Bey’leri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegasyon üyelerini teşekkürle tebrik ederim” sözü ile başarılarını kutlamıştır. Atatürk, Nutuk’ta Rauf Orbay ile yaşananları; “Ben, İsmet Paşa ile karşı karşıya gelemem. Onun karşılanmasında bulunamam. Müsaade ederseniz, o geldiğinde burada bulunmamak için seçim bölgemde dolaşmak üzere Sivas’a doğru seyahate çıkayım. Rauf Beye, bu hareket tarzına bir sebep olmadığını, burada bulunmak, İsmet Paşa’yı bir hükümet reisine yakışır surette kabul etmek, vazifesini iyi ifa ettiği için onu şifahen de takdir ve tebrik etmek muvafık olacağını söyledim. Fakat “Kendime hâkim değilim, yapamayacağım”. Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Sevr gibi bir esaret antlaşması yırtılıp atılmış, ancak İsmet İnönü’yü karşılamak istememesi ruh haliyle kıskançlık göstermiş ve barışın ilk gününden yolları ayrılmıştır. Milli Mücadele’de yol ve fikir arkadaşları olan öncüler arasında ayrılmaların ilk kopuntusu başlamıştır. Atatürk, üstün liderlik önderliği göstererek bu koşullar altında krizi ustaca yönetmiş ve büyümeye meyilli bir ateşi büyümeden söndürmeyi başarmıştır.
İsmet İnönü, 23 Ağustos 1923’te TBMM’de yaptığı konuşmada; “Elinizdeki belgeler bir siyasi mücadele döneminin sonucudur. Lozan konferansı milletimizin Avrupa ortasına davet olunduğu bir imtihandır. Türkiye, Lozan’da bugün dünyayı yöneten heyetlerin yetişmiş ve çalışmış temsilcileriyle karşılaşmaya geldi. Gerek savaş mücadelesi esnasında ve gerek barış müzakereleri esnasında kaderin sevkiyle ağır sorumluluklar altında ağır kararlar vermek durumunda bulundum. Kuvvet kaynağım bilhassa Büyük Millet Meclisi Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Fevkalade karışık, dolaşık, bulutlarla kaplı bir muhit içerisinde yol gösterecek bir isabetli görüş lazımdır. Bu isabetli görüşü gerek savaş hayatında ve gerek barış hayatında bize gösteren Mustafa Kemal Paşa olmuştur” sözü ile bu süreçteki duygularını paylaşmıştır.
TBMM, 23 Ağustos 1923’te Lozan Barış Antlaşması onaylamıştır. Milli Mücadele’nin savaş devri kapanmış, ülkenin geleceğinin kuruluş ve inşası için devrimler devri başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda önemli bir adım olan bu antlaşma, aynı zamanda I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren antlaşmalar içinde tek onurlu belgedir. Lozan Barış Antlaşmasını; Yunanistan 25 Ağustos 1923’te, İtalya 12 Mart 1924’te, Portekiz 28 Mayıs 1926’da ve Japonya 15 Mayıs 1924’te imzalanmıştır. ABD, gözlemci olarak katıldığı için imzalamamıştır. İngiltere 24 Nisan 1924’de ve Fransa 27 Ağustos 1924’te onaylamıştır. Lozan Barış Antlaşması’nı tüm tarafların onayladıklarına dair belgeler resmi olarak Fransa Dışişleri Arşivine Paris’e iletildikten sonra 6 Ağustos 1924’de yürürlüğe girmiştir. İngiltere, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin fazla uzun ömürlü olmayacağı ve kısa sürede yıkılacağı düşüncesi ile onayı geciktirmiştir. Uzun savaş yıllarının ardından Türkiye’nin varlığını tüm dünyaya kabul ettiği Lozan Antlaşması ülkede tam bir bayram havası yaratmıştır. “Misak-ı Milli” sınırlarının bölünmez bir bütün olduğunu tüm dünyaya kabul ettirmiş, nüfus mübadelesi ve hukuk birliği ile bağımsız “Türk Ulus Devleti” kurulmuştur. Türkiye, Lozan’da kapitülasyon hukukunu, azınlık hukukunu, dinsel hukuku, yani çok hukukluluğu reddedip eşitlik temelli çağdaş, laik hukuku kabul ederek hukuk birliğini sağlamıştır. 
Lozan Barış Antlaşması’nın başlı başına önemli bir siyasi zafer olduğunu ve önemini anlamak için bir devletin tümüyle ortadan kaldırıldığı ve Türklerin, Avrupa’dan sürüldüğü bir antlaşma olan “Sevr Antlaşması” arasındaki farkı ölçmek yeterli olur. Osmanlı devleti yakın tarihin, en dertli ve en haysiyet kırıcı konulardan biri olan “Duyunu Umumiye-Osmanlı Borçları” davası, şimdiki nesiller için bilinmeyen bir konudur. Sarayın ve devletin hazine açıklarını kapatmak için başvurulan devlet borçları, Tanzimat ve Meşrutiyet Türkiye’sinin sömürgeleştirilmesinin en önemli unsurlardan biri devlet olmuştur. Osmanlı Devletini “Hasta Adam” olarak kabul etmişler, mirasını taksim etmişler, her devlet hissesini defterlerine kaydetmişlerdir. Ölecek, ölmezse öldürelim diyerek  “Sevr Antlaşması” ile öldürme belgesini hazırlamışlardır. Lozan Barış Antlaşması; Türk milletinin mevcudiyetinde yeni ve çok önemli bir devre açan, bütün islam dünyası için bir zafer ve kurtuluş başlangıcı olan, dünyanın devirlerini ikiye bölerek tarihin önemli bir dönüm noktasını teşkil eden bir belgedir. I. Dünya Savaşı’na son veren antlaşmalar içinde, günümüzde yürürlükte olan tek antlaşma olup, I ve II. Dünya sonrası çizilen sınırlar arasında geçerli olan sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırlarıdır. Kurtuluş Savaşı yapılmayıp zafer ile sonuçlanmasaydı, Lozan Barış Antlaşması gerçekleşmeyecek ve Cumhuriyet kurulmayacak ve Mustafa Kemal Atatürk olmayacaktı. Türkiye, Sevr Antlaşması ile kendisine biçilen utanç verici giysinin içinde yok olacaktı. Bu gün ülkemizde, gazete köşelerinde, meydanlarda, konferanslarda; saltanatı, halifeliği ve şeriat devletini övenler, ikinci Cumhuriyeti ve ümmetçiliği savunanlar, Atatürk’ü yok etmeye çalışanlar kendilerini Anadolu’nun suskun, bitkin bir köşesinde bulacaklar, onursuzluğun gölgesi altında yaşıyor ya da yaşadığını sanıyor, ya da çoktan yok olup gitmiş olacaklardı. Lozan Barış Antlaşması ve sonrasını bir bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bugün devletin temel idare kurallarına öncülük ve rehberlik etmektedir. Diğer ülkelerin hayatında bir savaştan sonra yapılan siyasi bir antlaşmanın 97 yıl sonra kendi değerini koruyan bir belge olarak kalması milletler tarihinde nadir örneklerden bir tanesini oluşturmaktadır. Bu gerçeği gelecek nesillerin hiçbir şekilde gözden uzak tutmaması gereken bir olgudur.
Lozan Barış Antlaşması, askeri zaferler gibi milletimizin hakkı ve kendi kabiliyetinin mahsulü olan bir kazançtır. Türk siyasi tarihinde başlı başına bir yer tutan milli bir eserdir. Yeni bir Türk Devleti’nin kurulmasında temel unsur olan bir siyasi belge olarak tam anlamıyla medeni ve bağımsız bir devletin haklarına sahip olmuştur. Lozan Barış Antlaşması,  tarih sahnesine tam hür, içte ve dışta tam bağımsız, egemen, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti niteliklerine sahip çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devletini yaratmıştır. Mustafa Kemal Atatürk; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtan bir hal alır” Tarih geçmiş değildir. Tarihi, yanımızda taşırız. Kendi tarihimiz böyle değilmiş gibi davranırsak, suçluluk yaşarız. Lozan Barış Antlaşması esasları ve ilkeleri, imzalanmasından 97 yıl sonra da hala canlılığını yaşamaktadır ve gelecekte de yaşatılacaktır. Yaşatmazsak suçlu bizleriz.

KAYNAKÇA:
ATATÜRK, Mustafa Kemal, NUTUK, Türk Tarihi Kurumları, Ankara, 1989.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, C-II, 1919-1922, Remzi Kitapevi, 1987, İstanbul.
MEYDAN, Sinan, ATATÜRK Etkisi, İnkılap Yayınevi, İstanbul, 2019.
MÜTERCİMLER, Erol, Fikrimiz Rehberi, Alfa Yayınları, 2008.
ÖZDEMİR, Hikmet, Savaşta ve Barışta Kemal ATATÜRK, Doğan Egmont Yayıncılık, 2019.
ŞİMŞİR, Bilal, Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, Ankara, Eylül 2014.
 

 
Tez NoİndirmeTez KünyeDurumu285854
Lozan Konferansı'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne yansımaları / Reflections of lausanne conference for turkish grand national assembly
Yazar:MEHMET ŞAH ÖZCAN
Danışman: YRD. DOÇ. DR. MESUT ERŞAN
Yer Bilgisi: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Tarih Bölümü / Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Ana Bilim Dalı / Tarih Eğitimi Bilim Dalı
Konu:Tarih = History
Dizin:Lozan Antlaşması = Lausanne Treaty ; Lozan Konferansı = Lausanne Conference ; Milli Mücadele = National Struggle ; Milli Mücadele Dönemi = National Struggle Period ; Misak-ı Milli = National Pact ; TBMM = Turkish Grand National Assembly Onaylandı
Yüksek Lisans
Türkçe
2011
194 s. Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla neticelendiren yeni Türkiye Devleti, nihai barışa ulaşmak ve müstakil bir devlet olarak varlığını tüm dünyaya tasdik ettirmek amacıyla Lozan Konferansı'na iştirak etmiştir.20 Kasım 1923 tarihinde başlayıp, tarafların zihniyet farkından kaynaklanan uyuşmazlıklar sebebiyle, 4 Şubat 1923 tarihinde kesintiye uğrayan Konferans, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açık ve gizli oturumlarında düzenli olarak ele alınmıştır.Bu oturumlarda genel olarak, Türk davasının ne pahasına olursa olsun kazanılacağı vurgulanmış; Müttefik zihniyetine duyulan kin ve nefret dile getirilmiştir. Konferans çözümsüzlük içine girdikçe, muhalif mebuslar Hükümet'i ve Lozan Heyeti'ni yoğun şekilde eleştirmişlerdir.Barış kararırın mevcut olan Meclis'ten çıkmayacağının anlaşılması üzerine; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin feshedilmesine ve yeni bir meclis oluşturmak için seçimlere gidilmesine karar verilmiştir.Kesinti süresi boyunca taraf devletler, Konferans'ın yeniden toplanabilmesi maksadıyla girişimlerde bulunmuşlardır. Bu çabaların sonucunda Lozan Konferansı, 23 Nisan 1923 tarihinde yeniden faaliyete geçmiştir.Meclis feshedilerek muhalif baskısının bertaraf edilmesi, Türk Heyeti'ne ve Türk Hükümeti'ne, yeni dönem müzakerelerinde daha rahat hareket etme imkânını vermiştir.Çetin müzakerelerin geçtiği ve Hükümet ile Türk Delegasyonu'nun arasındaki görüş ayrılıklarının daha da belirginleştiği bu dönem sonunda, 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Barış Anlaşması imzalanmıştır.23 Ağustos 1923 tarihinde İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi. tarafından onaylanan bu anlaşma neticesinde; Türk Milli Mücadelesi son bulmuş, Misakı Milli hedefleri büyük oranda elde edilmiş ve bağımsız Türkiye Devleti, dünya devletleri arasında hak ettiği yeri almıştır. New Turkish Government which ended the Turkish War of Independence participated in Lausanne Conference in order to reach final peace and have the entire world approve its presence as an Independent government.Turkish Grand National Assembly discussed Conference which started on November 20, 1923 and ended on February 4, 1923 due to the disagreements arising from mentality difference among the parties in open and secret sessions regularly.Generally, it was emphasized that Turkish case would be won at all costs; and grudge and hatred felt against the ally mentality were put into words in these sessions. When any solution was reached in Conference, opposing representatives criticized Government and Committee of Conference intensively.As it was understood that peace decision wasn?t issued in current Assembly, it was decided to terminate Turkish Grand National Assembly and call an election to constitute a new assembly.During the interrupted period, Contracting States attempted to re-group the Conference. As a result of these efforts, Lausanne Conference was put into force on April 23, 1923.At the end of the term in which warm debates was experienced and difference of opinion between Government and Turkish Delegation became evident, Treaty of Lausannewas signed on July 24, 1923.As a result of this treaty approved by second Turkish Grand National Assembly on August 23, 1923; Turkish National Struggle ended, targets of National Pact were reached at a great rate and independent Turkish Government took the place it deserved among the world states.

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.