Ahteri sözlüğü

Ahteri Sözlüğü

ahteri sözlüğü

AHTERI SÖZLÜĞÜ

Productos Recomendados

2000 plazahotel transylvania 3 full izle türkçe Sanan ahteri merkitykset, ratkaisut ja synonyymit 25 kpl Www Facebook. Com. 21523, 7hgdylvl ropddq vhehel elolqphhq ndolwvdo elu f fholn wlslglu ygh qrupdo e no wh roxs nro yh edfdnodu dqrupdo ghuhfhgh nlvd yh edv qrupdoghq e nw u Arapça-Türkçe terimler sözlüğü by: Buğdaycı, Cuma Published: 2015 Arapça Türkçe resimli sözlük Published: 2016 El Mucemül vasit Published: 1996 hemoroid ameliyatı sonrası dikiş açılması 8K Likes, 80 Comments. TikTok video from Seren Ersin sersn: Vucudumuzu tanıyalım Bebek sözlüğü 2. Bölüm ️ foryoupage foryou fyp keşfet voorjou fürdich. Reviewing Ahterȋ in accordance with his Works about Tafseer and Quranic Exegesis Meta Trader Ekspert Advisor, metatrader indikatör, metatrader forex, Forex Sözlüğü forex-nedir-sozluk Inversión en bonos extranjeros Japón de septiembre 13 mejora en 921. 6B Skyrim Terimler Sözlüğü; Ana Sayfa; Türkçe Yamalarımız. Metro Last Light Redux Epic Games Türkçe Yama. Mafia II Definitive Edition Türkçe Yama v1 0. Dead Secret 100 Türkçe Yama. Thea: The Awakening Resmi Türkçe Yama. Emily is Away Türkçe Yama. Sniper Ghost Warrior Contracts Türkçe Yama v1 0. Mar 18, 2022 flypgs. Com disko topu fiyat Ahteri: aluksen perä: ahteri: aluksen takaosa: ahteri: aluksessa: ahteri: alusta: ahteri: ihmisellä: ahteri: istuinpaikka: ahteri: laivalla: ahteri: laivan perä: ahteri: laivassa: merzifon fabrika is ilanlari Download Citation On May 6, 2020, Halil Ahmet KIRKKILIÇ published AHTERÎ-Yİ KEBİRDE TIBBİ İSİMLER Find, read and cite all the research you need on ResearchGate Forvo: Dünyanın en büyük telaffuz sözlüğü, artık çevirilerle birlikte karşınızda. Dünyadaki tüm dillerdeki tüm kelimeler, ana dillerinde telaffuz edilmiş halde Ahterî-i Kebîr, Derleme Sözlüğü, söz varlığı, anlam, ağız özellikleri. Abstract Ahterî-i Kebîr was accommodated by Muslihiddin Mustafa Ahterî Efendi in 1545 in Kütahya. It is a brief bilangual dictionary from Arabic to Turkish. It carries the authors pseudonym. It About Press Copyright Contact us Creators Advertise Developers Terms Privacy Policy Safety How YouTube works Test new features NFL Sunday Ticket Press Copyright. Ahterînin mezarı Kütahya Germiyan Sokakta bulunmaktadır. Yazarın, Kütahya ve Afyon yöresi ağız özelliklerini taşıyan Ahterî-i Kebîr adlı Arapça-Türkçe sözlüğü, Türkoloji May 31, 2020 In this conversation. Verified account Protected Tweets ; Suggested users Jan 31, 2016 Bakî Divanı Sözlüğü Addeddate 2016-01-31 04: 58: 43 Identifier BakiDivannSozlugu Identifier-ark ark: 13960t6g19z18f Ocr ABBYY FineReader 11. 0 Ppi 300 Scanner Internet Archive HTML5 Uploader 1 6. 3. Plus-circle Add Review Comment. Reviews There are no reviews yet. Be the first one to write a review. May 1, 2019 Dini Terimler Sözlüğü. Topics Lugat, Sözlük, İlim Collection opensource Language Turkish. İslam Dinini anlaşılmasında lazım olan bir sözlüktür. Her ilmin bir literatürü vardır. Addeddate 2019-05-01 14: 02: 12 Identifier DiniTerimlerSzl Identifier-ark ark: 13960t1wf1g919 Ocr Moved Permanently. The document has moved here. Jan 3, 2021 Save Save Ahmet Cevizci Felsefe Sözlüğü. Pdf For Later. 85 85 found this document useful, Mark this document as useful. 15 15 found this document not ormanya hobbit evleri nerede Arapçadan Türkçeye muhtasar iki dilli bir sözlüktür. 24497 sözcük ihtiva eder. Türk dili araştırmalarında kaynak sözlükler arasında yer alır. Türkiye Türkçesi Ağızları Home DergiPark.

  

LEICA & GEOSYSTEMS

  

Ahteri Lügati

Ahteri Lügati, Lügat-i Ahteri veya Ahteri-i Kebir, Arapça-Türkçe lügat. Müellifi, Ahterî mahlaslı lügat âlimi Muslihiddin Mustafa bin Şemseddin Karahisârî' dir. Ahteri, 1496 yılında Afyonkarahisar' da doğmuştur, basılan tek eseri lügatidir. Bin sayfadan fazla olan ve kırk bin kelimeyi içine alan Ahterî lügati, Arapça–Türkçe lügatlerin en çok alâka görenlerindendir.

Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan Türk Ansiklopedisi, bu lügatten şu satırlarla söz etmektedir:

“Arapçadan Türkçeye alfabe sırasıyla, fakat maddeleri satırbaşına getirmeden yazılmış ve ilk defa bu şekilde 1826'da İstanbul'da basılmıştır. Ondan sonra birçok defa Türkiye'de yeniden yayınlandığı gibi, Mısır'da, Kırım'da ve Hindistan’da da basılmıştır. 1894'teki İstanbul basımında, maddeler başa getirilmiştir. Bu hâliyle, kelime köklerinin son ve ilk harflerine göre sıralanmış olan Firûzâbâdî'nin Kâmus'undan daha kolay kullanılmakta ise de, zenginlik ve doğruluk bakımından Ahmed Âsım Efendi'nin Kâmus Tercümesi ile kıyaslanamaz. Fakat, Arapçaya yeni başlayanlar, Ahterî lugatini [yukarıda zikrettiğimiz] bu kolaylığından dolayı, Cevherî'ye ve Kâmus'a tercih ederler.”

[1]

İran'da yer alan Maraşi Necefi Kütüphanesi' nde 1 adet el yazması nüshası bulunmaktadır ve bu nüshası, her biri 21 satırdan oluşan, (21x15.5) (16x10.5) cm ebadında 338 adet yapraktan ibarettir.[2]

Kaynakça[değiştir kaynağı değiştir]

Tez NoİndirmeTez KünyeDurumu336057
Ahterî-i Kebîr ve sözlükbilim açısından değeri / Ahterî-i Kebîr and its value in terms of lexicography
Yazar:MUSTAFA KARTAL
Danışman: PROF. DR. SONER GÜNDÜZÖZ
Yer Bilgisi: Ondokuz Mayıs Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı
Konu:Dilbilim = Linguistics
Dizin:Ahteri-i Kebir = Ahteri-i Kebir ; Arapça = Arabic ; Muslihuddin Mustafa Karahisari = Muslihuddin Mustafa Karahisari ; Sözlük = Dictionary ; Sözlükbilim = Lexicology ; Türkçe = Turkish Onaylandı
Yüksek Lisans
Türkçe
2013
114 s. Ahterî-i Kebîr ve Sözlükbilim Açısından Değeri isimli çalışmamız giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın giriş bölümünde sözlük ve sözlükbilim kavramları, sözlük türleri, sözlüklerin yazılış sebepleri ve sözlük hazırlanırken uyulması gereken ilkeler açıklanmıştır. Çalışma konumuzun Arapça-Türkçe bir sözlük olması nedeniyle Araplarda sözlükçülük tarihi ve sözlükçülük ekolleri hakkında kısa bilgiler verilmiştir.Birinci bölümde Ahterî-i Kebîr?in yazarının hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilmiş, ardından çalışma konumuz olan eser, genel özellikleriyle tanıtılarak önemi hakkında bilgi verilmiştir.Çalışmamızın omurgasını oluşturan ikinci bölümde Ahterî-i Kebîr'in, yöntem ve planı, şekil yapısı ve semantik yapısı sözlükbilimin verileri ışığında değerlendirilmiş, müellifin kelimeleri açıklarken kullandığı örnek cümleler, eş ve zıt anlamlı kelimeler, atasözleri ve deyimler tahlil edilmiştir. Madde başı kelimelerin kökenine dair verilen bilgiler incelenmiş, sözlükte madde başı olarak ele alınan bitki ve hayvan adları, özel isimler ve bilimsel terimler tahlil edilmiş, son olarak eserin kusurları hakkında tespitler ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: Sözlük, Sözlükbilim, Sözlükçülük, Ahterî-i Kebîr, Muslihuddin Mustafa Ahterî My thesis, Ahterî-i Kebîr and its Value in Terms of Lexicography?, is consist of three sections: An introduction and two main chapters.In the introduction, I explained the concepts of dictionary and lexicography, sort of dictionaries, writing causes of dictionaries and rules that should be kept when preparing a dictionary. Because of the fact that the subject is an Arabic-Turkish dictionary, I inform briefly about history of lexicography in Arabic literature and schools of lexicography.In first chapter, I have endeavoured to inform about the life and works of the author of the Ahterî-i Kebîr. After that, I have provided information on introducing the Ahterî-i Kebîr generally and its importance. In the second chapter that forms the basis of the thesis, I assessed the method, plan, style and semantic structure of Ahterî-i Kebîr in the light of lexicography. Sample sentences, synonyms-antonyms, proverbs and idioms, which he used when he explained the words are analyzed. The information about origin of the words that take part in dictionary entry have been examined. Names of plants and animals, specific names and scientific terminology the author used as a dictionary entry have been analyzed. Finally, some determinations about Ahterî-i Kebîr?s defects have been put forward. Key words : Dictionary, Lexicography, Ahterî-i Kebîr, Muslihuddin Mustafa Ahterî

Ahteri Kimdir?

Karahisar'da (Afyonkarahisar) doğduğu için Karahisârî nisbesiyle de anılır. Babasının adı Şemseddin'dir. Hayatının muhtelif safhalarına, nerede ve hangi hocalardan öğrenim gördüğüne dair kaynaklarda bilgi yoktur. Sadece Kütahya'da müderrislik yaptığı ve orada öldüğü bilinmektedir. Arap dili ve edebiyatından başka siyer ve fıkıh alanlarında da eserleri vardır.

Pek çok kütüphanede çeşitli yazma nüshaları bulunan Ahterî, 1242 (1826) yılından beri İstanbul, Mısır, İran, Hindistan ve Kırım'da değişik boylarda, bir veya iki cilt halinde, aslında olduğu gibi maddeleri satır içinde veya satır başlarına alınarak sütunlar halinde (meselâ İstanbul 1311) birçok defa basılmıştır. İlk baskılarla yazma nüshalar, muhteva ve dil itibariyle aynı ise de daha sonraki bazı sütunlu baskılarda ekleme ve çıkarmalar yapıldığı, eserin dilini sadeleştirme yoluna gidildiği görülmektedir. Ahterî'nin, kelimeler üzerinde yapılan filolojik açıklamaların atılarak yalnız sözlük karşılıklarının verildiği Lugat-ı Ahterî-i Cedîd isimli, basıldığı yer ve yıl gösterilmeyen muhtasar bir baskısı daha bulunmaktadır ki bu çalışma aslından çok farklı hale getirilmiş olduğu için bir Ahterî Lugatı sayılamaz. Lugat-ı Ahterî-i Cedîd'in İbrahim Ulaş ve Abdülkadir Dedeoğlu tarafından hazırlanan ve kelime karşılıkları yeni harflerle verilen bir baskısı da yapılmıştır (İstanbul 1979). 2. Câmiʿu'l-mesâʾil (el-Mühimme). Bazı fıkhî meseleleri ihtiva ettiği için Ümmü'l-fetâvâ diye de tanınır. Kaynaklarda Ahterî'ye nisbet edilen Câmiʿu'l-lisân, Câmiʿu'l-mesâʾil'in yanlış okunmuş şekli olmalıdır. Eserin Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Yazma Bağışları, nr. 993, 222 varak; Kılıç Ali Paşa, nr. 339, 323 varak; Fâtih, nr. 2471, 348 varak) nüshaları vardır. 3. Târîḫ-i Aḫterî. Peygamberlerin ve bazı İslâm büyüklerinin hayatına dair olan bu eserin Süleymaniye Kütüphanesi'nde bir nüshası bulunmaktadır. 4. Şerḥ ʿale'r-Risâleti'l-Kefevî fi'l-edeb. Bu risâlenin, Süleymaniye Kütüphanesi'nde bir nüshası vardır. Ahterî'nin bunlardan başka, tarihî-edebî musâhabe tarzında kaleme aldığı Ḥâmilü'l-muḥâḍarât adlı bir eseri daha bulunmaktadır.

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

APA GÜNEŞ M (2014). MUSTAFA AHTERÎ EFENDİ VE AHTERÎ-İ KEBÎR ADLI SÖZLÜĞÜ ÜZERİNE. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 0(Kasım 2014 özel sayı), 33 - 38. Chicago GÜNEŞ Mustafa MUSTAFA AHTERÎ EFENDİ VE AHTERÎ-İ KEBÎR ADLI SÖZLÜĞÜ ÜZERİNE. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 0, no.Kasım 2014 özel sayı (2014): 33 - 38. MLA GÜNEŞ Mustafa MUSTAFA AHTERÎ EFENDİ VE AHTERÎ-İ KEBÎR ADLI SÖZLÜĞÜ ÜZERİNE. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, vol.0, no.Kasım 2014 özel sayı, 2014, ss.33 - 38. AMA GÜNEŞ M MUSTAFA AHTERÎ EFENDİ VE AHTERÎ-İ KEBÎR ADLI SÖZLÜĞÜ ÜZERİNE. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 2014; 0(Kasım 2014 özel sayı): 33 - 38. Vancouver GÜNEŞ M MUSTAFA AHTERÎ EFENDİ VE AHTERÎ-İ KEBÎR ADLI SÖZLÜĞÜ ÜZERİNE. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 2014; 0(Kasım 2014 özel sayı): 33 - 38. IEEE GÜNEŞ M "MUSTAFA AHTERÎ EFENDİ VE AHTERÎ-İ KEBÎR ADLI SÖZLÜĞÜ ÜZERİNE." Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 0, ss.33 - 38, 2014. ISNAD GÜNEŞ, Mustafa. "MUSTAFA AHTERÎ EFENDİ VE AHTERÎ-İ KEBÎR ADLI SÖZLÜĞÜ ÜZERİNE". Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Kasım 2014 özel sayı (2014), 33-38.

İlhami GÜNAY* Özet Garibü’l-Kur’ân’ın anlamını öğrenme çalışmaları, saadet asrından itibaren başlamış, Arap olmayanların Müslüman olmalarıyla bu çalışmalar zamanla çoğalmış ve çeşitlenmiştir. 16. Yüzyılda yazılan Şemseddin Karahisârî’nin Arapça Türkçe lügati de ismen değilse bile, muhteva bakımından Kur’ânî lafızların anlaşılmasına hizmet eden sözlüklerden birisi olmuştur. Sözlüğün en önemli zenginliği, eş anlamlı ve eş sesli kelimeleri anlaşılır bir üslupla bol miktarda kullanması ve yeri geldikçe lafızların manalarına ayetlerden delil getirmesidir. Ahterî; fıkıh, lügat ve tarih olmak üzere üç alandaki önemli eserlerinde de Kur’ân lafızlarını ve kavramlarını yeterince ve maharetle kullanmaktadır. Müellif, kelimâtü’l-Kur’ân açısından incelenen on bir kısa surede bulunan -anlamı herkesçe bilinen birkaç kelime hariç- bütün lafızların manalarını sözlüğünde açıklamıştır. Bu makalede, açıklamalar esnasında zikrettiği alternatif anlamlar, ayetin anlaşılmasına farklı boyutlar katacak güzellikte ve zenginlikte bulunmaktadır. Lügatte yer alan Kur’ânî lafızların karşılıklarının zenginliği, maksat bakımından aynı, ancak ifade biçimi açısından farklı cümle oluşturacak özellikte bulunduğundan, meal-tefsir yapacak çoklukta bir malzeme sağlamaktadır. Bu birikimle bir meal elde edilebilme hususunda fikir vermesini temin etmek üzere kelime karşılıkları meale dönüştürülerek ayetlerin altına konulmuştur. Lügatin on altıncı asrın bazı mahalli ifade özelliklerini taşımakla birlikte, günümüzde kullanılan ve manaları kolaylıkla anlaşılan Türkçe ifadelerle hazırlanmış olması, çağdaş Müslümanlara hitap edebilecek bir meal oluşturabilmeye uygun görünmektedir. Anahtar Kelimeler: Ahteri, Kelimat, Kur’ân, İncelenme, Sure * Yrd. Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) Abstract Learning activities of the meaning of Garibul Kuran have started since the lifetime of the Prophet Muhammad, and these activities have proliferated and diversified in time along with those non Arabs converting to Islam. Şemseddin Karahisârî´s arabic-turkish dictionary which was written in 16. century has become one of the dictionaries to serve of understanding of Qur’anic utterances in terms of content. The most important wealthy of this dictionary is to use the words of synonym and homophone abundantly in a comprehensible mode and to adduce evidence from verses in the Quran for the meaning of utterance in places. Ahterî has sufficiently and skilfully used Quran`s utterances and concepts in important works in three areas including fiqh (Islamic law), vocabulary and history. Author has explained the meaning of all utterances -excluding some words known by everyone- which are in eleven short section of the Quran which were investigated in terms of Words of Qur'an (al Kaleemat al Qur'an). The alternative meanings that he mentioned during these disclosures have beauties and richness which will add different dimensions regarding understanding of verse. The wealth of the Qur’anic utterance in the dictionary, because of it is same in terms of purpose but it has features to create different sentences in respect to explanandum, has provided an abundant material for making interpretation-tafseer. Through this experience, to provide a suggestion on getting acquire a interpretation, the contrasts of words were placed under the verses as being transformed to interpretation. In addition the dictionary has some local expression features belonging to 16. centruy, because of it had been prepared with Turkish expressions used nowadays and understood easily, it has been seemed to be appropriate to constitute a interpretation which can appeal to contemporary Muslims. Key Words: Ahteri, Words/al kaleemat, Qur’ân, Review, Verse/Surah Giriş Müslümanların ilmî ve kültürel birikimleri, fasih Arapça ile indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılmasına yönelik yapılan çalışmalarla başlamıştır. Kur’ân’ın ana dili, icazı haiz olduğu için, dil çalışmaları da bu kapsama dâhil bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm fasih Arapça konuşan halka inmesine rağmen bazı muhatapları nadiren de olsa, içerdiği bazı kelimelerin manasını Rasûlullah’a (s.a.v.) ve dile hâkim olan sahabeye sorarak öğrenmişlerdir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra sahabe, ana dilleri Arapça olmayan ve yeni kuşak Müslümanların Kur’ân’ın kelime ve manaları ile ilgili daha fazla sorusuna muhatap olmuşlardır. Onlar da bu sorulara, Rasûlullah’tan (s.a.v.) 6 İlhami GÜNAY öğrendikleriyle ve Arap şiirinden istifade ederek1 cevap vermişlerdir. Özellikle Abdullah b. Abbâs (r.a.) bu konuda öne çıkan isimlerdendir. Sahabenin ve sonrasındaki ulemanın, Kur’ân kelimelerinin manalarını şiirle delillendirme çalışmaları kelimelerin, konuşulduğu zamandan öncesinde vazedilmiş olmasına ve şairlerin, dili fasih kullanmalarına dayanmaktaydı. Arapların divanı sayılan şiirlerine bakmak, bir taraftan Kur’ânî lafızların doğru anlaşılmasına elverirken diğer yandan, İslam öncesi şifahi Arap kültürünün yazıya geçirilmesini sağlamıştır. Ana dili Arapça olmayan ve Kur’ân kültürünün oluşturduğu toplumda da yetişmeyen Müslümanların sorularına verilen bu cevaplar, zamanla tek dilli Garîbü’l-Kur’ân isimli eserlere temel teşkil etmiştir. Bu eserlerle, Kur’ân-ı Kerîm’in içerdiği kelime ve cümle yapılarının, indiği toplumda hangi manalara tekabül ettiğinin tespiti yapılmaya çalışılmıştır. Fetihler ve ticari faaliyetler vesilesiyle A’cemilerin Araplarla karışması sonucunda dilde yanlış kullanımların artması, dilcileri sözlüklerin2 ilk malzemelerini toplamaya sevk etmiştir. Konularına göre tasnif edilen bu bilgiler, hicri ikinci asrın sonlarına doğru sözlük risalelerinin ve sonrasında bütün kelimeleri içeren lügatlerin doğmasını sağlamıştır. Asr-ı saadetten itibaren Arapça ifadenin yine Arapça karşılıklarıyla açıklanmaya çalışılması, a’cemî dili3 konuşan ırkların Müslüman olmalarıyla hedef dil kullanma zaruretini doğurmuştur. Bu zarurete binaen dördüncü hicri asırdan itibaren, Arapça – Türkçe4 de dâhil olmak üzere iki dilli sözlükler telif edilmiştir. Bu alanda ve eğitim amaçlı hazırlanan sözlüklerin en önemlilerinden birisi de dokuzuncu hicri asırda yazılan Afyonkarahisarlı Muslihiddin Mustafa Şemseddin Ahterî’nin (v.968/1560) Arapça – Türkçe Ahterî-i Kebîr’idir. Ahterî-i gibi kamunun uzun süre benimsediği eserler, kültür havzasına su taşıyan kanallar gibidir. Bu 1 Soruların örnekleri, verilen cevaplar ve şiirle istişhad için bkz. Suyûtî, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, s. 239-258, 259 [v.dğr.]. 2 Sözlüğün Arapça karşılığı olan lügat kelimesi söz söylemek, boş konuşmak; kuş ötmek anlamlarındaki lağv kökünden türemiş bir isim olup toplum bireylerinin duygu ve düşüncelerini birbirine anlatmak için kullandıkları kelimelerden meydana gelen eser demektir. Bkz. Durmuş, XXXVII, 398-401. 3 Kur’ân-ı Kerîm, Arapça dışındaki yabancı dil için bu tabiri kullanmaktadır. Nahl, 16/103. 4 Bu konuda Kâşgarlı Mahmud (ö.466/1074)’un, Dîvânü Lugâti’t-Türk’ü ve Mütercim Âsım Efendi (ö. 1235/1819)’nin Kâmûs’u akla gelmektedir. 7 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) kanalların taşıdığı su oranı, ait olduğu dile ve kültüre yaptıkları katkı nispeti kadar olduğu için Ahterî’nin birçok açıdan incelenmesi gerekmektedir. Son dönemlerde satır arası Kur’ân-ı Kerîm tercüme çalışmaları, önceki yapılan çalışmaların neşri ve yenilerinin telifi veya uyarlanması şeklinde5 yoğunlaşmıştır. Bu çalışmalar, sunduğumuz bir tebliğin6 sonuç kısmında dile getirdiğimiz; Ahterî-i Kebîr lügatinin kelimâtu’l-Kur’ân açısından incelenmesini hatırlatmıştır. Bu hatırlatmaya binaen, anılan konuda yapılacak çalışmalara numune ve nüve olması umuduyla, müstakil bir çalışma yapılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Şemseddin Karahisârî’nin eserlerinin,7 Kur’ânî kavramları ihtiva etmesi bakımından hayli zengin olması, müellife ait satır arası Kur’ân-ı Kerîm tercümesi olabileceğini akla getirmektedir. Ancak onun böyle bir mealinin veya muhtasar tefsirinin bulunduğu bilinmemektedir. Bu yüzden onun lügatinde kelimelere verdiği anlamları, Kur’ânî lafızların karşılığında kullanarak satır arası meal oluşturmak mümkün görünmektedir. Bu kabil çalışmanın yapılması, sözlüğün muhtevasının onu okuyanlara hangi seviyede Kur’ânî kültür kazandırmakta olduğunu tespit etme açısından önemi haiz bulunmaktadır. Ahterî’nin hayatındayken yapmadığı böyle bir işi, mevcut bir eserine dayalı olarak yapmak, onun ilmî mirasını sahiplenmek adına takdir edilebilir. Ancak müellifin, ilmî yetkinliğine rağmen benzeri bir çalışma yapmaması, selefin kendi fikirlerini Kur’ân-ı Kerîm’e karıştırmaktan çekinerek söz söylemekten kaçınmasını8 akla getirmektedir. Bu ihtimale rağmen konunun bize bakan zor yönü ise, müellifin tasvibinden geçirmeksizin onun adına bir eserin vücuda getirilme imkânının ortaya çıkarılmasıdır. Müellifin bir eserine dayanmakla birlikte onun adına bir çalışmayı hazırlamanın zorluğu, ilmî ve vicdanî görünmektedir. Şöyle ki: Karâhisârî’nin kendisi, lügatindeki bilgileri kullanarak örneklediğimiz ayetlerin lafızlarına karşılık koysaydı, acaba hangi 5 Kur’an Sözlükleri ve Satır Arası Kur’ân-ı Kerîm Tercümeleri hk. bkz. Topaloğlu – Kaçalin, XXXVII, 403. 6 Anılan tebliğ, DPU İlahiyat Fakültesi ve TDK tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen Ahterî ve Dönemi Sempozyumunda “Ahterî’nin İlme Katkısı (Tefsir Örneği)” başlığını taşımaktadır. 7 Hayatı ve eserleri hk. bkz. Kılıç, II, 184, 185. 8 Bkz. Zerkeşî, el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’ân, s. 770 [v.dğr.]. 8 İlhami GÜNAY mana ve/veya manaları Kur’ânî lafızların altına koymayı tercih ederdi? Bu çalışmasını bir merhale daha ileriye götürerek, satır arası tercümesini ve/veya mealini yapmak durumunda kalsaydı nasıl bir usul takip ederdi? Bu fikri müşahhas bir örnek üzerinde göstermek gerekirse acaba müellif, besmelenin manasını lügatinden hareketle kurguladığımız: Esirgeyici Allah’ın adıyla cümlesi ile mi karşılardı? Yoksa mesela: Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismi ile cümlesiyle mi? Veya bir başka ifade ile mi? Bütün bu soruların cevabı meçhul kalmaya mahkûmdur; lakin lügatinin dil zenginliğinin ilim dünyasına kazandırılma zarureti de ortada durmaktadır. Çalışmanın sınırı; müellifin, Ahterî-i Kebîr’inin9 Kur’ân kelimeleri merkezinde taranmasını, kısa sûreler üzerinden örneklendirmektir. Kısa sûreler ise, Müslümanların çoğunluğunun ezbere bildiği ve günlük ibadetlerinde yaygın olarak kullandıkları Mushaf’ta son on sırada yer olan Fil – Nâs arasındaki sûrelerdir. Bu sûrelere, Kur’ân-ı Kerîm’in anahtarı mesabesinde olan ve başında yer alan Fatiha Sûresi ilave edilmiştir. Bununla aradaki boşluğu ehl-i ilmin ve irfanın doldurması temenni edilmek istenmiş ve çalışma, aşağıda zikredilen usul çerçevesinde yapılmıştır. Ahterî, Ahterî-i Kebîr isimli sözlüğünü10 fiillere yer vermeksizin sadece masdarını anlamlandırarak oluşturmuştur. Bu sebeple ayetlerde geçen fiil kalıpları, masdar manasına ve ifade tarzına uygun olarak tarafımızdan konulmuştur. Aynı uygulama, ayetlerin içerisindeki edatların, bağlaçların, işaret isimlerinin ve ism-i mevsullerin manasında da gerçekleştirilmiştir. Müellifin eş anlamlı izahlarının, ilgili kelimenin altına konulmasıyla, ayetin toplu manası yaklaşık olarak tebellür etmektedir. Bu durum, müellifin adına satır arası meal yapma imkânı vermekte olduğundan ayetin toplu manası verilmiş, eş anlamlı kelimelerin içerisinden birinci sıradaki seçilmiştir, ancak cümlenin akışına binaen ikinci ve hatta üçüncü sıradaki kelimeleri tercih etme 9 Çalışmada; […] ve paranteze alınmaksızın verilen dipnotlarda Ali Bey Matbaası hicri 1292 tarihli nüshası; (…) arasında gösterilen dipnotlarda ise Matbaa-i Âmire 1310 tarihli nüshası esas alınmıştır. 10 Ahterî, Lügatinin girişinde İsmail b. Hammad Cevherî (ö. 400/1009)’den istifade ettiğini belirtmekte, fakat onda olmayan ayet atıflarını kendisinin yaptığı akla gelmektedir. Mesela vahy Cevherî’de ayet istişhatsızdır, oysa Ahterî bu kelimenin manasını ayete dayandırmıştır. Cevherî’de irsâ kelimesi, sadece Hûd, 11/41. ayetiyle, Ahterî’de ise (A’râf, 7/178, Nâziât, 79/42) olmak üzere iki ayetle delillendirilmiştir. Bkz. Cevherî, es-Sıhâh Tâcu’l-Lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, vhy ve rsy maddeleri. 9 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) zarureti de olmuş ve bunun gerekçesi belirtilmiştir. Seçilen anlamlar, diğer karşılıkların arasında yatık hatla gösterilmiştir. Çalışmanın sınırını aşmamak için kavramların tarifi yapılmamıştır. Eserin metninde olmayan kısımlar tarafımızdan […] içerisinde gösterilmiştir. Müellifin üslubunu göstermek amacıyla Arapça kullanımın haricindeki yerlerde Türkçe tercümesi, zaruret görülen yerlerde günümüz Türkçesiyle sadeleştirerek verilmiştir. Müellif, bazı izahları Arapça yaptığı için bu açıklamaları, zorunlu olarak Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Ahterî’nin, çalışmamıza konu ettiğimiz sûrelerin kelimelerini incelemeye geçmeden önce onun sözlüğünün kelimâtu’l-Kur’ân’a uygunluğu hakkında bir ön fikre ulaşmak gerekmektedir. Bir anlamda lügavi tefsir denilebilecek bu ön inceleme, birkaç örnek üzerinden gösterildiğinde, çalışmanın gerekliliği ve imkânı hakkında bir kanaate ulaşılması mümkün olacaktır. Anılan örneklemeye Câmiü’l-Mesâil11 ve Târîhu Ahterî12 eserlerinin de dâhil edilmesinin müellifin, dini terminolojiyi ve Kur’ânî lafızları eserlerinde kullanma vukufiyetini anlamaya yardım edeceği ümit edilmektedir. a. Müellifin Eserlerinin Kur’ânî Kavramlar Yönünden İncelenmesi Mustafa Karâhisârî (v. 968/1560-61), sözlüğünde ele aldığı kelimenin imlasını yaptıktan sonra manalarını vermektedir. O, kelimelerin manasını/manalarını açıklarken, yüzlerce ayetin kelimeyle ilgili kısmına atıfta bulunmaktadır. Kelimenin manasını ayetle desteklemek istediğinde çoğunlukla ve kavluhû Teâlâ ve ve minhu kavluhû Teâlâ ibaresinden sonra ayetin lafzını vermektedir. Ahterî bazen vücûh veya nezâir olduğunu belirtmeksizin, kelimenin birkaç manasını zikretmekte ve bunlardan bir tanesiyle örtüşen manayı ayetle delillendirmektedir. Türkçe mananın doğru anlaşılmasını teyit etmek için kelimenin izahından veya ayetin lafzından sonra ey tefsir edatının ardından o anlamın Arapça’daki karşılığını vermektedir. Müellif, bazen de kelimenin birincil 11 Muslihiddin Mustafa Şemsuddin Karahisari’nin fıkha dair Câmiu’l-Mesâil-Ümmü’l-Fetâvâsının mahtût üç nüshasından (A-Fatih: 02471; B-Kılıç Ali Paşa: 00339; C-Yazma Bağışlar: 00993) Kılıç Ali Paşa nüshası daha okunaklı olduğu için tercih edilmiştir. 12 Çalışmada müellifin, muhtasar peygamberler tarihi konusundaki Târîhu Ahterî’nin Fatih: 04211-001 numarada kayıtlı el yazma nüshası esas alınacaktır. 10 İlhami GÜNAY manalarını verdikten sonra tali manaları varsa, bunu Arapların kullandığı biçimde yukâlü ifadesinden sonra vermekte ve aynı manada ayet bulunuyorsa onunla istişhad etmektedir. Bununla Kur’ân-ı Kerîm’in; Arapların gündelik hayat içerisinde kullandıkları ifadeler üzere indiğine telmihi sezilmektedir. Yukarıda anlatılan bu nazarî bilgileri berd kelimesi üzerinde örneklendirmek mümkündür: “el-berdü; bi’l-fethi, soğuk ve soğumak, yukâlü: berade’ş-Şey’ü berden ve bürûden ey: bâriden ve bir nesneyi eğelemek ve minhu: berade’l-hadide bil mibradi13 ve sövmek şetm gibi… ve soğuk su ile ğasl etmek ve sâbit olmak ve ölmek mevt gibi ve uyumak nevm gibi… ve berade fülânün ey: mâte [öldü]” ve kavluhû Teâlâ: ( ‫اَ يا ق ا ٖفي ا‬ ‫( )بار‬Nebe’, 78/24) ey: nevmen [uyku]”.14 Müellif, hüdâ kelimesinin izahında olduğu gibi bazen de bir kelimenin manalarından birçoğuna ayetle delil getirmektedir.15 Muslihiddin Karâhisârî; kelimeyi açıklama sadedinde Türkçe manasını özlü verdikten sonra, onun Araplar tarafından cümle içerisindeki kullanım biçimini kısa ve anlaşılır şekilde vermek suretiyle, okuyucuların Arapça okuma ve anlama melekelerini geliştirmektedir. Kanaatimizce lügatinin tercih edilmesindeki sâiklerden birisi de budur. Bu özelliği vizri açıklarken16 de görmek mümkündür. Ahterî, bazı açıklamalarına ayet ve hadislerden delil getirirken, hannâs,17 zikr18 ve hars19 kelimelerinde olduğu gibi ahlaki telkinlerde bulunduğu da sezilmektedir. Ahterî’nin çok fazla kullandığı diğer bir metodu da, ayetin lafzına atıfta bulunmaksızın Kur’ân-ı Kerîm’de geçen o kelimenin Mushaf’takine benzer bir lafızla manasını açıklamasıdır. Buna istihvâz kelimesi misal verilebilir. Müellif, bunun manalarını: “gâlib olmak, yukâlü: istahveze aleyhimü’ş-şeytân20 ey: ğalebe olarak belirtmekte ve bu 13 Demiri, törpü ile törpüledi manasına gelmektedir. 14 Ahterî-i Kebîr, I, 76, 77; Aynı uygulama için bkz. el-İzn: Ahterî-i Kebîr, I, 19. 15 Ahterî-i Kebîr, II, 365; geniş mana izahı ve getirdiği ayet delilleri için bkz. Kadâ: Ahterî-i Kebîr, II, 137. 16 Diğer benzer örnekler için bkz. Ahdar: Ahterî-i Kebîr, I, 221; Rayn: I, 293; Zürqâ: I, 298; Sücüv: I, 313. 17 Şol şeytandır ki beni âdemin kalbine havale olmuştur. Kaçan zikirden hali olsa vesvese eder ve eğer zikre meşgul olursa tehir eder. (Ahterî-i Kebîr, I, 231). 18 Bkz. Ahterî-i Kebîr, I, 262. 19 Bkz. Ahterî-i Kebîr, I, 182. 20 Manası: Şeytan onlara galip geldi demektir. 11 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) ‫) ستاح ا ا اع اي م لشي ا‬ kelimeyi içerisinde kullandığı anılan fiil cümlesi, aynı kalıpla ( ‫ط‬ ayetin21 bir bölümünü oluşturmaktadır. Karâhisârî, kelimenin sözlük manasını, aslını ve Arapça’da kullanılış biçimini verdikten sonra Kur’ân-ı Kerîm’de kullanıldığı manasını da zikretmektedir. Vahy22 hakkındaki verdiği bilgiler bunun güzel bir misalini teşkil etmektedir. Müellif, zaman zaman herkesçe manası bilinen burc23 ve cesed24 gibi bazı kelimelerin izahında, detay sayılabilecek bilgiler de verebilmektedir. Müellif, bazen Kur’ânî lafızların halk tarafından bilinen manasını özlü vermekle yetinmekte ve mesela huşû’u: tevazu ile kısaca açıklamaktadır.25 Bazen de, iğne, ibre manalarına gelen hıyât kelimesi gibi Kur’ân’da nadir geçen ve anlamı çoklarınca bilinmeyen kelimelerin de basit manalarıyla yetinmekte ve ayetle istişhad etmektedir.26 Müellif; sanem kelimesinde olduğu gibi yer yer Arap dilinin yapısı ve Arapçalaşmış kelimenin menşei hakkında özel bilgiler de vermektedir.27 Karahisârî, ayetlerle örneklendirdiğinden çok daha fazla Kur’ânî kavramı, ayetle delil getirmeksizin açıklamaktadır. Müellif, Makt kelimesinde28 olduğu gibi bu kabil kelimelerin anlamı üzerinden cahiliye âdetleri hakkında bilgiler de vermek suretiyle ayetin manasının daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. Ahterî, bazı yerlerde kelimeyi sarf yönüyle ele alarak onun veznini, manasını, kök aslını, geçirdiği değişikliği/kalb ve değişiklikten sonra kazandığı yeni manasını ve kısaca cümlede kullanılış şeklini açıklamaktadır.29 Müellif, kelimelerin açıklamasında, akılda kalmayı kolaylaştıran zıt manalarını da sıklıkla kullanmaktadır.30 21 Mücâdele, 58/19; Ahterî-i Kebîr, I, 27. 22 Ahterî-i Kebîr, II, 336. 23 Ahterî-i Kebîr, I, 76. 24 Ahterî-i Kebîr, I, 160. 25 Ahterî-i Kebîr, I, 218. 26 Ahterî-i Kebîr, I, 235. 27 Ahterî-i Kebîr, I, 380. 28 Ahterî-i Kebîr, II, 265. 29 Bu konuda tûbâ kelimesi güzel bir örnektir. Ahterî-i Kebîr, II, 15. 30 Mesela Abde: Kul ki, hürün zıddı ve hilafıdır… (Ahterî-i Kebîr, II, 26); men’e: zıddül a’tâ… tabirini kullanmaktadır.(Ahterî-i Kebîr, II, 348). 12 İlhami GÜNAY Karâhisârî; Kur’ân,31 vahiy,32 ayet,33 tefsir34 vb. Kur’ânî lafızlar hakkında verdiği kısa bilgiler ile okuyucuya şer’i ilimlerin ıstılahlarını, ayet delilli veya istişhadsız olarak kolayca kazandırmaktadır. Ahterî, konusu gereği, baştan sona adı konulmaksızın eş sesli denilen vücûh ve eş anlamlı diye tanımlanan nezâir ile doludur. Müellif bir kelimenin anlamlarını tekil ve çoğuluyla vermekle, vücûh ve nezâirin yanında sarf yönüne de açıklama getirmiş olmakta ve Kur’ân’da geçtiği yerlerde okuyucuya aşinalık kazandırmaktadır. Ahterî’nin vücûh ile ilgili açıklamalarını; halîfe,35 imam36 ve kadâ37 kelimeleri gibi birkaç örnekle göstermek mümkündür. Nezâire ise; rahmet rüzgârları manasındaki: nâşirât, mübeşşirât; ve azap rüzgârları anlamındaki: sarsar, aqîm, qâsıf ve âsıf kelimeleri örnek verilebilir.38 İlave olarak Kur’ân39 ve Furkân40 kelimeleri de nezâire misal olarak gösterilebilir. Karahisârî, eserlerinde sebeb-i nüzûle,41 neshe,42 kıraat farklarından doğan manalara43 özlü olarak yer vermektedir. Müellif, Garîbu’l-Kur’ân’ın başka dillerden Arapçaya geçerek bu dilin kalıplarıyla şekillenmiş biçimi hakkında da oldukça fazla bilgi vermektedir.44 Fıkhında namaz,45 oruç,46 nikâh,47 boşanan kadının nafaka hakkı48 31 “Kur’ân; cem’ etmek ve kıraat/okumak manasına da gelir. Okumak anlamı (‫( )انَ قرْ ٰان ْالفجْ ر‬İsrâ, 17/78) ayetinde zikredilmektedir. Kur’ân’a Kur’ân isminin verilmesi, sûreleri içinde topladığı içindir.” (Ahterî-i Kebîr, II, 122). 32 Ahterî-i Kebîr, II, 336. 33 Ahterî-i Kebîr, I, 67. 34 Ahterî-i Kebîr, II, 101. Müellifin bu konudaki izahı, usul kitaplarındaki bilgilerin çoğunu kapsamaktadır. 35 Ahterî-i Kebîr, I, 127, 128. 36 Ahterî-i Kebîr, I, 57. 37 Ahterî-i Kebîr, II, 137. 38 Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 41. 39 Ahterî-i Kebîr, II, 122. 40 Ahterî-i Kebîr, II, 99. 41 Mesela Zakkûm: Ahterî-i Kebîr, I, 300. Ayrıca namazın rükünleri hk. bkz. Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 38. 42 Neshin manası hakkında gayet açıklayıcı ve sistematik bilgi vermektedir. Bkz. Ahterî-i Kebîr, II, 303, 304; şeriatın neshi: Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 30; evli zânî ve zâniyenin recmi: Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 130. 43 Bkz. Şeğaf: Ahterî-i Kebîr, I, 352;, sırat: I, 371; vakırne: II, 352; zübür: I, 294 ve fark: II, 99. 44 Bkz. Hasab: Ahterî-i Kebîr, I, 189; misk: II, 341 ve İsrâîl: I, 31, 32. 45 Mesela temizlik/tahare bölümüne abdest ayetiyle (Mâide, 5/6) başlamaktadır (Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 6); Avret yerlerinin örtülmesini: (A’râf, 7/31.) ayetiyle (Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 30); namaza niyeti: (Beyyine, 98/5.) ayetiyle (Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 31); kıraatte eûzü okumayı: (Nahl, 16/98.) ayetiyle (Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 34); rüku’ ve secdede okunan tesbihleri: (Vâkıa, 56/74) ve (A’lâ, 87/1) ayetleriyle (Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 37, 38) birlikte zikretmektedir. Diğer konular için bkz. Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 69, 70. 46 Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 91. 47 Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 105. 13 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) bahislerini ayetlerle teyit etmektedir. Müellif, fetvalarını ayetle güçlendirmeyi vedîa,49 vekâle,50 kefâle51 akitlerini ve şâhitlik meselesini52 işlerken de sürdürmektedir. Şemseddin Karahisârî’nin peygamberlerin hayatından bahseden Tarih’i ise, tam manasıyla Kur’ân-ı Kerîm’in kıssalarına müracaat ederek telif ettiği bir eseridir. Müellif, bu eserini Kur’ân’da cinlerin yaratılışıyla başlatmakta53 ve Hz. Âdem’in yaratılış devresini ve şeytanın imtihan edilmesini meleklerle olan karşılıklı konuşmalarla ayet ayet54 işlemektedir. Müellifin, yaşadıkları tarihi sıraya göre hayatını ele aldığı az sayıdaki diğer peygamberler: İdrîs,55 Nûh,56 Hûd,57 İbrâhîm58 ve Muhammed (a.s.)’dır.59 Yukarıda sunulan bütün bu veriler göstermektedir ki Ahterî, Kur’ânî lafızlara ve onun dil yönüne vakıf bulunmakta ve lügatinin, kelimâtu’l- Kur’ân’ın bütününü karşılayacak hacimde olduğunu pratiğe çıkarmak gerekmektedir. b. Ahterî’nin Lügatinin Fâtiha ve Fîl-Nâs Sûreleri Özelinde Kelimâtu’l- Kur’ân Yönünden İncelenmesi Fatiha Sûresi ‫لر ٖحيم‬ ‫لرح ٰ ن‬ ‫ٰل‬ ‫بسم‬ 1 Rahmetten müştak bir isimdir, Rahmetten müştak bir İll Ad, esirgeyici manasına [I, 273]. isimdir, esirgeyici [kökünden]: cem’i manasına rahîm gibi. Allah Teâlâ, esmâ ve [I, 273]. ahid ve esâmî 48 Talâk, 65/6; Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 121. 49 Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 148. 50 Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 245. 51 Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 251. 52 Ahterî, Câmiu’l-Mesâil, vr. 169. 53 Cinlerin yaratılışı meyanında (Rahmân, 55/15.) ayetini sevk etmektedir. Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 1, 2. 54 Ahterî, bu konularda ana hatlarıyla şu ayetleri şahit olarak getirmektedir: Bakara, 2/30-32; Sâd, 38/73-86; İnsân, 76/1; Hicr, 15/26; İsrâ, 17/64. Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 2-9. 55 Enbiyâ, 21/35; Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 28. 56 Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 30-32, 35, 38, 39, 41. 57 Ahterî’nin bu konuda atıfta bulunduğu ayetler şunlardır: Hûd, 11/52; Ahkâf, 46/24; Kamer, 54/20. Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 35, 38, 39, 41. 58 Konuyla alakalı zikrettiği ayetler: En’âm, 6/76-78’dir. Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 42-69. 59 Ahterî, Târîhu Ahterî, vr. 69-74. 14 İlhami GÜNAY karabet [I, gelir [I, 52]. 33].60 Esirgeyici Allah’ın adıyla ‫ل اع لا ٖ ينا‬ ‫ا‬ ِٰ ‫ ال اح‬2 Mahlûkatın her birisi, cem’i, kesri Rabb: Esmaullahtan İll: Allah Övmek lam ile avâlim gelir ve esnaf-ı halka bir isimdir. Bilâ Teâlâ, ahid [I, 199]. âlemîn derler [II, 59]. izafet, gayra ıtlak ve karabet [I, olunmaz ve mâlik ve 52]. sâhib ve seyyid manasına da gelir. Kemâ yukâlü: Rabbü külli şey: mâlikuhu. Ve rabbüddâr: sahibüddâr. Ve dahî besinlemek ve tamam etmek ve ziyade eylemek ve cem’ eylemek manasına masdardır. [I, 265]. Övmek, mahlûkatın her sınıfının mâliki, ‫لر ٖحيم‬ ‫لرح ٰ ن‬ 3 Rahim/Esirgeyici Rahmân/Esirgeyici [Rahmân, Rahîm] esirgeyici, ‫ل ٖ ين‬ ‫يا‬ ‫ام لك‬ 4 Taat, âdet, tarik, alamet, Gündüz ki, tulûu Melîk, Melik, padişah, kâdir, şan, şe’n/durum/hal, ceza, şemsten gurubu şemse mutasarrıf ve sâhib mâlik… [II, mükâfat… [I, 257-58]. varınca olan zamana 275]. derler örfen, lakin şeriatte fecri sani tuluundan gurubu şemse varıncadır ve lügatte mutlakan vakit manasınadır. [II, 383]. Ceza – mükâfat gününün kâdiri/sahibi olan Allah içindir. ‫ا ي ا ناست ٖاعين‬ ‫ي ا ناع‬ 5 Avn: Yardım etmek Abd: Kul ki, hürün zıddı ve hilafıdır… ubudiyet: kulluk, aslında ve kimseye arka zillete ve huzuua derler… ibadet: taat ve kulluk etmek… âbid: olmak… [II, 67- taat ve kulluk edici… [II, 26]. 68]. [Allah’ım! Yalnız] sana taat ve kulluk eder ve yalnız bize yardım etmeni [arka olmanı] isteriz. ‫ل ستا ٖ ي ام‬ ‫لص ار ا‬ ‫ھ نا‬ 6 Doğru/luk Yol, tarik Hüdâ: Delalet ve irşat manasına müstameldir ki 60 […] ve paranteze alınmaksızın verilen dipnotlar Ahterî-i Kebîr’in 1292, (…) ise 1310 tarihli nüshasını göstermektedir. 15 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) Doğruluk [I, 29]. gibi sirat ve hilafı dalalete derler… Allah’ın kitabında hidayet zirat demek üç şekilde gelmiştir: 1. Müteaddi olarak: dahi ihdinessıratal müstekim, 2. …billam: lügattendir elhamdülillahillezi hedânâ li haza… 3. …bi ilâ: [I, 371]. vehdinâ ila sevaissırat… [II, 365]. Bize doğruluk yolunu göster [bizi doğruya irşat et]. ‫ا اَ ل ٖلينا‬ ‫اغير ل ا غ‬ ‫ان اع تا اع اي م‬ ‫ص ار ا ل ٖ ينا‬ 7 ‫اع اي م‬ Dâll: Azıcı ve azdırıcı. Hışım etmek Nüûme: yumuşaklık… Yol, tarik gibi [I, Dâlletü: behâimden evin ve kakmak En’amellahü aleyhi 371]. bilmeyip yabana gider [II, 79]. sabahahü, davar… Dalle: Helak ve en’amellahüaleyhi Dâa/kaybetti [I, 391]. minenni’meti… Zâde/ziyade; [II, 314]; İn’âm: ihsan etmek [I, 62]. Üzerlerine ziyadesiyle ihsan ettiklerinin yoluna; hışım edilenlerin/kakıştırılanların, azıcı ve azdırıcıların yoluna değil. Âmîn: Allah’ım! [Duamızı] kabul et.61 Fatiha Sûresi’nin kelimelerinin Ahterî-i Kebîr’de yer alan karşılıklarına dayalı olarak anlamı verildiğinde ortaya çıkan meal, gayet anlaşılır bir üsluptadır. Sûredeki Rahmân ve Rahîmin manaları, esirgeyici ile karşılandığı için aynen korunmuştur. Ancak müellifin bu tercihini, Türkçede yaygın kullanılan Allah esirgesin dua cümlesine dayanarak herkesin anlaması maksadıyla mı, yoksa bu iki ismin anlamını tam karşıladığı için mi yaptığı bilinememektedir. Bu yüzden Rahman ve Rahim lafızları, üçüncü ayetin mealinde tarafımızdan konulmuştur. Sûrenin dördüncü ayetinde yer alan dînin karşılıklarından son sırada yer alan ceza – mükâfatı ve mâlikin sahip, kâdir anlamları, manaya daha uygun olduğu için seçilmiştir. Beşinci ayetin mealindeki isteriz ilavesi, nesteîn kelimesindeki talep manasına binaen tarafımızdan yapılmıştır. Aynı şekilde avnin anlamlarından arka olmak, yardımdan daha geniş anlama delalet ettiği için parantez içerisinde meale alınmıştır. Altıncı ayette bulunan hidayetin birinci manası olan delaletin dalaletle karıştırıldığı ve manası bazı kimselerce bilinmediği için göstermek Türkçe karşılığı ve yanına ikinci manası olan irşat konulmuştur. Son ayetin mağdûb kelimesine ikinci karşılık olarak getirilen kakmak, Allah’ın rızasından uzaklaştırılanların, tıpkı ilahi 61 Ahterî, Âmîni: Allahümme istecib demek olur ifadesi ile anlamlandırmaktadır (Ahterî-i Kebîr, I, 57). 16 İlhami GÜNAY rahmetten kovulan şeytan62 örneğinde olduğu gibi, itilen – kakılan kişi görünümünü çağrıştırdığı için meale konulmuştur. Fil Sûresi ‫ل ٖفيل‬ ‫ب اص اح‬ ‫ا بكا‬ ‫اكيفا فا اع ال‬ ‫الام ت اار‬ 1 Zayıf kişi ve sahib: Esmaullahtan fi’l: Ra’y: Görmek, nazar dahi bir meşhur yoldaş, bir isimdir… iş, manasına. Fikre, tedbire canavarın gözcü, refik, mâlik ve sâhib, amel dahi derler… Ru’yet: adıdır ki âmme muin… (I, seyyid gibi görmek, bilmek (I, 333). tahrif edip pîl 458). manasına da (II, derler (II, 138- gelir. [I, 265]. 128). 39). Rabbinin fil yoldaşlarına nasıl iş ettiğini görmedin mi? ‫ٖفى تا ٖ يل‬ ‫اكي اھم‬ ‫الام ياج اعل‬ 2 dalle: helak… mekr etmek, mualece etmek, ca’l: 1.yaratmak… dalal/dalale: helak kusmuk, çakmağın ateşi 2.sayruret… 3.tesmiye… 4.ahz olmak gaib olmak, yol hemen yakmaması, cenk ve şuru’ etmek… (I, 204). azmak… dalle… I, etmek… (II, 221). 488. Tadlil: azdırmak, yoldan çıkarmak [II, 118] Onların mekrini/cengini helake çevirmedi mi? ‫ابا ٖبي ال‬ ‫اير‬ ‫س ال اع اي م‬ ‫اا ا‬ 3 İbbâle: Bir büyük Tayr: tâirin İrsâl: göndermek, salıverip uzatmak [I, kucak odun, huzme-i cem’idir. Tâir: 22]. kebire manasına ve bir kuşa derler… tayr: bölük cemaat, cem’i uçmak manasına ebâbîl gelir. [I, 5]. mastar…[II, 17]. Onların üzerlerine [sürüler halinde] kuşları gönderdi ‫من س ٖجيل‬ ‫بح اج ا‬ ‫تار ٖمي م‬ 4 Siccîl: cehennem oduyla pişmiş Su üstünde olan Ramy: atmak, elden ok balçıktan bir nevi taştır ki üzerinde kabarcık, taşa dahi taş vb şey atmak [I, esma-i kavim yazılmıştır… termihim derler [I, 178]. 288]. bihıcaratim…[I, 312]. Onlara atıyorlardı cehennem oduyla pişmiş balçıktan bir nevi taşı ‫ام ك‬ ‫اك اعصف‬ ‫فا اج اع ا م‬ 5 Ekl: yemek. Gök ekin, ekin yaprağı, kesbetmek, yel ca’l:1.yaratmak… 2. Ükl: şol nesne katı/sert esmek, ekini vakitsiz biçmek, kuru sayruret 3. tesmiye… ki ekl olunur ola ot ve onun pâresi/parça... keasfin mekül: 4. ahz ve şuru’ [I, 51]. danesi yenilmiş ve samanı kalmış ekin… (II, etmek… (I, 204). 53). Derken onları yenilmiş ve samanı kalmış gök ekin yaprağı gibi kılıverdi. 62 Âl-i İmrân, 3/36; Hicr, 15/34; Sâd, 38/77 [v.dğr.]. 17 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) Fîl Sûresi’nin ilk ayetindeki Rabb, Allah’ın isimlerinden birisidir açıklamasından dolayı ve yoldaş, eshâbın ilk manası olduğu için meale aynen alınmıştır. Fîl hakkındaki bir canavarın adıdır açıklaması, sözlüğün tamamında diğer hayvanlar hakkında da kullanılmakta ve bu karşılığın, müellifin çağında kullanılan bir yaygın tabir olduğunu düşündürtmektedir. Sûrenin konusu bir çeşit savaş olduğu için ikinci ayetindeki keydin mekr ve cenk manaları, tadlîlin helak manası ve ca’lin sayrûret manasına çevirmek karşılığı tercih edilmiştir. Üçüncü ayetindeki bir bölük cemaat anlamına gelen ibbîlin çoğulu olduğu için ebâbîle “peş peşe ve bölükler halinde” manasını kazandırmak için sürüler halinde anlamı verilmiştir. Sûrenin dördüncü ayetindeki siccîlin manası, olduğu gibi meale alınmıştır. Son ayetin mealindeki yenmiş gök ekin yaprağı anlamı, fille desteklendiği ve genelde gençlerin katıldığı ordunun gücünü çağrıştırması için özellikle tercih edilmiştir. Zira gök ekin; dikliği, dinçliği, sağlamlığı ve Yunus’un benzetmesiyle ömrün gençlik yıllarını temsil etmektedir. Derken ve kılıverdi ifadeleri, ca’lin sayrûret ve fe harfinin ta’kîb manası taşıdığını düşünmemize binaen getirilmiştir. Kureyş Sûresi ‫ق اريش‬ ‫يَف‬‫َٖ ا‬ 1 karş: kesbetmek, cem’ etmek. Kureyş: Deniz içinde bir büyük canavarın Üns tutmak, adıdır ki, dvş/(…) olduğu gemiyi oynatıp ğark eden, oddan/ateş gayri dostluk (I, 66). nesne ile men olunmaz, derya canavarlarına galiptir, eline gireni yer. Bu ecilden Araptan bir kabileye Kureyş diye tesmiye olundu, halkı kahhâr, galip kimseler olduğu için… (II, 152). [Servet kesbedip cem eden, sair kabilelere galip gelen] Kureyş’i dost kıldığı için, ‫ا لصيف‬ ‫لشتا ء‬ ‫حا ا‬ ‫يَف م‬‫ٖ ا‬ 2 Yaz günü ki fusul-i Kış… Göçmek irtihal gibi… ruhle: Üns tutmak, erbaadandır. Ve dahi (I, 428). yönelip gittikleri taraf, şol dostluk (I, 66). udûl etmek… (I, 479). kimseler ki onlar için irtihal İlf: me’nûs olunur, kuvvet manasına da gelir olmak [I, 53]. (I, 341). [Onların] dostlukları, kış ve yaz göçleriyle [onlara kuvvet kazandırdığı] için, ‫ٰھ ا ل ايت‬ ‫ا‬ ‫فا ياع‬ 3 ev…(I, Esmaullahtan bir Abd: Kul ki, hürün zıddı ve hilafıdır… 115). isimdir… mâlik, sâhib, Ubudiyet: kulluk, aslında zillete ve huzuua seyyid… besinleyici derler… ibadet: taat ve kulluk etmek… âbid: taat manasına da gelir. [I, ve kulluk edici… (II, 26). 265]. 18 İlhami GÜNAY Bu evin Sahibine/Mâlikine [insanların Besinleyicisine] taat ve kulluk etsinler! ‫من اخ ف‬ ‫ا ٰ ام ا م‬ ‫من ج ع‬ ‫ال ٖ ا اع ا م‬ 4 tevakkuu emn/emân: Açlık Taam: her nesne ki yenir ola, mekruh için eminlik yani dedikleri nadiren buğday murad olunur, insana arız korkusuzluk. (I, halet ki zıddı tadılan her şey su bile taamdır. olan korku… 71). şeb’dir… (I, Et’ametin nahletü. Edrake (I, 293). 215). semeruhâ… (II, 10).it’âm: taamlandırmak [I, 40]. O ki, onları açlıktan her taamla taamlandırdı, bekledikleri hoşnutsuzluklardan arız olan korkulardan emin kıldı. Kureyş Sûresi’nin ilk ayetinde, Kureyş kabilesinin diğer kabileler nezdindeki konumunu çok güzel ifade eden sözlük manası, parantez içi uzun cümleyle meale alınmıştır. İkinci ayetinde yer alan rihlenin kök manalarından birisi olan kuvvet de Kureyş’in ticaret yoluyla gücünü artırmasına atıfta bulunması açısından meale nakledilmiştir. Üçüncü ayette yer alan Rabb kelimesinin sahip ve mâlik manası, Allah’ın evi anlamını daha çok çağrıştırdığı için tercih edilmiştir. Rabbin besinleyici manası, Kureyş halkına emniyet ve güvenle birlikte gelen bol rızka ve bir sonraki sûrede miskin ve yetimleri doyurma konusunda cimrilik etmemeleri gerektiğine, zira rızkı verenin Allah olduğuna işaret etmek üzere parantez içinde verilmiştir. Son ayette yer alan havf kelimesinin sözlükte yer alan karşılığı aynen meale aktarılmıştır. Müellifin, yenilen ve tadılan her şey, su bile taamdır ifadesine dayanarak it’âma taam manasının verilmesi uygun bulunmuştur. Anlaşılmakta kısmen zorluk çıkarmasına rağmen it’âma, akla ilk gelen doyurmak manası, hem lügatte yer almadığı ve hem de açları da düşünerek sofradan doymadan kalkmayı akla getirmesi için onun, taamlandırmak manası meale alınmıştır. Ayrıca bu tercih, açların doyurulmasının bir sonraki sûrede aynı kelimeyle vurgulanması ve böylelikle onun, sûreler arasındaki münasebete daha uygun düşmesi hasebiyle yapılmıştır. Mâûn Sûresi ‫ب ل ٖ ين‬ ‫يا‬ ٖ ‫ا ا ايتا ل‬ 1 Din: taat, âdet, tarik, kizb/kezib: yalan söz Ra’y: Görmek, nazar alamet, şan, söylemek… (II, 198). manasına. Fikre, tedbire şe’n/durum/hal ceza, [Tekzîbin manasına dahi derler… Ru’yet: mükâfat… (I, 323). rastlayamadık] görmek, bilmek (I, 333). 19 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) Ceza – mükafaat gününü yalanlayanı gördün mü? ‫ليا ٖتي ام‬ ‫يا ع‬ ٖ ‫فا ٰ ل اك ل‬ 2 Yetim: Anası ve def etmek, terk etmek… atasından yalnız kalan yedüül yetim: yedfeuhu. (I, sabi… (II, 470). 307). İşte o, anası ve atasından yalnız kalan sabiyi def ve terk eder, ‫ل س ٖ ين‬ ‫اع ٰ ى ا اع‬ ‫ا اَ ياحض‬ 3 Miskin: hiç nesnesi Taam: her nesne ki yenir ola, Kandırmak tahrid ve olmayan [II, 242]. nadiren buğday murad olunur, hass/teşvik gibi… (I, 240). tadılan her şey su bile taamdır (II, 10). Ve hiç nesnesi olmayana yiyecek – içecek vermeyi teşvik etmez. ‫ص ٖ ينا‬ ‫ل ا‬ ‫فا ا يل‬ 4 salat: dua, hüdadan rahmet, salevatı Cehennemde bir derenin adıdır ki vadi-i mefruzadan birisi. (I, 471). Tasliye: namaz veyl derler. Ve dahi vaid ve tehdid kılmak, salavat getirmek ve odda ısınmak makamında kullanılır. (II, 444-45). [I,117] Cehennem deresi o namaz kılanlara ki, ‫سھ ا‬ ‫ا‬ ‫ص اَت م‬ ‫عان ا‬ ‫ال ٖ ينا ھم‬ 5 sehv: gafil salat: dua, hüdadan rahmet, salevatı oldu… (I, 424). mefruzadan birisi… (I, 471). Onlar, namazlarından gafildirler, ‫ال ٖ ينا ھم ي ار ؤ ا‬ 6 --- [namaz ve dualarını] gösteriş için yaparlar, ‫لاع ا‬ ‫ا يا اع ا‬ 7 Ma’n: az nesne şey-i kalil manasına, ve dahi âsân keniz/? nesne, men’: zıddül a’tâ… kolay, az (II, 321). (II, 348). Ve [verilmesi kolay] az nesneyi [bile] vermezler. Sûrenin ilk ayetindeki tekzîb masdarına lügatte rastlanılmadığı için, kizb sülasi masdarına ettirgenlik anlamı yüklenerek mana verilmiştir. Ru’yet köküne görmek, dîn kelimesine ise ceza – mükâfat manası tercih edilmiştir. İkinci ayette yer alan yetimin sade ve efradını câmi tarifi meale aynen alınmıştır. Yedü’u fiiline verilen def ve terk etmek manalarının her ikisi de yetimin gündelik hayatında maruz kaldığı muameleyi ifade ettiği için meale konulmuştur. Üçüncü ayette, taama yüklenen yenilir, tadılır her şey manası ve miskinin hiçbir nesnesi olmayan kişi anlamı da ayetin maksadını anlatmaya elverişliliğinden dolayı olduğu gibi alınmıştır. Lâ yehudduya ilk anlam olarak verilen kandırmak (ki müellifin döneminde aldatmak anlamında değil, ikna etmek manasında kullanıldığını tahmin etmekteyiz) anlamı, ayetin siyakına uygun düşmediği 20 İlhami GÜNAY için ikinci ve üçüncü anlam olarak verilen ve teşvik manası taşıyan hard ve hass kelimelerinin tercümesi meale alınmıştır. Ancak, kandırmanın tahmin ettiğimiz gibi ikna etmek anlamının meale alınmasının daha uygun olacağını düşünmekteyiz. Zira bu takdirde ayet, “imkân sahiplerini, miskinleri taamlandırıncaya kadar ikna etmeye çalışmaz” manası kazanmış olacaktır. Namazlarını layıkıyla kılmayanların halinden bahseden 4 – 6. ayetlerdeki veyle cehennem deresi anlamı, tehdidi daha güçlü ifade ettiği ve onu müşahhaslaştırdığı için alınmıştır. Aynı şekilde sehvin gafil manası, namaz kılmaktan gafil ve namaz kılarken gaflet üzere bulunmak manalarına şamil olduğundan beğeniyle meale nakledilmiştir. Altıncı ayetteki yürâûn fiilinin masdarına müellifin lügatinde rastlanılmamakla birlikte, Türkçede de kullanılan ve aynı kökten türetilen mürâi kelimesinden hareketle gösteriş yaparlar manası verilmiştir. Son ayetteki men’e, atânın zıddı olması hasebiyle vermemek manası tercih edilmiştir. Ma’nın, az nesne ve kolay manalarının, ayetin akışına ve cimriliğin boyutunu anlatmaya uygunluğundan dolayı, verilmesi kolay az nesneyi bile şeklinde birleştirilmesi tercihe şayan görülmüştür. Kevser Sûresi ‫ل ا ثا ار‬ ‫اعطاي ا ا‬ ‫ ن‬1 Kevser: Uçmak ırmaklarından A’tâ: Bahşiş ve ihsan… Beytülmalden asker bir ırmağın adıdır ve dahi hayrı ve Müslümanların fakirleri için verilen ve ihsanı çok olur kişi… mutlak şeydir denildi. (II, 56). kesrete dahi derler… (II, 218). Şüphesiz biz sana Kevser’i ihsan ettik, ‫ا ن احر‬ ‫ل اربكا‬ ‫فا ا‬ ‫صل‬ 2 Nahr: Boğazlamak, Esmaullahtan bir Salli/salat: dua, hüdadan namazda sağ eli sol eli isimdir… mâlik ve sâhib rahmet, salevatı mefruzadan üstüne komak, sadr ve seyyid manasına da birisi. (I, 471). manasına da gelir… (II, gelir. [I, 265]. 369). O halde Sahib’in için namaz kıl ve [kurban] boğazlayıver. ‫ھ ا َابتار‬ ‫ش ن اكا‬ ‫ا‬ 3 Ebter: betr: kesmek, kat’ gibi… ebter: Şâni: şenû’: buğz ve adavet etmek… kuyruğu kesik hayvan. (I, 88). şünûet: ırak olmak. (I, 449). Şüphesiz sana buğzedendir, o soyu kesik. 21 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) Sûrenin ilk ayetinde yer alan atıyyenin bahşiş ve ihsan manalarından ikincisinin tercih edilmesinin sebebi, bahşişin bir hizmet karşılığında gönül almak için az miktarda verilen hediyeyi çağrıştırmasıdır. Hâlbuki Kevser’in bütün cennet pınarlarının kaynağını teşkil eden köklü nehri ve çokluk, iyilik ve hayrı çok olan kişi manaları,63 ihsan manasının tercih edilmesine mesnet teşkil etmiştir. Mealde Kevserin olduğu gibi bırakılması ise, az önce işaret edilen anlamlara da delalet etmesi nedeniyledir. İkinci ayetteki Rabb kelimesinin anlamları arasındaki Sahibin meale alınma sebebi, ayetin taşıdığı mana ve maksada uygunluğundan dolayıdır. Zira ayet sonunda yer alan kurban boğazlama emrinde kurbanlık hayvan, sahibine itiraz etmeden boynunu uzatmaktadır. Kulun da tıpkı bu kurbanlık hayvan gibi sahibinin emirlerine boynunu bükmesi gerektiği, sahip kelimesi ile zihinde daha kolay canlanmaktadır. Zaten ayetin başındaki namaz kıl emrinde de şeklen boyun bükmek ve elleri bağlamak mevcuttur. Bu hal de kurbanlık hayvanın ayaklarının bağlanmasıyla mana paralelliği arz etmektedir. Boğazlayıver manasının verilmesi ise, venharın fesalli emrine atfedilmesinden dolayıdır. Zira bu fiilin başındaki fe harfi sebep manasına gelmekle,64 ilahi ikram ve ihsanlar karşısında emri alır almaz gereğinin hemen gerçekleştirilmesi ve İsrailoğulları gibi kurban kesmekte bahane üretmemek gerektiğini65 hatırlatmaktadır. Sûrenin son ayetinde bulunan şunûet masdarına verilen buğz ve düşmanlık etmek manalarından birincisi, olduğu gibi tercih edilmiştir. Bunun sebebi, buğzun içlerindeki düşmanlığı ifade etmesi ve düşmanlarının Rasûlullah’a (s.a.v.) karşı besledikleri düşmanlığın, dışarıya yansıttıklarından daha büyük olmasından66 dolayıdır. Kuyruğu kesik hayvan manasına gelen ebtere soyu kesik manasının verilmesi, ayetin siyakına uygunluğundan ve Arapların onu bu manada kullanmalarından dolayıdır. 63 Buhârî, Tevhîd, 22; Tirmizî, Sıfatu’l-Cenne, 4, 27; Dârimî, Rikâk, 111; İlgili hadislerden hareketle Kevser’in, Firdevs cennetinden doğduğuna hükmedilebilmektedir. Ayrıca bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vil-i Âyi’l- Kur’ân, thk. Abdullah et-Türkî, XXIV, 679-685. 64 Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, IX, 6193. 65 Bakara, 2/67-71. 66 Âl-i İmrân, 3/118. 22 İlhami GÜNAY Kâfirun Sûresi ‫ل ا فر ا‬ ‫يا اي ا‬ ‫قل‬ 1 Küfr: zıddı iman, cühudu nimet, setretmek, kefera nimetallah: Kavl: Söz zıddı şükr… kâfir: setredici bu manadandır ki ekinciye kâfir söylemek, derler, bezri türab ile setreylediği için. Kâfir, Allah’ın nimetini cemi ekvâl gizleyen… (II, 211). ekâvîl gelir. (II, 186). Söz söyle ki: “Ey Allah’ın nimetini gizleyen imansızlar” ‫ام تاع ا‬ ‫اَ اع‬ 2 Abd: Kul ki, hürün zıddı ve hilafıdır… ubudiyet: kulluk, ibadet: taat ve kulluk aslında zillete ve huzuua derler… ibadet: taat ve kulluk etmek… âbid: taat ve etmek… âbid: taat ve kulluk edici… (II, 26). kulluk edici… (II, 26). Sizin kulluk ettiklerinize taat ve kulluk etmem. ‫ام اع‬ ‫اع ب ا‬ ‫ ا اَ انتم‬3 …ibadet: taat ve kulluk etmek… âbid: …âbid: taat ve kulluk edici (II, taat ve kulluk edici… (II, 26). 26). Siz de benim taat ve kulluk ettiğime kulluk ve taat ediciler değilsiniz. ‫ام اع ا تم‬ ‫اع ب‬ ‫ا اَ انا‬ 4 …ibadet: taat ve kulluk etmek… âbid: taat ve kulluk …âbid: taat ve edici… (II, 26). kulluk edici (II, 26). Ben de sizin kulluk ettiklerinize taat ve kulluk edici değilim. ‫ام اع‬ ‫اع ب ا‬ ‫ا اَ انتم‬ 5 ibadet: taat ve kulluk etmek… âbid: taat ve …âbid: taat ve kulluk kulluk edici… (II, 26). edici (II, 26). Siz de benim taat ve kulluk ettiğime kulluk ve taat ediciler değilsiniz. ‫ا ل اى ٖ ين‬ ‫لا م ٖ ي م‬ 6 Din: Taat, âdet, tarik, alamet, şan, Din: Taat, âdet, tarik, alamet, şan, şe’n/durum/hal ceza, mükafaat… (I, 323). şe’n/durum/hal ceza, mükafaat… (I, 323). Sizin taat âdetiniz size, benim taat yolum banadır. Sûrede yer alan kul emrinin karşılığı olarak söz söylenin tercih edilerek günümüzde yaygın kullanılan de ki manasının ihmal edilmesi şu gerekçeye dayanmaktadır: Söz söylemek, muhatabın hizasından konuşmaya ve onunla anlaşmaya ve onu ikna etmeye daha çok işaret etmektedir. Oysa de ki ifadesinde biraz buyurganlık ve söyleyeceklerini söyle ve bırak gibi bir mana sezilmektedir. Gerçi bu ikinci mana mübelliğe tebliğ etmek düşer67 düsturunu çağrıştırmaktaysa da, ilk mana Rasûlullah’ın 67 Mâide, 5/99; Nahl, 16/35; Nûr, 24/54 [v.dğr.]. 23 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) (s.a.v.) tebliğini, kendisini helak edercesine yaptığına68 delalet etmektedir. Kâfir kelimesinin manası, olduğu gibi meale aktarılmış ve küfrün, imanın zıddı manası kâfirin manasına ilave edilerek Ey Allah’ın nimetini gizleyen imansızlar manası kurgulanmıştır. İkinci ayette, ibadetin manası, Fatiha Sûresi’nde olduğu gibi taat ve kulluk etmek olarak verilmiştir. Ancak kâfirlerin taptıklarının ibadete layık varlıklar olmadığına vurgu yapmak üzere sizin kulluk ettiklerinize manası tercih edilmiştir. Üç ve altıncı ayetlerde kâfirlerin de Rasûlullah’ın (s.a.v.) ibadet ve taat ettiği Allah’a kulluk etmeleri gerektiğine işaret etmek üzere ibadet için, onlar hakkında da ibadet ve taat ifadesinin kullanılması benimsenmiştir. Son ayette dine, kâfirlerin inanç ve kültürü, atalar kültü olarak devam ettiği69 için taat âdeti, müminler için ise sırat-ı müstekîme de işaret etmesi hasebiyle taat yolu manasının verilmesi münasip görülmüştür. Nasr Sûresi ‫ا لفاتح‬ ‫ٰل‬ ‫ناصر‬ ‫ا اج اء‬ 1 Feth: Zıddül İll: Allah Nasr: Yardım eylemek ve Cey’etü: gelmek, iğlâk, yani açmak, Teâlâ, ahid muavenet etmek, atâ, ityân, Câe yecîü, yardım, hüküm… ve karabet matar manasına da gelir… (II, mecîen: etâ…[I, (II, 109). [I, 52]. 383). 172]. Allah’ın yardım eylemesi ve açması [fethi] geldiğinde ‫اف ا ج‬ ‫ٰل‬ ‫ٖفى ٖ ين‬ ‫يا خ ا‬ ‫س‬ ‫ل ا‬ ‫ا ا ايتا‬ 2 Efvaca: fevc: Din: Taat, âdet, Duhûl: Nas: Âdem Raeyte: Görmek, bölük, yani tarik, alamet, girmek… (I, oğlanı, aslı nazar manasına. cemaati nâs şan, 302). ünâs idi. Fikre, tedbire dahi ve dahi ivmek şe’n/durum/hal (II, 377). derler… (I, 333). manasına ceza, mükâfat… masdardır… (I, 323). (II, 134). Âdem oğlanlarını Allah’ın taatine [iverek] bölük bölük giriyorlar gördüğünde, ‫تا ب‬ ‫نه اك ا‬ ‫ا ستاغفر‬ ‫ا بكا‬ ‫ب اح‬ ‫سح‬‫فا ا‬ 3 Tevvab: Kevn: İstiğfâr: ğafr: Rabb: Hamd: Sebbih: Mübalağa ile Olmak ve örtmek, setr, Esmaullahtan Övmek …Ayıplardan tevbe kabul dahi tağtıye, bir isimdir. …. [I, münezzeh edici. Tevbe: vücud istağferallahe li Mâlik, sâhib ve 199]. kılmak… (I, günahtan manasına zenbihi: seyyid 386). rücu etmek, da gelir… Talebel manasına da pişman (II, 221). mağfirate fe gelir. olmak (I, ğafera leh… Besinlemek, 68 Yûnus, 10/99; Şuarâ, 26/3. 69 Bakara, 2/170; Mâide, 5/104; A’râf, 7/28 [v.dğr.]. 24 İlhami GÜNAY 171). (II,71). tamam etmek, ziyade eylemek, cem’ eylemek... [I, 265]. Artık Mâlik’ini övgüyle ayıplardan münezzeh kıl ve O’ndan affını iste! Şüphesiz O, mübalağa ile tevbe kabul edicidir. Sûrenin ilk ayetindeki fethin, açmak ve yardım manası, yardım eylemek anlamındaki nasr ile de örtüştüğü için aynen alınmıştır. İlk ayetin mealine parantez içerisinde fethin konulması, ikinci ayette insanların zümreler halinde İslam’a girecekleri müjdesiyle açıklandığı için eklenmiştir. İkinci ayette yer alan, cins isim ve çoğul anlamı olan nâs için verilen Âdem oğlanı manası, Âdem oğlanları şeklinde düzenlenerek meale alınmıştır. Aynı ayetteki efvâcın manalarından birisi olan ve acele etmek anlamına gelen ivmek de meale eklenmiştir. Zira Allah’ın fethinin gelişi akabinde insanların, taatin bütününü ifade eden dine girişinin hızlanacağına delalet etmektedir. Üçüncü ayette Rabbin manalarından Mâlik, fethedilen arazilerin mülkünün hakiki malikinin Allah olduğuna işaret etmek üzere tercih edilmiştir. Aynı ayetin mealine konulan, O’ndan affını iste ifadesi, isteğferanın Arapça açıklamasına istinat etmektedir. Tebbet Sûresi ‫ا تاب‬ ‫ا ٖبى لا ا ب‬ ‫يا ا‬ ‫تا ت‬ 1 Tetbîb: helak etmek. Leheb: Od/ateş yâlağı lisanün Yed: Nimet, Tetbîb: (I, 117). nar manasına… ve şol toz ki minnet, kuvvet, helak göğe direk direk ola/yüksele… kudret ve el… etmek. (I, Ebu Leheb güzelliğinden dolayı nefs manasına da 117). bu lakapla künyelenmiştir... (II, gelir… (II, 471). 245). [Dumansız alev gibi parlak] Ebu Leheb’in iki nimet eli helak olsun, helak oldu da. ‫س اب‬ ‫ا ام اك ا‬ ‫ام له‬ ‫ام اغ ٰ ى اع ه‬ 2 Kesb: Rızık talep etmek, ---[mal] Ağnâ: Ğani etmek, ihtiyaçsız cem’ etmek… (II, 205). etmek. Mâ yuğni anke: lâ yenfeuke. (I, 55); ğanâ: nef’ ve kifayet… (II, 104). Ona ne malı ve ne talep [cem] ettiği rızkı fayda verdi. ‫ا ا لا ا ب‬ ‫نا‬ ‫سياص ٰ ى‬ ‫ا‬ 3 Leheb: Od/ateş yâlağı lisanün ---[ateş] Yaslâ: Pişirmek, yakmak, eti vs. pişirdim, nar manasına… ve şol toz ki salleytür racüle nâran, izâ edhaltühü... (I, 25 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) göğe direk direk ola/yüksele… 473). (II, 245). O, yakında direk gibi göğe yükselen od yalağına girecek/ pişerek yanacaktır. ‫ل احطاب‬ ‫اح لا ا‬ ‫ا م ار اته‬ 4 Hatab: Odun ve Hammal: Haml: arka yükü ve karnında İmrae: …Avret, nemime…(II,241). olan yük veled manasına… hammâl: güzel manzara mübalağatül hâmil, (I, 253). manasına da gelir (II, 281). Onun çokça odun ve nemime taşıyan endamlı avredi de [od yalağına girecek] ‫س‬ ‫من ام ا‬ ‫اح ل‬ ‫ٖفى ٖجي اھ‬ 5 Mesed: lîf, hurma lifinden olan ip ve Habl: Urgan, raşen Cîd: boyun, unuk gibi… cülûdü ibilden edilen urgan, sıkı gibi ve ahid, eman ceyd: uzun boyunlu bükülmüş ip. (II, 296). gibi… boyun olmak… (I, 217-18). damarlarına hablül verid denir. (I, 220). Boynunda hurma lifi ve deve derisinden sıkı bükümlü urgan olduğu halde. Sûrenin ilk ayetinde geçen birinci tebbet beddua manasına olduğu için70 meale bu anlam yansıtılmıştır. Yedin nimet ve el manaları korunmuş ve tamlama nimet eli şeklinde kurgulanmıştır. Lehebin dumansız ateş ve güzellik anlamları, ebî lehebe dumansız alev gibi parlak manası kazandırdığı ve Ebu Leheb’in bu künyeyle ünlendiği tarihi bilgiye71 atıfta bulunduğu için bu anlam, mealde paranteze alınarak gösterilmiştir. Müellifin, ikinci ayette geçen mâl kelimesinin çok bilinen anlamı72 sebebiyle lügatine yer vermediğini düşünmekteyiz. Mâ ağnânın üçüncü sırada naklettiği fayda vermedi manası, ayetin siyakına uygun düştüğü için tercih edilmiştir. Aynı ayetteki kesebin rızık talep etmek ve biriktirmek manaları, ayetin maksadını ifade kifayetinden dolayı73 meale aynen aksettirilmiştir. Karahisârî, sûrenin üçüncü ayetinde yer alan nâr kelimesinin anlamını muhtemelen manası açık olduğu için lügatine almamış, sadece aynı kökten türetilen 70 Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, III, 298. 71 Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân,, XXII, 547. 72 Ahterî, ona bu kalıpta yer vermemiştir. Bkz. Ahterî-i Kebîr, II, 285. İbn Manzûr, mâl kelimesini mvl kökünde incelemekte ve eşyadan sahip olduğun her şeydir manasına geldiğini belirtmektedir. İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4300. 73 Zira müşriklerin mal biriktirmeleri, Mâûn Sûresi’nin 3. ayetinde zımnen ve Fecr Sûresi’nin 17-20. ayetlerinde sarahaten eleştirilmiştir. 26 İlhami GÜNAY nuru, aydınlık ziyâ gibi… ifadelerle açıklamıştır.74 Yaslâ fiilinin pişirmek ve yakmak manalarının her ikisine de, birbirinin mütemmimi olduğuna delalet etmesi için mealde yer verilmiştir. Zâte lehebin yalaz ateş ve direk gibi yükselen toz bulutu manalarının her ikisine şamil olması için, direk gibi göğe yükselen od/ateş yalağı ifadesi75 meale yansıtılmıştır. Bu mananın tercih edilmesinin bir dayanağı da Hümeze Sûresi’nde yer alan cehennem ateşinin yatay ateş sütununa benzetilmesini76 hatırlatmasıdır. Sûrenin dördüncü ayetinde, müşriklerin hanımları için kullanılan zevce/ezvâc ifadesi yerine,77 güzel manzara manası da taşıyan imrae kelimesinin getirilmesinden hareketle Ebu Leheb’in hanımının güzelliğine78 de atıfta bulunması hasebiyle meale endamlı kelimesi ilave edilmiştir. Bu eklemenin bir sebebi de bir önceki ayette nasıl ki Ebu Leheb’in yakışıklılığı ateş babası ifadesiyle onu hakarete dönüşmüşse, burada da endamı, gerdanları değerli mücevheratla süslü kadının boynunda urganla ateşe sürüklenmesi ifade edilerek onun da hakareti beyan edilmekle79 mukabele yapılmış olmaktadır. Mealde yer alan çokça odun ve nemime taşıyan endamlı avredi ifadesi, ilgili kelimelerin sözlük anlamlarının tamamının yansıtılmasıyla elde edilmiştir. Eş/hanım manasına gelen avret, müellifin çağının ifade tarzı olduğunu yansıtmak için aynen korunmuştur. Bu usûl, son ayetin mealinin elde edilmesinde de aynen tatbik edilmiştir. İhlâs Sûresi ‫ا اح‬ ‫ھ ا ٰل‬ ‫قل‬ 1 Ehad: Bir ki mebdei adettir… nefyi âm için vaz İll: Allah Kavl: Söz söylemek, olunmuştur. Lem ye’ti minhüm ehad denilse: Teâlâ, ahid ve cemi ekvâl ekâvîl erden ve avretten ve birden ve ikiden katiyen karabet [I, gelir. (II, 186). kimse gelmedi demek olur. (I, 14). 52]. Söz söyle ki: “O Allah bir tektir”. 74 Müellif, ateş manasına gelen nâr kelimesini açıklamamıştır. İbn Manzûr da Nvr kökünden türetilen nâr hakkında anlamı bilinmektedir demekle yetinmiştir. (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VI, 4572). 75 Dumansız ateş yerine od yalağı ifadesinin tercih edilme sebeplerinden birisi de yalak kelimesinin, hayvanların yem yediği tabuta benzeyen tekneyi çağrıştırmasıdır. Bu durumda ateş teknesi dikey veya yatay yönde olabilecektir. 76 Hümeze, 104/8, 9. 77 Nitekim En’âm, 6/139. Ve Saffât, 37/22. vb. ayetlerde ezvâc kelimesi kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de imrae kelimesi ayrıca Hz. İbrahim (Hûd, 11/71; Zâriyât, 51/29), Lût as. (A’râf, 7/83; Hicr, 15/60; Ankebût, 29/32) ve Aziz’in hanımları (Yûsuf, 12/21) için de kullanılmıştır. Hz. İbrahim’in ve Aziz’in eşlerinin güzelliği bilinmektedir (Buhâri, Enbiyâ 9; Müslim, Fedâil 154); Taberî, Câmiu’l-Beyân, XVI, 19. 78 Asıl ismi el-Avrâ Ümmü Cemil idi (Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, XXII, 546). Ümmü Cemil, güzelin anası anlamıyla, onun hakiki ismi değil ve lakabı ise, güzelliğine delalet etmektedir. 79 Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb: et-Tefsîru’l-Kebîr, XXXII, 173. 27 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) ‫لص ا‬ ‫ا ٰل‬ 2 Samed: şol nesne ki onun cevfi olmaya… Seyyid, ihtiyaçları gidermesi için kendisine gidilen kişi (terc.) (I, 474) Allah, hiç boşluğu olmayan ve her ihtiyacı gidermesi için Zât’ına el açılandır. ‫ا لام ي لا‬ ‫لام يا‬ 3 Yelid: vilâd/vilâde doğurmak… (II, 441). vilâd/vilâde: doğurmak… (II, 441). [O] doğurmadı ve doğurulmadı ‫ا اح‬ ‫كف‬ ‫ا لام يا ن لاه‬ 4 Ehad: … Lem ye’ti minhüm ehad denilse: erden Küfüv: Denktaş, Kevn: Olmak, ve avretten ve birden ve ikiden katiyen kimse Fariside hemtâ vücud… gelmedi demek olur. (I, 14). derler… (II, 212). (II,221). O’nun hiçbir denktaşı olmadı. Sûrenin ilk ayetinde gelen ehad kelimesine bir tek manası, nefyi âm için vaz olunmuştur açıklamasına dayanarak verilmiştir. İkinci ayette yer alan Samed kelimesinin, birinci ve ikinci manaları, bir nesnenin ve kişinin halini beyan etmesine rağmen meale Allah’ın azametine uygun olarak konulmaya çalışılmıştır. Özellikle bir nesne ki cevfi olmaya ifadesi, Allah her türlü eksiklikten münezzehtir anlamını ifade konusunda gayet açıklayıcı bulunmuştur. Samed sözcüğünün her ihtiyacı gideren kişi manası da Allah’ın sınırsız cömertliğine ve zenginliğine ve kulların O’na muhtaç oluşuna işaret etmektedir, ayrıca bu mana, Fâtır Sûresi’nin 15. ayetinin manasına80 uygun olduğu için benimsenmiştir. Sûrenin üçüncü ayetindeki yelid fiilinin sülasi kalıbına uygun olarak manası doğurmadı, yûledin rubai ve meçhul formuna uygun olarak doğurulmadı manası tarafımızdan uyarlanmıştır. Son ayette küfüven kelimesinin karşılığı olarak müellifin çağının ifade biçiminin yansıtılması ve günümüzde de bu mananın anlaşılır olması sebebiyle denktaş anlamı mealde aynen korunmuştur. Ehad kelimesine hiçbir manasının verilmesi ise, örnek Arapça cümlenin tercümesi olarak verdiği erden ve avretten ve birden ve ikiden katiyen kimse gelmedi demek olur açıklamasına dayandırılmıştır. Felak Sûresi ‫لفا اق‬ ‫ب ار‬ ‫اع‬ ‫ قل‬1 Felak: Subh ve çukur Rabb: Esmaullahtan bir isimdir. Avz: Bir Kavl: Söz yer, halk, cehennem Bilâ izafet, gayra ıtlak olunmaz kimseye söylemek, 80 Ayetin tamamı şöyledir: “Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.” 28 İlhami GÜNAY içinde bir derenin veya ve mâlik ve sâhib ve seyyid sığınmak, cemi ekvâl, kuyunun adıdır… Kul manasına da gelir. Kemâ yukâlü: yukâlü: âze ekâvîl gelir. euzü birabbil felak ey: Rabbü külli şey: mâlikuhu. Ve bih [II, 66]. (II, 186). essubhu ve kîle: rabbüddâr: sahibüddâr. Ve dahî elhalku küllühü. felk: besinlemek ve tamam etmek ve Yarmak, şakk gibi (I, ziyade eylemek ve cem’ eylemek 132). manasına masdardır. [I, 265]. Söz söyle ki: “Subhun, her şeyin Mâlik’ine sığınırım: ‫ام اخ ا ا‬ ‫ق‬ ‫من شار‬ 2 Halk: yaratmak, dürtmek, Şerr: zıddıül hayr yani yaramazlık… (I, 433). takdir etmek… halak: eski nesne… [I, 228]. Yarattıklarının yaramazlıklarından, ‫ا ا قا اب‬ ‫اغ سق‬ ‫ا من شار‬ 3 Vekab: vakb/vükûb: Ğâsık: Karanlık gece, leylei Şerr: zıddıül hayr yani duhul etmek: muzlime… izâ ğâbeşşefak… ve yaramazlık… (I, 433). (vakbuzzalam) ve gâib min şerri ğâsikın… (II, 94). olmak: vakbuş şems (II, 436). karanlık gece duhul ettiğinde [gecenin] hayırsızlıklarından, ‫فى لع ا‬ ‫ل ف ثا‬ ‫ا من شار‬ 4 Ukd: düğüm, boğun, gazap Nefs: üfürmek, nefh gibi, Şerr: zıddıül hayr yani sakin olmak ukde: düğüm, ondan daha az ve tükürüksüz yaramazlık… (I, 433). boğun ve şol mekâna derler ince üfürme… yılanın zehrini ki kesirul eşcâr ola. Vadîa püskürtmesi, neffâsât fil manasına da gelir. Pelteklik ukad: sevâhir [II, 315]. [II, 52]. düğümlere [zehirli] nefes üfürenlerin yaramazlıklarından, ‫ا اح ا‬ ‫سا‬ ‫اح س‬ ‫ا من شار‬ 5 Bir kimsenin nimetinin --- Şerr: zıddıül hayr yani yaramazlık… (I, 433). zevalin temenni etmek… [I, 186]. Ve insanların nimetinin zevalini temenni ettiğinde hasetçinin yaramazlıklarından.” Sûrenin birinci ayetindeki felakın; sabah ve sabahın bütün varlıkların görünmesine imkân sağlamasından hareketle bütün yaratılanlar manası meale alınmış ve tamlamaya uygun olması için Rabb kelimesinin manalarından Mâlik tercih edilmiştir. İkinci ayette yer alan ve gizli faili Allah olan halakın, bütün yaratılanları kapsamasına istinaden, O’nun yarattığı varlıklar anlamında yarattıkları manası meale uygun görülmüştür. Şer kelimesinin ikinci manası olan yaramazlık, günümüzde nispeten mana kayması yaşamış olsa da çağımızın ve müellifin asrının anlaşılır ifadesi olması hasebiyle meale alınmıştır. Üçüncü ayette yer alan şer kelimesine, ifade zenginliğini 29 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) aksettirmesi maksadıyla ilk manası olan hayrın zıddı, hayırsızlık olarak tercüme edilerek meale yansıtılmıştır. Aynı ayetteki girmek anlamına gelen vakba verilen duhul manası, kısmen anlaşılma zorluğu çıkarmasına rağmen müellifin döneminde kullanılan bir kelime olduğunu bildirme gerekçesiyle mealde aynen korunmuştur. Dördüncü ayette geçen neffâsâta, tükürüksüz üfürme ve yılanın zehrini püskürtmesi manalarını içermesini sağlamak amacıyla zehirli nefes üfürenler ifadesi verilmiştir. Bu anlamı seçmenin en önemli sebebi, düğümlere üfleyen sihirbaz vb. kişilerin, yaptıkları işlemlerle insanlar arası ilişkileri zehirleyerek öldürmeye çalışmalarını hatırlatmaktır. Son ayette bulunan hâside hasetçi manası, ayetin son kelimesi olan hasedin anlamının ism-i fâil kalıbına uyarlanmasıyla verilmiştir. Müellifin hasede verdiği manası ise, anlaşılırlığından dolayı olduğu gibi meale nakledilmiştir. Nas Sûresi ‫ل س‬ ‫ب ار‬ ‫اع‬ ‫قل‬ 1 Nâs: Âdem oğlanı, Rabb: Esmaullahtan bir isimdir. Avz: Bir Kavl: Söz aslı ünâs idi. (II, Bilâ izafet, gayra ıtlak olunmaz kimseye söylemek, 377). ve mâlik ve sâhib ve seyyid sığınmak, cemi ekvâl manasına da gelir. Ve dahî yukâlü: âze ekâvîl gelir. besinlemek, tamam etmek, bih [II, 66]. (II, 186). ziyade ve cem’ eylemek manasına masdardır.[I, 265]. Söz söyle ki: “Âdem oğlanlarının Sahib’ine sığınırım, ‫ل س‬ ‫ام ك‬ 2 Nâs: Âdem Melik: Melîk, Melik, padişah, kâdir, mutasarrıf, sâhib: hüve oğlanı...(II, 377). mâlikuhu: sâhibuhü (II, 341). Âdem oğlanlarının Mutasarrıfı’na, ‫ل س‬ ‫ٰله‬ 3 Nâs: Âdem İlâh: Ulûhe, ulûhiyyet: tanrılık (I, 67). oğlanı…(II, 377). Âdem oğlanlarının [hak] Tanrı’sına ‫ل ا س‬ ‫ل اس ا س‬ ‫من شار‬ 4 Şol şeytandır ki beni Vesvâs: vesvese manasına bir isimdir, Şerr: zıddıül hayr âdemin kalbine savt-ı hafiye derler ve küpe ve boğmak ve yani yaramazlık… havale olmuştur. sair hulye asvatına vesvas derler, hafâsı (I, 433). Kaçan zikirden hali olduğu için… eydan ismüş şeytan. olsa vesvese eder ve Vesvese: gönle yaramaz endişe bırakmak eğer zikre meşgul ve dahi küpe ve boğmak/bilezik olursa tehir eder. [I, çağışdamak, âheste kelimât etmek ve savt-ı 231]. hafi, vesveser racül iza tekelleme bikelâmin hafi… (II, 426-27). 30 İlhami GÜNAY Benî âdemin kalbine havale olunan şeytanın gönle bıraktığı hafi/gizli endişelerin hayırsızlıklarından, ‫ل س‬ ‫ٖفى ص‬ ‫ال ٖ ي ا س س‬ 5 Nâs: Âdem oğlanı... Sadr: Göğüs, cemi sudûr gelir ve Tesvîs: buğdaya veya (II, 377). dahi her nesnenin evveline derler… sair taama bit düşmek [I, sadrunnehar… (I, 460). 113]. Ki o, Âdem oğlanlarının göğüslerini [bıraktığı yaramaz endişelerle] talan eder. ‫ا ل س‬ ‫منا لج‬ 6 Nâs: Âdem Cinnet: Cinn: gizlenmek ve müstetir olmak ve evvel manasına oğlanı…(II, 377). da gelir: fi cinni şebâbihi=fi evveli şebabihi. Ve dahi Cânn oğullarından bir taifedir. Beni Âdemin gözünden müstetir olduğu için onlara cinn derler. Vahidi cinnî gelir. (I, 211-12). [o şeytan gözlerden gizlenen] cinlerden ve Âdem oğlanlarındandır.” Sûrenin ilk ayetindeki Rabb kelimesinin anlamlarından Sâhibin tercih edilmesi, bir önceki avz kelimesinin sığınmak manasına dayandırılmıştır. Şöyle ki, idrak sahibi varlık olan insanların sığınma ihtiyaçlarını, bütün yücelikleri kendisinde toplayan Sahib’i ile giderebileceğini bilmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. İkinci ayette yer alan Melike mutasarrıf manasının81 verilmesi, bir önceki ayetteki Rabb kelimesine sahip manası verilmesiyle alakalı bulunmaktadır. Zira herhangi bir şeye sahip olanın, mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunması tabiidir. Üçüncü ayette geçen ve tanrı anlamına gelen ilah kelimesi anlamlandırılırken parantez içerisinde hak sözcüğü eklenmiştir. Böylece Allah’ın dışında edinilen ilahlar için de kullanılan bu kelimenin, mana karışıklığına sebep olması önlenmiştir. Dördüncü ayette yer alan vesvâs ve hannâs kelimelerine müellif tarafından konulan karşılıklar, anlaşılır özellikleri sebebiyle aynen muhafaza edilerek meale nakledilmiştir. Beşinci ayetin meali, bir önceki ayetin mealiyle ve yüvesvisünün onun manasını açıklamak üzere burada zikredilmesine dayanarak verilmiştir. Yüvesvisü kelimesinin buğdaya veya sair taama bit düşmek manasının, hakiki anlamda bitin ekini talan etmesi ve mecâzi manada bit düşmenin şüphe ve evhama düşmek manalarını akla getirmesi hasebiyle meale yansıtılmasına özen gösterilmiştir. Son ayetin mealinde yer alan şeytan, hannâs kelimesinin ve gözlerden gizlenen ifadesi cinneti kelimesinin manalarına dayalı olarak verilmiştir. 81 Bilindiği gibi mutasarrıf, tasarrufta bulunan kişi anlamına gelmektedir. 31 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) Değerlendirme Şemseddin Karahisârî’nin, Kur’ânî terminolojiyi çağının sade diliyle eserlerinde kullandığı ve lügatinde kâfi miktarda açıkladığı görülmektedir. Ahterî, lügatinde ekseriyetle Arap dilinin ifadelerini küçük kalıplar halinde, gerek ayetin birebir lafzıyla gerekse atıfta bulunmadan cümlecikler içerisinde kullanmakla, okuyucunun doğrudan ayetlerin manasını anlamasına zemin hazırlamaktadır. Açıklamalarında; eş anlamlı, eş sesli, zıt anlamlı vb. usuller kullandığı ve asıl manayı Arapça cümle içerisinde kurguladığı için zihinde kalıcı hale gelmesini sağlamaktadır. Kelimenin tali manalarına da yer vermesi, Kur’ân kelimelerine anlam zenginliği katmaktadır. Ahterî-i Kebîr’in, herkesçe bilinen nâr ve mâl gibi birkaç kelime istisna edildiğinde Kur’ân-ı Kerîm’in kelimelerinin manalarının tamamını açıkladığına hükmedilebilmektedir. Müellifin, kelimâtu’l-Kur’ân’ın anlamının tespitinde azımsanmayacak miktarda ayete atıfta bulunduğu görülmektedir. Müellifin ayetle delil getirmeksizin açıkladığı Kur’ânî lafızlar ise elbette çok daha fazladır. Kur’ân lafızlarının Türkçe karşılıklarındaki sadelik ve çeşitlilik, ana dili Türkçe olan bir okuyucuya, ayetin mana ve maksadını kavramakta oldukça kolaylık sağlamaktadır. Kur’ân kelimelerinin Ahterî-i Kebîr’de yer alan anlamları, tekrarlarıyla birlikte Kur’ân’daki yerine konulduğu takdirde muhtasar bir lügavi tefsir meydana gelebilir. Müellifin, lügatinde yer alan kelimelerinin tali manalarındaki zenginlik dikkate alınarak incelendiğinde ve Kur’ân-ı Kerîm’deki yerlerine maharetle konulduğunda muhtasar bir tefsir bile ortaya çıkarılabileceği görülecektir. Böyle bir çalışmada müellifin ifadeleri korunduğu takdirde döneminin Türkçe ağzının tespiti de sağlanmış olacaktır. Bu açıdan Ahterî sadece Kur’ân çalışmalarının değil, aynı zamanda Türk dili üzerine yapılan çalışmaların da bakir bir alanını oluşturmaktadır. 32 İlhami GÜNAY Kaynakça Cevherî, Ebû Nasr İsmâîl b. Hammad (ö. 400/1009), es-Sıhâh Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, Daru’l-İlmi lil-Melâyîn, Beyrut 1990. Durmuş, İsmail, “Sözlük”, DİA, XXXVII, 398-401. Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır (ö. 1361/1942), Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, tsz. Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd b. Abdullah ed-Deylemî el-Ferrâ, (ö. 207/822), Meâni’l-Kur’ân, Âlemu’l-Kutub, Beyrut 1403/1983. İbn Manzûr, Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mukerrem b. Ali el-Ensârî, (ö. 711/1311), Lisânu’l-Arab, thk. Abdullah Aliyyu’l-Kebîr [v.dğr.], Dâru’l-Meârif, Kâhire tsz. Karahisârî, Muslihiddin Mustafa Şemseddin, Ahterî-i Kebîr, Ali Bey Matbaası, İstanbul 1292h. ________________ , Muslihiddin Mustafa Şemseddin, Ahterî-i Kebîr, Matbaa-i Âmire, İstanbul 1310h. ________________ , Muslihiddin Mustafa Şemsuddin, Târîhu Ahterî, No: 04211-001, Fatih Ktb., İstanbul. ________________ , Muslihiddin Mustafa, Câmiu’l-Mesâil / Ummu’l-Fetâvâ, No: 00339, Kılıç Ali Paşa Ktb., İstanbul. Kılıç, Hulusi, “Ahterî”, DİA, II, 184, 185. Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtûbî, (ö. 671/1273), el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, thk. Abdulmuhsin et-Türkî, Müessesetu’r-Risâle, Dımeşk 1426/2006. Râzî, Ebû Abdullah Fahreddin Muhammed b. Ömer Fahreddin er-Râzî, (ö. 606/1209), Mefâtîhu’l-Gayb: et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1401/1981. Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî (ö. 911/1506), el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Şuayb el-Arnavut [v.dğr.], Müessesetü’r-Risâle, Dımeşk 1429/2008. 33 Ahterî-i Kebîr’in Kelimâtu’l-Kur’ân Açısından İncelenmesi (Fatiha, Fil-Nâs Sûreleri Örneği) Taberî, Ebû Cafer İbn Cerîr Muhammed b. Cerir b. Yezid et-Taberî, (ö. 310/923), Câmiu’l-Beyân an Te’vil-i Âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah et-Turkî, Merkezü’l-Buhûsi ve’d-Dirasâti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye, Kâhire 2001. Topaloğlu, Ahmet – Kaçalin, Mustafa S., “Sözlük”, DİA, XXXVII, 403. Zerkeşî, Ebû Abdullah Bedreddin Muhammed b. Bahadır b. Abdullah ez-Zerkeşî, (ö. 794/1392), el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Dâru’t- Turâs, Kâhire 1404/1984. 34

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede