Denge bazide

Denge Bazide

denge bazide

SlimCity

Title: Levulinik asidin anyon değiştirici reçineler ile sulu çözeltilerden geri kazanımıOther Titles: Recovery of levulinic acid from aqueous solutions with anion exchange resinsAuthors: Martı, Mustafa Esen
Altınsu, Yasemin CemileKeywords: Kimya Mühendisliği
Chemical Engineering
Adsorpsiyon
Adsorption
Adsorpsiyon kinetiği
Adsorption kinetic
Sorpsiyon izotermleri
Sorption isothermsIssue Date: 2020Publisher: Konya Teknik ÜniversitesiAbstract: Bu yüksek lisans tezinde levulinik asidin dört farklı ticari anyon değiştirici ile sulu çözeltilerden geri kazanımı incelenmiştir. Kinetik, termodinamik ve denge çalışmalarının yürütüldüğü tez kapsamında çeşitli değişkenlerin süreç verimine etkileri araştırılmıştır. Çalışmada Amberlite IRA-67, Lewatit MP-62 ve Lewatit MP-64 isimli ticari zayıf bazik anyon değiştirici reçineler ve Lewatit M-500 isimli ticari kuvvetli bazik anyon değiştirici test edilmiştir. Ortamın pH değeri süreç verimliğini önemli şekilde etkilemiştir. En yüksek ayırma verimi zayıf bazik anyon değiştirici reçineler ile çözeltinin doğal pH değerinde (pH=2,1) ve kuvvetli bazik anyon değiştirici reçine ile ise pH=5'te elde edilmiştir. Kinetik çalışmalar sistemin Amberlite IRA-67 ve Lewatit MP-62 ile 60 dk., Lewatit MP-64 ile 30 dk. ve Lewatit M-500 ile ise 50 dk.'da dengeye ulaştığını göstermiştir. Ayrıca kinetik verilerin görünür ikinci derece kinetik modeli izledikleri görülmüştür. Tüm reçineler için sıcaklık arttıkça adsorpsiyon yüzdesi azalmış ve ?H? ve ?G? negatif değerlere sahip olmuşlardır. Bu da sürecin bu reçineler ile kendiliğinden gerçekleştiği ve ekzotermik doğaya sahip olduğu anlamına gelmektedir. Ayırma veriminin reçine dozu ile arttığı ve levulinik asit derişimi ile birlikte azaldığı görülmüştür. En yüksek adsorpsiyon kapasitesi (438,7 mg LA/g reçine) ve ayırma verimi (%100) Lewatit MP-62 ile elde edilmiştir. Zayıf bazik anyon değiştiriciler ile elde edilen denge verilerinin Langmuir izoterm modeli ile uyum içinde olduğu gözlenmiştir. Lewatit M-500 için en yüksek R2 değerine Freundlich izoterm modeli ile ulaşılmıştır. Fakat bu reçinenin Langmuir modeli ile de kabul edilebilir bir uyum sağlayacağı tahmin edilmiştir. Bu sebeple sürecin Lewatit M-500 ile gerçekleştirildiği durum için mekanizmanın anlaşılabilmesi için daha detaylı bir izoterm analizinin yapılması tavsiye edilmiştir.
In this MS thesis, the recovery of levulinic acid from aqueous solutions by four different commercial anion exchangers was investigated. Effects of several parameters on the process efficiency were probed while kinetic, thermodynamic, and equilibrium studies were performed. The weak basic anion exchange resins, named as Amberlite IRA-67, Lewatit MP-62 and Lewatit MP-64; and a strong basic anion exchanger, named as Lewatit M-500 were tested in the study. The pH of the media significantly influenced the process efficiency. The highest separation efficiency was obtained at the natural pH of the solution (pH=2.1) with the weak basic anion exchangers and at pH=5 with the strong basic anion exchange resin. Kinetic studies showed that the system reached the equilibrium by 60 min. with Amberlite IRA-67 and Lewatit MP-62, 30 min. with Lewatit MP-64, and 50 min. with Lewatit M-500. In addition, it was observed that the kinetic data were observed to follow the pseudo second order kinetic model. For all resins, the adsorption percent decreased with the increase in temperature and the ?H? and ?G? had negative values. This means that the process was spontaneous and had an exothermic nature with these resins. Separation efficiency was seen to increase with the increase in resin dose and decrease with the levulinic acid concentration. The maximum adsorption capacity (438.7 mg LA/g resin) and separation efficiency (100%) were obtained with Lewatit MP-62. The equilibrium data obtained with the weak basic anion exchangers were observed to be in agreement with the Langmuir isotherm model. The highest R2 value was reached with the Freundlich isotherm model for Lewatit M-500. However, it was estimated that an acceptable fit could be provided with this resin and the Langmuir model. Therefore, a more detailed isotherm analysis was advised to be done performed in order to understand the mechanism of the process carried out with Lewatit M-500.URI: https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/TezGoster?key=4J_FzTwlrMCH4qBROpXPH_GfOmV535162J5kFex0h0IWqI2Ql-0yJffNC9n_KmSo
https://hdl.handle.net/20.500.13091/97Appears in Collections:Tez Koleksiyonu

Yaşamımızın her alanında denge çok önemlidir. Örneğin sadece ders çalışan bir öğrenci düşünün. Derslerde belli bir başarıya ulaşsa da, derslerini çalışmakla birlikte spor yapan ve arkadaşlarıyla sosyal ilişkiler kuran bir öğrenciye kıyasla hayattaki başarıyı daha zor yakalayacaktır. Normal arkadaşlık ilişkilerinde de dengeli bir tutum içinde olmayanlar kısa vadede yakın ilişkiler kurabilirler ama ilişkilerinde kalıcılığı sağlayamazlar.

Beslenme konusunda da temel prensip dengedir. Dengesiz beslenirseniz metabolizma aksamaya başlar çünkü metabolik fonksiyonların düzgün işleyişine devam edebilmesi için vücudunuza gereken mikro ve makro-besin ögelerini sağlamamış olursunuz.

Bazı besin ögelerinden yoksun kalan hatta elzem olan ögeleri hiç bulunmayan bir beslenme modeli kısa veya uzun vadede sağlık sorunlarını beraberinde getirecektir.

Bu yazıda sizlere besinlerin asit-baz içerikleri ve bu dengenin vücutta yarattığı önemden, özellikle de asitli besinlerin yoğun alımının sağlığımızı nasıl tehdit edebileceğinden bahsedeceğim.

Yemek yedikten sonra vücudumuzda biyokimyasal reaksiyonlar gerçekleşmeye başlar. Vücut bu şekilde metabolik faaliyetlerini sürdürür. Düzgün bir metabolizma için asit ve baz dengesinin (pH dengesi) korunması gerekir. Tükettiğimiz besinlerde asidik ya da bazik besinlerden  birinin yoğun olması bu dengenin bozulmasına neden olur. Kanın ideal pH’ı 7.35’tir. 7’nin altındaki değerler asidik üstündeki değerler ise alkali olarak tanımlanır. Kanın normalde hafif alkali olması gerekir. Mide ve bağırsaklar ise vücudumuzda daha asidikbir ortamın olduğu yerlerdir.

Peki besinler neye göre asidik ya da bazik olarak değerlendirilir?

Besinlerin içindeki mineraller onların asidik ya da alkali olmasını sağlar. İyot(I), klor(Cl),kükürt(S) ve fosfor(P) asidik etki gösterirken, magnezyum (Mg), potasyum(K), kalsiyum(Ca), sodyum (Na) ,d emir (Fe) ve manganez (Mn) alkali etkiye sahiptir. Yeşil  yapraklı sebzeler başta olmak üzere birkaç istisna dışında tüm sebzeler ve meyveler alkali besinlerdir. Protein içeren besinler, beyaz un, hazır meyve suları, kahve ve çay asitli besinlere örnek olarak verilebilir. Günlük beslenmenizde asit/baz dengesinin 30/70 oranında olması gerekir.

Bu bağlamda asidik besinler zararlıdır şeklinde algılanmamalı. Vücudumuza aldığımız asidik bazik besin ögeleri dengelenmeli. Pek çok meyve ve sebze özellikle C vitamini içerenler asidiktir ancak tahmin edilenin aksine örneğin limon (C vitamini içermesi sebebiyle askorbik asit yapısındadır) asidik tat olmasına rağmen içeriğinde bulunan potasyum ve magnezyum sayesinde vücutta alkali etki gösterir.

Sindirimle birlikte asidik ve alkali atıklar oluşur. Asidik atıklar idrar, böbrek ve terlemeyle atılır.Ancak asidik açıdan yoğun beslenme sebebiyle tüm asidik atıklar vücuttan atılamaz ve kana karışır. Kan, pH dengesini 7.35 te tutabilmek için nötürleştirilememiş bu asitleri farklı organlara ve eklemlere sevk ederek kandan uzaklaştırmaya ve pH dengesini sağlamaya çalışır.

Genelde et ve ürünlerini fazla tüketen kişilerde görülen GUT hastalığı da eklemlerde biriken ürat kristalleri sebebiyle vücudun asidik olmasına bağlı olarak gelişen bir hastalıktır. Bol su içmek de bu noktada çok önemli çünkü daha öncede belirttiğim gibi asitli atıklar böbrek ve idrar yolu ile vücuttan atılır.Akciğerler ise alkali olan oksijeni alır ve asidik olan karbondioksidi vücuttan atar.

ASİT – BAZ DENGESİ SAĞLANAMAZSA VÜCUTTA OLUŞAN SAĞLIKPROBLEMLERİ NELER?

Vücuttan uzaklaştırılmaya çalışılan bu asitlerin bir bölümü organ ve eklemlerde birikerek çeşitli sağlık sorunlarına neden olurlar.

Buradan anlaşılacağı üzere vücuttaki asit oranı arttığında hücrelerin oksijenlenmesi azaldığı için hücrede formasyonları artarak kanser oluşma riski çok daha yüksek bir düzeye gelir.

Aynı şeklide vücut asidik oldukça paratiroid hormonu yükselir ve kemiklerden kalsiyum çekilimi artar osteoporoz riski yükselir. Genel olarak toplarsak vücutta ciddi deformasyonlar ve inflamasyonlara bağlı olarak iltihaplı enfeksiyon hastalıkları, kanser,alerji, kas ve eklem hastalıkları, yüksek tansiyon ve kronik yorgunluk bunlardan sadece bazıları.

Günümüzün beslenme alışkanlıkları gittikçe asit yoğun olmaya başladı. “Kanser yüzdesinin de gittikçe artmasının sebebi bahsettiğimiz bu sebep olabilir mi ?” ; sorusu ister istemez insanın aklına geliyor. Hazır gıdalar ve fast food tüketimi artarken,vücudun alkali olmasını sağlayan sebze ve meyve tüketiminde azalış söz konusu.Su, yerini gazlı ve kafeinli içeceklere bırakmış durumda. Bir yandan da sigara,alkol ve stresin vücutta asit oluşumuna katkıda bulunduğunu düşünürsek vücudumuz pH dengesini korumakta çok zorlanıyor. Hatta sizin bu hiç mümkün değil galiba dediğinizi duyar gibiyim.

Bazı hastalıklar da vücuttaki asit-baz dengesinin bozulmasına neden olabilir. Örneğin ishal sebebiyle vücut bazik iyonları kaybeder ve bu durum asidoza neden olur. Bu yüzden ishal durumunda alkali beslenmeye daha çok dikkat etmek gereklidir.

ÖNEMLİ UYARI…

Son yıllarda popüler olmuş dukan ve atkins gibi katı protein diyetleri de ph dengesinin asidik tarafa kaymasına sebep olur. Tartışmalı olan diğer boyutlarını(karbonhidrat yoksunluğunun yola çabileceği sorunlar)  bir yana bırakarak asit bazlı bir beslenme modeli olması sebebiyle önermiyorum.

Vücudu alkali yapan besinler neler?

Tüm çiğ sebzeler, ıspanak,brokoli, kuşkonmaz, hindiba, enginar, lahana, karnıbahar ,turp, pırasa , marul ,tere, semizotu , şalgam, pancar kökü, kereviz, yeşil fasulye, taze bezelye, kabak,tatlı kabak, zeytinyağı, keten tohumu, yeşil çay, bitki çayları, hurma, havuç,karpuz ,kavun, ananas ,kivi, avakado, nar ,incir, zencefil, badem, susam, elma…

Vücudu asidik yapan besinler:

Tüm etler, deniz ürünleri,süt , peynir, tereyağı, yoğurt, yumurta , yulaf ya da mısır ekmeği, beyaz un ,beyaz şeker, sirke, ketçap mayonez, hardal soya sosu, patates cipsi, yapay tatlandırıcılar, alkol, gazlı içecekler, kahve ve siyah çay.

ÖNEMLİ BESLENME ÖNERİSİ

Sonuç olarak özellikle yoğun çalışan insanları düşünerek sürekli dışarıda beslenmek hatta eve geldiklerinde yemek yapmaya vakit bulamadıkları için sebze tüketimlerinin çok az olması sebebiyle şu önerilerde bulunmak isterim. Yoğun fast food tüketiyorsanız muhtemelen vücudunuz ciddi asidik olmuş demektir. Gece evinize gittiğinizde veya gün içerisinde iş yerinizde bitki çayları tüketmenizi, katı meyve sıkacağından sebze ve meyve suyunu sıkarak her gün bir bardak içmenizi sebze meyve ihtiyacınızı en azından bu basit yöntemle takviye etmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Çok asidik beslenenlere yılda bir kez detoks uygulamalarını da şiddetle öneririm.

Sebze meyve suyu tarifi:

1 demet semizotu, 1 elma,taze zencefil, 5-6 sap brokoli, 2 salatalık büyük hepsini katı meyve suyu sıkacağından sıkarak içebilirsiniz. Afiyet olsun…

Dyt. Ayşegül Bahar
Beslenme & Diyet Uzmanı

 

Ayşegül Bahar

ASİT-BAZ DENGESİNİN DÜZENLENMESİ NEDİR VE NİÇİN ÖNEMLİDİR?

Asit-baz dengesi, vücut sıvılarındaki hidrojen iyonu (H+) konsantrasyonun dengesi anlamına gelir. Vücut sıvılarında çok az miktarda H+ iyonu bulunmasına rağmen, konsantrasyondaki çok küçük değişiklikler bile hücrelerdeki enzimatik reaksiyonları ve fizyolojik olayları etkileyerek bazılarını baskılar, bazılarını ise hızlandırır. Bu nedenle hidrojen iyon konsantrasyonunun düzenlenmesi, homeostazisin çok önemli bir parçasıdır.

Sağlıklı bir insanın kanında 36-40 nmol/L hidrojen iyonu bulunur. Vücuttaki yüksek hidrojen iyon konsantrasyonuna asidoz, düşük hidrojen iyon konsantrasyonuna ise alkaloz adı verilir.

Asit ve Bazların Tanımı

Proton verici molekül veya iyonlara asit, proton alıcı molekül veya iyonlara ise baz adı verilir. Eğer protonun aslında bir hidrojen iyonu olduğu göz önünde bulundurulursa, asitler eriyiklere hidrojen iyonu katan molekül ya da iyonlardır. Bazlar ise eriyikteki hidrojen iyonunu bağlayarak oradan uzaklaştırırlar.                                                                             

Vücut Sıvılarındaki Hidrojen İyon Konsantrasyonu ve pH

Vücut sıvılarındaki hidrojen iyonu konsantrasyonunu belirtmek için pH sembolü kullanılmaktadır. Bir solüsyondaki hidrojen iyonu konsantrasyonunun  negatif logaritmasına pH denir. pH ile mevcut hidrojen iyon konsantrasyonu arasındaki ilişki aşağıdaki formül ile gösterilebilir.

pH = log  1/ H+  kons = - log H+  kons

Formüle göre, pH’nın düşük olması asidoz olarak tanımlanan yüksek hidrojen iyon konsantrasyonunu; pH’nın yüksek olması ise alkaloz olarak tanımlanan düşük hidrojen iyon konsantrasyonunu göstermektedir.

İnsan vücudundaki kanın pH'sı, ömür boyu belirli bir dengede tutulmakta olup ortalama pH 7.4 olarak saptanmıştır.

pH 7.4 düzeyi, hidrojen iyonu konsantrasyonunun yaklaşık 40 nmol/l olduğunu gösterir ve bu da fizyolojik pH değeridir. Normal arter kanındaki pH 7.35 ile 7.45 arasında değişir. Venöz kanda ise pH değeri 0.03-0.05 daha düşüktür. pH ile HCO3 ve pCO2 değerleri arasında matematiksel bir ilişki vardır. Asit- Baz bozukluğu bunların bir veya ikisinde meydana gelen değişiklikler sonucunda oluşur.                                              

                                                              (HCO3 -)

                      pH = Sabit Değer  ´ 

                                                                pCO2

 

ömür boyunca, yaz – kış ve gece - gündüz demeden kanın pH'sı sabit tutulmaya çalışılmaktadır. Asidik veya bazik yönde pH değerinde 0.2 gibi çok az bir oynamanın dahi olması, hayati tehlike yaratır. İnsanlarda bu değer 7.35'in altında veya 7.45'in üzerinde olursa hayati tehlike ortaya çıkar. pH'nın korunmasında vücudun asit-baz tampon sistemleri ile birlikte akciğer ve böbreklerin büyük rolü vardır. Asidik iyonlar, akciğer ve böbreklerden dışarı atılırlar.

pH Değişimlerine Karşı Vücudun Korunması

Hücresel metabolik olaylar sonucunda, vücutta sürekli olarak asit özellikte maddeler oluşmaktadır. Bu asit maddeler 2 ana gruba ayrılır:

1- Volatil asitler

Karbondioksite dönüşebilen asitlerdir. Karbonhidrat ve yağların yanması sonucunda ortaya çıkan CO2, eritrositler tarafından tamponlanır ve akciğerlere taşınarak solunum ile atılır.

2- Nonvolatil asitler

Karbondioksite dönüşemeyen asitlerdir. Aminoasitler, nükleoproteinler, fosfolipid ve fosfoproteinlerin yıkılması; aminoasitler, karbonhidrat ve yağ asitlerinin inkomplet yanması ile oluşurlar.

Vücuttaki pH değişikliklerini önleyici çeşitli kontrol sistemleri bulunmaktadır. Bu sistemler sayesinde, metabolik işlevler sonucu sürekli olarak H+ oluşmasına rağmen, vücut sıvılarındaki pH 7.35-7.45 gibi çok dar sınırlar arasında tutulmaktadır.

Bunu sağlayan başlıca 3 mekanizma vardır:

1-Kimyasal (Asit-Baz) Tampon Sistemleri

2-Akciğerler yoluyla CO2 atılımının kontrolü

3-Böbreklerden amonyak üretimi ile serbest H+ atılımının sağlanması; bikarbonatın emilmesi ve yeniden oluşması.

Bir çözeltiye asit veya alkali ilave edildiğinde oluşan belirgin pH değişikliklerini azaltan kimyasal maddelere tampon adı verilir. Bütün vücut sıvılarında asit-baz tampon sistemleri vardır. Bunlar asit ve alkalilerle hemen birleşerek hidrojen iyon konsantrasyonundaki büyük değişiklikleri önlerler. Vücudun 4 ana kimyasal tampon sistemi vardır:

a- Eritrosit-Hemoglobin tampon sistemi

b- Protein tampon sistemi

c- Fosfat tampon sistemi

d- Bikarbonat-karbonik asit tampon sistemi

Bu tampon sistemleri içinde vücudun en önemli sistemi, bikarbonat-karbonik asit tampon sistemidir. Bikarbonat-karbonik asit tampon sistemi, zayıf bir asit olan karbonik asit ile kuvvetli bir baz olan bikarbonatın meydana getirdiği tuzun karışımından ibarettir. Hücre içi sıvılarda çok az sodyum bulunduğu için bikarbonat iyonları başlıca potasyum ve magnezyum bikarbonat tuzu olarak bulunur. Solunum sistemi karbondioksidi, böbrekler ise bikarbonat iyonunu dengeler. Böylece kan pH’sı solunum ve böbrek sistemleri ile yukarı ya da aşağı kaydırılabilir.

Eğer hidrojen iyon konsantrasyonu artmışsa solunum merkezi derhal uyarılıp solunum hızı değiştirilir. Kanın ve dokuların yeterince oksijenlenmesi, vücudun pH dengesini kontrol etme yöntemlerinden biridir. Oksijen kan ve dokulardaki alkali ortamı desteklerken, karbondioksit asidoza katkıda bulunur. Derin, kontrollü ve diafram kasını kullanarak nefes alındığında daha çok oksijen alınmış ve daha çok karbondioksit dışarı atılmış olur; bu da vücuttaki asidin azalması demektir. Bu açıdan bakıldığında doğru nefes alıp vermenin, vücut pH’nı dengede tutmak için ne kadar önemli olduğu anlaşılmış olur.

Böbrekler ise asit ya da alkali idrar oluşturmak suretiyle, vücut sıvılarındaki hidrojen iyon konsantrasyonunu (pH’yı) normale dönüştürmeye yardımcı olurlar. Dakikada bir litre kan süzerek asitlerin vücuttan atılmasını sağlarlar.

Vücudumuzdaki trilyonca hücrede meydana gelen metabolik değişiklikler ve enerji oluşumu sırasında karbonik asit (H2CO3), asetik asit, fosforik asit ve sülfirik asit gibi çeşitli asidik maddeler ortaya çıkar. Buna ilave olarak asitleşmeye sebep olan besinlerin de yenmesiyle vücuttaki asit miktarı daha da yükselir. Bu da çeşitli hastalıklara davetiye çıkarır. örneğin Helicobacter pylori isimli bakteri, vücudun asitleşmesi yani asidoz nedeniyle zayıflamış olan mide ve onikiparmak bağırsağına daha kolay yerleşir.

Kimyasal tampon sistemleri ile vücudun asit-baz dengesi korunur. Karbonik asit ve laktik asit (süt asidi), su ve karbondiokside dönüşür ve bu da böbrekler ve akciğer tarafından dışarı atılır. Dışarı atılamayan asitler, mineraller tarafından tuza dönüştürülür (asidik tuzlar, bazik tuzlar veya halojenik tuzlar, yemek tuzu değil). H2CO3 + X (sodyum, klor, flor, kalsiyum, magnezyum vb metal, ,ametal halojenler)→XHCO3 oluşur. Daha sonra bağ dokularına toksin olarak yerleşir ve ileride atılmak için burada depolanırlar. Bunların sürekli depolanması hücre ve dokuların beslenmesini engeller.

Bağ dokusuna yerleşmiş olan bu toksinlerin üzerine daha sonra bakteri, virüs ve mantarlar yerleşerek zehirli gazlar, zehirli alkoller ve hormona benzer biyojen aminler üretirler. Bunun sonucunda sayısız hastalıklar için çeşitli merkezler oluşur.

Eğer asit miktarı aşırı derecede yükselirse, geçici olarak bağ dokusu, eklem ve kaslara asit şeklinde depolanır. Eklemlerde bulunan kıkırdak dokusu alkali yapıdadır. Bu nedenle bu bölgeyi istila eden asidik maddeler pek çok kronik hastalığın oluşumuna kaynaklık ederler. Bu asitler omuz, sırt, bel ve baş ağrıları gibi pek çok ağrının ana kaynağıdır. Modern tıpta bu hastalıkları boş yere kortizonla tedavi etmeyi denerler. Oysaki kortizonlar ek olarak birçok başka hastalılığa sebep olurlar.

Kan ve hücreler arası sıvıda karbonik asit, asetik asit, fosforik asit, sülfürik asit ve süt asidinin (laktik asit) yoğunlaşması, kalp kaslarına zarar vererek kalp krizine neden olur. Ayrıca beyin kanaması, kan dolaşımında çeşitli anormallikler ve müzmin iyileşmeyen yaralar görülür.

Hemoglobin ve sodyum bikarbonat, oluşan asitlerin bir kısmını tampon sistemi ile baza çevirir ve asitleşmeyi önler. Bu işlem eğer vücutta yeterince mineral varsa gerçekleşebilir; yoksa depolanarak toksin oluşturulur.

Mide tarafından tuz ve karbonik asit, sodyum bikarbonat ve hidroklorik aside çevrilir ( NaCl + H2CO3 → NaCO3 + HCl ). Mide birkaç tabakadan oluşur ve bu görevi iç tabakalar görür. Hidroklorik asit midenin içine verilirken sodyum bikarbonat pankreasa gönderilir.

Kanın pH değeri 7.4 yani hafif bazik olup bu değer 7.35 ile 7.45 arasında değişebilir. Vücudumuzdaki metabolik hareketler sonucu asit oranı yükselir ancak bunun belli bir zaman sonra yeniden normal seviyeye gelmesi gerekir.

Bilindiği gibi tuzun yapısı sodyum ve klorid isimli iki elementten oluşur. Sodyum, potasyum, kalsiyum ve magnezyum gibi bazik özelliklere sahip mineraller, kanın asit-baz dengesini sağlamada önemli rol oynarlar.

Eğer kişi aşırı miktarda et, peynir ve tatlı yiyor ve sigara, alkol ve siyah çay içiyorsa kanın pH değeri asitleşir, çünkü bu besinler asitleşmeyi artırırlar.

Bağırsaklardaki pH’nın 5-7 arasında olması gerekir. Yani ortam hafif asit olmalıdır. çünkü bağırsak florasının en önemli ve faydalı bakterilerinden biri olan laktik asit bakterileri ancak bu ortamda yaşayabilirler. Bağırsak florasını oluşturan bakteriler lifli besinleri parçalayarak yağ asitlerine dönüştürürler. Bu da insan sağlığı için çok önemlidir. Bağırsak florası aynı zamanda B12 ve K2 vitamini gibi önemli vitaminleri de üretirler. Kişi eğer lifli besinler (sebze, meyve ve kepekli un mamulleri) yemezse vitamin yetersizliği ortaya çıkar.

Bağırsak florasındaki düzensizlik ve değişiklik insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bağırsaklardaki zehirli gaz dışarı atılamazsa sindirim salgılarına karışır ve zehirlenmeye neden olur. Son yıllarda adından sıkça söz ettiren, bedendeki toksin birikiminin asıl nedeni burada yatmaktadır.

Kalp kaslarının pH'sı 6.9 yani çok hafif asidik özellikte olmalıdır; bu değer 6.5'in altına düşerse kalp krizi ortaya çıkar.

Vücuttaki asit oranının en çok arttığı dokuların başında bağdokusu ve lenf bezleri gelir. Asitleri, asidik tuzlara çevirirken lenf bezlerinde şişlikler oluşur. Bu dokularda yapılacak olan incelemeler ile, kişinin toksin yükü hakkında kapsamlı bir bilgiye ulaşmak mümkündür. Bu da laboratuar incelemelerinin yanı sıra günümüzde artık işleyiş mekanizması daha iyi kavranmış olan kuantum fiziği sayesinde olmaktadır. Kinezyolojik inceleme, Voll’e göre elektriksel akupunktur ve proquant gibi ölçümler sayesinde sağlıklı bilgilere daha kolay ulaşmak mümkündür.

Aşırı derecede artmış asitlerin vücutta oluşturduğu asidoz nedeniyle mantarlar özellikle bağırsak mantarları (kandidalar) çoğalırlar. Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların pek çok kronik hastalığına, bağırsaklardaki mantar sayısının (kandida) oransal olarak artmasının neden olduğu düşünülmektedir.

Asidozla birlikte amonyak, aflatoksin ve aldehidler çoğalır ve bunlar başta karaciğer ve beyin olmak üzere tüm bedene zarar verirler.

Asidoz nedeniyle periferik kan dolaşımı ve lenfatik dolaşım bozuklukları ortaya çıkar ve bunun sonucu olarak da o kişide varis, lenfatik dolaşım bozukluğu ve hemoroid oluşabilmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde dolaşım bozukluğu hastalıklarında, vücutta birikmiş asit fazlalığına da dikkat etmek zorunluluğu vardır.

Tatlı besinler metabolik değişimler sonucu aside dönüşürler. Vücut bu asitleri atmaya çalışır ve bunu başaramazsa, toksinlere dönüştürerek bağ dokusunda biriktirip depolar.

Fazla yağlar, özellikle hayvansal besinlerin tüketimiyle alınanlar, asetik aside bu da asetik asit tuzuna dönüşür. Et mamullerindeki protein ise önce ürik aside çevrilir, ardından ürik asit tuzuna dönüşerek cüruf şeklinde depolanır.

Asitler asidik tuza dönüşürken sodyum, potasyum ve kalsiyum gibi mineraller aşırı derecede harcanır. Bir taraftan asitler nötürleştirilirken diğer taraftan hücre yapımında kullanılması gereken mineraller azalır.

Hücrenin asitleşmesi ve bağ dokusuna yerleşmiş olan toksinler nedeniyle hücreler katılaşır. örneğin eritrositler katılaşınca oksijeni ve besleyici maddeleri hücrelere kadar taşıyamazlar çünkü esnekliğini kaybetmişlerdir.

Asidoz nedeniyle nefes darlığı ortaya çıkar çünkü eritrositlerin oksijeni taşımalarında ve kılcal damarların kendi görevlerini yapmalarından zorluklar ortaya çıkar.

Asidozla birlikte kanda protein de varsa kanın akışkanlığı yavaşlar, artık madde oranındaki fazlalık kanda koyulaşmaya neden olur ve bunun sonucunda organ ve hücre düzeyinde oksijenlenme bozulur.  

Toksinler için harcanan mineraller saç, tırnak ve kemiklerden alındığı için, kemiklerin yoğunluğu azalır, tırnaklar kırılır ve saçlar dökülür.

Bağ dokusunda yerleşmiş olan toksinler lenfatik sistemi bloke ederek bulundukları bölgenin sertleşmesine ve deride şişliklere neden olur; bacaklarda meydana gelen selülitin bu toksin birikimi sonucu oluştuğu artık bilinmektedir. özellikle lenfatik sistemin etrafını bir ağ gibi saran vejetatif sinir sistemine bu bakımdan çok önemli görevler düşmektedir. Sorunun giderilmesinde ve tedavi edilmesinde ise nöralterapinin yeri çok büyüktür.

Asidoz nedeniyle iğne şeklinde asit kristalleri oluşur ve bu kristaller kıkırdak dokusunu tahrip eder; netice olarak eklemler deforme olur. Bununla birlikte diskler de beslenemez ve disk fıtığı görülür. Asit kristalleri ayrıca sinir hücrelerine batar ve sinirsel ağrılar ortaya çıkar.

Dr. Tijen Acarkan

Vertebrobaziler yetmezlik

Beyin dokusunun beslenmesinden sorumlu olan karotis, vertebral ve baziler arterler birbirleri ile bir ağ sistemi içerisinde bağlantılıdır.

Karotis arterler genel olarak beyin ön kısmını beslerken, vertebral arterler, beyin oksipital lobu, beyin sapı, beyincikden oluşan beynin arka kısmını beslemektedir. Sağ ve sol taraftan gelen vertebral arterler birleşerek beyin sapını besleyen baziller arteri oluştururlar. Baziller arterde sağ ve sol serebral artere ayrılırlar.

Vertebrobaziler yetmezlik

Bu sistemde gelişen problemlerde karotis veya vertebral arter birbirlerini destekleyebilmektedir. Ancak bu vertebral veya baziler sistemde gelişen ani tıkanıklık veya ciddi darlıklarda çeşitli derecelerde, görme, denge veya benzeri bozukluklar görülmektedir.

Vertebral sistemde kan akımında azalmaya neden olan faktörlerin başında ateroskleroz, emboli, vaskülit, romatizmal hastalıklar, diseksiyon (duvarda yırtılma) ve vertebral arterin kaynaklandığı subklavian arterin çıkışındaki darlığa bağlı akımın kola doğru yön değiştirmesi gelmektedir. Buna bağlı olarak kol hareketleri ile birlikte baş dönmesi, görme bozukluğu, bayılma veya fenalık hissi ortaya çıkmaktadır.

Bu etiyolojik faktörler arasında vertebral arter darlığına en sık ateroskleroz neden olup genellikle damarın çıkış yerinde görülmektedir. Baziller arterde darlık sıklıkla ilk 2cm’lik bölümde görülür.

Vertebrobaziler yetmezlikte Risk faktörleri:

Hipertansiyon

Diyabet

Sigara

Yaş (50 yaş ve üzeri)

Obesite

Sedanter yaşam

Yüksek kan kolestrolü

Vertebrobaziler yetmezlik klinik:

Bulanık görme, çift görme

Baş dönmesi

Denge bozukluğu

Koordinasyon bozukluğu

Konuşma bozukluğu

Bulantı, kusma

Ani düşmeler

Hıçkırık

Mesane ve bağırsak kontrol bozuklukları gelişir.

Vertebrobaziler yetmezlik tanısı

Vertabrabaziler yetersizlik tanısı doppler ultrason ile her iki vertebral arter debisini ölçülerek konulabilmektedir. Ancak toplam vertebral arter akım miktarının 200ml/dak. altında olması tanı koymada yeterli değildir. Çünkü bu ölçümlerde ölçen kişilere göre farklı sonuçlar ortaya çıkmakta olup, sıklıkla yanlış değerlendirmelere neden olmaktadır. Vertebral sistem akımı diğer şah damardan da desteklendiği için bu damarlarda da ciddi problemlerin varlığı da araştırılmalıdır. Bundan dolayı klinik olarak güçlü şüphe uyandıran olgularda tomografi veya MR anjio ile karotis ve vertebral arterlerin değerlendirilmesi gereklidir.

Vertebrobaziler yetmezlik tedavisi

Bu hastalarda sebebe yönelik çok çeşitli tedavi seçenekleri bulunmaktadır. Öncelikle aterosklerozu önlemeye yönelik;

Antihipertansif tedavi

Antilipit tedavi

Kan sulandırıcı ajanların kullanımı önemlidir. Ciddi darlık saptanan hastalarda cerrahi tedavi, balon/stent gibi girişimsel uygulamalar kullanılmaktadır.

whatsapp-desktop
whatsapp-desktop
Testler hakkındaki kısa notlar sadece testin genel olarak niteliğini açıklamaktadır. Sonuçlarınız hakkındaki kararı, sizin klinik bulgularınıza ve diğer test sonuçlarınıza göre sadece doktorunuz yorumlayabilir.

X

CO2, kanda Bikarbonat (HCO3) olarak görünmektedir. Vücuttaki asit baz dengesine katkıda bulunan bir alkali (bazik) moleküldür. HCO3, kanın asidik hale gelmesini önler. Asidite herhangi bir sıvının hidrojen iyon konsantrasyonun negatif logaritması (pH) olarak tanımlanmaktadır. PH 7 nötr değerdir (asidik değil bazik değil). İnsan vücudunun normal pH aralığı çok dar sınırlar (7.35-7.45) arasındadır. Bu aralık, vücudun asit baz tampon sistemleri ile korunmaktadır. HCO3, bu sistemin temel bileşeninin göstergesidir. Vücudun elektrolit paneliyle (metabolik panel) de ilişkilidir. Akciğerler ve böbrekler kan pH düzenlenmesinde yer alan ana organlardır.
Yorum:
Bu hassas bileşenin yüksek ve düşük değerleri vücudun bazik veya asidik değere dönüştüğünü göstermektedir, düzeltilmezse tehlikelidir. Dengesizlik, genellikle altta yatan bazı hastalıklardan kaynaklanmaktadır.
Numune: Koldan alınan venöz plazma (heparin). Açlık gerektirmez.
Çalışma Günü: Her gün
Sonuç Zamanı: Aynı gün 18:00

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede