Gıybet ile ilgili kıssalar

Gıybet Ile Ilgili Kıssalar

gıybet ile ilgili kıssalar

Gıybet Nedir? Gıybet (dedikodu) İle İlgili Ayet ve Hadisler

Allah Teâla'nın haram kıldığı gıybet nedir? Gıybet ve dedikodu ile ilgili ayet ve hadisleri, gıybetin zararlarını haberimizin detayında bulabilirsiniz...

Birinin ardından, olumsuz yanlarını başkalarına söylemeye gıybet denir ki, gıybet haramdır. Gıybet, bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin arkasından konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir.

GIYBET (DEDİKODU) NEDİR?

Arapça, dedidoku demektir. Birinin ardından, olumsuz yanlarını başkalarına söylemeye gıybet denir ki, gıybet haramdır. Allah'ın Settâr isminin, kulların ayıplarını örtmekte ilgili oluşu, bu konuda İlâhî bir örnektir. Hucurat suresinde dedikodu yapılan kişinin, ölü haldeki etinin yenilişindeki haramın şiddeti, dedikoduya eş tutulmuştur. denilmiştir.

Gıybet,bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin arkasından konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir. Allah Teâlâ, insanoğluna öyle büyük bir şeref atfetmektedir ki, onun kusurlarının gıyâbında söylenmesini dahî dînen ağır bir suç olarak îlân etmiştir. Bu keyfiyet, rahmeti gazabına gâlip olan Rabbimizin, günahkâr ve kusurlu olan bir kulunu dahî koruyup himâye ettiğini gösterir.

Bununla birlikte gıybetin menedilme sebebi, sâdece Cenâb-ı Hakk’ın “günahkâr bir kulunun bile hakkını muhâfaza edip ona sâhip çıkma” arzusundan ibâret değildir. Bunun bir sebebi de, gıybetin, cemiyet hayâtının muhtaç olduğu sulh ve sükûn ile kardeşlik duygularını zedeleyici bir rol oynamasıdır.

Gerçekten gıybet, İslâm kardeşliğini bozan, toplum düzenini altüst eden, birlik ve beraberlik rûhunu öldürerek kalplere kin ve husûmet saçan büyük günahlardan biridir. Böyle olmakla beraber birçok kimse, câhilâne bir düşünce ile, söylediğinin gerçek olmasıyla kendisini avutur. Hâlbuki gıybet, esâsen gerçek olan bir kusurun söylenmesidir. Gerçek olmayanı söylemek ise iftirâdır. Bunu düşünmeyerek, bir kişinin, sözlerinin doğru olmasıyla tesellî bulması ve yanlış yolda devâm edip gitmesi, ne büyük bir gaflettir!

GIYBET İLE İLGİLİ AYETLER

"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."

"Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi, yaptıklarından sorumludur."

"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın."

"Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler."

"Mü'minler, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler."

Kulak, göz ve gönül, bunların hepsi sorumludur."

"Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma."

"Kadın, bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (ziyafet düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf'a, "Çık karşılarına" dedi. Kadınlar Yûsuf'u görünce onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. "Haşa! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir" dediler."

GIYBET İLE İLGİLİ HADİSLER

İnsanı Cehenneme Sürükleyen 2 Şey

Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

- İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye soruldu.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Allah’a saygı (takvâ) ve güzel ahlâktır” buyurdu.

- İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye sorulunca da:

- “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu. (Tirmizî, Birr 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 29)

Ağız, söyleyeceği güzel sözler, yapacağı zikirler ile insanı cennete gönderebileceği gibi, insanlara ve kendisini yaratana karşı söyleyeceği çirkin sözler, küfürler, gıybet ve koğuculuklar, iftiralar ve daha başka kötülüklerle sahibini cehenneme yollayabilir.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- "Gıybet nedir, bilir misiniz?"

- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:

- "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu.

- Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.

- "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir," buyurdu. (Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23)

  • Gıybet Edeni, Allah Teâla Evinde Bile Olsa Rezil Eder

Ebû Berze (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurmustur:

“Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerlesmeyen kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da arastırmayınız! Kim müslümanların kusurlarını arastırırsa Allah da onun kusurlarını arastırır. Allah kimin kusurlarını arastırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4880; Tirmizî, Birr, 85/2032; Đbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229)

  • Peygamberimizin, Gıybet Hususunda Hz. Aişe Annemizi İkazı

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

-Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye'nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. -Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe'nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor-. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

- "Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı" buyurdu.

Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber:

- "Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem" buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51)

  • Miraçta, Gıybet Edenlerin Ahiretteki Durumları

Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Mi'raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.

- Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum."

- Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb 35)

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun." (Buhârî, Edeb 31, 85)

Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum.

- "Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse" cevabını verdi. (Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26)

  • Önemsemeksizin Söylenen Söz

Ebû Abdurrahman Bilâl İbni'l-Hâris el-Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah'ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.

Yine bir kul da Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah'ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder." (Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)

Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:

- "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" buyurdu. Ben:

- Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:

- "İşte budur!" buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)

  • Çok Söz Kalbi Katılaştırır

İbn Ömer radıyallahu anhümâ "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" dedi:

"Allah'ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah'ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah'dan en uzak kimseler olduğu kesindir." (Tirmizî, Zühd 62)

Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim.

- "Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!" buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61)

  • Bütün Organlar Dile Baş Vurur

Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"İnsan sabahlayınca, bütün organları dil'e baş vurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah'dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz." (Tirmizî, Zühd 61)

Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:

- Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim.

- "Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin" buyurdu. Sonra sözüne devamla:

"Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür" buyurdu.

Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez" [Secde sûresi (32), 16, 17] âyetini okudu.

Daha sonra Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

- "Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben:

- Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim.

- "İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır" buyurdu.

Sonra:

- "Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?" dedi.

Ben:

- Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:

- "Şunu koru! buyurdu. Ben:

- Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.

- "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!" buyurdu. (Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)

Ebû'd-Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur." (Tirmizî, Birr 20)

Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Birden ortalığa kötü bir cîfe kokusu yayıldı. Rasûlullah (s.a.v):

“–Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin kokusudur” buyurdu. (Ahmed, III, 351)

Gıybet ve iftirâ kul hakkı olduğu için, onları affettirmeye sadece tevbe kâfî gelmez. Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurur:

“Gıybet edilen kimse affetmediği müddetçe gıybetçi mağfiret olunmaz.” (Heysemî, VIII, 92)

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:

“Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm:

“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Yalan ve gıybetle...” cevâbını verdiler. (Nesâî; Sıyâm, 43)

  • Gıybet Ederek Orucunu Bozan 2 Kadın

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Ubeyd şöyle anlatır:

İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“–Yâ Rasûlallâh! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.

Allâh Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar ederek:

“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–Çağır onları!” buyurdu.

Kadınlar geldi. Peygamber -aleyhisselâm- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:

“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak kadar kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bu iki kadın Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tutarak, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeyleri yaparak da iftâr edip oruçlarını bozdular. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye başladılar (yani gıybet ettiler).” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)

  • Gıybet Ettiğiniz Kişiden Helallik İsteyin

Selmân-ı Fârisî Hazretleri, bir seferde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Birgün insanlar yürüdüğünde Selman -radıyallâhu anh- uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:

“–Selman pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor.” dediler. Selman geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gönderdiler. Selman, elinde bir kapla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına vardı:

“–Ey Allâh’ın Elçisi! Arkadaşlarım beni Sana gönderdiler. Şayet yanında katık varsa biraz ricâ ediyorlar.” dedi.

Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler!” buyurdu. Selman dönerek o ikisine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Allah Rasûlü’nün yanına geldiler ve:

“–Sen’i hak ile gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Konuşmalarınızla siz Selmân’ı katık olarak yediniz.” buyurdu. Bu hâdisenin peşinden; “…Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?..” (el-Hucurât, 12) âyet-i kerîmesi nâzil oldu.

Diğer bir rivâyete göre Allah Rasûlü sözlerinin devâmında:

“–Ben o kardeşinizin etini, dişlerinizin arasında görüyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine o sahâbîler:

“–Yâ Rasûlallah! Bizim için istiğfâr ediver!” dediler. Fahr-i Kâinât Efendimiz de:

“–Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza ricâ edin de, sizin için o istiğfarda bulunsun.” buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 231)

GIYBET ETMENİN CAİZ OLDUĞU YERLER

İnsanlar aleyhine konuşmanın gıybet olmadığı bâzı yerler vardır. Onlar da şöyledir:

  • Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya hâkim gibi, zâlime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sâhip birine gidip; “Falan bana şöyle şöyle haksızlık etti.” demesi.
  • Bir kişinin fetvâ makâmına gidip, “Falanca bana zulmetti. Hakkımı almamın ve haksızlığı önlememin yolu nedir?” gibi sözler söylemesi. Bu, ihtiyaçtan dolayı câizdir, ancak, meseleyi üstü kapalı olarak arz etmek ihtiyata daha uygun ve fazîlete daha muvâfıktır.
  • Müslümanları şerden sakındırmak ve iyiliklerini istemek (nasihat). Bunun da değişik şekilleri vardır:
  • Hadis râvîlerinden ve şâhitlerinden kusurlu olanları cerh etmek. Bu, icmâ ile câizdir. Hattâ yerine göre vâcip bile olur.
  • Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alışveriş vs. yapmak veya emânet bırakmak isteyen kişiye, mevzû ile doğrudan alâkalı bilgilerin söylenmesi.
  • Dîni ve dînî ilimleri öğrenmek isteyen birinin, bid’atçı veya günahkâr (fâsık) bir hocadan ders aldığına şâhid olup zarar göreceği endişesine kapılan birinin, o öğrenciye öğüt verip hocasının hâlini açıklaması.
  • Üstlendiği vazifeyi îcâb ettiği şekilde yapmayan bir vazifelinin durumunu üst makâma bildirmek.
  • Fâsıklık ve bid’atçılığı âşikar olan kimsenin hakkında konuşmak. Ancak onun açığa vurduklarının dışındaki başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren başka bir sebep yoksa- haramdır.
  • Bir insan; şaşı, topal, sağır, kör veya buna benzer başka lâkaplarla biliniyorsa, onu sırf târif edebilmek için bu lâkapları kullanmak. Böyle lâkaplarla bilinen kişilerin başka türlü târif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bu lâkapları kullanmaktan da sakınmak îcâb eder.

Lâkin insanlar aleyhine konuşmanın câiz sayıldığı bu hususlarda da dikkatli olarak nefse fırsat vermemek lâzımdır. Tenkid ve konuşmaların, haklı olup-olmadığını iyi ayırt etmek îcâb eder. Zîrâ nefis, çeşitli bahânelerle insana kendini haklı göstererek gıybetin câiz olduğunu fısıldayabilir. İşte bu da en tehlikeli noktalardan biridir.

GIYBETİN ZARARLARI

Gıybet mühim bir kul hakkı, insanı âhirette iflâsa sürükleyen büyük bir günahtır. İnsanlar sohbet ederken farkına bile varmadan gıybet bataklığına düşüverirler. Çoğu zaman günah işlediklerini bile düşünmeden, “Doğruları konuşuyoruz.” diye avunurlar. Gıybetin en tehlikeli tarafı da işte burasıdır.

Gâfil insanlara tatlı bir mûsikî gibi gelen gıybet, hakîkatte hem dünya hem de âhiret hayâtını berbâd eden mânevî bir hastalıktır. Dünyada muhabbet, hürmet ve kardeşlik duygularının yanında, birlik, beraberlik ve yardımlaşmayı da ortadan kaldırır. Âhirette ise pek çok hayır ve sevâbın hebâ olmasına sebep olmakla birlikte ağır bir günah yükünü de beraberinde getirir. Buna rağmen maalesef pek çok insan, bu günâha kolaylıkla düşmekte ve hattâ onu alışkanlık hâline getirmektedirler. Bu sebeple gıybet husûsunda son derece hassas ve müteyakkız olmamız îcâb etmektedir.

GIYBET EDENİN TÖVBESİ VE GIYBETTEN KURTULUŞ

Gıybet günâhına mübtelâ olmuş biri, muhîtinde bulunan bir Hak dostunun da gıybetini yapmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple de o gıybetçiyi kimse sevmiyordu. Fakat gönül insanı büyük zât, o gıybetçi huzûruna geldiğinde hep tebessümle karşılıyor; “Gel bakalım benim sevgili ortağım!” diye iltifatlarda bulunuyordu. Bu güzel hâl sonunda gıybetçiyi insafa getirdi:

“Ben bu zâtın orada burada aleyhinde konuşuyorum, o ise bana hep iltifatta bulunuyor. Bundan sonra aleyhinde konuşmayacağım.” diye karar verdi. Artık Hak dostunun gıybetini yapmıyordu. Lâkin huzûruna vardığında önceden gördüğü iltifâtı da göremiyordu. Bunun sebebini merak ederek birgün sordu:

“–Efendi Hazretleri! Bana gösterdiğiniz iltifatı artık göstermiyorsunuz, eski muhabbetiniz kalmadı. Sebebi nedir?” dedi.

Onu ve onun gibi gıybet hastalığına mübtelâ olanları îkâz için güzel bir fırsat yakalayan Hak dostu tebessüm ederek:

“–Eskiden bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde o ortaklık bitti; iltifat da gitti.” dedi. O zât:

“–Ne ortaklığı? Ben öyle bir ortaklığın farkında değilim.” deyince büyük velî açıklamasına şöyle devâm etti:

“–Sen orada burada benim aleyhimde konuşuyordun; ben de gıybetine gıybetle karşılık vermeyip sabretmeyi tercih ediyordum. Bu sabrımın karşılığı olarak benim günahlarım senin defterine, senin sevapların da benim defterime yazılıyordu. Seninle böyle bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde ise artık sen benim gıybetimi yapmıyorsun. Böylece ortaklığımız da bitmiş bulunuyor...”

Gıybetçi adam düşünmeye başladı:

“–Hakîkaten gıybetçinin durumu böyle midir?” diye sorunca mübârek zât açıklamasına şu misâl ile devâm etti:

“–İmâm-ı Şârânî Hazretleri diyor ki: «Ben ille de birinin gıybetini yapacak olsam önce anamın babamın gıybetini yapardım. Çünkü gıybet yapan insan, evvelâ kendi sevaplarını gıybetini yaptığı kişiye bağışlamış, sonra da onun günahlarını kendi üzerine yüklenmiş olur.»”

Bu sözler üzerine derin düşüncelere dalan gıybetçinin aklı başına geldi ve bundan sonra hiç kimsenin gıybetini yapmamaya söz verdi…

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

GIYBET

Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz söylemek, çekiştirmek; meydanda olmama, kaybolma hâli.

Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir. Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır.

Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur. Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği... dedikodu konusu olabilir. Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak... Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi sözkonusu kişinin kalbini kırar.

Kur'an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır: "Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?" (el-Hucurat, 49/12); "Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır" (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b. Hanbel, II, 384, 386).

Başkalarına kardeşinin ayıplarını anlatmak onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan, ancak dil ile söylemek haram olmuştur. Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı ifade eden her hareket de gıybettendir. Meselâ elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir. Gıybeti tasdik etmek de gıybettir. Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur. Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi gerekir. (İmam Gazzâli, Zübdetü'l-İhya, Trc: Ali Özek, İstanbul 1969, 362, 363). Allah Resulu şöyle buyurur: "Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder" (Tebarâni).

- "Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyâmet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder" (İbn Ebi'd-Dünya).

- "Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız. Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah do onun kusurlarını araştırır. Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya).

İslam dininde kardeşlik olgusunun, "Müminler ancak kardeştir. İhtilaf ettikleri zaman, iki kardeşinizin arasını düzeltin; ve sakının ki, merhamet olunasınız" (el-Hucurat, 49/10) ilâhi buyruğu ile kurulmuş olması, İslâm toplumunu bu iman kardeşliği üzerinde yükselen güçlü bir toplum yapmaktadır. Böyle bir toplumda gıybet yoktur. Çünkü, Hz. Peygamber (s.a.s)'in buyurduğu gibi, "Mümin müminin aynasıdır. Mümin iki el gibidir, birisi diğerini temizler." Bu ölçüler, toplumu fitne ve bozgunculuktan uzak tutar.

Gıybetin sebepleri:

1. İntikam duygusunu tatmin, 2. Arkadaşlara muvafakat, 3. Gösteriş ve büyüklük; başkalarını küçültme, kendini büyütme, 4. Kıskançlık, 5. Hoşça vakit geçirmek, güldürmek için başkalarının ayıp ve kusurlarının ortaya serilmesi, 6. Küçük düşürmek için alay (Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, Trc: Ali Arslan, İstanbul 19'72; VI, 522 vd).

Gıybetten korunmak için kişinin öncelikle kendi kusurlarıyla uğraşması gerekir. Şuralarda gıybet câizdir:

1) Haksızlık karşısında: "Hak sahibinin söz hakkı vardır" (Buhârî, Müslim).

2) Fetva istemede: Utbe kızı Hind, Resulullah'a gelerek kocası Ebû Süfyan'ı cimriliğiyle, çok az nafaka bırakmasıyla çekiştirmiş ve kocasının malından haberi olmadan alıp alamayacağını sormuştu. Allah Resulu de "Sana ve çocuğuna yetecek miktarda, iyilikle al" buyurdu.

3) Bir kimseyi kötülükten menetmek:

4) Kişiyi meşhur olan lakabıyla anmak.

5) Kişinin fısk-u fücûrunu alenen yapması, yaptıklarından dolayı gurur duyması, yaptıklarının söylenmesinden dolayı üzüntü duymamasıdır. Yaptıklarıyla övünmesi yüzünden onları anmak gıybet sayılmaz.

Gıybetçinin günâhtan kurtulması için pişmanlık duyması, tövbe etmesi, gıybetini yaptığı kimse ile helâlleşmesi gerekir. Gıybeti yapılan da merhametli davranır, affeder. Düstur: "affa yapış(mak), iyiyi emret(mek), cahillerden uzak ol(maktır) (el-A'râf, 7/ 199).

Hamdi DÖNDÜREN

Gıybet hakkında detaylı bilgi için tıklayınız.

Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
“Gıybet (arkadan konuşma), zinadan daha beter bir suçtur.” Sahâbiler; ’’Nasıl olur, ey Allah’ın elçisi?..” diye sorarlar. O da; “Kişi zina ettikten sonra günahından tövbe edip de Allah’a yönelirse, Allah (c.c.) onun bu tövbesini kabul eder. Fakat gıybet eden kimsenin tövbesini kabul edip günahını asla bağışlamaz. Tâ ki gıybetini ettiği kimse kendisini affedene kadar.’

Bu hadisten açıkça anlamaktayız ki başkalarının ardından onların hoşuna gitmeyeceği şeyleri söylemek, büyük günahlardan biridir. Hatta zinadan da büyük bir günahtır.

Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:
Yüce Allah (c.c.) Musa Peygamber’e şöyle seslenir: “Ey Musa!.. Şunu bil ki, dedikodu edip de tövbe ederek Allah fa yönelen kimseler (öbür dünyada) Cennete tn son gireceklerdir. Dedikodu etmekte ayak diretenler ise (öbür dünyada) Cehenneme ilk girenler olacaktır.”
Peygamberimiz (s.a.v) diyor ki:

Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) sahâbilerine, “Gıybetin ne demek olduğunu bilmiyor musunuz?” diye sorar. Onlar da, “Allah ve Resûlü bilir” diye cevap verirler. Bu-
fll0) üzerine sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: Aiü’min kardeşinin ardından onun hoşuna gitmeyecek bir söylemelidir”

Tekrar sorarlar; “Ya o belirttiğim kusur mü’min kardeşimde varsa, o zaman da bu sözü söylemekle gıybet et-jniş olur muyum?*’ Hz. Peygamber (s.a.v.) bu soruya da şovle cevap verir: ’’Mü’min kardeşine isnat ettiğin kusur gerçekten onda varsa gıybet etmiş olursun, onda olmayan bir kusuru sövledinse o zaman mü’min kardeşine iftira etmiş olursun.

Secdem

En güzel Gıybet ile ilgili Ayetler Hadisler Gıybet ile ilgili kıssalar – Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz
Hucurat,12

Bir Hadislerinde Efendimiz sallAllah(c.c)u aleyhi ve sellem şöyle buyurur ; Allah(c.c) bir müslümana bir müslümanın kanını ırzını ve ona su-i zanda bulunmasını haram kılmıştır. (Müslim birr 32) Yine Efendimiz sallAllah(c.c)u aleyhi ve sellem Hüsn-ü zan imandandır. buyurur.

Dedikodu basit ruhlu insanların eğlencesidir
Corneille

Dedikodu dinleyen dedikodu yapan kadar hatalıdır
James Randall

Kim bir müslümandan, gıybet ve şerefini payimal etmek suretiyle tek lokma dahi yese, Allah(c.c) ona mutlaka onun aynısını cehennemden tattıracaktır
(Ebû Davud, Edeb 40)

Dedikoducu, tüccar gibi aldığı lafı hemen satmak zorundadır
John Jewel

Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Ey Cebrail, bunlar da kim ? diye sordum. Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını ( şereflerini ) payimal edenler, ayaklar altına alanlardır
(Ebû Davud,Edeb 40)

Dünyada en kolay şey dedikodu yapmak en zor şeyse kendini tanımaktır
John Lubbock

Dünyada kendi hakkında konuşulmaktan daha kötü bir şey vardır: Kendi hakkında konuşulmamak
Oscar Wilde

Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz? Kardeşinizin hoşlanmayacağı şeyler ile onu anmanızdır
Hadis-i Şerif

Gıybet eden ve dinleyen, günahta ortaktırlar
Hadis-i Şerif

Her dedikodu, orada olmayan biri hakkında yapılıyorsa, inanılmayacak kadar tatlı değil midir? İnsanların dedikodularından uzak kalabilirsek, kendimiz de rahatlamış oluruz
Shakespeare

Kişiyi iyi tanırsan kimseyi inandıramazsın Ama kötülersen herkesi inandırırsın
John Draper

Sevdiğimiz kişilerle konuşurken öyle konuşmalıyız ki, yarın onlarla dost olduğumuzda söylediklerimizden utanmayalım
Sadi

Kardeşinin dahi hoşlanmadığı bir şeyden başka yerde bahsedilirse bu da dedikodudan sayılır
John Watson

3 kişinin gıybeti olmaz
Bunlar:
1) Nefsinin arzularına uyanlar
2) fıskını ilan edenler
3) zalim hükümdarlar
Hasan-ı Basri

Tartışmak erkeklere, dedikodu yapmak kadınlara mahsustur
Loisa May Alcott

Başkalarını kötülemek için yapılan dedikodudan duyulan zevk, başkalarını düşürdüğümüz ölçüde kendimizi yükselttiğimizi sanmaktır
Descartes

Efendimiz sallAllah(c.c)u aleyhi ve sellem buyurdular ki ; “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?” Allah(c.c) ve Resulü daha iyi bilirler dediler. Buyurdular ki ; Birinizin kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır! Bir adam dedi ki ; Ya benim söylediğim onda varsa* bu da mı gıybettir? Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir.

Başkalarının dedikodusunu yapan bir gün senin de dedikodunu yapar
Frank Sherkani

Hz.Aişe Validemiz anlatıyor ; Ey Allah(c.c)’ın Resulü sana Safiyye’deki şu hal yeter demiştim. Bundan memnun kalmadı ve şöyle dedi ; Öyle bir kelime sarfettin ki eğer o denize karıştırılsaydı onu ifsad eder bozardı. Yine Hz. Aişe Validemiz der ki ; Ben tahkir(küçük görme) maksadıyla bir insanın taklidini yapmıştım. Bana hemen şunu söyledi: “Ben bir başkasını kusuru sebebiyle hatta bana karşılık olarak şu kadar dünyalık verilse bile söz ve fiille taklid etmem.
(Ebû Davud Edeb 40)

Başkalarının sizi giybet etmesinden kederlenmeyiniz, Zira gıybet eden, farkında olmayarak size iyilik etmiş olur
Horasani

Yine Hz. Aişe Validemizin anlattığına göre ; bir defasında kendisi biri hakkında söz söyler. Resulullah sallAllah(c.c)u aleyhi ve sellem O’na “tükür” der. Tükürünce ağzından bir et parçası çıkar.

Başkalarının sözlerini sana taşıyan bir kimse, bil ki senin sözlerini de onlara taşıyordur
Hasan-i Basri

Gıybet zinadan daha kötüdür. Nasıl olur Yâ ResulAllah(c.c)? Adam zina eder sonra tevbe eder Allah(c.c) mağfiret buyurur. Gıybet eden ise gıybet edilen affetmedikçe mağfiret olunmaz
(Beyhaki Şuabu-l İman 6740-41-42)

Kategoriler Güzel SözlerEtiketler gıybet, hadis

İbâdullâhı İstihkar – GIYBET: Kardeşin Haysiyetine Hıyânet

Hazret-i Mevlânâ’nın Gönül Deryâsında Sır ve Hikmet İncileri

Yüzakı Dergisi, Yıl: 2018 Ay: Mart Sayı: 157

LİSÂNIN ÂFETİ

Bâtınî haramlardan biri de, bir kişinin mü’min kardeşinin gıyâbında, onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmasıdır.

Mü’min, güvenilir insandır. Hadîs-i şerîfin tarifiyle; «elinden ve dilinden müslümanların selâmette olduğu» emniyet insanıdır. (Buhârî, Îmân, 4-5) Dolayısıyla gıybet, bir müslümanın lisânına asla yakışmaz.

Gıybet, kalpteki en zehirli hastalıkların en çirkin tezâhürlerindendir.

Şöyle ki;

Gıybet; kişinin kendisini üstün gördüğünün, ayıbını aradığı kardeşini ise hor ve hakir bulduğunun alâmetidir. Yani kibrin ve kendini beğenmişliğin lisâna yansımasıdır. Cenâb-ı Hak; başkalarını kaş-göz hareketleri ve çirkin sözlerle yüzüne karşı veya gıyâbında alaya alan ve çekiştiren kişileri, ağır bir şekilde îkaz buyurur:

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ

“Arkadan çekiştirmeyi (yani gıybeti), yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” (el-Hümeze, 1)

Gıybet, kalpteki hasedin ve kinin çirkin bir neticesidir. Haset duyduğu kişiyi, insanların gözünden düşürmek için müracaat ettiği hıyânet silâhıdır.

Gıybet; kardeşin hakkında, hoşlanmadığı şeyleri ifade etmektir. Bu söylenen şeyler doğru değilse ayrıca iftira olur.

Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün;

“–Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sormuştu.

Ashâb-ı kiram;

“–Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” dediler.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurdu.

“–Söylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu.

“–Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa ona iftira ettin demektir.” buyurdu. (Müslim, Birr, 70; Ebû Dâvûd, Edeb, 40/4874)

KARDEŞİN ÖLÜ ETİ!..

Gıybet, Cenâb-ı Hakk’ın tarifiyle; «kardeşinin ölü etini dişlemek» şenâati ve çirkinliğidir. Zira arkasından konuşulan kişi, o mecliste bulunmaması itibarıyla kendini müdafaa edemeyen bir ölü hükmündedir. Böyle bir durumda bir mü’minin; kardeşinin hakkını muhafaza etmesi gerekirken, onun haysiyet ve şerefine ihânet ederek dil uzatması ne kadar çirkin bir davranıştır.

Gıybetin, ölü eti yemek oluşu sadece bir teşbih değil, şu hâdisede görüleceği üzere aynı zamanda fecî bir hakikattir:

Asr-ı saâdette sıcak bir gün idi. Öğle üzeri bir kimse gelerek dedi ki:

“–Yâ Rasûlâllah! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsaade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)”

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kişi sözünü tekrar etti;

“–Yâ Nebiyyallah! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi.

Fahr-i Kâinât Efendimiz;

“–Çağır onları!” buyurdu. Kadınlar geldiler. -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek;

“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak şekilde kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Bunlar; Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tuttular, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeylerle de oruçlarını açtılar. Biri diğerinin yanına oturup, insanların etlerini yemeye (gıybet etmeye) başladılar.” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)

Hazret-i Mevlânâ, gıybet ve diğer günahların insanda böyle mânevî bir iz bırakışını şu temsîlî hikâye ile anlatır:

GÜNAHIN KOKUSU

“Belki işitmişsindir; Hindistan’da bir ârif, dostlarından beş-on kişinin, uzun bir yolculuktan aç vaziyette geldiğini gördü ve onları şöyle îkāz etti:

«Muhakkak ki çok açsınız. Fakat ne olursa olsun dostlar; Allah aşkına sakın fil yavrusu yemeyiniz. Şimdi gideceğiniz bu tarafta bir fil yavrusu vardır. Benim öğüdümü candan, gönülden dinleyin de, sakın o fil yavrusuna dokunmayın. Çünkü anaları pusuya yatmış, onları gözetlemektedir.»

Öğüt veren kişi bunları söyledikten sonra gitti.

Yolcular o uzun yolda çok acıktılar. Ansızın; yolda yeni doğmuş, semiz bir fil yavrusu gördüler. O fil yavrusunun üstüne azgın kurtlar gibi üşüştüler. Onu kestiler, pişirdiler ve yediler.

Yol arkadaşlarından birisi, fil yavrusunun etinden yemedi. Arkadaşlarına da yememeleri için öğüt verdi. Çünkü, yolda kendilerine öğüt veren kişinin sözleri onun hatırında idi.

Fil yavrusunu yiyenlerin hepsi uzanıp yattılar, uykuya daldılar. O aç adam ise, sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. Birazdan, birdenbire korkunç bir filin geldiğini gördü. Fil, önce o uyumayan bekçiye doğru koştu. Onun ağzını üç defa kokladı; ağzından filin yavrusunun kokusu gelmiyordu. Bir kaç kere etrafında döndü, dolaştı sonra gitti. Onu incitmedi. Sonra, uyuyanların ağızlarını kokladı. Onların ağızlarından yavrusunun kokusu geliyordu. Fil de hemen onları paraladı, öldürdü.”

Hazret-i Mevlânâ, kendi devrinde meşhur olup birçok eserde geçen bu hikâyeyi şöyle şerh eder:

“Ağzındaki haram lokma kokusu, hileciyi rezil eder.”

“Bizim ağzımızdaki iyi kokular da, kötü kokular da göklere yükselmektedir.”

Nitekim âyet-i kerîmede buyurulur:

اِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ

“…O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allâh’a amel-i sâlih ulaştırır…” (Fâtır, 10)

“Ey gafil! Sen uyuyorsun; fakat, yediğin veya işlediğin bir haramın kokusu, şu gökyüzüne yükselir durur. Senin çirkin, kötü nefeslerinle birlikte o haram kokusu göklere yükselir. Gökyüzünde o kokuları kontrol etmekle vazifelendirilmiş olan meleklere kadar gider.

Kibir kokusu, hırs kokusu, tama’ kokusu, şehvet kokusu, söz söylerken soğan kokusu gibi duyulur. Ağzı kokan kişi;

«Ben, ne zaman soğan yemişim? Ben soğandan da sarımsaktan da titizlikle sakınırım.» diye yemin bile etse;

O yemin ederken pis kokan nefesi, onun ayıbını meydana çıkarır ve yanında oturanların burunlarına vurur. Sonunda, o kötü kokular yüzünden, ettiği duâlar reddedilir ve gönlün yanlış adım attığını dili ortaya koyar.

Ey gafil insan! Fil yavrusunu yiyen kişiler gibi sen de Allâh’ın kullarının etlerini yiyor, yani onları çekiştiriyorsun. Onların bulunmadıkları yerlerde hoşlanmayacakları vasıflarını söylüyor, günaha giriyorsun.

Ey insanlar! Aklınızı başınıza alın; sizin ağzınızı koklayan Allah’tır. Temiz olandan, doğru olandan başka, o muayeneden kim canını kurtarabilir?

Yazıklar olsun o kişiye ki, mezarda onun ağzını koklayacak olan ya Münker’dir veya Nekir!

O büyük meleklerden ne ağız kokusunu, yani dünyada edilmiş gıybet kokusunu gizlemeye imkân vardır ne de bir ilâç bulup ağzı hoş bir hâle getirmeye zaman vardır. Orada günahkârın gizlenmek için hile yapması ve aklın-fikrin de hile yoluna sapması mümkün değildir.”

Bu sebeple dünyada lisânı bu âfetten muhafaza etmek lâzımdır. Hataya düşülmüş ve gıybet edilmişse helâllik istemek ve gıybet edilen meclislerde bu günahı telâfi etmek gerekir. Zira gıybet, helâlleşilmediği takdirde hesabı kıyâmete kalacak büyük bir kul hakkıdır.

Gıybet eden kişi, aslında gıybetini yaptığı kişiye sevaplarını nakletmekte ve onun günahlarını yüklenmektedir. Çünkü âhirette geçer akçe, amellerdir.

Şu ibretli hâdise, bu hakikatleri ne güzel îzâh etmektedir:

TİCARETİMİZ BİTTİ!

Gıybet günahına mübtelâ olmuş biri, muhitinde bulunan bir Hak dostunun da gıybetini yapmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple de, o gıybetçiyi hiç kimse sevmiyordu. Fakat o gönül tabibi Hak dostu, gıybetini yapan kişi ne zaman huzûruna gelse, onu hep tebessümle karşılıyor;

“–Gel bakalım benim sevgili ortağım!” diyerek iltifatlara gark ediyordu. Bu güzel hâl, sonunda gıybetçiyi insafa getirdi;

“Ben bu zâtın orada-burada aleyhinde konuşuyorum, o ise bana hep iltifatta bulunuyor. Bundan sonra aleyhinde konuşmayacağım.” diye karar verdi.

Artık Hak dostunun gıybetini yapmıyordu. Lâkin huzûruna vardığında, önceden gördüğü iltifâtı da göremiyordu. Bunun sebebini merak ederek bir gün sordu:

“–Efendi Hazretleri! Eskiden bana gösterdiğiniz iltifâtı artık göstermiyorsunuz, önceki muhabbetiniz kalmadı. Acaba sebebi nedir?”

Hak dostu tebessüm ederek;

“–Eskiden seninle bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde o ortaklık bitti; bu sebeple iltifat da gitti.” dedi.

Adam şaşkınlıkla;

“–Ne ortaklığı? Ben öyle bir ortaklığın farkında değilim.” deyince, Hazret şöyle devam etti:

“–Sen orada-burada benim aleyhimde konuşuyordun; ben de gıybetine gıybetle karşılık vermeyip sabretmeyi tercih ediyordum. Bu sabrımın karşılığı olarak benim günahlarım senin defterine, senin sevapların da benim defterime yazılıyordu. Seninle böyle bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde ise artık sen benim gıybetimi yapmıyorsun. Böylece ortaklığımız da bitmiş bulunuyor…”

Duydukları karşısında son derece şaşıran adam;

“–Hakikaten gıybetçinin durumu böyle midir?” diye sorunca da o mübârek zât açıklamasına şu misal ile devam etti:

“–Hasan Basrî Hazretleri diyor ki:

«Ben ille de birinin gıybetini yapacak olsam, önce anamın-babamın gıybetini yapardım. Çünkü gıybet eden insan; evvelâ kendi sevaplarını, gıybetini yaptığı kişiye bağışlamış, verecek sevabı kalmamışsa da onun günahlarını kendi üzerine yüklenmiş olur.»”

Bu sözler üzerine derin düşüncelere dalan gıybetçinin aklı başına geldi ve bundan sonra hiç kimsenin gıybetini yapmamaya söz verdi.

Fahr-i Kâinât Efendimiz de kardeşlik bağlarını teyid etmek için, gıybetini edenlere af ve istiğfar yolunu tavsiye etmiştir. Nitekim bir gün ashâbına;

“–Sizden biri, Ebû Damdam gibi olmaktan âciz midir?” diye suâl etti.

Oradaki sahâbîler;

“–Ebû Damdam kimdir?” diye sordular.

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efen­dimiz şöyle buyurdu:

“–Sizden önceki kavimlerden birine mensup biriydi. O;

«‒Bana hakaret eden ve dil uzatarak gıybetimi yapan kimselere hakkımı helâl ediyorum.» derdi.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 36/4887)

Ulbe bin Zeyd -radıyallâhu anh- da, bu fazîleti sergileyen sahâbîlerdendir. Peygamberimiz Tebük Seferi için infâka davet etmişti. Ulbe -radıyallâhu anh- son derecede fakir olduğu için tasadduk edecek pek bir şey bulamadı lâkin şöyle dedi:

“–Yâ Rasûlâllah! Sadaka olarak beni üzen veya bana kötü söyleyen yahut da benimle alay eden kimseye hakkımı helâl ediyorum!”

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun sadakasını kabul etti ve Cenâb-ı Hakk’ın da kabul ettiğini müjdeledi. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, II, 500; İbn-i Kesîr, es-Sîre, IV, 9; Vâkıdî, III, 994; Bezzâr, III, 312)

Demek ki, gerek farkında olarak veya olmayarak yapmış olabileceğimiz gıybet, istihfaf, kaş-göz hareketi gibi günahlar için, gerek bizim gıyâbımızda böyle bir hataya düşmüş olabilecek kardeşlerimiz için, dâimâ Rabbimiz’in merhametine ve affına sığınmalıyız, tevbe ve istiğfâr etmeliyiz.

KUSUR ARAMA!

İnsanı gıybete düşüren en mühim hatalardan biri, insanın dâimâ kusuru başkalarında aramasıdır.

Cenâb-ı Hak gıybeti men ettiği âyette, gıybetin hazırlayıcısı olan sû-i zan ve tecessüsü yani ayıp aramayı da şöyle yasaklamıştır:

وَلَا تَجَسَّسُوا

“…Tecessüste bulunmayın! …” (el-Hucurât, 12)

Çünkü doğru ve fazîletli olan;

İnsanın kendi kusurlarına teksif olması ve başkalarına dâimâ müsamahakâr ve affedici bir tarzda yaklaşmasıdır.

Mevlânâ Hazretleri; insanların kendilerindeki kusur ve eksikleri bırakıp, başkaları hakkında ileri-geri konuşmaması gerektiğini ne güzel hikâye eder:

“Dört Hintli müslüman bir mescide girdiler. Her biri niyet etti, tekbir getirdi. Kendi noksanlarının, hatalarının idrâki içinde, hulûs ile candan yakararak namaza başladılar. Rükûa vardılar, secde ettiler. Bu sırada mescidin müezzini geldi. Namaz kılan Hintlilerden biri, kendisinin namazda olduğunu unutarak;

«–Ey müezzin!» dedi. «Ezânı okudun mu? Yoksa daha vakit var mı?»

Öbür Hintli de namaz içinde olduğu hâlde;

«–Sus be kardeşim; söz söyledin, namazın bozuldu.» diye söylendi.

Üçüncü Hintli, ikincisine;

«–Amca!» dedi. «Ona ne kusur buluyorsun? Sen de söz söyledin; sen kendine bak; öğüdü kendine ver!»

Dördüncüsü de sesli olarak;

«–Allâh’a hamdolsun ki; ben üçünüz gibi kuyuya düşmedim, yani ben konuşarak namazımı bozmadım.» dedi.

Böylece ne yazık ki, dördünün de namazı bozuldu. Şunun-bunun ayıbını görüp söyleyenler; ayıbı olanlardan daha çok yol kaybederler, sapıklığa düşerler.

Kendi ayıbını gören can, ne mutlu bir candır. Bir kimse birinin ayıbını görse, onu kendi satın almış olur.

Çünkü insanın yarısı, yani nefsi ve maddî yönü, ayıplık ve kusur âlemi olan bu dünyadadır. Öbür yarısı, yani rûhânî ve mânevî yönü ise, gayb âlemindedir.

Mademki senin başında nefsânî huylardan ve hayvânî ahlâktan birçok mânevî hastalıklar vardır, o hâlde merhemini önce kendi başına sürmen gerekir.

Kendi kusurlarını görmek, kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilâcıdır.”

Zira şairin dediği gibi;

Kişi noksânını bilmek gibi irfân olmaz!

Kıssadaki insanların hâli ne kadar gülünçtür. Hâlbuki birbirini ayıplayan, istihfâf eden veya gıybetini eden kimselerin hâli de böyledir. Fakat insan kendi hâlinden gafil kalmaktadır. Bu sebeple Mevlânâ Hazretleri, lisânın her türlü âfetinden sakınmayı kastederek şöyle der:

“Sözün maskarası olmayın!”

Hazret-i Mevlânâ başkalarında kusur arayanları bir hususta daha îkāz eder:

“Bir mü’minde gördüğün kusur ve ayıp sende yok ise; emin olma, kendine güvenme! Olabilir ki, o ayıbı sen de işleyebilirsin; senden de o ayıp halka yayılır.”

Nitekim Peygamber Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

“Bir kimse din kardeşini bir günahı dolayısıyla ayıplarsa, ölmeden evvel mutlaka o günahı işler. Yani kardeşini bir ayıpla kınayan, o ayıp işi işlemeden ölmez!” (Câmiu’s-Sağîr, II, 161)

Şeyh Sâdî’nin naklettiği şu hâtırası, ne kadar hikmetlidir:

“Çok iyi hatırlıyorum. Çocukluğumda da ibâdetlere çok düşkündüm. Geceleri kalkar, ibâdetle meşgul olurdum. Bir gece babamın yanında oturuyordum. Bütün gece gözümü yummamış, Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmamıştım. Bazı kimseler ise etrafımızda uyuyorlardı. Babama;

«–Şunların bir tanesi bile başını kaldırıp iki rekât teheccüd namazı kılmıyor; sanki ölü gibi uyuyorlar.» dedim. Bu sözüm üzerine babam kaşlarını çattı ve:

«–Oğlum! Başkalarının dedikodusunu edeceğine, keşke sen de onlar gibi uyusaydın!» karşılığını verdi.”

Babası, Sâdî’ye âdetâ şu dersi veriyordu:

“–Senin hor gördüklerin, seher vaktinin feyiz ve rahmetinden mahrum ve gaflette kalsalar da onlara Kirâmen Kâtibîn melekleri menfî bir şey yazmıyor. Senin amel defterine ise, din kardeşlerini küçük görme ve gıybet günâhı yazıldı.”

GIYBETE GIYBETLE CEVAP VERME!

Gıybete düşüren bir tuzak da, kişinin kendisinin gıybetini yapan kişiye aynı günahla mukabele etmeye kalkmasıdır. Hak dostları ise dâimâ affedici olarak muhataplarını terbiye etmişlerdir.

Birkaç güzîde misal:

Bir kişi, tâbiîn neslinin büyüklerinden İmam Şâbî’ye hakaret etmişti. Hazret gayet yumuşak bir üslûpla ona şu cevabı verdi:

“–Dediklerin doğru ise, Allah beni affetsin! Eğer yanlış ise seni affetsin!”

Fudayl bin Iyâz Hazretleri’ne de;

“–Falanca sizin haysiyetinize dil uzatıyor.” denilmişti.

Hazret ise;

“–Vallâhi ben ona değil, ona o sözleri söyleten iblise öfkeleniyorum.” karşılığını verip şu niyazda bulundu:

“–Allâh’ım! Eğer o kişi doğru söylüyorsa beni bağışla, yok yalan söylüyorsa onu bağışla!..”

Bu asil ve güzel tavır; şu âyet-i kerîmede beyan edilen, kötülüğü iyilikle savmak emrinin mükemmel bir tatbikatıdır:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)

GIYBETTEN KAÇ!..

Birçok günahta olduğu gibi, gıybette de insanın bulunduğu çevre çok mühim tesir eder. Dolayısıyla bir yerde gıybet edildiğine şahit olan bir mü’min; münasip bir lisanla gerekli îkāzı yapmalı, şayet vazgeçmezler ise o günaha ortak olmamak için orada durmamalıdır.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“(O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.” (el-Furkān, 72)

Hak dostlarından Abdullah Dehlevî Hazretleri, bulunduğu meclislerde lüzumsuz sözler sarf edilmesine müsaade etmezdi. Birisi gıybet etse hemen ona mâni olur ve;

“–O söylediğin söze ben daha lâyığım! (Bende daha fazlası var!)” derdi.

Oruçlu olduğu bir gün, yanında sultanı kötülediler. Hazret;

“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.

Bir talebesi;

“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise;

“–Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.

İSTİSNÂLAR VAR AMA…

Gıybet mevzuunda bazı istisnâlar bulunduğunu da bilmek gerekir. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka…” (en-Nisâ, 148)

  • Zulme uğrayan kişinin hakkını aramak için gerekli mercilere müracaat ederek, uğradığı haksızlığı ifade etmesi gıybet olmaz.
  • Bunun içtimâî plândaki karşılığı da, umuma zararı olacak, dînî, millî ve mânevî hususlarda inhirâfa düşen, meselâ İslâm’ı, sünnet-i seniyyeyi hafife alan ve îkāz edildiği hâlde tuttuğu dalâlet yolunu terk etmeyen saptırıcı kimselerin vaziyetini ifade etmek de gıybet değildir. Çünkü burada âmmeyi yanlış bir yoldan, saptırıcı bir fikriyattan muhafaza etmek niyeti vardır.
  • Evlâdını evlendireceği, vazife vereceği yahut ortak olacağı vb. insanlar hakkında tanıyanlara sualler sormak ve böyle bir husus sorulduğunda doğru bir şekilde cevap vermek de tecessüs ve gıybet olmaz.

Lâkin bu istisnâlar var diye, aslında gıybet ettiğini bildiği hâlde, kimse, kendi konuşmasını cevaz gösterilen sahadadır diyerek kendini kandırmamalıdır. Cenâb-ı Hak, niyetleri en iyi bilendir.

Nitekim bir gün Âişe Vâlidemiz, Peygamber Efendimiz’e;

“–Safiyye şöyle bir kadındır!” dedi. Eliyle onun kısalığını kasteden bir işaret yaptı.

Efendimiz;

“–Ey Âişe!” dedi.

“Öyle bir söz söyledin ki (o müşahhas bir şey olsaydı da) onu denize atsaydın denizin rengini kirletirdi.” (Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4875; Tirmizî, Kıyâmet, 51)

Peygamberimiz, en çok iltifât ettiği hanımında da böyle küçük bir işaretle de olsa, gıybete râzı olmadı. Onları en güzel şekilde terbiye etti.

Rabbimiz lisânımızı; dilin âfetleri olan gıybet, yalan, nemîme ve iftira gibi bâtınî haramlardan muhafaza buyursun. Mü’min kardeşlerimizle aramıza ülfet ve muhabbet ilkā eylesin. Fahr-i Kâinât Efendimiz’in;

“Ya hayır söyle yahut da sus!” emrine ittibâ ederek dâimâ sözün güzelini söyleyen kullarına bizleri de ilhâk eylesin!..

Âmîn!..

GIYBET HİKAYESİ

Hikayemizi Okuyan Kişi Sayısı:4.796

GIYBET / İbretlik Hikayeler

Berna uzun zamandır görüşmediği arkadaşlarıyla, Yıllar sonra bir kahvaltıda buluşmuştu. Arkadaşlar arasında, Üniversiteyi bitirip Doktor, Öğretmen, Avukat olanlar, Evlenip çoluk çocuğa karışanlar vardı. Kendisi bir firmada gıda mühendisiydi. Yıllara rağmen arkadaşlıklarının devam ediyor olmasına mutlu oldular, Uzun uzun geçmişten okul yıllarından Ve öğretmenlerinden söz ettiler.

Matematik öğretmenleri Murat Bey’in Dersi güzel anlattığından, Özel hayatı ile ilgili sorunlarını derse taşımasından duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Bir arkadaşları da İngilizce öğretmenlerinin Geveze dilinden, Türkçe öğretmenleri Tarık Bey’in kendini beğenmiş tavırlarından dert yandı.

Suna adındaki arkadaşları aralarında O gün olmayan Hilal’in sorumsuzluk yapıp, Kahvaltıya gelmemesinden dert yanıyordu, Bir ay öncesinden buluşacakları belliydi, Herkes buna göre programını ayarlamıştı, Hilal ayarlamadığı için Suna’ya göre suçluydu. Hemen söze girip yanlış düşündüğünü Bir işi çıktığı için gelememiş olabileceğini söyledim. Suna ise Gelmemiş olması Bence sorumsuzluk, Tamam Gelmediyse arayıp haber verseydi bari, Bizi beğenmiyor olmalı diye karşılık verdi.

Berna bu kahvaltının tadının kaçtığını düşünüyordu. Aynı sınıfta okuyan kişilerin, Birbirlerinin arkasından atıp tutmalarından rahatsız olmuştu, Oysa şimdi kimlerin nerelerde ne işlerle uğraştıklarını konuşabilirlerdi. Berna Eski öğretmenlerinin veya arkadaşların arkasından yapılan Bu olumsuz konuşmaların Onların Ölü et yemekten farksız olduğunu söyledi, Bunu herkes çok şaşırmıştı, Ölü etini yemek ne demekti, Berna bu durumu onlara şu olayla anlatmayı tercih etti;

Gıybet ile ilgili kıssa

” Peygamberimiz ve sahabeleri bir gaza yolundaydılar Sahibelerden bazıları acıkmıştı, işlerinden selman-ı Farisi kendisinden yiyecek bir şeyler istemek üzere Peygamberimizin huzuruna gönderdiler, Arkadaşlarının istekleri üzerine Peygamberimizin yanına doğru yola çıktı, Geride kalanlardan bazıları Onun arkasından konuşarak : -Selman Ağzına kadar su ile dolu bir kuyunun başına varsa Kuyunun suyunu kurutur, eli boş döner demişlerdi.

Arkasından söylenenlerden habersiz olan Selman, Peygamberimizin yanına vardığında arkadaşlarının isteklerini iletmiş, Peygamber Efendimiz ise ona hiç beklemediği bir cevap vermişti. Git Arkadaşlarına söyle Onlar Yemeklerini yediler Bu cevaba çok şaşıran Selman, Arkadaşlarının nasıl olup da Kendisinin gidişinin ardından Yiyecek bulduklarını merak içinde Onların yanına dönerek sormuş, – Siz yiyecek bulmuş ve yemişsiniz. Arkadaşları Hayır biz ağzımıza koyacak bir lokma dahi bulmuş değiliz diye cevap vermişler. Arkadaşlarının bu cevabı üzerine hayrete ve şaşkınlığı daha da artan Selman, işin aslını öğrenmek üzere Tekrar Peygamber Efendimizin huzuruna dönerek, Ona bu durumu sorduğunda, Peygamberimiz Selman’a şöyle cevap vermiş – Onlara söyle Sen buraya gelirken Arkandan konuşup Gıybetini edip Senin etini yani kardeşlerinin yediler, Bu onlara yeter Daha ne yemek istiyorlar ki.”

Berna arkadaşlarına dönerek işte arkadaşlar, Sizin yaptığınız da bu durumdan farklı bir şey değil, Siz konuşurken Ben bir köşeye çekilip Hilal’i aradım Neden gelmediğini sordum, Annesini acilen ameliyata almışlar, Beyin damarlarından birisi tıkanmış Şu anda hastanedeymiş, Paniğe kapıldığından aklına ne kahvaltı nede bizi aramak gelmiş, Şimdi siz anlamadan dinlemeden onun arkasından atıp tutmakla iyi etmediğinizi anladınız mı?, Anlayacağınız Gıybet edenle Gıybete kulak veren suç ortağıdır.

Kahvaltıya katılan diğer arkadaşlarının yüzü kızarmış, Utanmışlardı. Yaptıklarının yanlış olduğunu anlayarak üzülmüşler, Bir daha başkalarının arkasından konuşmamak için Kendi kendilerine söz verdiler, Çünkü insanların hangi haller içinde olduklarını anlayamazlardı.

Hikayeler Kategori

Kısa Hikayeler
İbretlik Hikayeler
Dini Hikayeler
Aşk Hikayeleri
Başarı Hikayeleri
Gerçek Yaşam Hikayeleri
Sizden Gelen Hikayeler
Yaşam Tadında Kısa Hikayeler (Youtube)

Hikayemizi Dinlemek İstermisiniz?

KISA HİKAYELER

KISA HİKAYELER
Severek Okuduğunuz hikayelerimize Android uygulamamızı indirerek cep telefonlarınızdan ve Tabletlerinizden Rahatlıkla Ulaşa Bileceksiniz.

Bir Cevap Yaz

peygamber efendimizin gıybet ile ilgili kıssalar

“Gıybet ile ilgili peygamber efendimizin verdiği önemli derslerden biri olan kıssaları burada bulabilirsiniz. Gıybetten kaçınmak için okuyun!”

Peygamber Efendimizin Gıybet İle İlgili Kıssalar

1. Hz. Ömer’in Gıybet Yapması

Hz. Ömer bir gün yanında Hz. Peygamber’in eşi Hz. Safiye olduğu halde gıybet yapmıştı. Hz. Peygamber bu duruma çok üzüldü ve Hz. Ömer’i uyararak gıybet yapmaması gerektiğini söyledi.

2. Hz. Ali’nin Gıybetten Uzak Duruşu

Hz. Ali, Hz. Peygamber’in damadı ve en yakın arkadaşıydı. Kendisi gıybet yapmaktan oldukça kaçınır ve Hz. Peygamber de onun bu tavrını örnek alırdı.

3. Hz. Aişe’nin İftiraya Karşı Mücadelesi

Hz. Peygamber’in eşi Hz. Aişe bir gün iftiraya uğradı. Olayın ardından Hz. Peygamber, Hz. Aişe’nin masumiyetini ispat etmek için çok mücadele etti. Bu olay, insanların birbirine karşı yalan söyleyerek çekiştirmesinin ne kadar yanlış olduğunu gösteren bir örnek olarak hafızalara kazındı.

4. Hz. Enes’in Güzel Davranışı

Hz. Enes, Hz. Peygamber’in hizmetçisiydi. Bir gün Hz. Peygamber, Hz. Enes’e birisinin gıybetini yapması üzerine “Eğer o senin arkadaşın olsaydı ona böyle yapar mıydın?” diye sordu. Hz. Enes de “Hayır yapmazdım, onun hakkında iyi konuşurdum” dedi. Bu güzel davranışı ile Hz. Peygamber’in takdirini kazanan Hz. Enes, insanlar arasında daha saygın bir konuma yükseldi.

5. Hz. Muhammed’in Öğütleri

Hz. Muhammed, gıybet ve çekiştirmenin insanların arasındaki ilişkilerine zarar verdiğini ve İslam dininin bu tür davranışları yasakladığını sık sık vurgulardı. Hz. Peygamber’in öğütlerine uyarak, insanlar arasındaki ilişkiler daha sağlıklı bir şekilde gelişebilir ve toplum daha güçlü bir hale gelebilir.

Sonuç

Bu kıssalar, İslam dininin insanların arasındaki ilişkilerine ne kadar önem verdiğini gösteren önemli örneklerdir. Gıybet ve çekiştirmenin zararlarına dikkat çeken Hz. Muhammed’in sözleri, hayatımızda her zaman hatırlanması gereken önemli bir mesajdır.

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede