Marx diyalektik materyalizm nedir

Marx Diyalektik Materyalizm Nedir

marx diyalektik materyalizm nedir

kaynağı değiştir]

Rus Marksizminin kurucusu Georgi Plehanov ve ardından İlyiç Lenin diyalektik felsefi materyalizmi çeşitli eserlerinde geliştirmeye çalıştılar. Plehanov Militan Materyalizm, Monist Tarih Anlayışının Gelişimi gibi eserlerinde, Marks ve Engels'in ölümlerinin ardından Avrupa Marksizminde etkisini giderek arttıran "yeni-Kantçılık" eğilimine savaş açtı. E. Bernstein gibi düşünürlerin başını çektiği bu yeni eğilimin Marksist felsefeyi ileriye değil, geriye götüren bir hareket olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Lenin de onun izinden giderek materyalist diyalektiğin çok yönlü ve gelişmiş bir bilimsel yöntem olarak vazgeçilmezliğini savundu. Rusya'da kapitalist üretim biçiminin gelişimi üzerine ayrıntılı çalışmalarında bu yöntemi uygulamaya çalıştı ve diyalektik materyalizmin yeterince kavranamamasından doğan yanlış anlayışları göstermeye çalıştı. Lenin bir dizi makalesinde Felsefe Defterleri'nde Marks, Engels ve Plehanov'un izinden giderek diyalektik düşünceye Hegel'in yaptığı katkıların önemini ve büyüklüğünü vurguladı.

Lenin'in bu alandaki en önemli katkısı tarihinde yayınlanan Materyalizm ve Ampriokritisizm oldu. Burada Lenin bir tür fideizm olarak gördüğü ve özellikle Avusturyalı fizikçi Ernst Mach'ın felsefi çalışmalarının etkisinde kalan Bogdanov, Bazarov, Lunaçarski gibi bazı önde gelen Rus Marksistlerinin "diyalektik materyalizmi aşan" ve "en yeni bilimsel bulgulara uygun bir felsefe" olarak sundukları yeni-Kantçı "Ampiriokritisizm" felsefelerini kıyasıya eleştirdi. Bu eser aynı zamanda Lenin'in Rus devriminin yenilgisinden sonra gerek halk kesimleri, gerekse de aydınlar arasında hızla yaygınlaşan kaderci, fideist, tanrı-yaratıcı görüşlere karşı sert bir tepki niteliğindeydi. Lenin'in eseri Rus Marksistleri ve devrimci çevreleri arasında derhal büyük bir yankı uyandırdıysa da, Avrupa'daki Marksistler arasında Lenin'in uluslararası işçi hareketinin önde gelen bir otoritesi olarak kabul göreceği Ekim devrimi sonrasına kadar hemen hiç bilinmeden kaldı. Lenin bu eserinde ayrıca Marx, Engels ve Plehanov'un çalışmalarından olduğu kadar, "diyalektik materyalizm" felsefesini Marx ve Engles'den bağımsız olarak geliştiren işçi-filozof Joseph Dietzgen'in eserinden de yararlandı, büyük Rus devrimci yazar Çernişevski'nin bu alandaki katkılarını tekrar hatırlattı.

Stalin'e göre "Diyalektik materyalizm, Marksist-Leninist partinin dünya görüşüdür. Doğa olaylarına yaklaşımı, onları inceleme ve anlama yöntemleri diyalektik, doğa olaylarını yorumlayışı, bu olayları kavrayışı ve teorisi materyalist olduğundan, bu dünya görüşü, diyalektik materyalizm adını almıştır." (Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, )

Sovyet düşüncesinde oturmuş olan anlayışa göre&#;: "Materyalist diyalektik, doğayı ve toplumu incelemenin felsefi yöntemidir. Nesnel gerçekliğin karmaşık niteliğini, bilimin gelişmesinin her aşamasında, mutlak ile göreli'nin, sabit ile değişir'in unsurları arasındaki ilişkiyi; bir dizi genelleştirme formundan, daha derin diğer formlara geçişin anlaşılmasını yalnız ve yalnız diyalektik yaklaşım tarzı sağlar. Hiçbir katılaşma ve kalıplaşma taşımayan materyalist diyalektik'in devrimci özü, toplumun yeniden kurulmasında anahtar vazifesi görür." (M. Rosenthal, P. Yudin, Materyalist Felsefe Sözlüğü)

SSCB'de diyalektik materyalizmin toplum bilimlerinde olduğu kadar doğa bilimlerinde de uygulanması -her zaman eşit başarıyla olmasa da- teşvik edildi.

Geç sovyet felsefesinde özellikle Evald İlyenkov özgün çalışmalarıyla SSCB'de ve dışında adından söz ettirebildi. İlyenkov, Hegel diyalektiğini inceledi, bir dizi çalışmasında, Marx, Engels ve Lenin'in, eserlerinde diyalektik yöntemi çeşitli olguların analizine nasıl uyguladıklarını ayrıntılı olarak göstermeye çalıştı ve Lenin'in izinden giderek, yeni-Kantçı ve yeni-pozitivist okulların çağdaş biçimlerini diyalektik materyalizm açısından eleştirisine girişti.

Diyalektik materyalizmin edinimleri[değiştir kaynağı değiştir]

En kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın, yapacağı şeyi önceden kafasında tasarlamasıdır.

Marx

Diyalektik materyalizmi savunmak başlıklı yazısında Alper Öztaş, özne-nesne ilişkisi konusundaki görüşlerime eleştiriler yöneltiyor. Özne-nesne özdeşliğinde Orkunoğlu’nun duruşu alt başlığı altında Engels ve Lenin’den alıntılar yapıyor (Feuerbach’ın ön ismi, yanlış yazılmış: Ludwing değil Ludwig olması gerekir).

Tartışılan sorunun anlaşılması için Öztaş’ın aktardığı alıntılarını tekrar vermek durumundayım. Öztaş, Engels’in Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu başlıklı kitabından şunu aktarır: &#;Her felsefenin ve özellikle modern felsefenin büyük temel sorunu, düşüncenin varlık ile ilişkisi sorunudur.&#; Öztaş’ın aktarımına göre, Engels, iki yöne işaret etmiştir. Birinci yön, &#;tinin mi yoksa doğanın mı, hangisinin esas öğe olduğu sorunudur.&#; İkinci yön ise, &#;insanın düşüncesi, gerçekliği bilecek durumda mıdır? Gerçeklik bilinebilir mi?&#;

Öztaş, Lenin’in Materyalizm ve Ampiryokritisizm başlıklı eserinden de bu iki yön konusunu desteklemek için aktarmalar yapar. Ona göre Lenin için de birinci yön şudur: &#;Materyalizm doğayı birinci etken, ruhu ikinci etken sayar; varlığı birinci plana, düşünceyi ikinci plana koyar. İdealizm bunun tam tersini yapar&#; der. İkinci yön konusunda ise Lenin’in söylediğini şöyle aktarıyor Öztaş:

Bütün bilgiler deneyden, duyumlardan, algılardan gelir. Doğru. Ama acaba nesnel gerçek ‘algı alanından mıdır’, yani algının kaynağı mıdır, sorusu karşımıza çıkmaktadır. Eğer bu soruyu olumlu bir şekilde yanıtlıyorsanız materyalistsiniz. Yok, bu soruyu olumsuz yanıtlarsanız tutarlı değilsiniz.

Öztaş’ın yapmış olduğu aktarımların karşısında şunu savunuyorum: Engels’in maddenin birincil olduğu ve bilinebilir olduğu görüşü üzerine düşünüldüğünde, gerçekten bu görüşün diyalektik olmadığını saptamak mümkündür. Engels, bilinci, maddenin pasif bir yansıması olarak görmektedir. Çünkü Engels, yalnızca tek-yönlü olarak maddenin düşüncenin, bilginin kaynağı olduğuna ve nesnel gerçekliğin bilinebileceğine vurgu yapıyor; yani Engels’in düşüncesinin asıl ağırlık noktası, bilinen nesne üzerinedir, bilen özne üzerine değil. Dolayısıyla düşüncenin madde üzerindeki aktif etkisini dikkate almadığı söylenebilir. Onun bu yaklaşımı, özellikle toplumsal alanda düşüncenin madde üzerindeki aktif ve yaratıcı etkisini, düşüncenin maddeyi dönüştürebildiğini, hatta gerçekliği yarattığını görmezden gelen bir yoruma yol açıyor. Oysa toplumsal alandaki diyalektik, esas olarak, madde ve düşüncenin, nesne ve öznenin karşılıklı olarak birbirini etkilediği gerçeğini ifade eder. Bu etkileşim ise, düşüncenin ilk kaynağının madde olduğunu, maddenin etkisinin sonucu olarak ortaya çıkan düşüncenin de, sadece gerçekliği yansıtan değil aynı zamanda, gerçekliği dönüştürdüğü ve yarattığı anlamına gelir.

Lenin ise, Materyalizm ve Ampiryokritisizm başlıklı kitabını yazdığı dönemde, Engels’in materyalizminin ve pasif yansı teorisinin etkisi altındadır. Lenin, ancak yılında Hegel’i okuduktan sonra, diyalektik olmayan materyalizmden ve Engels’in yansı teorisinin etkisinden uzaklaşır. Bunun en bariz örneğini, Lenin’in şu düşüncesinde görmek mümkündür: &#;İnsan bilinci, sadece nesnel dünyayı yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda yaratır da.&#;

Düşüncenin aktif yönüne Marx da işaret etmişti. Örneğin Marx, Kapital’in 1. Cildinde düşüncenin aktif rolünü şöyle dile getirir: &#;En kötü mimarı en iyi arıdan daha en başından ayıran şey, mimarın, yapacağı şeyi önceden kafasında tasarlamış olmasıdır.&#;

Dolayısıyla düşüncenin, bilincin kaynağı olması açısından madde birincildir; ama maddenin dönüştürülmesi ve yaratılması açısından ise düşünce birincildir. Karşılıklı etkileşim böyle anlaşılırsa gerçekten Marx’ın diyalektik anlaşılmış olur. Örneğin gelecek sosyalist topluma ulaşmak, kapitalizmi aşmak isteyen öznelerin, bilinçli ve etkin devrimci faaliyetlerini ön şart olarak koşar. Bu görüşümün, yaygın anlayışlara karşıt olduğunun ve Türkiye’de bir istisna oluşturduğunun bilincindeyim.

Ontolojik ve epistemolojik yaklaşım

Siyasal ve kültürel sonuçları açısından önemli gördüğüm bu özne-nesne ilişkisinin anlaşılması için bazı belirlemeler yapmak gerekir. Gerçekliğin açıklanması, kavranması ve değiştirilmesi söz konusuysa, bu durumda madde ile düşünce, özünde ontolojik (varlık bilimsel) olarak birbirinden ayrılamaz. Ama epistemolojik (bilgi bilimsel) açıdan, madde ve düşünceyi birbirinden ayırma gereği duyarız. Neden? Şu soruya cevap vermek için: Madde mi önce gelir düşünce mi? Demek ki, madde ve düşünceyi bu anlamda birbirinden ayırmak, epistemolojik alana özgü bir sorundur. Ancak ontolojik birliği unutup, epistemolojik ayrılık üzerinde durmak, yanlış anlayışlara yol açmıştır. Örneğin Kant’ın felsefesi, kuramsal olarak ontolojiyi reddederek, esas olarak epistemoloji üzerine kurulmuştur. Hegel felsefesinin önemi, Kant’ın reddettiği ontolojiyi felsefesinin temeline koyması ve ontolojiye dayanan bir epistemoloji geliştirmiş olmasıdır.

Dolayısıyla Engels’in soruna yaklaşımı, ontolojik değil, yalnızca epistemolojik yaklaşımdır. Madde mi yoksa düşünce mi birincildir? Bu soru, ontolojik bir soru değil, epistemolojik bir sorudur. Beyin ve düşünce birbirinden ontolojik olarak ayrılmaz; ama beyin olmadan düşünceler oluşmaz. Ancak eğitimli ve kavramsal düşünen bir beyinle, imge düzeyinde düşünen bir beynin de epistemolojik açıdan birbirinden farklı olacağı aşikârdır. Ontolojik birliği görmezden gelerek, yalnızca epistemolojik ayrım üzerinde durmak, madde-düşünce düalizminin önemli nedenlerinden birbiridir.

Epistemolojik soru, materyalizm ve idealizm karşıtlığını ve tek-yanlı düşünceyi aşmayı engelleyen bir sorudur. Önemli bir soru şudur: Materyalizm ile idealizm karşıtlığına mahkûm muyuz? Niçin her ikisinin tek-yanlılığını aşmayalım? Neden diyalektik materyalizm bu ikisinin bir sentezi olarak görülmesin? Diyalektik materyalizmi yeniden yorumlamak, önem kazanmaktadır.

Yeni yorumlar neden gereklidir?

Bilim ve felsefede ilerlemeyi olanaklı kılan, esas olarak insanlığın düşünme ve bilgi hazinesine katkı yapılmasıdır. Katkı ise, ya yeni bilimsel teknik keşiflerde bulunmak ya da yeni bir teori ortaya atmak veya yeni bir şey söylemekle mümkün olur. Katkı yapmanın diğer bir yolu ise, daha önceden söylenmiş olanı, düşünme ve bilgi hazinesine katkı yapılabilecek bir biçimde yeniden yorumlamaktır.

Diyalektiğin, materyalizmin ve idealizmin yeniden yorumlanması neden gerekli ve önemlidir? Yeni yorumun neden gerekli olduğunu ortaya koyabilmek için, hem Ortaçağ ve hem sonrasında ortaya çıkan felsefe biçimlerinin tarihi konusunda kısa bilgi gerekli görünüyor. Ortaçağ düşüncesinin merkezini, esasen Tanrı merkezli teolojik düşünüş tarzı oluşturuyordu. İlk dönem Kilise papazlarının ve daha sonra skolastiklerin yaptığı felsefe tarzı egemendi. Skolastik düşünce tarzının özü, gerçekliği kutsal kitaplara göre yorumlamak, aklı ve felsefeyi, inancın hizmetine koşmaktı. Ortaçağın son dönemlerinde, antik Yunan filozoflarının, özellikle platonlaştırılmış olsa da Aristo felsefesi gündeme geldi. Bir yanda ticaret kapitalizmin ortaya çıkması, diğer yanda antik çağdaki düşüncelerin canlanması ve doğa bilimlerindeki gelişmeler birbirine etkileyen bir çizgi izledi.

Bir başka deyişe, Ortaçağ’da teolojinin egemenliği altında uyuyan felsefenin uyanışı, burjuvazinin yükselişine dayanmaktadır. Ortaçağ toplumunun ideolojisi din biçimine bürünürken, burjuvazinin düşüncesi esas olarak iki biçime bürünmüştür: Materyalizm ve idealizm. Bir başka deyişle, doğaya ve maddeye öncelik veren materyalizm ve düşünceye birincil rol veren ve aklı merkeze koyan idealizmdir.

Doğa bilimleri ve doğa bilimlerine dayanan materyalizm, özünde burjuvazinin çıkarlarının ifadesi olarak gündeme geldiler. Materyalizm, İngiltere ve Fransa burjuvazisinin felsefi bayrağı iken; ekonomik ve politik geriliği nedeniyle burjuva devrimini yapamayan Alman burjuvazisinin bayrağı ise teolojinin etkisinden kurtulamayan idealizmdi. Dolayısıyla Marx ve Engels’in Almanya’da teolojinin etkisinden kurtulamayan idealizme karşı durarak, feodalizmi aşan ülkelerdeki materyalizmden yana tavır takınmaları anlaşılır bir şeydir. Ancak çağımızda hala tek boyutlu olarak materyalizmi savunmak, yüzyıl öncesi başka koşulların ürünü olan felsefenin esiri olarak kalmak ve gerçeklikten kopmak demektir.

Diyalektik konusuna gelince, bu konuda Marx şöyle yazar: &#;Hegel, kapsamlı ve bilinçli bir biçimde diyalektiğin genel işleyiş biçimini, ilk kez sunmuş olan filozoftur.&#; (Marx, Kapital, MEW 23, S. 27). Ne var ki diyalektik, diyor Marx, Hegel’in ellerinde mistifikasyona uğramıştır. Şöyle yazıyor Marx:

Mistikleştirilmiş biçimi ile diyalektik, şeylerin mevcut durumunu yüceltiyor göründüğü için, Alman modası olmuştu. Rasyonel biçimdeki diyalektik, burjuvazi ile onun doktriner sözcüleri için sıkıntı ve korku veren bir şeydir, çünkü diyalektik, var olanın olumlu olarak kavranmasının yanında, aynı zamanda, bu durumun yadsınmasını, onun zorunlu çöküşünün de anlaşılmasını içerir; çünkü diyalektik, her oluşmuş [toplumsal] biçimi akışan bir hareket içinde kavar, yani onun geçici niteliğini görür; hiç bir şeyden etkilenmesine izin vermez, özünde eleştirici ve devrimcidir. (Marx, Kapital, MEW 23, S. ) Çeviri bana ait).

Son yüzyılda Hegel üzerine yapılan araştırmalar, Marx’ın Hegel konusundaki yorumunun gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu araştırmalar, Marx ve Engels’in görmedikleri gençlik yazılarını, mektuplarını ve birçok bilmedikleri olguları açığa çıkarmıştır. Bu araştırmaların hepsine burada girmek mümkün değil. Sadece Fransız düşünürün, Jacques D’Hondt, Hegel in seiner Zeit () başlıklı eserinde dile getirdiklerine değinmekle yetineceğim. D’Hondt, içerik olarak şöyle yazıyor:

Marx ve Engels, Hegel üzerine çok az bilgiye sahiplerdi. Çünkü onlar, Hegel’in devrimci gençlik dönemindeki düşüncelerini, yazdıklarını, devrimci bir derneğe (Club) üye olduğunu asla öğrenemediler. Yine gençliğinde kaleme aldığı hem doğa felsefesi üzerine yazılarından hem de dini ve despotizmi eleştiren Hegel’in yazılarından da haberleri olmadı. Hegel’in gençlik dönemindeki önemli yazıları, yılında yayınlanabildi. Onun mektuplarından devrimci öğrencileri koruyan tutumunu da öğrenemediler. (J. D’Hondt, Hegel in seiner Zeit, s. )

Hegel, Doğa Felsefesi başlıklı eserinde, fiziki nesnelerin madde olduğuna ve bu fiziki nesnelerin maddi olanın doğasını dile getirdiğini vurgular. (Hegel Werke 9, s). ‘Uzay ve zamanda gerçek olan şey maddedir’ diyen Hegel, maddenin sonsuzluğuna ve sonsuz bölünebilirliğine işaret etmiştir. Bu nedenle birçok araştırmacı, Hegel’i hem materyalist hem de idealist olduğunu düşünmektedir. Örneğin Fransız yazar E. Weil şöyle yazar: &#;Doktrin anlamında, Hegel ve Marx ne idealist ne de materyalist idiler, ya da her ikisini birden oldular.&#; (Weil’dan aktaran Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, s. ).

İdealizm, materyalizm ve diyalektik materyalizm

Önce bir saptamayla başlayalım: Marx ve Engels, hiçbir zaman &#;diyalektik materyalizm&#; terimini kullanmadılar. Onlar daha çok tarihsel materyalizm ve maddeci diyalektik gibi terimleri kullandılar. &#;Diyalektik materyalizm&#; terimini ilk kez kullanan, Rus Marksisti Georg V. Plehanov’dur. Lenin’e göre Plehanov, Marksist hareket içinde en önemli felsefi eserler yazan biriydi. Hegel’in Mantık Bilimi adlı eseri üzerinde bir şey yazmamış olsa da, Plehanov’un felsefi eserlerinin önemini vurgulamıştır Lenin.

Almanya ve Türkiye sosyalist hareketi içinde, diyalektik ve diyalektik materyalizm konusundaki görüşlerin, farklı, sorunlu ve eksik olmasının kanımca üç önemli nedeni vardır. Birincisi, materyalizm ve idealizm konusunda yerleşmiş olan yaygın görüşlerin sorgulanmaması, bu ikisinin karşıtlığının değişmez gerçeklik olarak algılanmasıdır. Ustaların, bu zıtlığa sürekli dikkat çekmeleri de, bu düşüncenin kökleşmesinde etkili olmuştur. İkincisi, diyalektik konusunun yeterince içselleştirilememesidir. Üçüncü olarak da, doğa ve toplum diyalektiği arasındaki farkın, yeterince işlenmemesidir.

Dolayısıyla “Diyalektik Materyalizm“ konusuna farklı yaklaşımların nedeni, şu sorulara farklı cevap verilmesinden kaynaklanmaktadır. İdealizm Nedir? Diyalektik Nedir? Materyalizm Nedir? İdealist diyalektik denince ne anlaşıyor? Maddeci diyalektik ne demektir? Başlı başına bir kitabın konusunu oluşturacak sorulardır bunlar. Bir makalede bu soruların etraflı ve doyurucu bir şekilde ele alınmayacağı anlaşılır bir şeydir. Ancak yine de kısa açıklamalar yapmakta yarar var.

Felsefi anlamda idealizm nedir? Materyalizm Nedir? Aralarındaki fark nedir?

İdealizm, madde-düşünce ilişkisinde, bilincin maddeden önce geldiğini ileri sürer. Bilinç birincil, madde ikincildir. Fakat bu tutum, idealizmin yanlışlığını göstermez; sadece eksik olduğunu gösterir. Bu konuda Rus Marksisti Plehanov’un söylediklerine kulak asmakta yarar var. Şöyle yazıyor Plehanov:

İdealist tarih anlayışı hakikat üzerine mi kurulmuştur? Bu soruya, hem evet, hem hayır diye cevap veriyorum. Ne demek istediğimi anlatayım.

İdealist tarih anlayışı doğrudur. Şu anlamda ki, onda doğru bir yan vardır. Evet, onda doğru bir yan vardır. Fikrin, insanlar üzerindeki etkisi çok büyüktür. Öyleyse onun dünyayı yönettiğini söylemekte haklıyız. Ama, dünyayı yöneten fikrin, başka bir şey tarafından yönetilip yönetilmediğini sormakta da haklıyız. Başka bir deyişle, insanların fikir ve duyguları tesadüflere mi bağlıdır? diye sorabiliriz ve sormalıyız da. Bu soruyu sormak, onu menfi yönde cevaplandırmaya götürür. Hayır, insanların fikir ve duyguları tesadüfe bağlı değildir. Bunların doğuşu da evrimi de incelememiz gereken bazı kanunlara tabidir.” (Vurgu Plehanov, Marksizmin Temel Sorunları, s. )

Ve şunu vurgulama gereği duyar Plehanov: &#;Şu halde, idealist tarih anlayışında hakikat vardır; ama bu bütün hakikat değildir.&#;

Peki, materyalizm nedir? Neden materyalizm, hem doğru hem eksiktir? Önce materyalizmin türlerine göz atalım. Materyalizmin kökleri eski çağlara kadar gider. Tek bir materyalist anlayış yoktur. Farklı materyalist görüşlerden bahsetmek mümkündür. Genel olarak yaygın olan iki tür materyalizmden bahsedilebilir.

Birincisine göre, her şey maddeden oluşur ve madde dışında hiçbir şey yoktur. Peki, ‘ruh’, ‘düşünce’, ‘bilinç’ nedir? Bu tür materyalizm, şunu ileri sürmektedir: ‘Ruh’, ‘bilinç’, ‘düşünce’ gibi tinsel şeyler de maddi tözlerdir. Nasıl karaciğer, safra salgılıyorsa, beyin de aynı şekilde düşünce salgılamaktadır. Dolayısıyla madde ve düşünce, her ikisi de maddi tözlerdir. Bu görüşü savunan materyalistlere örnek olarak, Vogt, Büchner ve Moleschott gibi düşünürler gösterilebilir. Bu düşünürlerin, materyalizm anlayışı, ‘madde’ kavramının aynı zamanda düşünceyi de içerdiğine yöneliktir.

Materyalizm konusunda ikinci tür anlayış, birincisinden şöyle farklıdır: Ruh, bilinç, düşünce vb. maddi cevherler değildir, ama maddede içkin şeylerdir. Bu tip materyalizm, birincisine göre bir ilerlemeyi temsil eder. Ancak bu tip materyalizmin sorunu, maddede içkin olanın, özne olmadan, kendisini nasıl dışarı çıkaracağıdır. Bu materyalizm türü de, maddenin dönüştürülmesinde aktif bilincin rolünü açıklayamamıştır. Bu nedenle, Marx, Feuerbach Üzerine Tezlerin, ilk maddesinde, o zamana kadarki tüm materyalizmin, düşüncenin aktif rolünü geliştirmeyi ihmal etmesine ve etkin yönün materyalizme karşıt bir biçimde, idealizm tarafından geliştirildiğine dikkat çeker.

Üzerine düşündükçe bana doğru gelen, diyalektik materyalizmin, özünde bir sentez olduğudur. Neden sentez? Öncelikle madde ve düşünce ontolojik olarak birbirinden ayrılmaz. Evet, epistemolojik açıdan bilincin ilk kaynağı maddedir; madde olmadan bilinç olmaz. Buraya kadar doğru; ama tek yanlıdır; çünkü bu yaklaşım, bilinci sadece maddenin pasif yansıması olarak görmektedir. Şimdi ikinci sorun şu: Oluşan bilinç ile ne yapılacaktır? Burada, Marx’ın arı ve mimar arasında yaptığı karşılaştırmada, mimarın yapacağını önceden kafasında tasarlaması, konuya açıklık getirmek açısından iyi bir örnektir. Yani mimar, yapacağı işe, önce kafasında tasarladıktan sonra yapmaktadır Burada bilinci aktif ve birincil rolü gündeme gelmektedir.

Diyalektik materyalizm konusunda eskiyi tekrarlamak, düşünce ve bilgiyi ileri götürmez. Bu nedenle çağımızda, diyalektiğin, materyalizmin ve idealizmin yeniden yorumlanması gerektiğini savunuyorum. Özellikle bilinç, irade, amaç gibi tinsellikleri ön plana alan yeni yorumlama çabalarının, yeni kavramlar keşfetmeye yol açacağını ve yeni kavramlar yoluyla düşüncenin gelişmesine katkı yapacağını düşünüyorum.

Öztaş’a göre, benim geliştirdiğim kuramsal zemine, bir başka yazar Anderson da Lenin üzerinden yaptığı çalışmaları ile ulaşmış. Şöyle diyor Öztaş:

Engels ve Plehanov’un sert bir ayrımla ortaya koydukları idealizm ve materyalizm karşıtlığı Anderson’a göre yanlıştır ve bir sentez, uzlaşı gerekmektedir. Bu, idealizm-materyalizm sentezi gereğine genç Marx ve Lenin de katılmaktadır Anderson’a göre. Anderson’un kitabı, diyalektik materyalist kurama yönelik, Lenin üzerinden ve Marksizm’i güya güzelleyen bir dille yazılmış daha kapsamlı bir kuramsal yıkım çalışması.

Ama niye yıkım çalışması olsun? Onu açıklamamış Öztaş. Üstelik Öztaş’ın iddiasına göre, Plehanov da sert bir idealizm-materyalizm karşıtlığını savunmuştur. Plehanov’dan aktardığım pasaj, hiç de Öztaş’ın iddiasını doğrulamıyor. Ayrıca Rusya’da Hegel diyalektiğini devrimin cebri olarak gören Herzen gibi düşünürler değil, Henry Lefebvre gibi Hegel’i inceleyen Marksistler açısından da diyalektik materyalizm, ancak materyalizm ve idealizmin bir sentezi olarak kavranırsa, anlamlıdır. Yoksa diyalektik materyalizmin, kaba, ekonomik materyalizmden farkı kalmaz.

Diyalektik materyalizmin yanlış anlaşılmasının sonuçları

Bilindiği gibi Alman filozofu Dietzgen de, madde kavramının, düşünceyi de içerecek şekilde genişletilmesini önermişti: &#;Madde kavramı genişletilmelidir. Madde, gerçekliğin bütün görüngülerini olduğu kadar, kavrama ve açıklama yetimizi de kucaklar.&#; (Dietzgen’den aktaran: Lenin; Materyalizm ve Ampiryokritisizim, s). Lenin, madde kavramını çok geniş tutmasından dolayı Diezgen’i eleştirmişti: &#;‘Madde’ kavramının aynı zamanda düşünceyi de içermesi gerektiği anlayışı bir kafa karışıklığıdır.&#;

Yeri gelmişken burada bazı kavram karışıklıklarına değinmek gerekir. Örneğin ‘var’ olmak, çoğu zaman yalnızca maddi varlıklar veya nesnel gerçeklikler olarak algılanmaktadır. Bu algı bir yanılgı içermektedir. Oysa maddi olmayan varlıklar da vardır. Örneğin, maddenin etkisi sonucu oluşan duyumlar ve düşünceler, maddi varlıklar, maddi gerçeklikler değildir. Lenin şöyle yazıyor. &#;Düşüncenin ve maddenin ‘gerçek’ oldukları, var oldukları doğrudur. Ama düşünceyi maddi olarak nitelendirmek, materyalizmle idealizmin karıştırılmasına doğru yanlış bir adım atmak demektir.&#; (Lenin; Materyalizm ve Ampiryokritisizim, S. )

Diyalektik materyalizmi, kaba materyalist olarak anlamanın siyasal sonuçları hakkında örnekler vermek, sorunun önemini ortaya koymak açısından değer taşımaktadır.

Alman Marksist düşünür Karl Korsch’a göre, II. Enternasyonal’in vülger Marksizmi, üst-yapı kurumlarının (hukuk, devlet, din vb.) gerçekliğini reddetti. Hatta bunları “baştan aşağı sahte gerçeklikler olduğunu ilan etti.” (Karl Korsch, Marksizm ve Felsefe, s. 77). Korsch, Engels’e eleştiriler yöneltir. Ona göre, Engels sadece içeriğe önem vermiş, ama biçimi diyalektik bir biçimde ele almamıştır; kavramın doruklarında değil, eteklerinde dolaşmıştır. Korsch, üst-yapının ihmal edilmesi konusunda Engels’in yaptığı öz-eleştiriye de dikkat çeker. Engels, ekonomik nedenlere gerektiğinden fazla önem verildiğini, hatta üst-yapının oluşum biçimlerini ihmal ettiklerini, tarihinde Franz Mehring’e yazdığı mektupta kabul ediyor:

Hepimiz, asıl önemli olanın, politik, hukuki ve diğer ideolojik kavramların temel ekonomik olgulardan üretildiği ve bu kavramlar yoluyla dolayımlanan eylemlere uygulandığı gerçeği olduğunu vaaz ettik ve vaaz etmeye zorunluyduk, içeriği vurguladık, ancak bu arada, biçimi, başka bir deyişle bu kavramların ortaya çıktığı yollar ve araçları ihmal ettik. Bu birçok yanlış anlamaya ve karşıtlarımızın çarpıtmalarına vesile oldu.(Engels, MEW 39, s. Ayrıca Karl Korsch, Marksizm ve Felsefe, s. ).

İlginç olan şudur: Engels, üst-yapının önemini ihmal ettiğini kabul edip, öz-eleştiri yapmasına karşın, bu ihmali dile getiren ve Engels’e eleştiriler yöneltenler (Lukacs, Korsch vb.) ağır eleştirilere maruz kalırlar. Hatta Korsch, yılında KPD’den ve III. Enternasyonalden atılır. Enternasyonalden atılsa da Marksizmden kopmadan, bağımsız Marksist kalmaya çalışır.

Kimilerine göreyse Engels, İkinci Enternasyonal’in evrimciliğinden ve uzlaşmacılığından, doğrudan sorumludur. Yaşamının son yıllarında, gençler arasında kaba materyalizmin (ekonomik materyalizm) yaygın olduğunu gören Engels, 21 Eylül tarihinde Joseph Bloch’a yazdığı bir mektupta şöyle bir özeleştiri yapacaktı:

Gençlerin zaman zaman, ekonomik yana gerektiğinden daha çok ağırlık vermelerinden Marx ile benim de kısmen sorumlu tutulmamız gerekir. Hasımlarımızın karşısında onların yadsıdıkları ana ilkeyi, özellikle vurgulamamız gerekiyordu ve o zaman karşılıklı etkiye katılan öteki etkenlere de kendi yerlerini verecek ne zamanı, ne yeri, ne fırsatı bulabildik. Ama bir tarih kesimini sunmak, yani pratik uygulamaya geçmek söz konusu olur olmaz, sorun farklıydı ve hiçbir yanılgıya yer yoktu. Ama ne yazık ki, yeni bir teorinin ana ilkelerini, her zaman doğru biçimde olmasa bile, benimser benimsemez, o teoriyi tümüyle anladıklarını sananlar pek sık görülüyor. Şimdilerde yeni ‘Marksist’ olmuşların birçoğunu bu kınamanın dışında tutamam, çünkü en şaşırtıcı saçmalıklar o çevrede üretiliyor. (Engels, Felsefe İncelemeleri, s. )

Engels’in bu uyarılarına rağmen II. Enternasyonal’in kaba ekonomik materyalizmi sürdürmesinden, yalnızca Engels’i sorumlu tutmak haksızlıktır. II. Enternasyonal’in kabahatini bütünüyle -Marx kadar derin olmadı diye- Engels’e yüklemek ve onu küçümsemek gereksizdir. Ancak Marx ve Engels, materyalizme ve ekonomik nedenlere aşırı vurgu yapmış olduklarından dolayı, her şeyi ekonomik nedenlere dayandıran sığ ve saçma bir bakış açısı gençler arasında egemen olmuş, birçok nesil kaba materyalist bir anlayışla yetişmiştir. Bu anlayışın, özellikle Almanya işçi sınıfı üzerinde yıkıcı etkisi olduğu reddedilemez.

Örneğin Engels’in öğrencisi olan, Hegel diyalektiğini incelememiş olarak kaba bir tarihsel materyalizmi savunan Kautksy şöyle diyordu:

“Proletaryanın hâkimiyeti ve sosyalist devrim, bir sosyalist toplumun ekonomik olduğu kadar, kültürel ve psikolojik koşulları yeterince oluşmadan, sosyalizm gerçekleşemez.” Peki, kültürel ve psikolojik koşullar nasıl yaratılacaktır? Ona göre bu koşulları geçekleştirmek, kapitalizmin “tarihsel görevidir.”

Lenin, bir dönem II. Enternasyonalin kuramsal lideri Kautsky’nin etkisi altındaydı. Hegel sayesinde bu etkiden kurtulan Lenin, Kautsky’nin yaklaşımını reddederek öyle sorar:

Neden sosyalizmin ekonomik, kültürel ve psikolojik koşulları, İşçi ve Köylü Sovyetlerine dayanan yeni tipte bir devlet tarafından yaratılamasın? En son yazılarından biri olan Kooperatifçilik Üzerine yazısında, üç alanda, yani ekonomik, politik ve kültürel alanlarda neler yapılmasını ortaya koyar.

Bilindiği gibi, Kautsky’nin diyalektik olmayan materyalist görüşü II. Enternasyonal’deki bütün işçi sınıfı partilerinde egemen düşünceydi. Hegel diyalektiğini özümsemiş olan Lenin, II. Enternasyonalin bu ekonomik materyalizmden koptuğundan dolayı, Nisan Tezleri’inde Rusya’da devrimin karakterini yeniden tanımladı. Böylelikle ileriyi gören bir tahlil ortaya koydu. İşçi ve Köylü Sovyetlerinin, iktidarı alması gerektiğini ve sosyalist devrimi savundu. Daha önceleri devrimin burjuva devrimi olması gerektiğini savunan Marksistlerin büyük bir çoğunluğu (Troçki hariç) şaşkınlık geçirdi, şok yaşadı: Öyle ki, Plehanov, Lenin’i çıldırmış olmakla suçladı. Lenin, kendi partisinde de uzun dönem yalnız kalmıştı; eski görüşleri savunanları, ‘Eski Bolşevikler’ olarak adlandırmaktan çekinmemişti. Plehanov ise, İşçi ve Köylü Konseylerinin iktidar aldıktan sonra yayınladığı bir bildiride, iktidar almanın yanlış olduğunu ileri sürdü.

Sonuç yerine birkaç not

  1. Galileo ve Newton’dan beri doğa bilimlerinde gerçekleşen büyük gelişmeler, insanı seyirci olarak algılayan ve insanın yaratıcılığını dile getiren insanbiçimci kavramları kökten bir biçimde dışlayan bir dünya görüşü için sağlam temeller atmıştır. Bu durum, doğa bilimlerini abartan, ancak felsefeyi küçümseyen anlayışın oluşmasına yol açmıştır.
  2. Burjuva doğa bilimcilerinin doğa kavramından, tarihsel ve toplumsal ontoloji üretilemez. Burjuva ideolojisi, doğa ve toplum, doğa ile insan ilişkisini ve çelişkisini tutarlı bir şekilde çözme yeteneğinde değildir. Doğa ve toplumu içeren bir ontoloji geliştirmeyi başaramamıştır. Doğa ve tarih-toplum arasındaki birlik ilkesinde bulunan farkı anlamadan kapsamlı ve tutarlı bir ontoloji geliştirmek olanaksızdır. Hobbes ve Spinoza’nın doğa ve toplumsal alanı içeren bir ontoloji inşa etmeye çalışmaları başarılı olamamıştır.
  3. Bu nedenle burjuva düşüncesi, doğayı materyalist, tarihi ve toplumu ise yalnızca idealist biçimde almaya mahkûmdur. Feuerbach, bunun bir örneğidir. Marx, Engels’e yazdığı Ocak tarihli mektubunda, Hegel diyalektiğinin Almanya’daki beyler tarafından hor görülmesinde Feuerbach’ın çok vebali olduğunu ifade ediyor. (MEW Band 32, S).
  4. Engels, felsefi eserlerinde diyalektiğin en önemli unsuru olan özne-nesnenin karşılık etkileşim ilkesini yeterince vurgulamamıştır. Öznel diyalektiği, nesnel şeyler arasındaki karşılıklı ilişkilerin bilince yansıması olarak görüyor. Nesneler arasındaki ilişkileri, açığa çıkaran ve yansıtıcı öznenin rolüne gereken önemi vermiyor. ‘Yansıma teorisi’ önemlidir; ama yalnızca gerçekliğin bir yanını ifade ettiğinden, tek-yanlıdır.
  5. Diyalektiği esas olarak doğadan üretip, topluma ve düşünce alanına uygulamaya çalışan Engels’in bilgi anlayışını sorunlu buluyorum. Engels, bilgiyi, sadece gerçekliğin pasif bir yansıması olarak görmektedir.
  6. Engels, doğa bilimcilerinin felsefeye ilgisizliklerine dikkat çekmesine karşın, kendini bu gelişmenin etkisinden kurtaramamıştır.
  7. Engels ile Marx arasında ayrım yapıyorum. Engels’in diyalektik anlayışının sorunlu olduğunu, doğa ve toplum diyalektiği arasındaki ayrımı yeterince bilince çıkarmadığını vurguluyorum. Marx’ın dediği gibi diyalektiği kapsamlı olarak ele alıp geliştiren Hegel, doğa ve toplum diyalektiği arasında ayrım yaparken, Engels, bu ayrımı tam anlamıyla yapamamıştır.
  8. Geçmişte Avrupa’nın işçi sınıfı partilerinde Marx ve Engels arasında ayrım yapanlar olmuş, ama Marx ve Engels arasında ayrım yapma, partinin siyasal birliğine zarar vereceği nedeniyle kabul görmemişti. Hatta bu ayrımı dile getiren, partilerden uzaklaştırılmıştı.
  9. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm () başlıklı felsefi eserinde, bilgi teorisi konusunda hala Engels’in materyalizmin etkisi altındadır. Ancak Hegel’i okuduktan sonra, Lenin, Engels’in materyalizminin etkisinden kurtularak, Hegel diyalektiğini gerçek anlamda kavrar ve uygular. Felsefe Defterlerinde geçen ve Lenin’in her zaman tekrarlanması gereken sözü şudur: &#;İnsan bilinci, sadece nesnel dünyayı yansıtmakla kalmaz; aynı zamanda yaratır da.&#; Stalin bürokrasisinin, Felsefe Defterleri’ni önemsemezken, Materyalizm ve Ampiryokritisizm’i resmi felsefe kitabı olarak ilan etmesi düşündürücüdür.
  10. Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm başlığını taşıyan eserinde, diyalektiğin ilkelerini kodlayarak, diyalektiği dogma haline getiren Stalin, kitabında Hegel ve Marx-Engels tarafından önemli görülen yadsımanın yadsıması ilkesine yer vermez. Stalin’in kitabında bu ilkeye yer vermemesi neden sorun haline getirilmemiştir? Diyalektik materyalist öğretinin, Stalin dönemi Sovyetler birliğinde dogma haline getirilmesinin yıkıcı etkileri görmezden gelinemez.
kaynağı değiştir]

Diyalektik Materyalizm, genel felsefi kategorileri ve kavramları (varoluş-öz, biçim-töz, gerçeklik-yanılsama, nesnellik-hakikat, nedensellik-olasılık, zorunluluk-özgürlük vb.) da kullanır ve onlarla çalışır. Aydınlanma Çağı'ndaki felsefi akımların çatıştıkları ve çözümleyemedikleri konuları (bilginin kaynağı, düşüncenin temeli, aklın yapısı ve işleyişi, duyumların yeri vb.) özgün -ve pozitif bilimlerce de kanıtlandığı üzere- çözümlere bağlamış, temel aldığı yasaların, gerçekliğin yasaları olarak formüle etmiştir. Yani, buna göre gerçekliğin(doğanın) işleyiş süreçlerinin yasaları, diyalektik materyalizmin bilgi mekanizmalarının da yasalarıdır. Düşünceyi maddenin, bilgiyi gerçekliğin bir yansıması olarak alması dolayısıyla Yansıma Teorisi olarak bilinen teoriyle aynı zemine dayandığı söylenebilir. Böylece de kendisini gerçekliğin işleyiş süreçlerine uyduran, daha doğrusu o süreçlerin zihinsel yansımalarının sonucu olan bir teori olarak ayrıcalıklı bir yere oturtur.

Rus-Sovyet marksizmi ve diyalektik materyalizm[değiştir

Marx’ın Doktora Tezi: Diyalektik Materyalizmin İşaret Fişeği

Özet
Marx ’de materyalist Yunan düşünürleri Demokritos ve Epikuros’un doğa felsefelerini karşılaştırdığı doktorasını idealizmin Almanya’daki beşiği Jena Üniversitesine sunmuştur. Marksist literatürde hak ettiği ilgiyi görmeyen tez incelendiğinde, Marx’ın Engels ile tanışmadan önce diyalektik materyalizmi doğaya uygulamış olduğu anlaşılır. Marx’ın tezi dönemin egemen idealist felsefesine materyalist bir meydan okuma olmanın ötesinde, sonradan Marx ile Engels’in gerçekleştirecekleri felsefi çalışmaların tohumlarını taşıması bakımından da önemli bir uğraktır. Epikuros’un izlerini Marx’ın sonraki felsefi üretiminde görmek mümkündür. Revizyonist düşünürler tarafından Marksizm üzerine düşürülen Hegel’in gölgesinin kabul edilemezliği Marx’ın doktora tezine odaklı tarihsel dolayımı içerisinde değerlendirilir. Tez metniyle Marx’ın sonraki çalışmaları arasında kurulan koşutluklar göstermektedir ki, Marx henüz 23 yaşındayken değeri sonradan anlaşılan felsefi olgunluğuna erişmiştir. Marx’ın tezinde Epikuros felsefesini öne çıkarmasının nedenleri arasında, (a) Epikurosçu atom düşüncesinin tutarlı bir materyalizm üretmeye elverişli olması, (b) her ölçekte hareket ve değişimi olanaklı kılması, (c) rastlantıya yer vererek gerekirciliği esnetmesi sayesinde zorunluluğun zorbalığına son vermesi ve (d) felsefeyi tinsellikten kurtarma konusundaki ısrarı sayılabilir.
Anahtar kelimeler:Hegel, mekanik materyalizm, Alman idealizmi

yy Alman konfederasyonunda felsefe henüz gökyüzünden yeryüzüne indirilmemişti, ama onu yeryüzüne indirecek yeni kuşak düşünürler yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş ve düşünmeye başlamışlardı. O dönemde idealizmi eleştirel tarzda temize çeken Kant’ın () etkisinden sıyrılmak cesaret isteyen bir işti. Kant’ın takipçileri olan Schopenhauer (), Fries (), Herbart (), Lange  () ve Cohen ()  var güçleriyle Kant’ın felsefesini güncellemeye ve gözden geçirmeye çabalıyorlar ve eleştirel idealizmin avuçlarındaki yaşam çizgisi uzadıkça uzuyordu. Diğer yandan yine bir idealist olan Leibnitz’in () Yunan felsefesindeki atom düşüncesinden ilham alarak oluşturduğu Monadoloji’si de Kant’çı olmayan çevrelerin etrafında dönüp durdukları bir odak olmaya devam ediyordu.

yy’ın ilk çeyreğinde büyük ölçüde Jena’da oluşturulan Alman idealizminin öncüleri olan Fichte (), Schelling () ve Hegel (), Almanya'daki felsefi üretimi yönlendiriyorlardı. Bunlar arasında Hegel, geliştirdiği sistematiğin kapsamı ve o kapsamın iç işleyişini betimleyen diyalektiğiyle diğerlerinden ayrılır. Alman felsefesini bütünüyle hâkimiyetine alan Hegel takipçileri vasıtasıyla felsefesini kendi başkalığında sürdürür. Sağ ve sol Hegelciler diye ayrılsalar da dönemin Almanya’sındaki filozofların tamamı Hegel’den etkilenmişlerdi. Sol Hegelciler arasında hiç de yabancısı olmadığımız ve Marx ile Engels’in Alman İdeolojisi'nde () Azizlik yakıştırmasıyla alay ettikleri isimleri görüyoruz: Bruno Bauer (), Max Stirner () ve tabii ki Ludwig Feuerbach ().

Biyografik Gözlemler

Marx Kasım ’de Berlin’de Hukuk Fakültesi öğrencisiyken babasına yazdığı mektupta ağırlıklı olarak Kant, Fichte, Schelling, Hegel ve Aristo okuduğunu yazar. tarihinde sonradan Epikuros'un Felsefesi Üzerine Notlar adıyla yayımlanacak elyazmasını tamamlamış olmasından anlıyoruz ki, Marx yıllarında idealizme sırtını dönerek materyalizme olan ilgisinin tarihsel kökenleri üzerine yoğunlaşmıştır. ’de henüz 23 yaşındayken, Berlin’de yazdığı tezini Hegel ve ekolünün çöplüğü Jena Üniversitesi’nde “Demokritos ve Epikuros’un Doğa Felsefeleri Arasındaki Fark” başlıklı doktora tezini[1] sunan Marx, Alman idealizminin beşiğinde diyalektik materyalizmin işaret fişeğini ateşler. Jena'da ateşlenen bu fişeğin Alman felsefesinin diğer merkezlerinde görmezden gelinmesi üzerine Marx üniversitede yer edinemez. Benzeri bir ilgisizliği Kapital’in ilk cildinin yayımlanmasının ardından da yaşayacak ve “sükut suikastı”na uğradığını düşünecektir.

Siyasete kayıtsız kalmayı saygınlığının ön koşulu kabul eden klasik Alman felsefesi uzun süren kış uykusundan uyanamadığı için idealizmin beşiğinden de çıkmak istemiyordu. Doktora tezini sunduğu yıl () Feuerbach Hristiyanlığın Özü’nü yayımlamıştı, Engels ile tanışmasına neredeyse dört, devrimlerine yedi yıl vardır fakat devrimlerinin koşulları çoktan mayalanmaya başlamıştır. Bu nedenle Marx, Feuerbach’ın yaptığı gibi kırsalda inzivaya çekilmeyi değil şehirde yaşamayı seçmiştir. yıllarında Rheinische Zeitung gazetesinin başyazarlığını yapmaya başlar. Bu görev Marx'ın yaşamında bir dönüm noktası olur ve ilgisi iktisat ve sosyolojiye kayar. İdealist maskesine rağmen değişim ve hareket temeli üzerinde yükselen Hegel felsefesinin devrimci potansiyelini sol Hegelcilerden farklı biçimde keşfetmeye başlamıştır.

Sesi Kısılan Materyalizm

Yunan düşünürleri profesyonel felsefe çevreleri tarafından dikkatle incelense de, materyalist Yunan düşünürleri bu ilgiden muaf tutularak üvey evlat muamelesi görüyor ve onlardan kalan metinler çoğunlukla filologlara havale ediliyordu. İlahi Komedya’sında Dante cehenneme yaptığı yolculukta materyalist tutumlarıyla tanınan Demokritos ile Heraklitos'u Limbus'ta [2] görür. Tanrılarla iyi geçinemeyen diğer Yunan filozoflarıyla birlikte materyalistleri cehennemin etrafında konuşlandıran Ortaçağ zihniyeti yy Almanya’sında etkilerini hala sürdürüyor ve materyalizme açılan kapıları sımsıkı kapatıyordu.

Bu yüzden materyalizmin sesini Alman üniversitelerinde duymak neredeyse imkansızdı. yy’ın ilk yarısında Almanya’da materyalizmi öğrenmek için idealist düşünürlerin materyalizm hakkında yazdıklarını okuyan gençler etraflarına baktıklarında saygıdeğer idealist düşünürlerin anlattıklarından başka bir dünya ile karşılaşınca materyalizme yöneliyorlar, ancak Engels’in deyimiyle Vogt, Büchner ve Moleschott gibi materyalizmi halka yayan seyyar satıcıların yazdıklarında da aradıkları derinliği yakalayamıyorlardı. Zaman zaman sakıncalı düşünceler beyan eden idealist filozofların siyasi otorite tarafından uyarılmaları adettendi. ’te II. Guillaume hükümeti, Tanrının varlığının duyularla tanıtlanamayacağını savunan Kant’ın din üzerine yazı yazmasını yasaklamıştır [3].

Bunun üzerine Alman filozofları daha ağdalı bir üslup edindiler. O kadar ki, kaleme aldıkları kitapları yalnızca diğer filozoflar okuyabiliyordu! Fakat sol Hegelciler, anlaşılır olma kaygısıyla bu üslubu terk ederek geniş kitlelerin okuyabileceği metinlerin modasını başlatmışlar ve bunda başarılı da olmuşlardı. Alman kültür dünyasında materyalizme yönelen sol Hegelcilerin ağırlığı giderek artıyordu. Marksist klasiklerin, aralarında sol Hegelcilerin de bulunduğu düşünürlerle girişilen polemik üsluba sahip olmalarının nedeni budur.

Marx-Hegel ya da Efendi-Köle Diyalektiği

Marx kendisini sol Hegelciler arasında görmez hatta onları kıyasıya eleştirir. Nitekim Marx ekonomipolitikte Ricardo’yu nasıl görüyorsa felsefede de Hegel’i öyle görür. Buna karşın burjuva bilimi kasıtlı biçimde Marx'ı sol Hegelciler arasına koyar. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın () önsözünde “Demek ki, yapılacak şey, her şeyden önce, Hegel'in yöntemini kesin bir eleştiriye tabi tutmaktı” diyecektir. “Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da” satırları karşısında burjuva felsefesi hala Marksizm üzerine Hegel'in gölgesini düşürmeye devam eder.

Marksizmi Hegelci olmakla itham eden çevrelerin felsefi planda burjuvazinin değirmenine su taşımaktan başka bir amaçları yoktur. Bu çevreler (revizyonistler) Marksizmin gözden geçirilmesi gerektiğini söylemekle kalmayıp Marksizmi gözden geçirirler! Pek çoğu tanıdık olan bu filozoflar tarafından gözden geçirilen Marksizmden geriye devrimci niteliğinden tamamen ya da kısmen arınmış, idealizmin labirentlerinde yolunu kaybetmiş (ereğini yitirmiş) bir Marksizm kalır.

Hegel’in ünlü efendi-köle diyalektiği aslında Marx-Hegel diyalektiğidir. Hegel diyalektiğini mutlak ve bağımsız fikrin kendi kendine gelişiminin açıklanması amacıyla kurgularken, Marx diyalektiğini bağımsız ve mutlak olmayan fikrin maddi dünyayla ilişki içindeki gelişimini araştırma amacına hasreder. Hegel, tam olarak ne olduğu asla bilinemeyecek olan her şeyi iyeliğine alan kadir-i mutlak fikrin (ideanın) kölesi haline gelirken; Marx maddi zeminde fikrin efendiliğine yükselir. Sartre Marksizmi çağımızın aşılamayan felsefi ufku olarak nitelerken bunu kasteder.

Neden Demokritos ve Epikuros?

Marx tezine “Yunan felsefesi, iyi olduğunu anlamak için karşılaşmamıza gerek olmayan sıkıcı sona sahip bir trajediyle karşılaşmak gibidir” cümlesiyle başlar. Burada trajediye benzettiği Yunan felsefesinin sıkıcı sonunu çekici kılmak için bileylenmesi gerektiğini ima eder. Daha sonraları Engels ile birlikte sıkıcı bulduğu sonun (Epikuros felsefesinin) keskinliğini artırmak gayretiyle diyalektik materyalizmi yetkinleştireceklerdir. Yunan felsefesi hakkında Engels “teorik doğabilimi de, bugünkü genel yasalarının kaynağının ve gelişmesinin tarihini izlemek istiyorsa, Yunanlılara dönmek zorundadır” [4] demiştir. Doğa bilimi (ya da felsefesi) dönemin materyalistlerine spekülatif felsefe pratiği karşısında itibar ve etki gücü kazandırması bakımından önemliydi çünkü temel görevi safsata yapmak olan burjuva felsefesinin nefesinin tükendiği yerde bilim başlıyor ve bilimin kapsamı genişledikçe yoz felsefeninki daralıyordu. Bu gidişatın ne Marx'ta ne de Engels'te hiçbir zaman felsefe karşıtı bir tutumun gelişmesini teşvik etmediğini, tam tersine felsefenin bilimselleştirilmesi çabalarını yoğunlaştırdıklarını unutmamalıyız.

Marx’ın, niçin Demokritos ve Epikuros'u incelediği sorusunun en net yanıtını Lenin “… atom her zaman materyalist evren anlayışının kalesi olmuştur” diyerek vermektedir. Açıkça anlaşılıyor ki Marx doktora çalışmasında antikitede materyalist görüşleriyle öne çıkan iki düşünürün felsefelerinin klişeleşmiş anlatılarda değinilmeyen yanlarını incelemek istemiştir. Daha önce Gassendi’nin () şahsında Fransız materyalizminin Epikuros’a yöneldiğini bilen Marx “Gassendi, bize Epikuros'un felsefesini öğretebilmekten çok kendisi Epikuros'tan felsefe öğrenmektedir” (s. 10) diyerek bu çabayı sığ buluyordu.

’te Kutsal Aile’de “Fransız ve İngiliz materyalizmi, Demokritos ve Epikuros ile her zaman sıkı bir ilişki içinde kalmıştır” diyen Marx, yine 'da Alman İdeolojisi’nde "Epikuros ise, Antikçağın asıl radikal aydınlanmacısıydı. Antik dine açıkça cephe aldı" cümlesiyle selamladığı Epikuros'un burjuva felsefe çevrelerince kavranmamasının temel nedenini, Epikuros (İÖ ) felsefesinin kaba bir hazcılığa indirgenmesine bağlar. Böylece Epikuros’un derinliği üzerine burjuva felsefesi tarafından kalın bir haz perdesi çekilir [5]. Lenin Felsefe Defterleri’nde dahice tahminlerde bulunduğunu söylediği Epikuros’un diyalektik materyalizme çok yaklaşmış olduğu tespitinde bulunur. Marx'ın Yunan materyalizmine yönelmesinin asıl nedenleri, o günlerde Almanya’daki materyalizm tartışmalarını tarihsellikten kopuk ve mekanizmle malul bulmasıdır. Her şeyin bir tarihi olduğunu bilen Marx, Engels ile birlikte Alman İdeolojisi'nde "Biz tek bir bilim tanıyoruz, o da tarihtir" [6] diyordu. Tarihsellik dolayımında materyalizmi ele almanın önemini yıllarında kavramıştır. Sadece materyalizmi tarihsel dolayımına yerleştirme amacıyla değil aynı zamanda yy materyalizmindeki mekanik ve idealist sapmaları fark ettiği için işe Demokritos ile Epikuros’ün felsefelerini kıyaslayarak başlamıştır.

Tanımadığımız Demokritos ve Epikuros

Atom fikrinin [7] Yunan felsefesinde babası kabul edilen isim Demokritos’tur (İÖ ). Kronolojiye aykırı biçimde Sokrates (İÖ ) öncesi Yunan filozoflarından sayılan Demokritos, yeryüzündeki ilk aydınlanma dönemi olarak bilinen İyon aydınlanmasının çocuğudur. Tinsel bir materyalizm peşinde koşan Leibnitz’e göre Demokritos’un atom öğretisini geliştiren Epikuros Yunan felsefesinin en büyük materyalistidir. Platon şahsında metafizik ve idealist bir çizgiye kayan Yunan felsefesinin son döneminde başlangıçtaki İyon filozofları gibi yeniden materyalizme yönelmesini simgeleyen Epikuros’un görmezden gelinmesinin nedeni, Yunan felsefesinin son uğrağının materyalizm değil idealizm olduğu savını desteklemektir. Atina’da tezgahlanan Yunan idealizmi, kendinden önce İyon kolonilerinde yaşamış bilimi önceleyen materyalist filozofları -ki onlar kendilerine açıkça fizikçi diyorlardı- küçümsüyor ve materyalizmi asla geri dönülmemesi gereken bir hata olarak görüyordu. Epikuros’un felsefesi ise idealizmin Yunan felsefesinin en yüksek mertebesi olduğu fikrini geçersiz kılar. Tıpkı Marx’ın Jena’da yaptığı gibi, Epikuros da idealizme o zamanki beşiği Atina’da meydan okumuştur!

Atom fikrini savunmaları nedeniyle Demokritos ile Epikuros aynı kefeye konulur daha da kötüsü çoğunlukla Epikuros’un atom öğretisi yok sayılır. Cicero, “Epikuros’un bahçesini [8] sulayan su, Demokritos’un kaynağından gelir” derken haklıdır. Marx da bu kanıdadır: “Epikuros bildiği tüm fiziği Demokritos’tan öğrenmiştir”. Ama sadece öğrenmekle kalmayıp ilerletmiştir! Epikuros’un yaşadığı çağda felsefe, insanın nasıl mutlu olabileceği sorusuna cevap arayan bir törebilimine dönüşmüştü. İki düşünür sadece atom kavramında değil felsefenin insanı ilgilendiren tarafında da benzer kavramlara baş vururlar: Demokritos’un “euthymia (ruhsal rahatlık)” ve Epikuros’un “ataraxia (ruhsal dinginlik)”. Oysa Marx, Demokritos ve Epikuros’un felsefelerinin taban tabana zıt oldukları görüşündedir.

Marx’a göre Demokritos, felsefeyi deneysel gözleme kurban etmekte sakınca görmediği için günümüz olguculuğuna yaklaşan bir duyumculuk [9] üzerinden kendini doğa biliminin kollarına atıp görgül bilgisini artırırken umutsuzluğunu da artırır. Marx tezinde Epikuros’un gerçeklik hakkında “Duyular doğrunun müjdecileridir” deyişini aktarır. Epikuros da, Demokritos da duyumcu olmalarına duyumcudurlar ama aralarında önemli bir fark vardır.

Bu fark duyumun iki yüzlü bir kavram olmasından kaynaklanır: (a) Kişinin öznel duyumu ve (b) öznel duyumların altında yatan nesnel dayanak. Marx’a göre “Demokritos duyulur dünyayı öznel görünüş haline dönüştürdüğü halde, Epikuros onu nesnel görüngü haline dönüştürür” (s. 24). Dolayısıyla, Epikuros’un materyalizmi Demokritos’unkinden daha ileridedir. Epikuros, dünyanın duyulara dayanan insan düşüncesinden bağımsız biçimde varolduğunu düşünür. Burada önemli olan düşünceden bağımsız dünya fikridir. Epikuros’unkiyle kıyaslandığında Demokritos’un materyalizmi iki sebeple ölü doğmuştur. Bunlardan ilki duyuların öznelliği fikrinin kaçınılmaz olarak idealizmin en berbat hali solipsizme kapı aralamasıdır. İkincisi ise, nesnelerin oluşumunda aşılamayan engeldir.

Demokritos’un tersine Epikuros, bilimin insanı kapsamayan doğanın ötesine taşınarak insanın mutluluğu, özgürlüğü, ahlaki sorumluluklarıyla ilgili sorunların çözüm arayışına da uygulanabileceği düşüncesindedir. Törebilimsel yanıyla insanı doğadan ayırmaz. Demokritos ise törebilimsel yönlere fazla değinmez. Ne kadar tanıdık bir ayrışma değil mi? Revizyonistler diyalektiğin doğaya uygulanmaması gerektiğinden [10] bahsederler. İlk bakışta masum bir düşünceymiş gibi görünse de aslında kast ettikleri şey, doğadaki diyalektiğin yadsınması ya da diyalektiği salt insan düşüncesine tabi kılarak onu bir akıl oyununa dönüştürmektir. Bu sayede diyalektik materyalizm etkisiz hale gelecek ve insan, kendi dışındaki dünyanın değişimi bilgisinden mahrum kalacak ve bunun sonucunda da dünyayı değiştirme becerisini kaybedecektir. Marksizmi sadece toplumsal bilimlerle sınırlandırmayı öneren revizyonistler, diyalektiğin idealistleştirilmesi ve Marksizmin bilimselliğinin sonlandırılmasını eleştiri adıyla meşrulaştırma gayretindedirler. Bu noktada Marksistler vaktiyle Marx ve Engels gibi eleştirel eleştirinin eleştirisini yapmalıdırlar.

Demokritos ve Epikuros’un Atomları

Demokritos ile Epikuros’ün fiziğine biraz daha yakından bakacak olursak Marx’ın niçin bu ki düşünür üzerine yoğunlaştığını daha iyi anlarız. Demokritos hava, su, ateş ve toprak türlerindeki atomların şekilleriyle (pürüzlü, düz, köşeli, yuvarlak, eğri büğrü, kancalı ve çengelli) ve büyüklüklerinin farklı olduğunu düşünüyordu. Ezelden ebede birbirleriyle çarpışıp durarak etrafımızdaki nesneleri meydana getiriyorları. Demokritos çarpışmaların nasıl meydana geldiğini açıklayamıyordu ama olsun, devam edelim Varolan her şey boşlukta meydana gelen bu mekanik çarpışmaların sonucunda gelişen zorunlu bir düzenlilikte beliriyordu. Kendisine çarpılan atom ile çarpan atom sonuç ve nedeni temsil ediyorlardı. Kendisine çarpılan da bir başkasına çarpacağı için sakat bir nedensellik anlayışı doğuyordu. Demokritos doğadaki değişimlerin diyalektik değil mekanik olduğu görüşündedir.

Epikuros atomların yalnızca büyüklük ve şekillerinin değil, ağırlıklarının da farklı olduğunu söyler. Bu Lenin’in Epikuros’un dâhice tahminleriyle [11] neyi kast ettiğini açıklayan bir örnektir, zira farklı elementlerin atomlarının farklı ağırlıklara sahip olduklarını Dalton (öl. ) tanıtlamıştır. Fakat daha da önemlisi, Epikuros atomların -ağırlıklarının etkisiyle- boşlukta aşağıya inerken nasıl olup da çarpıştıklarını açıklamak için atomların içsel itkileriyle hareket doğrultularında meydana gelen küçük sapmalardan (clinamen [12]) bahseder. Epikuroscu Lucretius De Rerum Natura’sında şöyle der:

“Bu sapma da olmasa herşey dökülürdü boşluktan/Tekdüze bir koşutlukta, yağmur damlaları gibi/Ne çarpışma, ne vurması atomun üstüne./Doğa hiçbir şey yaratamazdı kısaca bunlardan”. “Epikuros işin doğasında yatan bu çelişkiyi çok iyi hisseder. Bu yüzden de sapmayı, elden geldiği kadar duyularca algılanmaz olarak betimlemeye çabalar” (s. 38). Lucretius olağanüstü bir önseziyle der ki; "Gösterdikleri sapmaya borçluyuz bunu/Atomların, belirsiz zamanlarda ve yerlerde".

Demokritos’un atom modeli materyalizm iddiasını gerçekleştiremeden süblimleşir çünkü çevremizdeki nesnelerin oluşumunu açıklamakta zorlanır. Açıklayacak biçimde tadil edildiğinde de gerekirciliğin deli gömleğini giymek zorunda kalırız. Epikuros ise Demokritos’un bu iki kusurunu gidermiştir. Atomların sapmaları fikriyle nesnelerin oluşumunu sağlamış, zorunluluk yerine rastlantıya yer vererek de gerekirci yazgıdan insanları kurtarmıştır. Yeniden Lucretius’a dönelim: “Atomlar, kaderin ağlarını koparacak,/Kesecek nedenle-sonuç'un bitimsiz döngüsünü”.

emokritos mekanik materyalizmi nedeniyle gerekirci bir zorunluluğun kurbanı olurken, Epikuros rastlantının önemini vurgular. Marx’a göre Epikuros, rastlantıyı yalnızca olanaklılık değeri taşıyan bir gerçeklik (s. 30) olarak görür. Zorunluluk ile -gerçekleşmiş olasılık anlamında- rastlantının diyalektik bir bağımlılık ilişkisi içinde olduklarını kavramıştır: “Zorunluluk, sonlu doğada göreli zorunluluk olarak, determinizm olarak ortaya çıkar. Göreli zorunluluk yalnızca gerçek olanaklılıktan çıkarsanabilir, yani o, bu zorunluluğun kendini açığa vurmasına aracı olan birtakım koşullar, sebepler, nedenler vb. ağıdır” (s. ).

Tıpkı Epikuros’da olduğu gibi, ne Marx’ın kendisi ne de öğretisi gerekirci değildir. Fakat bu aklın yadsınması anlamına gelmez. Marx diyalektiğin tarihte olduğu gibi doğada da işlediğini düşünüyordu ve diyalektiği işletecek olan aklı yadsımayı aklından bile geçirememiştir. Marksizm sık sık gerekirci olmakla itham edilir. Burjuva felsefesi kendi kusurlarını Marksizme yamayarak onlardan kurtulabileceğini sanır ama Marksizm yama tutmaz! Gerekircilik katıksız bir burjuva felsefi akımı olan olguculukla eleledir. Marksizm nedenselliğe sahip çıkar ama rastlantıyı dışlamaz. Zorunluluk nesnel görüngüler arasında özden, rastlantı ise özden olmayan bağıntı kurma biçimidir. Rastlantı içsel değil dışsaldır ve zorunlulukla diyalektik bir ilişki içindedir. Aynı görüngü hem rastlantısal hem de zorunluluk yoluyla belirebilir. Bu iki kavram birbirlerini dışlamaz.

Marx Demokritos’un ne atomların bizzat kendilerine ilişkin özellikleri üzerine ne de kendilerine özgü kavram-varlık ilişkisinin nesnelleştirilmesine değinmediğini belirtir: “Epikuros, atom kavramındaki özle varoluş çelişkisini nesnelleştirir. Böylece o, bize atomcu bilimi vermiştir. Demokritos'ta ise, ilkenin kendisinin gerçekleşmesi yoktur. O, yalnızca maddesel yanı tutar ve empirik gözlem yararına varsayımlar ortaya koyar” (s. 51). Marx, Epikuros’un atomların tüm özelliklerinin kendileriyle çelişik biçimde belirlenebileceği düşüncesinde olduğunu söyler: “Nitelikleri aracılığıyla atom, kendi kavramıyla çelişen bir varoluşa sahiptir; kendi özünden farklı biçimde edimselleştirdiği bir varoluştur bu. Epikuros’un temelde ilgilendiği şey bu çelişkidir”. Marx Demokritos ile Epikuros'u kıyaslarken, varolan şeyle düşünce arasındaki ilişkiye (Engels'e göre felsefenin en temel meselesidir bu) de değinir. Tezinde Epikuros'un tüm doğa felsefesinin varoluşla öz ya da biçim ile madde arasındaki çelişkileri esas aldığını belirten Marx, tamamen maddi olan varlığın (atomun) özü ile dış görünüşü arasındaki farkı vurgular. Epikuros’de dikkatini çeken biçim-öz çelişkisinin izine yıllar sonra Kapital’in 3. cildinde yeniden rastlarız: "Ne var ki, dış görünüş ile şeylerin özü, eğer doğrudan doğruya çakışsaydı, her türlü bilim gereksiz olurdu". Bu alıntılardaki paralellik Marx’ın henüz doktora tezini yazarken ulaştığı felsefi olgunluğun emaresidir.

Epikuros’un Evreni

Epikuros atom ve ataraxia kavramlarıyla tanınsa da, Marx onun asıl özgünlüğünü göksel cisimler hakkındaki görüşlerinde bulur: “Epikuros’un doğa felsefesinin ruhu onun göksel cisimler kuramında görünür hale gelir”. Epikuros ve öğrencileri radikal tanrıtanımaz tutumlarıyla ünlenmişti ve Epikuros’un bu özelliği onu Yunan felsefesinde eşsiz kılar. Daha önce ister materyalist ister idealist olsun tüm Yunan düşünürleri göksel cisimlerde ya aklın yansımalarını ya da açıkça kendi tanrılarını görüyorlardı: “Demek oluyor ki Yunan felsefecileri göksel cisimlerde kendi tinlerine tapmışlardır” (s. 62). Marx’a göre Epikuros, göksel cisimlerin ebediliği düşüncesini, özbilincimizin huzurunu/sarsılmazlığını (ataraxia’sını) kaçıracağı gerekçesiyle reddeder: “Göksel cisimlerin ebediliği özbilincinin sarsılmazlığını bozacağına göre, bundan çıkan zorunlu ve kesin sonuç, onların ebedi olmadıklarıdır” (s. 67). Ebedi varlıklar özbilincin huzurunu kaçırır çünkü onlar bilincimizin belirleniminden kurtularak özbilince meydan okuyan şeyler haline gelirler.

Yeri gelmişken belirtelim, Marx Epikuros ve öğrencilerinin tanrı karşısındaki tutumlarından etkilenmiş ve bu etkiyi sonraki yıllarda sosyalizmin bilimselleştirilmesi çalışmalarında da korumuştur. Doktorasından iki yıl sonra ’te meşhur “Din, halkın afyonunu oluşturuyor” cümlesini kurmuş ve eklemiştir: “Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor”. Tıpkı Epikuros ve Lucretius’un savunduğu gibi.

Epikuros atomların sürekli hareket ettiklerini düşünüyordu [13]. Bu hareketlerinin de Demokritos’un ıskaladığı bir içsel itkiden kaynaklandığını ileri sürerek onları harekete sevk eden ilahi müdahale fikrini gereksiz kılıyordu. Aristo’nun göksel cisimlere hareket kazandıran, onlara ilk fiskeyi vuran ‘hareketsiz hareket ettirici’sini yadsıyan Epikuros gök cisimlerinin de hareketli olmaları gerektiğini düşünüyordu. Marx Epikuroscu göksel cisimler kuramını tartışırken, yalnızca en küçüklerin (atomların) değil en büyüklerin (gezegenler) de sürekli hareket halinde olmaları gereğinden bahseder ve şu şaşırtıcı sonucu çıkarır; “Şu halde göksel cisimler gerçek hale gelmiş atomlardır” (s. ).

Bu cümlede Marx’ın en küçük ile en büyük ölçekteki görüngüler arasındaki ilişkinlik ve bu ilişkinliğe içkin değişkenlik düşüncesine ulaştığını, başka deyişle diyalektik materyalizmin ilk ilkesini doğada yakaladığını görüyoruz. Bu Marx’ın ’de, Engels tarafından ’de ifade edilen “Hareket maddenin varoluş biçimidir” düşüncesini kavradığını gösterir. Yadsımanın yadsınması ilkesinin de yine doğada bulunduğunu tezinde açıkça belirtir: “Nasıl nokta çizgide yadsınır ise, her düşen cisim de çizdiği doğruda yadsınır” (s. 36). Burada maddenin hareketini yadsımanın yadsınması dolayımında okur. Diyalektik materyalizmin iki ilkesini Marx’ın doktora tezinde doğaya uygulanmış halde buluyoruz.

Diyalektik materyalizmi Engels’in, tarihsel materyalizmi ise Marx’ın geliştirdiği yönünde yaygın bir yanlışa düşülür. Bu iki materyalizm birbirinden ayrılamaz. Marx, Engels ile tanışmadan önce doktora çalışması sırasında doğadaki diyalektiği saptamıştır. Konu hakkında Engels şunları söyler: “Benim teoriye katkımı, olsa olsa birkaç özel bilgi dalı dışında, Marx, bensiz de gerçekleştirebilirdi. Ama Marx’ın yaptığını ben yapamazdım. Marx, bizim hepimizi aşıyordu; Marx, hepimizden daha uzağı, daha geniş ve daha çabuk görüyordu”. Engels’in açıklamalarının ne denli dürüst ve isabetli olduğunu Marx’ın gibi erken bir tarihte diyalektik materyalizmi kullanmasından anlıyoruz.

Kaynaklar

Allighieri, D. (). İlahi Komedya-Cehennem (5. baskı), Ankara: MEB Yayınları.

Alsan, N. (). Çağımızı Hazırlayan Düşünceler, İstanbul: Varlık Yayınları.

Engels, F. (). Anti-Dühring, Ankara: Sol Yayınları.

Engels, F. (). Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Ankara: Sol Yayınları.

Engels, F. (). Doğanın Diyalektiği, Ankara: Sol Yayınları.

Hegel, G. W. F. (). Tinin Görüngübilimi, İstanbul: İdea Yayınları.

Lenin, V. İ. (). Materyalizm ve Ampiryokritisizm, Ankara: Sol Yayınları.

Lucretius Carus. (). Evrenin Yapısı (Çev. Turgut UyarveTomris Uyar), İstanbul: Hürriyet Yayınları.

Marx, K. (). Kapital (cilt 3), Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (). Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri (Çev. H. Demirhan), Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (). Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. (). Kapital (cilt 1), İstanbul: Yordam Yayınevi.

Marx, K. ve Engels, F. (). Kutsal Aile, Ankara: Sol Yayınları.

Marx, K. ve Engels,F. (). Alman İdeolojisi, İstanbul: Evrensel Yayınları.

Sartre, J.-P. (). Critique de la raison dialectique, vol. 1: Questions de méthode, Paris: Gallimard.


Dipnotlar:

[1] Marx’ın doktora tezinin “Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri” başlığıyla webgrid.co.ukan tarafından yapılan çevirisi Kasım tarihinde Sol Yayınlarından çıkmıştır. Bu yazıda tezin kitap halinden yapılan alıntılar sayfa numaralarıyla verilecektir. Sayfa numarası olmayan alıntılar yazar tarafından çevrilmiştir.

[2] Limbus, Araf değildir. Vaftiz edilmeden ölenlerin acı çekmeden ümitsizlik içinde kıvrandıkları yerdir. Arafta arındıktan sonra cennete gidilebilirken, limbus cehennemin en dış halkası ve ayrılmaz bir parçasıdır. Limbustakilerin kurtuluşu için yapılabilecek hiçbir şey yoktur.

[3] Benzeri olaylar yy Almanya’sında da görülüwebgrid.co.uk Jena üniversitesinden kovularak Berlin Üniversitesine geçer. ’de Strauss İsa’nın yaşamını Hristiyan dogmalarını sarsan şekilde incelediği kitabı nedeniyle Tübingen Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden kovulur. Prusya monarşisinin resmi filozofu konumundaki Hegel bile Berlin’de tutucu çevrelerin hedefindeydi. Sol Hegelci Bruno Bauer’in Jena Üniversitesinden kovulması üzerine Marx üniversiteden ümidini keserek gazeteciliğe yönelir.

[4] Sadece soyadlarını abecesel düzende sıralayalım: Adorno, Axelos, Baumann, Bernstein, Bloch, Fischer, Fromm, Garaudy, Habermas, Horkheimer, Kanzarga, Lefebvre, Marcuse, Markovitch, Petrovitch, Schmidt, Stojanovitch, Strinka, Supek, Taditch ve Žižek.

[5] Oysa Epikuros’un Menoikeos’a yazdığı mektup bu ithamı çürütür:"Bizi anlamayan bilgisizlerin suçlamalarına kulak asma Menoikeos. Haz en üstün iyidir dediğimiz zaman ne sefihlerin duydukları hazzı, ne de hayvanca hazları ileri sürdük. Bizim sözünü ettiğimiz haz, sadece ruh rahatsızlığıyla beden acısının yokluğundaki hazdır. Bedenimiz acısız ve ruhumuz rahatsa mutluyuz. İnsanı mutlu kılan ne tıkabasa yeme, ne çatlayasıya içme, ne de cinsel sapıklıklardır. İnsanı mutlu kılan; usa uygun ve sade alışkanlıklar, arayacağımız ve sakınacağımız şeyleri iyice ölçebilen bir ruha rahatsızlık veren yanlış ve boş inançları söküp atabilen bir ustur. O halde bütün bu söylediklerimizin ilkesi, iyiliklerin en üstünü olan bilgelik'tir".

[6] Bu meşhur cümle Alman İdeolojisi ’nin elyazmalarında sonradan üzeri çizilmiş bir pasajda yer alsa da, tarih biliminin Marksistler için değerini hatırlatması bakımından unutulmaz öneme sahiptir.

[7] Burada sözü edilen atom kavramı bugün anladığımız atomdan epeyce farklıdır. Daha çok doğayıve hatta materyalist Yunan filozoflarına göre ruhu da oluşturan bölünemez nesneler atom kelimesiyle anılır. Unutulmamalıdır ki, İyon düşünürleri atom kavramını neredeyse yıl önce geliştirmişlerdir. Ne yazık ki Yunan düşünürleri güvenilir bilimsel bulguların yokluğunda düşünmeye başlamışlardır.

[8] Tıpkı Platon’un Akademiası, Aristo’nun Lykeion’u (lisesi) gibi, Epikuros’un Atina’daki okulu Yunanca bahçe anlamına gelen Kepos kelimesiyle anılır.

[9] Bilginin duyu kaynaklı olduğunu önesüren felsefi akım.

[10] Bu konuda örnekler çoğaltılabilir. Sadece birini işaret etmek yeterlidir: Adorno, T. Negatif Diyalektik, Metis, istanbul, s.

[11] Lenin Epikuros’un ışık hızı hakkındaki tahminine dikkat eder.

[12] Clinamen kavramını Epikuroscu Latin ozanı Lucretius Carus’a borçluyuz. Epikuros’dan elimize kalan doğrudan metin neredeyse yoktur. Epikuroscu öğretiyi unutulmaz bir manzum eserle (Şeylerin Doğası Üzerine-De rerum Natura) kalıcılaştıran ve Marx’a göre Epikuros fiziğini anlamış tek kişi Latin ozanı Lucretius’tur. Bu eseri Epikuros’un doğa felsefesini merak eden okuyuculara hararetle tavsiye ederim. De rerum Natura, Evrenin Yapısı adıyla Tomris Uyar ve Turgut Uyar tarafından dilimize kazandırılmıştır. Ayrıca MEB klasikler dizisinde İsmet Zeki Eyüboğlu tarafından Varlığın Yapısı adıyla da çevrilmiştir.

[13] Diogenes Laertius, X,



Marx, Engels, Lenin – Ve Dietzgen: Bir İşçinin Gözünden Diyalektik Materyalizm

Abstract
Besides the prominent figures in the history of the German labor movement in the 19th century, Joseph Dietzgen is of particular importance. This particular role of Dietzgen in the labor movement was defined by both Karl Marx and W.I. Lenin as "the worker philosopher". The fact that a worker examines Marxism and dialectical materialism in its philosophical dimension and writes about the inferences he made, undoubtedly points to a original personality that deserves closer recognition. In this article, what Joseph Dietzgen means by the definition of "worker philosopher", why Dietzgen is an exception in the history of philosophy, what Marx, Engels and especially Lenin cares about him, are discussed on the basis of his life and the content of his works.

Key words:Joseph Dietzgen, worker philosopher, philosophy, dialectical materialism, Lenin, Marx.

Deri işçisi ve işçi düşünür Joseph Dietzgen, 9 Aralık ’de Köln yakınlarında dünyaya geldi ve 15 Nisan ’de Şikago’da (ABD) hayata veda etti. Joseph Dietzgen’in yaşamı, Almanya işçi hareketi tarihindeki birinci ve ikinci önemli dönemeçlerinde geçti. Kendisi de bu zaman dilimini asıl doğum saati olarak nitelendiriyordu: "'de doğmuş olsam da, asıl dünyama ancak yirmi yıl sonra, yani 'büyük yıl' denilen ’de adım attım.” (Dietzgen, ). Devrimci yıllarda Dietzgen, Neue Rheinische Zeitung ve Organ der Demokratie gazetelerinin okuyucusuydu ve bilimsel sosyalizmi ilk olarak Marx ve Engels'in yazdığı makaleler aracılığıyla tanıdı (Wrona, ). Sosyaldemokrat İşçi Partisinin kuruluşu ile Dietzgen’in  “Kafa Emeğinin Özü Üzerine” adlı kitabının yayınlanması aynı yıla, ’a, denk gelmektedir.

Birçok entelektüel ilgi alanı olan Dietzgen, kendi kendine yabancı diller öğrendi ve felsefi bilgi edindi. Kısa süre sonra Fransızcaya o kadar hâkim oldu ki, eleştirel-ütopik sosyalistler ve komünistler Owen Saint-Simon, Charles Fourier ve Étienne Cabet eserlerini özgün dillerinde inceleyecek ve sözlü olarak akıcı bir şekilde iletişim kurabilecek durumdaydı. /49’da beliren devrimci durum, genç Dietzgen'in kişisel, politik, felsefi ve ideolojik gelişimi için belirleyici bir öneme sahip oldu: Radikal bir demokratken adım adım Marksizmden etkilenen bir sosyalist olmaya başlıyordu.

“OKUMUŞ BİR İŞÇİ SORUYOR”[1] - VE YAZIYOR

Nisan 'dan itibaren yazılı hali basılmaya başlanan Marx’ın "Ücretli Emek ve Sermaye" (Lohnarbeit und Kapital) [2]  üzerine konferansları Dietzgen’in özellikle dikkatini çekmişti. Sonuç olarak pek çok soru böylece onun için "kafa yormanın nesneleri" haline geldi ve ileri sürülen çeşitli siyasi görüşlerin arkasında, "çelişkili" türden somut sınıf çıkarlarının gizlendiğinin giderek daha fazla ayırdına vardı. Toplumsal ilişkilerin doğasına ilişkin başlangıçtaki bu materyalist kavrayış, daha sonra "Kafa Emeğinin Özü Üzerine" adlı çalışmasında da ortaya koyduğu gibi onu "politikadan felsefeye, felsefeden epistemolojiye" götüren ön koşullardan biriydi. Devrimci yıllarda Dietzgen'in kişisel gelişimi üzerinde kalıcı etkisi olan bir başka temel kuramsal kaynak - kendi ifadesiyle -  "inançsız devrimciler" için vazgeçilmez olan Ludwig Feuerbach'ın materyalist aydınlanma felsefesiydi  (Dietzgen, ). Bu önemli zihinsel uyarılmaların etkisiyle Dietzgen'in, onu devrimci yıllarda dolaysız politik angajmana yönlendiren teorik bilinci keskinleşti. Devrimin hezimete uğramasından sonra, genç Dietzgen tutuklanma tehdidinden kaçınmak için 6 Haziran 'da Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etmek zorunda kaldı. Orada iki yıl geçici işlerde çalıştı ve sonbaharında Almanya'ya döndü. 'de Köln Komünist Davası ile ilintili olarak "Komünist Parti Manifestosu" ile tanıştı. Bu deneyim kendisi için kişisel olarak entelektüel bir sıçrama noktası oldu ve burada merakını ve bilgiye olan ihtiyacını daha da teşvik eden "yüzyılın felsefi kazanımını" gördü (Dietzgen, ). baharında Dietzgen, ailesiyle birlikte St. Petersburg'a taşındı ve burada deri ticaretinde yüksek vasıflı bir uzman olarak Vladimir hükümetinin büyük tabakhanesinde teknik müdür görevini üstlendi. 'e kadar burada kaldı.

Rusya yılları, işçi sınıfı filozofunun siyasi ve ideolojik gelişimi için son derece önemli bir dönem oldu. Burada, Marksist siyasi fikirleri ve diyalektik materyalist dünya görüşü nihai olarak şekillendi (Finger, ). Bu gelişme öncelikle, Marx'ın Eylül 'de yayınlanan büyük eseri "Das Kapital" in ilk cildinin ve ardından Londra'daki Karl Marx ile yazışmalarının kendisinde bıraktığı izlenimlerin etkisi altında gerçekleşti. Ekim 'de Dietzgen büyük bir coşkuyla Marx'a, özenle incelediği eseri ile ilgili bir mektup yazdı. Bu metktupta Dietzgen'in "eserin satırları arasında”,  "ekonominizin ön koşulunun esaslı bir felsefe olduğunu" okuduğunu yazması dikkat çekmektedir. (Dietzgen, ) Dietzgen, Marx'ın Kapital’de burjuva toplumunun ekonomik yasalarını çözümleme yoluyla materyalist diyalektiği geliştirdiğini kavramıştı.

"Kapital" in ilk cildi hakkında kaleme aldığı inceleme yazısı dört bölüm halinde - bunları önce Marx’a gönderdikten sonra- 'de Leipzig çıkışlı Demokratisches Wochenblatt gazetesinde yayınlandı[3]. Konuyla ilgili bütün kaynaklarda vurgulandığı gibi, formülasyonlarda bazı belirsizlikler içerse de, Dietzgen bu incelemesinde işçi okuyuculara "sermaye" nin devrimci içeriği hakkında belirleyici dört temel bilgi veriyordu:

Birincisi, maddi üretim faaliyetinin, tarihsel bir toplum formasyonu içinde tüm toplumsal ilişkilerin temelini oluşturduğunu; üretim ilişkilerinin bu formasyonun karakterini belirlediğini ve diğer tüm toplumsal ilişkileri şekillendirdiğini gösteriyordu. İkincisi, burjuva toplumunun ekonomik ilişkilerinin tarihsel koşullardan kaynaklandığını, yani öncesiz ve sonsuz olmadıklarını ortaya koyuyordu. Üçüncüsü, üretim tarzının çelişkili doğasını, yani toplumsal çıkarlar ile "özel çıkarlar"ın birbirine düşmanca bir biçimde karşı durduğunu açığa çıkarıyordu. Dördüncüsü, Dietzgen, Marx’ın kapitalist üretim tarzının tarihsel hareket yasasını açıklayarak toplumsal üretim ile özel mülkiyet arasındaki çelişkinin üstesinden gelmenin yolunu gösterdiğini anlatıyordu. Marksist siyasetçi Franz Mehring, otuz yıl sonra Dietzgen’in “Kapital” incelemesini, Dietzgen’in "bilimsel komünizmin başat eserinin altından kalkma onuruna erişen ilk Alman işçi olduğu" sözleriyle övecekti (Mehring, ).



Petersburg'da kaldığı süre boyunca, Dietzgen, alt başlığı "Bir Zanaatkârın Tasvirleri. Saf ve pratik akla bir başka eleştiri." olan "Kafa Emeğinin Özü Üzerine " adlı ilk felsefi çalışmasını tamamladı. Uzun süre üzerinde çalıştığı bu yapıtı, Marx ile politik-ekonomi, bilgi kuramı ve doğa felsefesi sorunları hakkında zihinsel alışveriş içerisinde olduğu bir süreçte yazmış, çalışmasının önemli kısımlarını yayınlanmdan önce Marx’a göndermişti. Marx, yakın arkadaşı hekim Louis Kugelmann'a yazdığı bir mektupta Dietzgen’in çalışması hakkında, "Bir miktar kavram karışıklığına ve fazla sık yinelemelere karşın, bu parçada kusursuz, bir işçinin kişisel düşüncesinin ürünleri olmaları bakımından o kadar daha çok hayranlık verici birçok fikir var”, yorumunda bulunmuştu (Marx ve Engels, ).

Dietzgen'in epistemolojik görüşleri, ilk çalışmasında ve sonraki yazılarında daha net ortaya koyduğu gibi, özünde diyalektik-materyalist felsefeye ve dünya görüşüne dayanmaktadır. Dietzgen, felsefi çalışmalarının hiç birinde felsefi görüşlerini sistematik bir biçimde sunmamıştır. Her şeyden önemlisi, bu çalışmalar daha çok felsefi idealizmle, özellikle de Kantçılıkla kavgaya tutuştuğu tartışmalardır, öznel idealizmin spekülatif özelliklerini açığa çıkarmanın ve onun agnostik ve metafizik sonuçlarını vurgulamanın peşindedir. Ayrıca dikkatli bir biçimde, materyalizm ve idealizm arasında gidip gelen bilgi sorununa yönelik Kantçı çözümün politik ve ideolojik girdilerine odaklanır (Wrona, ).

Ancak Dietzgen, bir Kant karşıtı değildi. Felsefenin gelişim ve yapılanma sürecinde Kant felsefesinin büyük önemini kabul ediyordu. Kant'a yönelik polemik niteliğindeki eleştirisi, her zaman Kant'ın düşünce sistematiğindeki materyalist, diyalektik ve anti-teolojik ve anti-feodal unsurları görünür kılma çabasıyla bağlantılıydı. Bu unsurları, ortaya çıkan Yeni-Kantçı deformasyon girişimlerinden korumaya çalıştığı yönünde görüşler de bulunmaktadır (Kirchner, ).

Yine de Joseph Dietzgen'in bilimsel sosyalizm konusunda duruşunun ne olduğu sorusunu ortaya atmak zorunlu görünüyor. Zorunlu, çünkü yüzyılın başında Dietzgen'i bilimsel sosyalizmin karşısında konumlandırma girişimleri ortaya çıkmıştı. Lenin'in "başarısız oğul" (Lenin, ) diye tanımladığı Eugen Dietzgen, tam da Yeni-Kantçı revizyon girişimlerine uygun olarak Joseph Dietzgen'in felsefesi ile Marksizm arasında bir çelişki inşa etmeye çalıştı. Genel anlamıyla Dietzgen’e “bilgi kritisizmi” atfedildi. Böylece Marksizmin genel kuramsal ve yöntemsel temeli olan diyalektiğin devrimci ucunun törpülenmesi amaçlanıyordu. Diyalektik-materyalist doğa ve epistemoloji anlayışı, diyalektik olmayan bir evrim teorisi ve öznel-idealist bir bilgi kuramı ile telafi edilecekti. Bu girişim, bilimsel sosyalizmin özü olarak Marksist devrim kuramının sorgulanmasının felsefi yolunu açıyordu (Kirchner, ).

Hayatının sonuna kadar terim bütünlüğünü tam olarak sağlayamamış olması ve kavramsal belirsizliği, felsefenin temel sorunu bağlamında, Lenin’in “Materyalizm ve Ampiryokritisizm” yapıtında özlü bir hesaplaşmaya giriştiği Machistlere Dietzgen’i kendi görüşlerinin “anahtar tanığı” olarak kötüye kullanmalarına olanak sağlamıştı. Lenin, Dietzgen'i bu tür bir suistimale karşı her zaman savundu. "Aslında," diye yazıyordu, "Dietzgen'in formülasyonu şu sonuca varan temel düşüncesinden daha yanlıştır: eski materyalizm düşünceleri, bilimsel olarak (tarihsel materyalizmin yardımıyla) inceleme yeteneğinden yoksundu. " (Lenin, ).

"Sol" revizyonist literatürde de benzer bir yaklaşım sergileniyordu: Dietzgen’e, "öznellik ile nesnelliğin iç içe geçtiği" ve böylece "Marx'ta, belalı bir biçimde Marksizmin mirası haline gelen bir boşluğu açığa çıkaran” bir "bilgi kritisizmi" atfediliyordu[4](Kirchner, ).

“İŞTE BİZİM FİLOZOFUMUZ”

Delege olarak katıldığı Uluslararası İşçi Birliği’nin Eylül ’deki Lahey Kongresinde Karl Marx, Joseph Dietzgen’i diğer delegelere şu sözlerle tanıtmıştı: “İşte bizim filozofumuz.” (Mende, ). Marx, konuşmasında “filozof” sözcüğünü özellikle vurgulamıştı çünkü Dietzgen’in yılında yayınlanan “Kafa Emeğinin Özü Üzerine” (Dietzgen, ) adlı kitabına gayet aşinaydı. Kitabın alt başlığı “Bir Zanaatkârın Tasviri” , yazarın meramını etkileyici bir biçimde açıklıyordu: işçi sınıfına siyasi mücadelesi için gerekli entelektüel donanımı sağlayacak epistemolojiyi ortaya koymak. Ölümünden bir yıl önce Dietzgen, epistemolojisinin çabalarını, son büyük eseri olan  “Felsefenin Kazanımı”nın (Das Acquisit der Philosophie) “Önsöz”ünde şu şeklide tanımlıyordu: “[…] Çelişkilerle dolu gerçek dünyada yolunu bulmak için kafanın aşkın boyutlara dalmasına gerek yok.” (Dietzgen, ).



Joseph Dietzgen, devrimci /49 yılında tereddütsüz bir biçimde burjuva-demokratik devrimin yanında yer aldı. Yakından takip ettiği Köln Komünist Davası'nının kendisini ürkütmesine izin vermedi, tam tersine, tam da bu davadan ilham alarak kendini bilimsel sosyalizm araştırmalarında derinleştirdi. Bu şekilde sınıf bilinci kazandı ve bu bilinci kuramsal olarak Marx ve Engels'in, okuma olanağı bulduğu tüm yazılarına dayandırmaya devam etti, işçi hareketinin bilinçli bir savunucusu oldu.  Eğilimleri ve yetenekleri ölçüsünde işçi sınıfı içerisinde diyalektik-materyalist dünya görüşü propagandasını kendine başat görev haline getirdi ve bunu yaparken tamamen serbest bir biçimde epistemolojik sorular sormaya ve yanıtlamaya başladı. Nitekim yukarıda anılan yapıtı, Almanya işçi hareketi tarihindeki ilk büyük dönemin, 'da Eisenach'ta Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin kurulmasıyla sona erdiğinde hâlihazırda tamamlanmıştı. Bir yıl öncesinde de Dietzgen'in kaleminden Marx'ın "Kapital"inin inceleme yazısı dört bölüm halinde yayınlanmıştı. Marx, “Kapital”in ikinci baskısının sonsözünde bu yazılara şöyle atıfta bulunuyordu:

Alman burjuvazisinin bilgili ve bilgisiz sözcüleri, ilk yazılarımda başardıkları gibi, başlangıçta 'Das Kapital’i sessizlikle geçiştirmeye çalıştılar. Bu taktik artık çağ dışı kaldığında da, kitabımı eleştirme bahanesiyle yazılar yazdılar. Ancak "Burjuva bilincini yatıştırmak için" ettikleri telkinler, işçi basınında bugün hala yanıt borçlu oldukları üstün savaşçılar buldu karşısında, bkz. Joseph Dietzgen'in “Der Volksstaat” (Halk Devleti) gazetesindeki makaleler. (Marx ve Engels, ).

Aynı şekilde Engels de ’de, yani Dietzgen’in öldüğü yıl gözden geçirilmiş hali tekrar yayınlanan “Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” adlı çalışmasında Dietzgen için bir not düşmüştü:

Ve yıllardan beri bizim en iyi çalışma aracımız ve en keskin silahımız olan bu materyalist diyalektik, ne dikkate değer bir şeydir ki, yalnızca bizim tarafımızdan değil, ayrıca bizden bağımısız, hatta Hegel’den bile bağımsız olarak Joseph Dietzgen adlı bir Alman işçi tarafından yeniden bulundu. (Marx ve Engels, )

Ayrıca bir dipnotta “Kafa Emeğinin Özü Üzerine” kitabına gönderme yapmıştı. Engels'in Dietzgen’de takdir ettiği bu başarı, iki önkoşula dayanmaktadır. Birinci ön koşul, Joseph Dietzgen'in benimsediği ve tutarlı bir şekilde bağlı kaldığı sınıfsal bakış olarak tespit edilmelidir. Hiçbir zaman bir fabrika işçisininki gibi olmayan yaşam koşulları, onu bazı küçük burjuva yanılsamalara sapmaya ve kendini işçi sınıfının üzerinde görmeye teşvik etmedi (Wrona, ). 'te yazdığı bir mektupta, kendimizi "bir kural olarak, emek gücüyle kendi sınfının dışına çıkabilecek durumda olmayan;  umutlu bir hayatı ancak işçi sınıfının tamamının kurtuluşu için verilecek siyasi mücadelede bulabilen proleterler" olarak görmemiz gerektiğini salık veriyordu (Dietzgen, ).  Diğer ön koşul ise, düşünsel/felsefi çalışmaları için seçmiş olduğu kuramsal tutamak noktası olarak saptanmalıdır. Makalelerinin ve diğer yazılarının konu bütünlüğü iki alandan türemiştir: politik ekonomi ve bilgi felsefesi (epistemoloji). Joseph Dietzgen epistemolojik görüşlerini Marx'ın politik-ekonomik çözümlemelerine dayandırmıştı. Marx'ın politik ekonomisi, kendine ve çalışmalarına felsefi netlik kazandırmak için çıkış noktası olarak belirlediği temeldi (Wrona, ). Marx'ın “Kapital”indeki diyalektik, (bunun ötesinde kendi sınıfsal bakışı nedeniyle "Komünist Parti Manifestosu" nun öğretileriyle de hemfikir olan) Dietzgen için, Marx ve Engels'ten çok da bağımsız olmayan, ancak o zamanlar bilmediği Hegel'den[5] bağımsız bir şekilde materyalist diyalektiği keşfetmeyi mümkün kıldı. Dietzgen’in Marx ve Engels'ten bağımsız olduğunu söylemek, onun Marx ve Engels’in konuyla ilgili felsefi çalışmalarının tamamına hâkim olmadığı göz önünde tutulduğunda mümkün olur ancak (Kirchner, ). Felsefi bağımsızlığı ona eleştirilebilecek bazı belirsizlikler katsa da, politik-ekonomik konularda pek yanılmamıştı, çünkü burada Marksist çözümlemelere sıkı sıkıya bağlı kalıyordu.



“KAFA EMEĞİNİN ÖZÜ ÜZERİNE”[6]

Joseph Dietzgen felsefe alanına, Hegelciliğin tam anlamıyla mağlup edildiği bir dönemde girmiş oldu. yüzyılın otuzlu yıllarının sonunda ve kırklı yıllarının başında Sağ Hegelciler, Genç Hegelciler tarafından aşılmış;  aynı şekilde Genç Hegelciler de Marx ve Engels'in ilk yazılarıyla aşılmış ve sonunda devrim süreciyle nihai olarak çürütülmüştü (Kirchner, )."Kafa Emeğinin Özü Üzerine" çalışmasının ortaya çıkış zamanını Lenin şöyle tanımlıyor:

Marx, Engels ve Dietzgen de, materyalizmin genellikle ileri aydınlar arasında ve özellikle de işçi çevrelerinde ağır bastığı bir çağda felsefe arenasına çıktılar. […] Engels ve J. Dietzgen’in felsefe üzerine çalışmalarının tarihi koşulları biraz olsun somut olarak göz önünde tutulduğunda, bu yazarların, materyalizmin ilk temel doğrularını savunmaktan çok, neden bu doğruların basitleştirilerek yaygınlaştırılmasından sakındıkları çok iyi anlaşılır. (Lenin, ).

Epistemoloji Dietzgen'in ilgi alanının odağını oluşturduğu için, Kant'a uzanır, ancak onu "kurtarmak" için değil, onu çürütmek için yapar bunu. Kendi kendini yetiştirmiş bir işçinin Kant'ın üstesinden gelmeyi ve materyalist ve diyalektik bir bilgi kuramı geliştirmeyi başardığı düşünüldüğünde, Dietzgen'in felsefe tarihindeki özel konumu netleşir. Bununla birlikte, Dietzgen'in bu başarısı, burjuva felsefe tarihi yazımında hiç yer bulmadı. Dietzgen'in Marx ve Engels ile aynı safta durması, bu durumu yeterince açıklamaktadır. Dietzgen, yalnızca epistemolojinin daha dar alanında değil, birçok başka alanda da burjuva ideolojisini hedef tahtasına oturttu. Burjuvazinin resmi felsefe okulları bu nedenle onu görmezden gelmeye çalıştı ve yalnızca İkinci Enternasyonal'in oportünist aydınları, yukarıda bahsedilen kafa karışıklıkları nedeniyle onu suistimal etmeye yeltendi (Kirchner, ). Dietzgen'in bağımsız çalışmaları epistemoloji alanıyla sınırlıydı. Sosyal bilimlerin diğer tüm alanlarında, Marksizmin en önemli propagandacılarından biri olarak tanındı. Din sorunu üzerine yazdığı çok sayıdaki makalesiyle bu alanda kavgacı bir materyalist olarak karşımıza çıkıyor. Din eleştirisinde en çok, kendisiyle de mektuplaştığı Ludwig Feuerbach'tan etkilenmişti.

Dietzgen “Kafa Emeğinin Özü Üzerine" çalışmasında idealist monizmin (bircilik) aksine, maddenin zihnin bir ürünü değil, tersine, zihnin maddenin bir ürünü olduğunu savunur. Daha sonraki çalışmalarında Darwin ve Haeckel'e dayanarak solipizme (tekbenciliğe) karşı delil olarak insan bilincinin tarihsel ortaya çıkışını gösterir. Henüz ilk çalışmasında, felsefenin temel sorununun önemli bir konusu üzerinde, dünyanın bilinebilirliği sorunu üzerinde durur. Bu çalışması bir yanıyla Kant'ın, özellikle de onun gizemli "kendinde şey" in eleştirel bir incelemesidir (Kirchner, ). Dietzgen, dünyanın bilinebilirliğini vurgular, insan bilgisinin göreceliğini, sıradan bilgiden daha derin bilgiye doğru ilerleyişini ortaya koyar. Aynı zamanda bir gerçeklik kıstası olarak pratiğin büyük önemini gösterir ve Kantçı bilinemezciliği çürütür. Bilginin göreliliği düşüncesinde, diyalektik gelişim fikri yeniden ifade edilir. Ancak bununla birlikte, bu olumlu özün karşısında, Dietzgen'in bir yandan göreliliğin abartılmasından, diğer yandan monizm fikrinin epistemoloji alanına aktarılmasından kaynaklanan kafa karışıklığı yer almaktadır. Dietzgen, zihnin ve maddenin karşıtlığının “abartılı" olmaması gerektiğine işaret eder ve Lenin, bu konuda diyalektikçi materyalist Dietzgen'in büyük erdeminin bunu vurgulamakta yattığını belirtir:

Bu göreli karşıtlığın mutlak zorunluluğunun ve mutlak doğruluğunun sınırları, bilgibilimsel araştırmaların doğrultusunu belirleyen sınırlardır. Bu sınırların ötesinde, madde ile zihnin, fiziksel ve ruhsalın arasındaki karşıtlıklarla, bunlar sanki mutlak karşıtlıklarmış gibi uğraşmak büyük bir yanılgı olurdu. (Lenin, ).

LENİN: “DİETZGEN DİYALEKTİK MATERYALİSTTİR.”

Gerek Marx ve Engels’in, gerekse Lenin’in Dietzgen’de bazı felsefi kafa karışıklıkları tespit ettiklerini ve bunları eleştirel bir dille ifade ettiklerni rahatlıkla söyleyebiliriz. Lenin, Pravda gazetesi için kaleme aldığı “Joseph Dietzgen’in Ölüm Yıldönümü”[7] başlıklı makalesinde yaptığı değerlendirmeyle durumu özetlemiş oldu (Lenin, ). Lenin'in değerlendirmesinin üç yönü özellikle öne çıkarılmayı hak ediyor. Lenin Dietzgen’in felsefi bağımsızlığını vurguluyor: “O, diyalektik materyalizme, yani Marx’ın felsefesine kendi akıl yürütmesiyle ulaşan bir işçi.”  Lenin, Dietzgen’in hiçbir zaman kendisini Marx ve Engels’in öncülük ettiği işçi hareketinin dışında konumlandırmadığının ve felsefi anlamda da bu iki “yetkin kurucunun” (Dietzgen) otoritesini daima kabul ettiğinin altını çiziyor: “İşçi Dietzgen’in karakterize edilmesinde değerli olan, kendisini bir ekolun kurucusu olarak görmediği olgusudur.” Bunun dışında Lenin, Dietzgen’in yazılarını okumayı salık veriyor: “Sınıf bilinci kazanmak için işçiler J. Dietzgen okumalılar, ancak Dietzgen’nin, felsefe okumanın yegâne kaynakları olan Marx’ın ve Engels’in öğretisini her zaman doğru yorumlamadığını da bir an için bile akıllarından çıkarmamalılar.” (Mende, ).

Dietzgen hakkında bu değerlendirmelerde bulunduğu Pravda’daki makalenin öncülü, Lenin’in “Mateyalizm ve Ampiryokritisizm” yapıtında “webgrid.co.uken Nasıl Gerici Filozofların Gözüne Girebildi?” sorusu etrafında ayrıdığı alt bölümde yürüttüğü tartışmalar oldu denilebilir. Lenin’in, “Gerici bir felsefe üzerine eleştirel notlar” altbaşlığı verdiği ve Markist felsefeyi derinlemesine ele aldığı bu önemli yapıtında Joseph Dietzgen’e yer vermesi, dahası, görüşlerinin tahrif ve suistimal edilmesi girişimlerine karşı onu gerektiğinde eleştiriyle, gerektiğinde de övgüyle korumaya alması, Joseph Dietzgen’e daha yakından bakmayı gerektirmektedir.

Bu noktada Lenin’in sözleriyle, “J. Dietzgen’in zayıf noktalarını ortaya çıkarmak için, onun kendisinden bazı bölümler aktarmak çok daha yerinde olur” (Lenin, ). Öyleyse buradan devam edip anlamaya çalışalım.

Lenin, öncelikle madde ve düşünce arasında mekanik bir denklem kurma çabalarını eleştirmektedir:

“Düşünce beynin bir işlevidir; Benim düşüncemdeki yazı masam, benim bu düşüncemle çakışır, ondan farklı değildir. Ama kafamın dışındaki bu yazı masası, yani benim düşüncemin konusu, bu düşünceden büsbütün başkadır.” (s. ) Bu kusursuz açıklıktaki materyalist önermeler, gene de Dietzgen tarafından şöyle tamamlamışlardır: “Ama duyulardan ileri gelmeyen tasarım da duyulur, maddidir, yani gerçektir. Zihin de, masadan, ışıktan, sesten, bu şeylerin birbirlerinden ayrılmasından daha fazla ayrılmaz.” (s. ) Yanılgı apaçıktır burada. Düşüncenin ve maddenin “gerçek” oldukları, var oldukları, doğrudur. Ama düşünceyi maddi olarak nitelendirmek, materyalizmle idealizmin karıştırılmasına doğru yanlış bir adım atmak demektir (Lenin, ).

Lenin'e göre "madde ve düşüncenin denklemi", "materyalizm ile idealizmin karışımına doğru bir adımdır". Buna karşın doğru olan, "hem düşünce hem de madde gerçektir ve vardır" önermesidir. Lenin, düşünmenin insan beyni tarafından nesnel gerçekliği işlemenin maddi bir süreci olduğunu varsayar. Madde ve düşüncenin genel denklemi, nesnel gerçeklik ile bilinç arasındaki farkı bulanıklaştırmak anlamına gelecektir. Bu sorun ancak mücadelenin diyalektik uygulaması ve karşıtların birliğiyle çözülebilir: Birincisi, madde ve düşünce, nesnel gerçekliğin bileşenleridir. İkincisi, her madde biçimi bilinç geliştirebilecek duruda değildir. Üçüncüsü, maddeyi ve düşünmeyi eşitlemek idealisttir çünkü düşünme maddi gerçekliği hiçbir zaman tam olarak yansıtamaz, ancak ona yaklaşabilir. Dietzgen'de idealizm ve materyalizmin bulanıklaşması sorununu doğru bir şekilde sınıflandırmak için Lenin, "Temelde bu daha çok bir ifade yanlışlığıdır" (Lenin, ) diye not düşmektedir. Bu, Lenin'in, bir yandan Ernst Mach ve Richard Avenarius gibi idealizm ve materyalizmin bulanıklaşmasının bilinçli destekçileri ile Dietzgen'in materyalizm konusundaki hataların nasıl ayırt ettiğini açıkça ortaya koyuyor.

Lenin devamında, materyalizm ve idealizm bağlamında madde ve düşünce ayrılığının gerekliliği ve göreliliği ile ilgili de şu saptamaları yapar:

Dietzgen’in Gezintiler’inde (op. cit., s. ) de yinelendiği gibi, “madde” kavramının aynı zamanda düşünceyi de içermesi gerektiği [anlayışı -ç.] bir kafa karışıklığıdır, çünkü böyle bir içerme yapıldığında zihinle madde [sayfa ] arasındaki, idealizmle materyalizm arasındaki bilgibilimseı çelişki, Dietzgen’in üzerinde direndiği bu çelişki, bütün anlamını yitirir. Bu karşıtlığın “aşırı”, abartılmış, metafizik olmaması gerektiği, hiç kuşku götürmez (ve diyalektikçi materyalist Dietzgen’in büyük erdemi, bunu vurgulamış olmasıdır). Bu göreli karşıtlığın mutlak zorunluluğunun ve mutlak doğruluğunun sınırları, bilgibilimsel araştırmaların doğrultusunu belirleyen sınırlardır. Bu sınırların ötesinde madde ile zihnin, fiziksel ile ruhsalın arasındaki karşıtlıklarla, bunlar sanki mutlak karşıtlıklarmış gibi uğraşmak büyük bir yanılgı olurdu. (Lenin, ).

Epistemolojik olarak, madde ve düşüncelerin yan yana gelmesi, varlık ve bilinç arasındaki ilişkideki temel teorik soruyu açıklığa kavuşturmak için vazgeçilmezdir. Materyalizmin ve idealizmin temel yönleri arasındaki temel ayrımı çözmek ve bununla mücadele etmek için gereklidir. Lenin, tekrar tekrar, teori ile pratiği eşitlememek gerektiğine, bunun idealizm veya dogmatizm olacağında işaret etmektedir.

Teorik çalışmada mutlak kesinliğin gerekliliğini, yine Dietzgen’de saptadığı bazı açıklar üzerinden gösterir:

Dietzgen, Engels’in tersine, fikirlerini, bulanık, karışık, dağınık puslu bir biçimde anlatıyor. Ama, onun açıklamasının kusurları ve ayrıntıdaki yanlışları bir yana bırakılırsa. Dietzgen “materyalist bilgi teorisini” (s. ve ) ve “diyalektik materyalizmi” (s. ) savunmada pek başarısız sayılmaz. “Öyleyse materyalist bilgi teorisi, diyor Dietzgen, insanın algı örgeninin hiç bir metafizik ışık yaymadığı, ama doğanın, öteki parçalarını yansıtan bir parçası olduğu olgu sunun saptanmasına varır.” (s. ve ) “Bilme yetisi, gerçeğin doğaüstü bir kaynağı değil, dünyanın ya da doğanın şeylerini yansıtan aynaya benzer bir alettir.” (s. ) Bizim derin mahçılarımız, J. Dietzgen’in materyalist bilgi teorisinin her önermesinin tek tek tahlilinden kaçınıyor, ama onun teoriden sapmalarına, onun bulanıklığına ve karışıklığına sarılıyorlar. J. Dietzgen, gerici filozofların hoşuna gidebildi, çünkü zaman zaman kafa karışıklığına düşmektedir. Ve nerede karışıklık varsa, orda mahçıları bulacağınıza emin olabilirsiniz. (Lenin, ).

Lenin burada, kuramsal bir çalışmada, düşüncelerin ve terimlerin kesinliği ve doğruluğu konusunda ısrar etmekte, her yanlışlığın ve bulanıklığın metafiziğe ve idealizme kapı araladığından ve suistimale açık hale geldiğinden söz etmektedir.

Marx,  5 Aralık ’de, Kugelmann’a şöyle yazıyordu: “Oldukça uzun bir süre önce,  Dietzgen, Düşünme Yetisi üzerine hazırladığı elyazmasından bir bölümünü bana gönderdi; bir miktar kavram karışıklığına ve fazla sık yinelemelere karşın, bu parçada kusursuz, bir işçinin kişisel düşüncesinin [sayfa ] ürünleri olmaları bakımından o kadar daha çok hayranlık verici birçok fikir var.” (Rusça çeviri, s. ) [80] Bay Valentinov, bu düşünceyi aktarıyor, ama Marks’ın, Dietzgen’in “şaşkınlığı” olarak gördüğü şeyin, Dietzgen’i Mach’a yaklaştıranlar mı, yoksa Dietzgen’i Mach’tan ayıranlar mı olduğu sorusunu aklına bir türlü getirmiyor. (…) (Lenin, ).

[…]

Dietzgen, bütünü içinde alındığında, bu kadar katı bir kınamayı haketmez. Dietzgen onda-dokuz bir materyalistir, hiç bir zaman ne özel bir orijinalitede, ne de materyalizmden ayrı kişisel bir felsefede gözü olmuştur. (Lenin, ).

Lenin, belirli bir kafa karışıklığını, çok sık tekrarları ve bazı yüzeysel formülasyonları eleştirmesine rağmen, Joseph Dietzgen’i değerlendirmesinde, daha sonra Pravda makalesinde de tekrarladığı gibi,  bir işçinin “çokça hayranlık uyandıran” bağımsız ürününden söz eder. Bu değerlendirme, Dietzgen'in kişisel takdiriyle ve aynı zamanda hatalarının ve eksikliklerinin değerlendirilmesinin dürüst tarafsızlığıyla karakterize edilir. Lenin'in başka bağlamlarda da dikkat çektiği belirli bir terminolojik bulanıklık göz ardı edilirse, o zaman Dietzgen için insanlar, sınıflar vb. tarafından alınan kararların nesnel sürecin bir unsuru olduğu; Dietzgen’in Marksizmden çıkardığı en önemli sonucun, toplumsal gelişimi belirleyen ve yeni toplumsal oluşumları yaratan unsurun toplumsal gereksinimler olduğudu söylenebilir.



DİETZGEN’İ DOĞRU OKUMAK

Dietzgen'e sadece geçmişten bakmak kuşkusuz eksikli olur. Dietzgen, günümüz için de önemli bir figürdür.  Sömürücülere karşı sınıf mücadelesi devam ettiği müddetçe, tıpkı Marx, Engels ve Lenin gibi Dietzgen de güncel kalacaktır.

Rheinland’daki küçük burjuva kökenlerinin dayattğı ekonomik zincirlere rağmen, Dietzgen proletarya ve işçi sınıfı partisi davasında tutarlı bir savaşçıydı. Küçük burjuva oportünist ve nesnelci görüşlere karşı uzlaşmaz mücadelesi, yaşamındaki temel çelişkiyi, yani bir işçi olarak "işçi filozofu olarak etkili olabilmek için küçük burjuva bir varoluş için çabalamak zorunda kalmasını” kavramasından kaynaklanıyordu. Bu bağlamda Marx ve Engels ile ortak bir yön de paylaşıyordu. Dietzgen hiçbir zaman kendi felsefi ekolünü kurma iddiasında bulunmamıştır. Marx ve Engels'ten her zaman hareketin kurucuları olarak söz ediyor, onları uluslararası proletaryanın liderleri olarak tanıyordu. Toplumbilimi alanında bir bakıma onların öğrencisiydi. Bu nedenle, bazı Sosyal Demokratların Dietzgen'i kendi oportünist gayelerinin öncüsü yapma yönündeki tüm girişimleri daha en başından başarısız olmaya mahkumdur. Buna karşın Eugen Dietzgen, Ernst Untermann ve başka isimler, Marksizmin karşısına sözde bir "Dietzgenizm" koymayı denediler, Marx'ı Dietzgen ile "geliştirmeye" kalkıştılar. Bu girişimlerde başarılı olamadılar ve Joseph Dietzgen'in kendisi de, yazılarıyla onlara karşı çıkmaktadır aslında. Dietzgen, Marksizm tarihinin, her şeyden önce diyalektik materyalizm tarihinin bir parçasıdır.


KAYNAKÇA:

Dietzgen, J. (). Sämtliche Schriften. Hg.v. E. Dietzgen, 3 Bücher in 1 Bd., Dietz Verlag, Berlin.

Dietzgen, J. (). Das Acquisit der Philosophie. Stuttgart Ayrıca bkz. G. Mende: Einführungzu: Joseph Dietzgen „Das Wesen der menschlichen Kopfarbeit" (). Berlin.

Dietzgen, J. (). Das Wesen der menschlichen Kopfabeit. Sammlung Luchterhand. HermanLuchterhand Velag. Darmstadt und Neuwied.

Finger, O. (). Joseph Dietzgen – Beitrag zu den Leistungen des deutschen Arbeiterphilosophen. Dietz Verlag, Berlin.

Kirchner, H.G. (). Joseph Dietzgen, Zum Todestag des deutschen Arbeiterphilosophen. Deutsche Zeitschrif für Philosphie, VEB deutscher Verlag der Wissenschaften, Berlin.

Lenin, W.I. (). Materialismus und Empiriokritizismus. Kritische Bermerkungen über einereaktionäre Philosophie. In: Sämtliche Werke. Bd. Verlag für Literatur und Politik. Wien-Berlin.

Lenin, W.I. (). Zum Todestag Josef Dietzgens. Werke. Bd. , S. 62, Dietz Verlag, Berlin.

Marx, K.; Friedrich Engels (). Werke. Bd. S, Dietz Verlag, Berlin.

Marx, K.; Friedrich Engels (). Werke. Bd. S, Dietz Verlag, Berlin.

Marx, K.; Friedrich Engels (). Marx an L. Kugelmann. In: MEW. Bd. S. Dietz Verlag, Berlin.

Mehring, F. (). Geschichte der deutscheSozialdemokratie. Zweiter Teil, in: Gesammelte Schriften. Bd. 2. S. , Dietz Verlag, Berlin.

Mende, G. (). Das ist unser Philosoph. Zum Todestag von Joseph Dietzgen am April Deutsche Zeitschrif für Philosphie, VEB deutscher Verlag der Wissenschaften, Berlin.

Wrona, V. (). Joseph Dietzgen und der wissenschaftliche Sozialismus. Deutsche Zeitschrif für Philosphie, VEB deutscher Verlag der Wissenschaften, Berlin.


[1] Bertolt Brecht, Okumuş Bir İşçi Soruyor şiirinin başlığı

[2] Söz konusu konferanslar, Marx'ın 'de Brüksel'deki Alman İşçi Birliğine yaptığı konuşmalardır. Bu parçalı metinler, ilk olarak 5 ve 11 Nisan tarihleri arasında Marx tarafından yayınlanan Neue Rheinische Zeitung'da beş başyazı halinde yayınlandı.

[3] Daha önce, Wilhelm Liebknecht’in yayıncısı olduğu Saksonya Halk Partisinin Der Volksstaat (Halk Devleti) yayın organında da Engels’in “Kapital” üzerine inceleme yazısı basılmıştı.  

[4] Dietzgen’in “Kafa Emeğinin Özü Üzerine” kitabının baskısının sonsözünde Alman tarihçi Helmut G. Haasis, Dietzgen’in görüşlerini kendine göre ve büyük ölçüde çarpıtarak yorumlar; Dietzgen’in Marksistler ve özellikle de Alman Demokratik Cumhuriyeti tarafından sahiplenilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirir.

[5] Marx, Dietzgen’in çalışmalarında sergilediği bağımsızlık konusunda şöyle görüş belirtir: “Dietzgen’deki gelişimi, Feuerbach dışındaki kaynakları belirsiz olması sebebiyle tamamiyle kendi bağımsız çalışması olarak görüyorum. [] Hegel’i incelememiş olması onun için talihsiz bir durumdur.” (Marx ve Engels, )

[6] Joseph Dietzgen, çağının önemli düşünürlerinden ve aydınlarından biri olarak yılları arasında Alman işçi sınıfını ve aynı zamanda uluslararası proletaryayı etkileyen fesefi yazılar kaleme aldı ve yayınladı. Bu yazılar arasında sosyal demokrasi ve Anarşizm hakkında görüş belirttiği yazılar da bulunmaktadır. Ancak bu yazıda, Dietzgen’in ağırlıklı olarak Marksizm ve epistemolojiye odaklanan görüşlerinin Marx, Engels ve özellikle de Lenin’de ne şekilde karşılık bulduğu ele alındığı için bu çerçevenin dışında kalan konu başlıklarına yer verilmemiştir.

[7] Pravda gazetesi, No. , 5 Mayıs



Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm*

Joseph Stalin

Sovyetler Birliği’nin Komünist Parti Tarihi adlı kitabın dördüncü bölümünde yer alan bu yazı, Joseph Stalin () tarafından kaleme alınmış kısa bir makaledir. tarihleri arasında Sovyet Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri olan Joseph Stalin, Lenin’in ardından Rusya’nın yönetimini devralmıştır. Bu yazı, “diamat”ın [diyalektik materyalizmin kısaltması] ya da diyalektik materyalizmin komünist teorisinin özünü içermektedir.

Diyalektik materyalizm Marksist-Leninist partinin dünya görüşüdür. Doğa olaylarına karşı yaklaşımı, onları inceleme ve kavrama yöntemleri diyalektik olduğundan ve doğa olaylarını yorumlayışı ve teorisi materyalist olduğundan buna diyalektik materyalizm denmektedir.

Tarihsel materyalizm, diyalektik materyalizmin ilkelerinin sosyal hayatın incelenmesindeki uzantısıdır ve bu ilkelerin sosyal hayattaki olaylar, toplum ve toplum tarihi çalışmalarına uygulanmasıdır.

***

Diyalektik, Eski Yunancadaki konuşmak tartışmak anlamına gelen dialego kelimesinden gelmektedir. Eski zamanlarda diyalektik, muhatabın savındaki çelişkileri ortaya çıkararak ve bu çelişkilerin üstesinden gelerek gerçeğe erişme sanatıydı. Eski zamanlarda düşüncedeki çelişkileri ortaya çıkarmanın ve karşıt fikirlerin çatışmasının gerçeğe erişmede en iyi yöntem olduğuna inanan filozoflar vardı. Düşüncenin bu diyalektik yöntemi, sonradan doğa olaylarını da kapsamına aldı. Doğa olaylarını sürekli bir hareket ve değişme halinde gören ve doğadaki gelişmeleri, doğadaki çelişkilerin gelişmesinin ve doğadaki karşıt güçlerin birbirini etkilemelerinin bir sonucu olarak gören, doğanın kavranmasının diyalektik metoduna dönüştü.

Diyalektik, esasen metafiziğin tam zıddıdır.

A. Marksist diyalektik yöntemin temel özellikleri aşağıdaki gibidir:

(a) Metafiziğin tersine, diyalektik, doğayı rasgele bir araya gelmiş, birbirinden bağımsız ayrı şeyler olarak değil; maddelerin ve şeylerin birbirine organik olarak bağlı olduğu, birbirine dayandığı ve birbirleriyle belirlendiği birbirine bağlı tam bir bütün olarak görür.

Diyalektik yöntem, bu nedenle, şunu savunur: Madem doğadaki herhangi bir olay, onu çevreleyen koşullardan bağımsız, onlardan ayrı olarak düşünüldüğünde bizim için anlamsız olacaktır, o zaman, doğadaki hiçbir olay kendi başına, çevresindeki koşullardan bağımsız olarak düşünülemez ve aynı şekilde çevresindeki olaylarla ayrılmaz bağlara sahip ve çevresindeki olaylar tarafından şekillendirilmiş her olayı anlamak ve açıklamak mümkündür.

(b) Metafiziğin tersine, diyalektik, doğanın bir durgunluk ve hareketsizlik, durağanlık ve değişmezlik hali olmadığını, aksine sürekli bir değişim ve hareket, yenilenme ve gelişme hali olduğunu ve sürekli bir şeylerin doğduğu ve geliştiğini, kimi şeylerin ise parçalandığını ve öldüğünü kabul eder.

Bu nedenle, diyalektik yöntem, fenomenlerin sadece karşılıklı bağlantıları ve dayanışmaları açısından değil, aynı zamanda söz konusu fenomenlerin hareketleri, değişimleri, gelişimleri, varoluşları ve varoluştan yok oluşa geçişleri açısından da düşünülmesini gerekli kılar.

Diyalektik yöntem, sadece yeni doğan ve gelişen şeyleri yenilmez olarak kabul ettiği için, diyalektik yöntem açısından esas önemli olan, o anda kalıcı gibi görünen fakat daha o andan itibaren ölmeye başlayan şey değil, o anda kalıcı gibi durmasa da doğan ve gelişmekte olan şeydir.

Engels şöyle demektedir: “Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yok oluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir.” (…)

(c) Metafiziğin aksine, diyalektik, gelişim sürecini nicel değişimlerin nitel değişimlere sebep olmadığı basit bir büyüme süreci olarak görmez. Aksine, gelişimin, önemsiz ve belirsiz nicel değişimlerden açık, temel nitel değişimlere geçilen ve bu nitel değişimlerin aşama aşama değil bir sıçrama şeklinde bir durumdan diğerine hızlı ve kesin biçimde gerçekleştiği bir süreç olduğunu düşünür. Bu nitel değişimler rasgele gerçekleşmezler, görünmeyen ve yavaş yavaş oluşan nicel değişimlerin doğal sonuçları olarak ortaya çıkarlar.

Diyalektik yöntem, bu nedenle, gelişim sürecinin dairesel bir hareket ya da geçmişteki olayların basit bir tekrarı olarak düşünülmemesi gerektiğini ve bunun ileriye ve yukarıya doğru bir hareket, eski bir nitel durumdan yeni bir nitel duruma geçiş ve basitten karmaşığa, daha alçaktan daha yükseğe doğru bir gelişim olarak düşünülmesi gerektiğini savunur.

Engels şöyle demektedir: “Doğa diyalektiğin denek taşıdır. Modern doğa bilimlerinin bu deney için son derece zengin ve günbegün artan materyaller sağlamış olduğu ve böylelikle, doğa sürecinin, son tahlilde metafizik değil, diyalektik olduğunu, sonsuz bir tekdüzelikle sürekli olarak daireler üzerinde dönmeyip gerçek bir tarih çizgisinden geçtiğini kanıtlamış olduğu söylenmelidir. Burada, bitkilerin hayvanların ve tabi ki insanların, yani bugünün organik dünyasının tamamının bir gelişim sürecinin ürünü olduğunu ve milyonlarca yıldan beri gelişimini sürdürmekte olduğunu kanıtlamasıyla doğanın metafizik algılanışına vurucu bir darbe indiren Darwin’den mutlaka söz edilmelidir.” (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm)

Engels, diyalektik gelişimi nicel değişimlerden nitel değişimlere geçiş olarak tanımlarken şöyle demektedir:

“Fizikte (…) her değişim, cismin kendinde mevcut ya da ona dışarıdan verilmiş olan bir hareket biçiminin sonucu olarak, nicel bir değişimle, nicellikten niteliğe bir geçiştir. Örneğin, suyun sıcaklığının başlangıçta onun sıvı haline bir etkisi yoktur. Fakat sıvı durumundaki suyun sıcaklığı yükseldikçe ya da düştükçe, bir an gelip bu uyum hali ortadan kalkar ve su buza ya da buhara dönüşür”(…)

(d) Metafiziğin tersine, diyalektik, doğadaki her şeyin ve her olayın yapısında iç çelişkilerin var olduğunu kabul eder; çünkü bunların hepsinin olumlu ve olumsuz yanları, geçmişi ve geleceği, ölen bir yanı ve gelişen bir yanı vardır. İşte bu karşıtlar arasındaki, eskiyle yeni arasındaki, ölen ve doğan arasındaki, yok olan ve gelişen arasındaki mücadele, gelişim sürecinin iç kapsamını, nicel değişimlerin nitel değişimlere dönüşümünün iç kapsamını oluşturur.

Diyalektik yöntem, bundan dolayı, alçaktan yükseğe doğru gerçekleşen gelişim sürecinin olayların uyumlu bir biçimde kendini göstermesi şeklinde gerçekleşmediğini, maddelerin ve olayların özünde bulunan çelişkilerin ortaya çıkması ve bu çelişkilerin temelinde yer alan karşıt eğilimlerin mücadelesi şeklinde gerçekleştiğini savunur.

Lenin, “En temel anlamıyla, diyalektik, şeylerin özünde var olan karşıtlıkların incelenmesidir” der. (Felsefe Defterleri)]

Ve daha ileride Lenin şöyle der:

“Gelişim zıtlıkların ‘mücadelesi’dir.” (Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm)]

İşte bunlar, Marksist diyalektik yöntemin temel özellikleridir.

Diyalektik yöntemdeki ilkelerin, sosyal yaşamın ve sosyal tarihin incelenmesi alanına uzatılmasının ne kadar önemli olduğu, bu ilkelerin toplum tarihine ve proletarya partisinin pratikteki faaliyetlerine uygulanmasının ne derece önemli olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.

Eğer dünyada hiçbir bağımsız olay yoksa bütün olaylar birbirlerine bağlı ve birbirleriyle ilişkiliyse, o zaman tarihteki tüm sosyal sistemler ve sosyal hareketlerin, pek çok tarihçinin sıklıkla başvurduğu gibi, “sonsuz adalet” ya da başka birtakım önyargıya dayalı fikirle değerlendirilemeyeceği, ancak ve ancak o sistemi ya da sosyal hareketi ortaya çıkaran ve o sistemle ilişkili koşullarla değerlendirilebileceği açıktır.

Günümüz şartlarında kölelik, saçma, aptalca ve anormal olurdu. Fakat parçalanmaya yüz tutmuş bir ilkel komünal sistem koşullarında, kölelik sistemi, ilkel komünal sistemden daha ileri bir adımı temsil ettiğinden, oldukça anlaşılır ve doğal bir olaydır.

Örneğin Rusya’sında, çarlık ve burjuva toplumunun varlığı sırasında, burjuva-demokratik bir cumhuriyet isteği oldukça anlaşılır, yerinde ve devrimci bir istekti; çünkü o dönemde burjuva cumhuriyeti, ileriye dönük bir adım anlamına gelebilirdi. Fakat şimdi, SSCB koşullarında, burjuva-demokratik cumhuriyeti kurma isteği çok manasız ve karşı-devrimci bir istek olur; çünkü Sovyet Cumhuriyetiyle karşılaştırıldığında, burjuva cumhuriyeti geriye dönük bir adımdır.

Her şey şartlara, yere ve zamana bağlıdır.

Şurası açıktır ki, ancak böylesi bir yaklaşım, tarih bilimini bir rastlantılar ve saçma hatalar yığını olmaktan kurtarabileceğinden, sosyal olaylara tarihi bir açıdan bakılmadıkça, tarih biliminin varlığı ve gelişimi imkânsız olacaktır.

Ayrıca, eğer dünya sürekli bir hareket ve gelişim halindeyse, eğer eskinin ölmesi ve yeninin büyümesi bir gelişme yasasıysa, o zaman, “değişmez” sosyal sistemlerin, özel mülkiyet ve sömürünün “sonsuz ilkeleri”nin, köylünün toprak sahibine, işçinin kapitaliste baş eğdirilmesinin mümkün olamayacağı açıktır.

Bu yüzden, nasıl bir zamanlar feodal sistemin yerine kapitalist sistem geldiyse, kapitalist sistemin de yerine sosyalist sistem gelebilir.

Onun için, enerjimizi bugün en baskın gücü oluştursalar da, toplumun artık gelişmeyen tabakalarına değil, bugün baskın güç olmasalar da, gelişen ve önünde aydınlık bir geleceği olan tabakalara yönlendirmeliyiz.

***

Ayrıca, eğer yavaş nicel değişimlerden hızlı ve ani nitel değişimlere geçiş bir gelişim yasasıysa, ezilen sınıflar tarafından yapılan devrimlerin oldukça doğal ve kaçınılmaz olaylar olduğu ortaya çıkar. Bu nedenle, kapitalizmden sosyalizme geçiş ve işçi sınıfının kapitalist boyunduruktan kurtulması, yavaş değişimlerle veya reformlarla değil, olsa olsa kapitalist sistemin devrim eliyle nitel değişimiyle gerçekleştirilebilir. Bu nedenle, politikada hata yapmamak için devrimci olmak gerekir, reformcu değil. Ayrıca, gelişme, iç çelişkilerin ortaya çıkması vasıtasıyla ve bu çelişkilerin temelindeki karşıt güçlerin çarpışması ve bu çatışmaları yenmek amacıyla oluşuyorsa, proletaryanın sınıf mücadelesinin çok normal ve kaçınılmaz bir olgu olduğu açıktır.

***

Marksist felsefi materyalizme gelince, bu da temelde felsefi idealizmin tam zıddıdır.

Marksist felsefi materyalizmin temel nitelikleri şunlardır:

(a) Dünyayı, bir “mutlak ide”nin, bir “evrensel ruh”un, “bilinç”in vücut bulması olarak gören idealizmin aksine, Marksist felsefi materyalizm, dünyayı yapısı itibariyle maddi olarak kabul eder. Dünyadaki çeşitli olayları, maddenin hareket halindeki değişik biçimleri olarak değerlendirir ve diyalektik yöntemin ileri sürdüğü gibi, olayların birbirleriyle olan bağları ve karşılıklı ilişkileri, hareket halindeki maddenin gelişim kanunudur. Dünya, maddenin hareket yasalarına uygun biçimde gelişir ve hiçbir “evrensel ruh”a ihtiyaç duymaz. (…)

(b) Gerçekte sadece bilincimizin var olduğunu, maddi dünyanın, varlığın, doğanın sadece bizim zihnimizde, duyularımızda, düşünce ve algılarımızda var olduğunu savunan idealizmin aksine, Marksist materyalist felsefe maddeyi, doğayı, varlığı zihnimizin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçeklik farz eder. Maddenin bütün duyuların, düşüncelerin ve zihnimizin kaynağı olması dolayısıyla birincil olduğunu, maddenin ve varlığın bir yansıması olan bilincin ikincil olduğunu öne sürer. Buna göre, düşünce gelişiminde yüksek bir kusursuzluk seviyesine erişmiş olan bir maddenin yani beynin ürünüdür ve beyin düşünme organımız olduğundan, insanın düşünceyi maddeden ayırması büyük bir yanlışlık yapması demektir. (…)

(c) Dünyanın ve onun yasalarının bilinebilmesi olasılığını reddeden, bilgilerimizin yetkinliğine inanmayan, nesnel gerçeği kabullenmeyen ve dünyanın bilimle anlaşılması mümkün olmayan “kendine özgü şeylerle” dolu olduğunu savunan idealizmin aksine, Marksist felsefi materyalizm, dünyanın ve onun yasalarının tümüyle bilinebilir, deneyim ve pratikle doğruluğu kanıtlanmış olan doğa yasalarına ilişkin bilgilerimizin nesnel gerçeğin tutarlılığını taşıyan geçerli bilgiler olduğunu savunur. Marksist felsefi materyalizme göre, dünyada bilinmesi mümkün olmayan bir şey yoktur, yalnızca henüz bilemediğimiz ama bilim ve pratik yoluyla açıklanabilecek ve bilinir hale getirilebilinecek şeyler vardır.

***

Felsefi materyalizm ilkelerinin sosyal hayat ve toplum tarihi çalışma alanlarına uzatılmasının ne kadar büyük bir önem taşıdığını, bu ilkelerin toplum tarihi ve proletarya partisinin pratik faaliyetlerine uygulanmasının ne kadar önemli olduğunu anlamak kolaydır.

Doğa olayları ve bunların birbirleriyle olan bağları doğanın gelişim yasalarıysa, bundan, sosyal hayattaki ilişki ve bağlantıların da toplumun gelişim yasaları olduğu ve tesadüfi olmadığı sonucu ortaya çıkar.

Böylelikle, sosyal hayat ve toplum tarihi, bir “tesadüfler” yığını olmaktan kurtulur ve sosyal hayat, toplumun belli kurallara göre gelişiminin tarihine dönüşür ve toplum tarihi çalışmaları bir bilim haline gelir.

Bu nedenle, proletarya partisinin pratik faaliyeti “önemli kişilerin” iyi dilekleri, “akıl” ve “evrensel ahlak kuralları” webgrid.co.uk dikte ettiklerine değil, toplumun gelişim yasalarına ve bu yasalarla ilgili çalışmalara dayalı olmalıdır.

Ayrıca, dünya bilinebilirse ve doğanın gelişim yasaları hakkındaki bilgilerimiz, nesnel doğruların geçerliliğini taşıyan güvenilir bilgilerse, bundan, sosyal hayat ve toplumsal gelişim yasalarının da bilinebilir olduğu ve toplumsal gelişim yasalarıyla ilgili bilimsel bilgilerin, nesnel doğru geçerliliği taşıyan güvenilir bilgiler olduğu sonucu ortaya çıkar.

Bu nedenle, toplum tarihi bilimi, sosyal yaşamdaki olayların tüm karmaşıklığına rağmen, örneğin biyoloji kadar kesin bir bilim haline gelebilir ve toplumsal gelişim yasalarından pratik amaçlar için faydalanılabilir.

Bu nedenle, proletarya partisi, pratik faaliyeti içinde, kendisine sıradan nedenlerle değil, toplumsal gelişim yasalarıyla ve bu yasalardan çıkarılan pratik sonuçlarla yön göstermelidir.

Bu nedenle, sosyalizm, eskiden olduğu gibi insanlık için görkemli bir gelecek düşünden, bir bilim haline dönüşür.

Bu nedenle, bilimle pratik faaliyet, teoriyle pratik arasındaki bağ, bunların aralarındaki birlik, proletarya partisinin kutup yıldızı olmalıdır.

Ayrıca, eğer doğa, varlık, maddi dünya birincil, akıl ve düşünce ikincil, türevselse; eğer, akıl bu nesnel gerçeğin bir yansımasıyken, maddi dünya, insan aklından bağımsız olarak var olan nesnel gerçeği temsil ediyorsa, bundan, toplumun maddi yaşamının ve varlığının birincil önem arz ettiği, ruhsal yaşamınınsa ikincil, türevsel öneme sahip olduğu ve toplumun maddi yaşamının insan iradesinden bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçeklik olduğu, toplumun ruhsal yaşamının ise bu nesnel gerçekliğin ve bu varlığın bir yansıması olduğu sonucu ortaya çıkar.

Bu nedenle, toplumun ruhsal yaşamının oluşum kaynağı, sosyal fikirlerin kökeni, sosyal teoriler, politik görüş ve politik kurumlar, bu fikirlerde, teorilerde, görüşlerde ve politik kurumların kendilerinde değil, bu düşünleri, teorileri, görüşleri vb. yansıtan toplumsal varlıkta, toplumun maddi yaşam koşullarında aranmalıdır.

Bu nedenle, toplum tarihinin değişik dönemlerinde değişik sosyal fikirler, teoriler, görüşler ve politik kurumlar görülebiliyorsa; köleci sistemde belli birtakım sosyal fikirler, teoriler görüşler ve politik kurumlarla karşılaşıyorsak, feodalizmde başkaları, kapitalizmde daha başkalarıyla karşılaşıyorsak; bu fikirler, teoriler, görüşler ve politik kurumlar, kendi “doğası” ve “özellikleri”yle değil, sosyal gelişimin değişik dönemlerinde toplumun maddi yaşam koşullarının da değişik oluşuyla açıklanmalıdır.

Toplumun varlığı, toplumdaki yaşam koşulları nasılsa, o toplumun fikirleri, teorileri, politik görüş ve politik kurumları da öyledir.

Marx, bu konuyla ilgili olarak, şöyle diyor:

“İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen sosyal varlıklarıdır.” (Siyasal Ekonominin Eleştirisine Katkı’ya Önsöz)

Bu nedenle, politikada hata yapmamak ve boş hayalciler durumuna düşmemek için, proletarya partisi, eylemlerini soyut olan “insan aklının ilkeleri” üstüne değil, sosyal gelişmeyi belirleyen toplumun somut maddi yaşam koşulları temeline oturtmalı, “büyük adamların” iyi niyetlerine değil, toplumun maddi yaşamının gelişiminin gerçek ihtiyaçları üstüne dayandırmalıdır.

Fakat Marx’ın sözlerinden, sosyal fikirlerin, teorilerin, politik görüşlerin ve politik kurumların toplum yaşamında hiç önemi olmadığı, sosyal varlığı, toplumun maddi yaşam koşullarının gelişmesini karşılıklı olarak etkilemediği sonucu çıkmaz. Biz, buraya kadar sadece, sosyal fikirlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kurumların kaynağından,ortayaçıkma yollarından söz ettik; bunların toplumun ruhsal yaşamının, onun maddi yaşam koşullarının bir yansıması olduğunu söyledik. Bu sosyal fikirlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kurumların önemine, tarihteki rollerine gelince, tarihsel materyalizm onları asla yadsımaz; tersine, onların toplum yaşamı ve onların toplum tarihi üzerindeki rollerini ve önemlerini özellikle belirtir.

Değişik türde sosyal teoriler ve düşünceler vardır. Günlerini doldurmuş olan ve toplumun can çekişen güçlerinin çıkarlarına hizmet eden eski düşünceler ve teoriler vardır. Bunların önemi, toplumun gelişim ve ilerlemesi önünde engel teşkil etmelerinde yatar. Bir de, toplumun ilerici güçlerinin çıkarlarına hizmet eden, yeni ve ileri düşünceler vardır. Bunların önemi, toplumun gelişmesine, ilerlemesine yardım etmelerinden ileri gelir ve toplumun maddi yaşam koşullarındaki gelişmenin gereklerini ne kadar doğru yansıtırlarsa, önemleri de o kadar artar.

Bu nedenle, toplumun maddi yaşam koşullarını etkileyebilmek ve gelişmesini, ilerlemesini hızlandırabilmek için, proletarya partisi, öyle bir sosyal teoriye, öyle bir sosyal fikre dayanmalıdır ki, bu sosyal fikir ve teori, toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin gereklerini doğru bir biçimde yansıtsın. Böylelikle, geniş halk yığınlarını harekete geçirebilsin, onları, karşı-devrimci güçleri ezmeye ve toplumun ileri güçlerine yol açmaya hazır proletarya partisinin büyük ordusu içinde seferber edip örgütleyebilsin.

Materyalizm varlığın özünün ve temel yapı taşının maddi olduğundan hareket eden felsefi bir dünya görüşüdür. Materyalizm sözcüğü ilk defa yüzyılda kullanılmıştır. Evrenin temelinin maddi olduğu görüşünden hareket eder. Temelini Eski Çağ Yunan felsefesinde MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda Leukippos (ö. MÖ 4. yüzyıl) ve Demokritos (ö. MÖ ) tarafından geliştirilen atomculuk oluşturur. Materyalizm Eski Çağda Epiküros (ö. MÖ ) ve Lukretius’un (ö. MÖ 55) atomculuğunun etkisiyle İngiltere’de yüzyılda ve Fransa’da yüzyılda hâkim hâle gelmiştir. Türkiye entelektüel dünyasına Baha Tevfik’in (ö. ) Felsefe Mecmuası dolayısıyla girmiştir.&#;

Materyalizmin öncellikli kaygısı teolojik değil, felsefidir; en son ampirik ve teorik bilimsel bilgilerle evreni en temel yapı taşından en karmaşık organizmalara ve onların duygu, tutku ve düşünce gibi işlevlerine kadar temellendirmektir. Bu bakımdan materyalizm “ateist” bir öğreti değildir. Materyalizm agnostisizmin veya bilinemezciliğin herhangi bir biçimi de değildir. Tözün varlığını reddetmez ve onun bilinemez olduğunu da ileri sürmez. Aslında materyalizm tek tanrılı dinlerde Tanrı’ya atfedilen sonsuzluk, her yerde olma, her şeye muktedir olma gibi birçok özelliği maddeye atfeder.&#;

Madde kendi kendisini hareket ettirecek gerekli güce ve yapıya sahiptir. Fakat bu güç bilinçli bir özne olma özelliğini taşımaz. Doğayı hareket ettiren güç, “doğaüstü” değildir, tersine, doğaldır ve doğaya içkindir. Bu güç doğanın nedensellik yasalarına göre hareket eden ve hareket ettiren bir güçtür. Bu bakımdan materyalizmin amacı, insanın düşünce, inanç, ifade, vicdan gibi iç ve doğayla ve toplumla olan tüm ilişkisinde bilgiye ve bilime dayalı dış özgürlüğü mümkün kılan koşulları araştırmaktır.

Materyalizme dair tanımlarda genellikle yüzyıla ait olan “mekanik materyalizm” ölçü alınmaktadır. Bu tanımlarda materyalizm: “[y]alnızca maddenin gerçek olduğu, madde ve maddenin değişimleri dışında hiçbir şeyin varolmadığı”, “bilincin ya da zihinsel durumların gerçekliğini yadsı(dığı)” şeklindeki indirgemeci bir yaklaşımla ele alınmıştır.&#;

Karl Marx (ö. ) ve Friedrich Engels’in (ö. ) geliştirdiği “tarihsel materyalizm” ve “diyalektik materyalizm” kuramı mekanik materyalizmin indirgemeci yaklaşımlarından farklıdır. Marx, Thomas Hobbes’un (ö. ) mekanik materyalizmini nitelendirirken “tekyanlı”, “mekanik”, “insan düşmanı” olarak tanımlar.

Materyalizm kavramı ilk defa Henry More’un (ö. ) yılında yayımladığı Divine Dialogues’da kullanmıştır. Kavramın anlam kazanma tarihine dair ikinci önemli kaynak, /16 yıllarında olan Leibniz- Clarke Mektuplaşması’dır. Clarke Leibniz’e yazdığı yanıtlarında “materyalist” ve “materyalizm” kavramlarını açıkça kullanır ve anlamını şöyle betimler: “Dünyanın büyük bir makine olduğuna, Tanrı’nın müdahalesi olmadan hareket ettiğine, bir saat gibi saatin yapıcısının yardımı olmadan işlediğine dair tasavvurdur; materyalizm tasavvurudur.” Materyalizmin felsefi ilk tanımı J.G. Walch’ın (ö. ) yılında yayımladığı Philosophische Lexikon’da verilir: “Tinsel tözleri inkâr eden ve cisimsel tözden başkasını kabul etmeyen bir sisteme materyalizm denir.” Walch yüzyılın ilk yarısında materyalist olarak kabul edilen Baruch Spinoza’ya (ö. ) ve Hobbes’a işaret eder. Spinoza tek bir tözün varlığını kabul etmektedir. Hobbes bir materyalisttir, çünkü cisme sahip olmayan tüm tözleri töz olarak geçerli kılmaz. Doğal cisimlerin tüm niteliklerini ve etkilerini, maddenin şekil, ağırlık, sertlik ve karışım gibi niteliklerinden hareketle açıklayana materyalist denir. Rönesans döneminde olduğu gibi ta Immanuel Kant’a kadar “materyalizm” veya “materyalist” yerine “Epikürosçuluk” veya “Epikürosçu” kavramları da kullanılmıştır.

Aristoteles (ö. MÖ ), Fizik ve Metafizik adlı eserlerinde İyonya felsefesinin “ham madde” veya “malzeme” anlamına gelen hyle veya her şeyin “temeli”, “özü” anlamına gelen arkhe kavramına ilişkin tartışmayı “hareket” (kínēsis) kavramını analiz etmek amacıyla “madde” kavramının tamamlayıcısı olan “form” (eîdos) kavramıyla ilişkilendirerek yeniden ele alır. Orta Çağ’da bu dinamik bakış kaybolmuştur. Galileo Galilei’yi (ö. ) takiben Immanuel Kant (ö. ), hareketi felsefi açıdan maddenin temel belirlenimi olarak yeniden temellendirir.&#;

İyonya doğa felsefesinde arkhe tartışmasında suyun, apeiron, hava ve ateşin temel madde olarak belirlendiği ilk dönemde Thales’in (ö. MÖ /6) suyu ilk madde olarak belirlerken aynı zamanda mıknatısın hareket ettirici gücüne dikkat çekerek içinde “tanrı” olduğunu ileri sürer. Thales burada maddeyi aktif ve onun hareket ettirenini ona içkin kavramaya çalışır. Herakleitos arkhe’yi canlı “ateş” olarak belirlerken, vurguyu artık hareketin kaynağına yapmaktadır. Anaksimandros ana maddeyi apeiron olarak belirlerken duyusal maddenin temelinde olanın her şeyin potansiyeli olduğu için şekilsiz ve sonsuz olması gerektiğini ileri sürer. Buna karşın duyusal madde hep bir varoluş ve yok oluş karşıtlığı içinde ilerlemektedir. Bu durum Parmenides’i duyusal ve deneyimlenebilir olanı yalnızca görünüşte varolan olarak tanımlamaya ve asıl varolanı hareketsiz ve sürekli olan olarak belirlemeye götürür. Empedokles (ö. MÖ ) bu ikilemi aşmak için su, toprak, hava ve ateşi bir bütün olarak maddenin farklı görünüm biçimleri olarak alır.

Aristoteles’in “potansiyel olan” (dynamis) ve “aktüel olan” (energeia) kavramları arasında ayrım yapmasının kaynağı bu düşünümün yaratmış olduğu dinamik tartışmadır. Ama Anaksagoras bu tartışmaya içkin olan öz-görünüm ayrımına yeni bir boyut kazandırır. Thales’in mıknatısa ilişkin gözlemini genelleştirerek tüm maddenin “çekme” ve “itme” gücü olduğundan hareket eder. Helenist dönemin iki büyük akımı olan Epikürosçuluk da Stoacılık da materyalist dünya görüşüne sahiptir. Epiküros, Demokritos’un (ö. MÖ ) determinist maddeci atomculuğunu görelilik ilkesini kapsayacak bir şekilde yeniden geliştirmeye çalışırken, Stoacılar, Herakleitos’tan da (ö. MÖ ) hareketle düşünce ve dil gibi olguların maddi olup olmadığını tartışmaya açmıştır.

Modern doğa felsefede materyalizm yüzyılda Epiküros (ö. MÖ ) ve Lukretius’un (ö. MÖ 55) atomculuğunun etkisi ile önce İtalya’da, İngiltere ve Fransa’da oluşur. G. Bruno (ö. ), F. Bacon (ö. ) ve P. Gassendi (ö. ) gibi filozofların girişimiyle gelişti. G. Galilei ve I. Newton’un (ö. ) fizikte ve astronomide ortaya koyduğu yenilik ve geliştirdiği dünya tasarımı mekanik dünya görüşünün kanıtı olarak alınır. T. Hobbes, kendi materyalist doğa felsefesini, antropolojik görüşlerini ve devlet teorisini geliştirirken F. Bacon’ın atomculuğunu ve Galilei’nin hareket teorisini temel alır. Materyalist felsefe İngiliz felsefesinden İskoç ve Fransız materyalizmine doğru gelişir. W. Harwey’in (ö. ) kan dolaşımını keşfetmesi, Henricus Regius’un (ö. ) insanın tinsel yetilerini maddenin bir tarzı olarak ortaya koyması, bütünlüklü insan tasarımına ulaşılmasını sağlar.

Materyalizmin temel dayanağı madde kavramıdır. Eski Türkçede “maddiyye” denilen kavramın dünyanın temelini açıklama çabasından doğan bir felsefi kavramlaştırma tarihi, bir de maddeye ilişkin bilimsel inceleme ve açıklama tarihi vardır. A Dic-
tionary of Eighteenth-Century History’e göre modern Aydınlanmacı çağın en önemli tartışması “ruh-beden ilişkisinin doğası” üzerine yapılmıştır. Descartes’ın başlattığı bu tartışma, maddenin ne olduğuna dair çalışmanın doğa felsefesinden giderek modern doğa bilimlerine kaydığını ve modern felsefenin Eski Çağ felsefesinden farklı olarak varlık-bilinç ilişkisini belirlemeye yöneldiğini göstermektedir.&#;

Locke, La Metteri (ö. ) ve P.H. d’Holbach (ö. ) gibi filozofların eserleri materyalizm tartışmasına yeni ivme katar. Alman felsefesinde diyalektik yöntemle Fransız materyalizminin indirgemeci yaklaşımları aşılmaya çalışılır. Karl Marx Das Kapital’de insan, tarihinde yaşamını idame etmek için üreterek ve üretirken doğayı değiştirip kendisini de yeniden yarattığını ileri sürer. İnsanlığın tarihine bu bakış “tarihsel materyalizm” kuramını temellendirir. Marx’ın yeni “hakikat” kavramı düşünceyi maddeye indirgemeye yönelmez. Alman İdeolojisi’nde sunulan tanıma göre hakikati meydana getiren “varlık ve bilinç” birbiriyle ilişkili olarak ele alınmalıdır. “Yaşamı belirleyen bilinç değildir, tersine, bilinci belirleyen yaşamdır” gibi belirlemeleri bilince indirgemeci çabasından kaynaklanmamaktadır. Bu tür belirlemelerle asıl yapılan bilincin kökenini açıklamaktır. Bu nedenle Alman İdeolojisi’nde bilincin kendisini maddede nasıl gerçekleştirdiğinin koşullarını araştırırlar: “‘Tin’ en baştan itibaren, kendini burada titreşen hava katmanları, sesler, kısacası dil biçiminde gösteren maddeyle ‘yüklü’” olmaya mahkûmdur ve dil “bilinç kadar eskidir”. “Dil, öteki insanlar için var olduğu gibi benim için de var olan pratik, gerçek bilinçtir.”

Doğan Göçmen

Kaynakça

Alexander, H.G. The Leibniz-Clarke Correspondence. Manchester: Manchester University Press,

Marx, Karl ve Friedrich Engels. Kutsal Aile - Ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi. Ankara: Sol Yayınları,

Marx, Karl. Kapital – Kapitalist Üretimin Eleştirel Bir Tahlili. Çev. Alaatin Bilgi. Ankara: Sol Yayınları,

Marx, Karl ve Friedrich Engels. Alman İdeolojisi. Çev. Tonguç Ok ve Olcay Geri Dönmez. İstanbul: Evrensel Basım Yayın, ٢٠١٣.

Mittelstraß, Jürgen. Enzyklopädie Philosophie und Wissenschaftstheorie. Mannheim/Wien/Zürich: B. I. Wissenschaftsverlag, &#;

Rehfus, Wulff D. Handwörterbuch Philosophie. Berin: Vandenhoeck & Ruprecht,

Ulaş, Sarp Erk. Felsefe Sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları,

Ülken, Hilmi Ziya. Türkiye’de Çağdaş Düşünce. İstanbul: Ülken Yayınları,

Walch, Johann Georg. Philosophische Lexikon. Leipzig: Gleditschens Buchhandlung,

Diyalektik Materyalizm Nedir?

Bu yazımızda kısaca felsefenin önemli sorularından olan diyalektik nedir? ve materyalizm nedir? sorularından hareketle diyalektik materyalizm ya da tarihsel materyalizm nedir sorusuna cevap vermeye çalışacağız.

 

Kısaca Diyalektik Materyalizmin Anlamı

 

Tarihsel materyalizm ya da diyalektik materyalizm kavramı, &#; Marx&#;ın ifadesiyle tarihin maddeci kavrayışı&#; insanlığın doğuşundan beri toplumsal yapının şekillenmesinde belirli yasaların rol oynadığını ifade eder. Bu yasaların temelinde ise şu çıkış noktası vardır:

 

Toplumlar çıkarları birbirine zıt sınıflara bölünmüştür, toplumsal değişimi ve dönüşümü yaratan şey ise bu zıt sınıflar arasında yaşanan çatışmalardır.

 

Geliştirdiği bu yaklaşımı, &#;tarih, sınıf savaşımlarından ibarettir&#; sözüyle özetleyen Karl Marx, hem tarihe hem de içinde yaşadığı topluma tarihsel materyalist açıdan bakarak değişmez toplumsal yasalar bulduğunu ileri sürmüştür. 

 

 

Kavramın bu pratik yönünü kısaca açıkladıktan sonra felsefi boyutunu incelemeye geçebiliriz.

 

Felsefe Tarihinde Diyalektik Kavramı: Heraklit ve Hegel

 

Tarihsel Materyalizm ya da Diyalektik Materyalizm olarak adlandırılan tarih felsefesi, Marx’ın tarihsel gelişme sürecini anlamak ve açıklamak için geliştirdiği bir modeldir.

 

Marx’ın bu modeli, Hegel tarafından geliştirilen diyalektik düşünceye dayanmaktadır.

 

Tarihsel Materyalizm, klasik Alman felsefe geleneği içinde yer alan Hegel’in idealist diyalektiğine, Marx tarafından materyalist bir içerik kazandırılmasıyla oluşturulmuştur.

 

Diyalektik kavramının felsefede kullanımı ise Marx ve Hegel&#;den çok daha öncesine dayanır.

 

Diyalektik kavramını ilk kullanan isim eski Yunan filozofu Heraklit’tir.Heraklit’e göre diyalektik kavramı şu anlama gelir: “Evrendeki her şey, her nesne sürekli bir hareket, oluşum ve değişim içindedir. Evrenin temel yasası çatışma ve çelişmedir.”

 

Hegel’e göre ise diyalektik, “karşılıklı ilişkiler olgusunu ya da etki-tepki sürecini içerir.” Bir başka ifadeyle evrende her nesne ve varlık negatifini, kendi karşıtını ve çelişkisini kendi içinde barındırır. Nesne ve varlıklar kendisiyle çatışma ve çelişme durumundadır ve hareket, işte bu karşıtlıklar arasındaki etki tepki ilişkilerinden oluşur.

 

Her varlık, kendini aşma ve yeni bir aşamaya ulaşma olanağını, kendi içinde barındırdığı karşıtlık ve çelişkiler sayesinde bulur.

 

 

Diyalektik kavramını düşünce ile ilgili bir tarih felsefesi geliştirmek için kullanan Hegel’e göre tarih, diyalektik bir gelişme sürecidir. Rasyonel doğruya yönelik bir ilerleme olarak görülen diyalektik süreç içinde, her varlık ve her nesne, tez-antitez-sentez aşamalarından geçmek suretiyle yeni bir gerçek ve yeni bir durum olarak karşımıza çıkar.

 

Yetersiz olan bir ilk tez (düşünce) ile başlayan tarihsel süreç, daha sonra bu tez yetersizliğini aşmak için farklılaşmaya ve dolayısıyla da kendi içinde bir karşıt tezi (anti-tez) oluşturmaya başlar.

 

Karşıt tezi ile girdiği çelişme ve çatışma sürecinin sonunda ise kendisi (tez) ile anti-tezinin rasyonel bir birleşiminin sonucu olarak yepyeni bir sentez ortaya çıkar.

 

Bu yeni sentez de artık tez ile anti-tezin basit bir toplamı değildir. Onları aşan yeni bir gerçekliktir.

 

Marx ve Diyalektik Materyalizm

 

Marx, Hegel’deki idealist yani düşünceye öncelik tanıyan, varlığın temelinde düşüncenin yattığını ileri süren diyalektiğin içeriğini ve yasalarını kabul etmiş ancak onun bütünsel görünümünü tamamen değiştirmiştir.

 

Hegel’in idealist diyalektiği, maddenin düşünceden doğduğu tezine dayanır ve düşünsel nitelikli bir varlığı içerir.

 

Marx ise Hegel’den farklı olarak; maddenin ve varlığın düşünceden bağımsız olarak ele alınması gerektiğini savunur.

 

Marx’a göre, düşünce maddeden üretilmekte ve diyalektik maddi nitelikli bir varlığı içermektedir.

 

Yani Marx diyalektik kavramını Hegel&#;in aksine; tarihi idealist açıdan değil materyalist açıdan yorumlamak için kullanmıştır.Bir başka ifadeyle, Hegel’in idealist diyalektiği Marx tarafından, maddeyi düşünceden değil düşünceyi maddeden üreten maddeci bir diyalektiğe dönüştürülmüştür.

 

Marx’ın geliştirdiği bu Tarihsel maddeciliğin özü, insanın duyulara ve düşünsel yeteneklere sahip olmasıdır. İnsan kendi varlığını devam ettirmek, ihtiyaç ve isteklerini karşılamak için sürekli çalışır ve üretir.

 

Marx’a göre maddecilik, insanı duyusal madde olarak görmektir ve bu duyusal madde belirli bir toplumsal yaşantı içindedir.

 

İnsanın üretmesi, bölüşmesi ve tüketmesi hep bu toplumsal yaşantı ve ilişkiler içinde gerçekleşir.

 

Marx’a göre, insanlar, kendilerini ve toplumlarını maddi anlamda ancak toplumsal emek aracılığı ile üretirler. Başka bir ifadeyle toplum, emektir, iştir. İnsan çalışma ve toplumsal emek aracılığıyla doğayı dönüştürürken aynı zamanda kendisi ile içinde bulunduğu toplumsal ilişkileri ve yapıları da dönüştürür.

 

Marx’a göre, ihtiyaçlarını karşılamak için üretmek zorunda olan insanın doğaya karşı verdiği mücadele, tarihsel materyalizmin ilk hareket noktası ve ilk diyalektik çelişkidir. Tarihsel gelişmenin itici gücü ve diğer bir deyişle yaratıcı kaynağı bu çelişkidir.

 

Marx’a göre, insanın doğadaki egemenliğinin gelişmesi ve insanın hem bireysel hem de toplumsal olarak kendi kendisiyle çatışması tarihi belirleyen temel unsurdur.

 

Bu felsefenin Marx’ın teorisi, yani Marksizm açısından çok daha önemli olan sonucu ise tarihsel olarak bir toplum içinde, ekonomik temellere dayalı toplumsal sınıflar arasındaki çelişkilerin o toplumun evrimini, gelişimini ve değişimini oluşturmasıdır.

 

Marx&#;ın bu teorisi komünist ideolojinin de temelini oluşturacaktır. 

 

Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için Komünizm makalemizi okuyabilirsiniz:

 

Komünizm Kısaca Nedir?

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede