Muhterem nur kimdir vikipedi

Muhterem Nur Kimdir Vikipedi

muhterem nur kimdir vikipedi

kaynağı değiştir]

Asıl adı Olga'dır. Annesini ve babasını hiç bilmedi. Daha sonra “teyze” dediği bir kadın tarafından büyütüldü. 1942'de, İkinci Dünya Savaşı'nın dehşeti içinden bir kamyonun altında İstanbul'a kaçırıldı. Eyüp'e yerleştiler. “Teyze”si ona yeni bir nüfus cüzdanı çıkardı ve nüfûsa Muhterem Kısa adı ile kaydedildi.[3]

İlkokulu Eyüp'te bitirdi, 14 yaşında yine Eyüp'te bir dokuma fabrikasında çalışma hayatına başladı. Bir subay ile evlendi ve bir oğlu oldu.

1950'lerin başlarında, mahalleden arkadaşı, Bulgaristan göçmeni Üftâde ile Beyoğlu turlarına başladı. Onu Beyoğlu'nda ilk keşfeden kişi, orada inzibat subayı olan, sonradan Film San Vakfı başkanı olacak Ümit Utku'ydu.

İlk film teklifini 1950'lerin başında Muharrem Gürses'ten aldı. Yıldızlar Revüsü filminde figüran olarak sinema hayatına 1951'de başladı. İkinci filmi ise (1952), Osman Seden'in yönettiği "Kanun Namına"ydı. Bu filmlerdeki adı Aysel Utku'ydu. Daha sonra Ümit Utku'nun önerisiyle Muhterem Nur ismini kullanmaya başladı.

Boş Beşik, başrol oynadığı ilk film oldu. 1958 yapımı "Üç Arkadaş", Muhterem Nur'u "yıldız" sınıfına taşıdı. Fikret Hakan, Salih Tozan ve Semih Sezerli gibi üç "dev" oyuncu ile başrolü paylaştı.

Muhterem Nur sevgisi, 1960'larda, belki ancak sonraki "Türkân Şoray sevgisi" ile karşılaştırılabilecek bir boyuta ulaştı. Bu kıyaslamayı yapanlardan biri de Türk sinemasının en yetkin uzmanlarından Âgâh Özgüç'tü. Özgüç, vardığı sonucu şöyle ifade etmişti: “Bugün o mertebeye Türkân bile erişemedi. Sultan oldu ama Muhterem'in gördüğü sevgiyi göremedi.”[4]

Muhterem Nur ilk evliliğini gazeteci-aktör Işın Kaan ile yapmış ve 1963 yılında ayrılmıştır. 1986 yılında Müslüm Gürses ile evlendi.

20 Mart 2020 tarihinde sabah 06:30'da tedavi gördüğü İstinye Devlet Hastanesi'nde öldü.[5] Aynı gün kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'nda, eşi Müslüm Gürses'le aynı mezara defnedildi.[6]

Filmografisi[değiştir kaynağı değiştir]

Dış bağlantılar[değiştir

Muhterem Nur: 12 yaşında tecavüze uğradım okulu bıraktım

Haberin Devamı

- Sizin başınıza ne geldi?

Saklambaç oynuyorduk. İnşa edilmekte olan duvara yüzümü dönüp saymaya başladım: “1-2-3…” Bir sessizlik oldu. Yavaşça arkama döndüm. Karşımda dev gibi bir adam gördüm. Tam bağıracakken, yüzüme sert bir tokat indirdi. Elleriyle ağzımı kapattı. Ne kadar çırpınsam da fayda etmedi.

Muhterem Nur: 12 yaşında tecavüze uğradım okulu bıraktım

Muhterem Nur 150’yi aşkın filmde rol aldı.

- Tecavüz mü etti?

Henüz 12 yaşındaydım ve evet tecavüze uğradım. Balat hastanesinde gözümü açtım. Beni gecekonduları için toprak almaya gelen kadınlar bulmuş. Bir bakıyorlar, iki tane ayak, belden aşağı bir çocuk. Bayılmışım, herhalde kafamı taşa vurmuşum. Kendime geldiğimde çok utandım. Okula gidemedim.

- Utandığınız için okulu mu bıraktınız?

Evet, bir gazeteye manşet olmuştum. “Eyüp’te bir kız çocuğuna tecavüz edildi” diye haberler çıkmıştı. Seviyordum okumayı, öğretmenlerimi seviyordum ama utanıyordum, bir daha gidemedim.

- Bu ülkede her gün kadınlar tecavüze, tacize uğruyor. Bu haberleri izlediğinizde ne yaşıyorsunuz?

Hepsine çok üzülüyorum. Tüylerim diken diken oluyor. Bunu yapanlara en büyük cezanın verilmesini istiyorum. Münevver Karabulut ve Özgecan cinayetlerine bakın. Çok üzüldüm, dünyanın en güzel çocukları böyle gidiyor.

- Sizin hayatınıza bu olay nasıl yansıdı?

Herkesten utandım.

- Erkeklerle ilişkinizi etkiledi mi?

Etkilemez mi? Ben erkeklerden nefret ettim. 18 yaşıma kadar bir tek erkek istemedim ki yanıma yaklaşsın.

- Korktunuz mu?

Hem korktum hem garip geldi. Hiç düşünmedim. İnsanın sonra neyse ki duyguları değişiyor. Benden epey büyük bir adama karşı zaafım oldu.

- Memduh Ün’den bahsediyorsunuz?

Evet. Birlikte filmler yaptık.

- Atlamadan gidelim. Tecavüze uğruyorsunuz ama bitmiyor. Bir de teyzenizin ikinci kocasıyla problem yaşıyorsunuz…

O da çok kötüydü. Çünkü o problem Eyüp Sultan’da başladı. Adam çok alkol alıyordu. Annem işe gidince bana saldırıyordu. Ama bir şey yapmadı. Ayıp yerlerini göstermeye başladı. Ben çok korkuyordum.

- Tecavüzden ne kadar sonra?

13-14 yaşına kadar çok rahatsız etti. Edep yerini gösteriyordu bana. Çok tedirgindim. Tecavüze kalkıştı ama annem yakaladı ve onu dışarı attı. O yüzden anneme hayatımı adadım.

- Sonra annenizle birlikte bir hayat mücadelesine başlıyorsunuz.

Mahallemizde bir Yıldız Abla vardı, sahneye çıkıyordu. Onu izliyordum. Ne kadar güzel elbisesi varsa ipe asıyor, gösteriş yapıyordu. “Yıldız abla bunları nereden aldın” diye sorunca “Gel seni de Beyoğlu’na götüreyim” dedi. O güne kadar gecekondudan ve Eyüp Sultan’dan başka yere gitmemiştim, rüya gibiydi. Üzerimde okul önlüğüm vardı, zaten başka giyecek bir şeyim yoktu.

- Etkilendiniz mi?

Evet. Tüm binalar çok yüksek geliyordu.

- Sonra bir daha gittiniz mi?

Tabii. Mahalle ve okul arkadaşım Zeren ile gittik ikinci kez. O gün hayatım değişecekti.

- Nasıl?

Gazetede ‘artist aranıyor’ ilanını görmüştüm. Otobüse bindik, gittik. Ağa Cami önünde bir adamla karşılaştık. Bir sağıma bir soluma baktı, “Çok güzel burnunuz var” dedi. Korktum. Eyvah beni kaçıracaklar diye düşündüm. Adam dedi ki, “Ben sanatçıyım, senaryom var”. Ertesi gün giyinip tek başına film şirketine gittim. Ve filmlerde oynamaya başladım.

Muhterem Nur: 12 yaşında tecavüze uğradım okulu bıraktım

- Hayatınıza zamanla Memduh Ün giriyor. Fakat ondan ayrılmak istiyorsunuz. O da size ‘Şöhretin biter’ diyor, ayrılmıyorsunuz...

10-11 filminde başrol oynadım, beraber çalıştık. Bana hep akıl veriyordu, benden ayrılırsan düşersin diye. Ben de korkuyordum. Fakat bu adam kıskançtı, hırpalıyordu beni. Saçımın içinden kesiyordu mesela. Benden hırsını öyle alıyordu.

- Neden?

Funda filmini oynadım. Ahmet Mekin’den kıskandı. Kenan Pars’tan kıskandı. Çok hırpaladı. Yok diz kapağımdan aşağısı açılmış. Yani o kadar rahatsız ediyordu ki, nefret ediyordum artık. Son filmi çekeceğiz, “Bu bitsin, ayrılalım” dedim. Baktım kadroda yokum ertesi gün. “Niye beni çıkardın” dedim. “Fatma’yı alacağız (Girik)” dedi. “İyi” dedim. Zaten yalnız kalmayı dört gözle bekliyordum. Ayrıldık.

- Şöhret sizin için çok mu önemliydi?

Şöhretim uçacak diye korkuyordum. Bugünkü kadar kolay da değildi şöhret olmak. Bizim okulumuz yoktu. Annem para biriktiriyordu. Mesleğim hem kolay hem zevkliydi. Âşık oldum mesleğime. O bitti mi ben biterim diye düşünüyordum. Evlenmeyi hiç düşünmedim.

- Ama evlendiniz. Hem de bir aşk evliliği değildi…

Artist dergisinden Recep Ekicigil, “Evlendin diye dergiye kapak olursun, çok iyi reklamın olur” diyerek beni evliliğe ikna etti. O zamanlar sinemada durgunluk var, herkes reklam peşinde. Işın Kaan Köseoğlu’yla onun yedek subaylık yaptığı Kars’ta evlendik. Ben meşhurum bu arada, Kars’ta el üstünde karşılandım. Ama yine de şaşkındım nasıl evlendiğime.

- Karı-koca hayatı yaşadınız mı?

Yok, öyle bir şey yaşamadık. Benim hoşuma gitmeyen varlık budalası biri. Ama ailesi çok iyiydi. Bu çocuk nasıl böyle küstah çıkmış bilmiyorum. Durmadan içiyordu. Ben de çocukluğumu hatırlıyor, içkili eniştemin yaptıkları aklıma geliyordu. Sonra zaten İstanbul’a film çekimi için geldim, bir daha dönmedim.

Muhterem Nur: 12 yaşında tecavüze uğradım okulu bıraktım

KAFAMI GÖZÜMÜ DE KIRSA BEN BUNU DÜZELTECEĞİM!

- Neden Müslüm Gürses dışında beraber olduğunuz erkekler sizin sırtınıza bu kadar yük oldu?
Ben çok enayiyim. Merhametli biriyim. İnsan karşımda süklüm püklüm durunca sevmesem de üzülüyorum. Karşımdaki de kurnaz işte.

- Pişman oldunuz mu?

Hayatımın en büyük yükleriydi.

- Siz hiç mutlu oldunuz mu?

Tabii. Müslüm (Gürses) ile geçen her günüm güzeldi.

- Aslında o da size şiddet gösteriyor.

İçtiğinde evet. Kaburgalarımı kırıyor, saçlarımı eline doluyor. Ama sonra kendine gelince çok üzülüyordu. “Elim kırılsaydı yapmasaydım” diyordu. O, “Elim kırılsın” dediğinde benim içim sızlıyordu. “Olsun” diyordum, “Kafamı gözümü de kırsa ben bunu düzelteceğim!” Öfkesini, o acı şarkılar eşliğinde içtiği içkinin nedenini anlıyordum. Müslüm’ün hikâyesi dramatikti. Ben onu bırakmayacaktım.

- İçkiden nefret ediyorsunuz ama hep karşınıza çıkıyor.

Nefret ediyordum, çünkü içki bana hep üvey babamı hatırlatıyordu.

- Zaman her şeyin ilacı oldu mu?

Geride kalanlar benim için pislikti.

- Nasıl bir hayatınız olsun isterdiniz?

Benim düşündüğüm hayat kocamla bulduğum hayattı. Keşke Müslüm ilk yıllarıma gelseydi, ben onu sahneye de o kadar yormazdım. Ama yazık ki çok geç zamana tesadüf etti. Yaşı benden çok küçük. Ama benden büyükmüş gibi çekinirdim. Olgun bir adamdı. Sert görünümlüydü ama çok merhametliydi.

- Beraber en çok ne yapmayı severdiniz?

Seyahat etmeyi severdik. Çünkü kendimizi buluyorduk. Dilediğim gibi kocama sarılıp dolaşamıyordum, utanıyordum. Şimdi asla yurtdışına gidemiyorum. Zaten onun yanına gömülmek için de hiçbir yere gitmiyorum.

Muhterem Nur: 12 yaşında tecavüze uğradım okulu bıraktım

Muhterem Nur’un anlattığı, Gülşen İşeri’nin kaleme aldığı ‘Ömrümce Ağladım’ Doğan Kitap’tan çıktı.

İki acılı insanın hayatının kesişmesiydi Gürses ve Nur’un aşkı. Birlikte oldukları 33 yıl boyunca birbirlerinin acılarını onardılar…

KİTABIN YAZARI GÜLŞEN İŞERİ: BU ACIYI KEMİKLERİME KADAR HİSSETTİM

- Muhterem Nur ile ne zaman, nerede tanıştınız?

Sanıyorum 2013 yılının Eylül ayıydı. Yani Müslüm Gürses’in ölümünün üzerinden 6 ay geçmişti. Bir proje geldi bana: Müslüm Gürses filmi... Benden Müslüm Gürses hakkında araştırma ve röportaj yapmam istendi. Bunun için de ilk başvuracağım kişilerden biri Muhterem Nur’du. İlk buluşmamız Bahçelievler tarafında bir kafede oldu. O zamanlar Muhterem Nur Bakırköy’de oturuyordu. O gün aslında hiçbir bir şey konuşmadık. Birbirimizi tanımaya çalıştık, çünkü bu bir günlük bir röportaj değildi. Bir sonraki hafta tekrar buluştuk, bir baktım ki üzerinden bir yıl geçmiş. Müslüm Gürses’in hayatına dokundukça Muhterem Nur’un hayatının içinde buldum kendimi. Her ikisinin hayatındaki acılara baktım, baktıkça derin bir hikâyeye döndü anlatılanlar...

- Kitabı yapmaya nasıl karar verdiniz?

Müslüm Gürses filminin senaryosunu Hakan Günday yazdığında biz Muhterem Nur’la farklı bir yola girdik. 1940’larda Kosova’da başlayan bir kadın hikâyesi vardı. Bu ülkede unutulan, yok sayılan bir kadın hikâyesi. Var olma savaşı vermiş, kendini var etmek için mücadele etmiş bir kadın hikâyesi... Çocukluğu yoksullukla geçmiş, genç kız olma çağında vahim bir olay yaşamış, ardından sinema, sinemadaki sömürünün en somut örneği bir kadın... Evet, bir Muhterem Nur kitabı için yola çıkmadım ama aradan geçen zaman diliminde Muhterem Nur “Benim hayatımı kitap yapar mısın” dediğinde o kadar gururlandım ki! Çok zor olacağını bile bile “Tamam” dedim. Yaşadıklarını bildiğim için nasıl kaldırabilirim bu süreci diye evet, çok düşündüm.

- Neler yaşadınız birlikte?

Öncelikle yaşadıklarından dolayı güvenini kazanmak çok zaman aldı. Evinde kalmaya başladığımda her ikimiz de birbirimize çok güvendik. Ben Sarıyer’de oturuyorum, Muhterem Nur, Müslüm Gürses’in ölümünün ardından Beylikdüzü’ne taşındı. O uzun yolda düşündüğüm tek şey vardı: Bu hikâyede Muhterem Hanım’ı üzüyor muyum? Sonrasında anlatmasının kendisine çok iyi geldiğini gördüm. Ağladı, üzüldü... Birlikte geçirdiğimiz zamanlarda neredeyse her pazar mezarlığa gittiğimizde ve mezarı başına oturduğunda birbirlerine nasıl sarıldıklarını gördüm. Muhterem Nur o mezar taşına tutunmuştu ve oradan güç alıyordu.

- Zorlukları neydi?

Burada iki şey vardı: Müslüm Gürses hikâyesi ve Muhterem Nur’un hikâyesi. Bana emanetti, bu çok ağırdı! Her konuşma sonrasında geceleri hiç uyuyamadım. Ben mezarlıklara gitmem genelde, ama Müslüm Gürses’in mezarında buldum kendimi. Muhterem Nur’un onun mezarı başında gözyaşı dökmesine tanıklık ettim. Bir mezar taşı kaç gözyaşına denk gelir bilmem ama bu acıyı kemiklerime kadar hissettim. Bu acının da ötesinde az önce söylediğim gibi bir kadının var olma savaşıydı bu ve bu savaştan her şeye rağmen güçlü bir kadın çıkmıştı. Evet zordu, bir kadın olarak Muhterem Nur’un hayatına dokunmak sadece beni yakmadı kavurdu da... Meslek hayatım boyunca insan hikâyesine önem verdim, çok kişinin hikâyesini yazdım, onlarla birlikte ağladım ama Muhterem Nur’un hikâyesi Türkiye’nin her dönemine denk gelen bir hikâyeydi. Balkanlar Savaşı, Türkiye’deki yoksulluk, gecekondu, sinema sektörünün sömürüsü ve ‘erkek’ bir dünyaya karşı kadınların verdiği mücadele; zordu tabii...

KİTAPTAN…

YERİNİ FATMA GİRİK ALDI


Üç Arkadaş filmi Muhterem Nur’un sadece star olmasına değil, Memduh Ün’le arasının açılmasına da neden olacaktı. Ün, Muhterem Nur’u Fikret Hakan’dan kıskanmıştı. Artık birlikteliklerinde çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Muhterem Nur filmde diz kapağının üzerinde etek giymişse evde kıyamet kopuyordu. Artık bunalmıştı; “Göğsünün düğmesi niye açık, bacağın niye açık? Fikret Hakan ile aranda ne var?” gibi sorular onu yavaş yavaş soğutmuştu Memduh Ün’den. Bu kıskançlıklar yüzünden Muhterem Nur’un saçlarını tutam tutam kesmişti. (…) Murada Ereceğiz adlı filmin hazırlıkları devam ederken Muhterem Nur da filmde oynayacağını zannediyordu. (…) Ancak filmde oynaması için Fatma Girik’le anlaşma yapmıştı Memduh Ün. (…) Yıllarca Fatma Girik’in Muhterem Nur’a söylediği şey gerçek olmuştu: “Bir gün sevgilini elinden alacağım.”

Muhterem Nur: 12 yaşında tecavüze uğradım okulu bıraktım

MÜSLÜM GÜRSES İLE BİRLİKTELİK

Londra turnesi için yola çıktıklarında, Müslüm Gürses’in öfkeli yapısını tanımıştı Muhterem Nur ama o öfkenin kendisine yönelik fiziksel şiddete uzanacağını tahmin etmiyordu. Müslüm Gürses o dönemler alkolü iyice artırmıştı. Alkol alınca bambaşka bir adama dönüşüyordu. Muhterem Nur onun bu hallerine üzülüyordu. İstese ayrılırdı ama onu bu kurtlar sofrasında bırakmaya gönlü elvermiyordu. (…)

Londra’da çok lüks bir gazinoda sahne aldılar. Sahne sonrası alkol aldı Müslüm Gürses. Pansiyona doğru giderken sert bir şekilde Muhterem Nur’a vurdu. Herkes şaşkındı. Yere kapaklandı Muhterem Nur, dizleri paramparça oldu. Ayağa kalkıp kaçmaya başladı, Müslüm Gürses de peşinden. (…) Arkadan koşarak gelen Müslüm bağırıyordu: Öldüreceğim seni!

Muhterem Nur: 12 yaşında tecavüze uğradım okulu bıraktım


SON 24 SAATTE NELER OLDU?

Muhterem Nur

Turkish actress and singer (1932–2020)

Muhterem Nur (née Aysel Muhterem Kısa; 31 December 1932 – 20 March 2020) was a Turkish film actress and pop music singer.

Personal life[edit]

She was born as Aysel Kısa on December 31, 1932, in Bitola (Turkish: Manastır), Vardar Banovina, Kingdom of Yugoslavia.[1] She lost her 16-year-old mother at her birth and never knew her father. She was raised by her maternal aunt, whom she called "mother". She was renamed "Olga" as a result of Yugoslavian regime's assimilation campaign. All ethnic Turks and other Muslims in Yugoslavia were forced to adopt Christian names and renounce all Muslim customs.[2]

In her infancy, she immigrated with her family members to Turkey and settled in Tekirdağ, northwestern Turkey. Later, due to financial problems, the family moved in 1942 to Istanbul to live in a small house at Eyüp district.[2]

On the new identity card issued by the Turkish Government, she was named Aysel Muhterem Kısa. She spent her childhood in Eyüp, where she attended the primary school. After finishing the school, she began to work in a factory. Then, by chance, she got to know Suzan Yakar Rutkay, a notable female singer and partner of that time's biggest film production company, Halk Film. She helped Muhterem Nur step into cinema.[2]

In 1961, Muhterem Nur married Işın Kaan (1937–1992), a journalist and actor. The couple divorced in 1963. She dated celebrities, such as movie directors Memduh Ün and Ümit Utku, and actors Yılmaz Duru, actors Cihat Aşkın and Efkan Efekan.[2]

In 1982, she met Müslüm Gürses (1953–2013), a talented folk singer at that time, during a concert tour in Malatya, where she shared the stage with him. They started a quarrel the first evening. This also became the beginning of an ever-lasting deep love between the two. The couple got married in private, following four-years together, on May 5, 1986. Her husband died on March 3, 2013, following a heart bypass surgery he underwent in November 2012.[2][3]

Muhterem Nur died on 20 March 2020 at the İstinye State Hospital.[4]

Career[edit]

Muhterem Nur debuted in cinema as a background actress in the 1951 movie, Yıldızlar Revüsü ("Revue of Stars"). She continued to play in movies as an extra, earning five times more than she received in the factory. She played as supporting actress in more than twenty movies before she got a lead role in the 1958 movie, Üç Arkadaş, in which she portrayed a blind girl. In the film directed by Memduh Ün, which became very successful, she shared the lead role with Fikret Hakan (born 1934). Thanks to her baby like face and naive acting artistry, she was rooted suddenly in the hearts of cinema fans, and climbed up the ladders very quickly.[2]

Despite rising up to main actress roles in a very short time and playing in many movies, Muhterem Nur had difficulties continuing in cinema due to change of the era in movie themes during the period between 1965 and 1967. From 1965 on, she vocationally performed dancing and, from 1967, took the stage as a singer in low-priced music halls. In 1967, she was jailed for ten days because of unpaid bills. She confessed that once, in 1972, she was so destitute, she was unable to even buy a simit, Turkish bagel.[2]

Muhterem Nur returned to cinema and starred sparsely in movies until 2002. Muhterem Nur is considered[by whom?] the first real star of Turkish cinema. She portrayed the ignored and discriminated-against woman, digressing from role of the bourgeoisie woman. She was known as the Yeşilçam's most weepy actress, who at the same time drew tears and made spectators tear handkerchiefs. Even though it is not documented, she is one of the most important female figures of Turkish cinema due to the box office record of her films shot in the 1950s and 1960s.[2]

Works[edit]

Television series[edit]

  • Yuva (1990)
  • Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1985)
  • Denizin Kanı (1978)

Television films[edit]

  • Bir Akıllı Bir Deli (2002)
  • Kuşlu Çorap (1988)

Cinema films[edit]

Source:[1]

References[edit]

External links[edit]

Golden Orange Life Achievement Award

  • Atıf Yılmaz, Hülya Koçyiğit, Tarık Akan, Türkan Şoray (1996)
  • Fikret Hakan, Müjde Ar, Nejat Saydam, Yılmaz Duru (1997)
  • Fatma Girik, Memduh Ün, Kemal Sunal (1998)
  • Şerif Gören, Nedim Otyam, Cahit Berkay, Göksel Arsoy, Cüneyt Arkın, Türker İnanoğlu, Osman Şahin, Hayati Hamzaoğlu (1999)
  • Kadir İnanır, Ekrem Bora, Orhan Günşıray, Sümer Tilmaç, Filiz Akın, Zülfü Livaneli, Orhan Aksoy (2000)
  • Ediz Hun, Suna Pekuysal, Bülent Oran, Sırrı Gültekin (2001)
  • Hulki Saner, İzzet Günay, Kartal Tibet, Kenan Kurt, Selda Alkor (2002)
  • Kadri Yurdatap, Tunç Başaran, Çolpan İlhan, Muhterem Nur, Tanju Gürsu, Süleyman Turan, Rafet Şiriner (2003)
  • Şener Şen, Hale Soygazi (2004)
  • Seyfi Havaeri, Efgan Efekan, Nebahat Çehre (2005)
  • Aytaç Arman, Yusuf Sezgin (2006)
  • Yavuz Turgul, Halil Ergün (2007)
  • Yılmaz Atadeniz (2008)
  • Vedat Türkali, Ülkü Erakalın, Yalçın Tura, Sevda Ferdağ (2009)
  • Ertem Göreç, Safa Önal, Gülşen Bubikoğlu, Nur Sürer, Metin Akpınar, Zeki Alasya (2010)
  • Mehmet Dinler, Tuncel Kurtiz, Perran Kutman, Halit Akçatepe, Engin Çağlar, Rustam Ibragimbekov (2011)
  • Salih Güney, Meral Zeren, Güler Ökten, Necip Sarıcı, Duygu Sağıroğlu (2012)
  • - (2013)
  • Haldun Dormen, Tarık Dursun K., Nilüfer Aydan (2014)
  • Erdem Kıral, Ayşen Gruda, Kayhan Yıldızoğlu (2015)
  • Yılmaz Gruda, Feyzi Tuna, Audrey Tautou (2016)
  • Christopher Walken, Osman Sınav, Suzan Avcı, Erkan Aktaş, Necla Nazır, Matt Dillon
  • Ömer Vargı, İbrahim Tatlıses, Vincent Cassel, Béla Tarr, Eric Roberts (2018)
  • Selma Güneri, Ahmet Mekin (2019)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kimdir? Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, (d. 27 Mart 1889, Kahire, Mısır – ö. 13 Aralık 1974, Ankara) Romancı, gazeteci, şair ve diplomat.

A. HAYATI

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 27 Mart 1889’da Kahire’de doğar. Babası Karaosmanzâdelerden Abdülkadir Bey, annesi İkbal Hanım’dır. Yakup Kadri 17. asır sonlarında ismi tarihimize karışan, Karaosmanoğulları’nın erkek kuşaktan gelen torunlarındandır. Ailesi Yakup Kadri 6 yaşındayken Manisa’ya yerleşir ve yaklaşık 7 yıl burada kalır. Yakup Kadri için Manisa çok önemlidir. Çocukluğunun bir döneminin geçtiği bu yeri şöyle anlatır:

“Küre-i arzın hiçbir suyu bana bunun kadar, munis ve aşina değildir; çocukluğumun en ferahlı günleri Gediz Çayı’nın kenarında geçti… Herhangi bir derme çatma tekneye atlayarak bu adaların aralarında dolaşmak en sevdiğim eğlencelerden biriydi. “

Yakup Kadri burada Çaybaşı Feyziye Mektebinde ilköğrenimine başlar (1901-1903). İlkokul devresinde bile büyük bir okuma hevesine sahiptir. Evleri kitap dolu varlıklı bir ailenin çocuğudur. Annesi onun tahsil ve terbiyesine önem vermiştir. Bütün Türk analarının kendisine benzemesini istediği anası, ona kış gecelerinde Ekmekçi Kadın, Monte Cristo gibi romanlar okur. Bunların kendisinde edebiyat aşkı uyandırdığını söyler. Annesinin okuduğu Monte Cristo onda derin etkiler bırakır.

Aile 1903 yılında İzmir’e taşınır. Yakup Kadri burada İzmir İdadisi’ne devam eder. İzmir’de tanıdığı Akhisarlı Abdullah Rahmi, Yakup Kadri’yi edebiyata yönelten kişidir. İzmir İdadisinde okursa da (1903-1905) bitiremeden babasının vefatı üzerine annesiyle birlikte Mısır’a döner. İskenderiye’de Fransız Frerler Mektebinde ve İsviçre Lisesinde okuyarak ortaöğrenimini tamamlar (1908). II. Meşrutiyet’ten biraz evvel ailesiyle Türkiye’ye gelip İstanbul’a yerleşir. 1908’de Mekteb-i Hukuka kaydolarak üçüncü sınıfa kadar okur.

İzmir’den arkadaşı Şahabeddin Süleyman‘ın teşviki neticesinde, Refik Halid (Karay), Ali Faik (Ozansoy), Celal Sahir (Erozan) ve Müfit Ratip’in toplantılarına katılır. Bu toplantılar Fecr-i Âti’nin kuruluşunu hazırlar. 1917 yılına kadar Yakup Kadri, edebiyatta ferdiyetçi bir tutum sergiler.

Osmanlı için yıkımın ve acıların yaşandığı 1912-1918 yılları arasında, edebiyatta millîleşmenin ortaya çıktığı görülür. 1916 yılından itibaren Yakup Kadri, acıları, savaşları içeren hikâyelerini İkdam’da neşretmeye başlar. 1916-1917 yıllarında Üsküdar idadisi’nde edebiyat ve felsefe muallimliği yapar.

Daha sonra İsviçre’de bir süre tüberküloz tedavisi görür. İstanbul’a döndüğünde ikdam gazetesi yazarı olarak Millî Mücadeleyi destekleyen yazılar kaleme alır (1919). Daha sonra Ergenekon adlı kitabında toplayacağı bu yazılarından dolayı 1921’de Ankara hükümetinin çağrısı üzerine Anadolu’ya geçer. Savaştan sonra Tedkik-i Mezâlim Heyetinde görevli olarak Kütahya, Simav, Gediz, Eskişehir, Sakarya civarını dolaşır. II. Büyük Millet Meclisi’ne önce Mardin (1923-1931) daha sonra da Manisa (1931 -1934) milletvekili olarak girer.

Milletvekilliği süresince Hâkimiyet-i Milliye, Cumhuriyet ve Milliyet gazeteleriyle, imtiyaz sahipliğini yaptığı Kadro dergisinde edebî ve siyasî yazılar kaleme alır. Kadro, Kemalist devrimleri yanlış yorumladığı ve temel ilkelerin saptırılmak istendiği iddialarından dolayı kapatılır. Kadro dergisi ve Yakup Kadriyle ilgili Adile Ayda edebî hatıralarında şunları aktarır:

“Yakup Kadri’nin kayınbiraderi Burhan Belge ve arkadaşları aralarına Yakup Kadri’yi de alarak Kadro adlı bir dergi çıkartmağa başlamışlardı. Dergi bugünkü deyimiyle solcu bir dergi idi ve herkes Yakup Kadri’nin bu işe karışmasına şaşıyordu. Atatürk’ün bu dergiye çok sinirlendiği söyleniyordu. 1934 yılında Atatürk’ün sabrı tükendi ve dergi kapatıldı. Gazi mecmuayı kapatmakla iktifa etmedi. Çıkaranları çil yavrusu gibi dağıttı. Yakup’a da sefirlik şeklinde piyango isabet etti. Amma kim ne derse desin. Bu bal gibi sürgündür… “

Böylece Yakup Kadri 1934’ün sonlarından itibaren Tiran, Prag (1935-1939), Lahey (1939-1940), Bern (1942-1949), Tahran (1949-1951) ve tekrar Bern (1951-1954) elçilik görevleriyle ‘zoraki diplomatlık’ mesleğine girmiş olur. 1955’te emekli olarak Türkiye’ye döner.

27 Mayıs 1960 İhtilâlinden sonra kurucu meclis üyesi ve Cumhuriyet Halk Partisi Manisa milletvekili (1961) olur. 1962’de Atatürk ilkelerinden uzaklaştığını ileri sürerek partisinden ayrılır. 1965’te siyasî hayata tamamen veda eden Karaosmanoğlu’nun son resmî vazifesi Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu başkanlığıdır. 13 Aralık 1974’te Ankara’da ölen Yakup Kadri, istanbul-Beşiktaş’ta Yahya Efendi Mezarlığına annesi ikbal Hanım’ın yanına defnedilir.

B. ŞAHSİYETİ VE SANATI

Hasan Ali Yücel, Yakup Kadri’nin karakter özellikleri hakkında şunları söyler:

“Zaman zaman kendisini zedeleyen, hırpalayan beden yıkımları ve acıları, bu narin vücut içinde, onun sinirlerini en korkunç sarsıntılara dayanır hale getirmiştir. Istırap, Yakup Kadri’nin bütün hayatında zekasını ve duygusunu biledi. Eserlerindeki ve hayatındaki şimşekler, daha çok menfi elektrik yüklü bulutların çakışlarıdır. Fakat bu hal, onu hiçbir zaman somurtkan bir insan yapmamıştır. Çünkü içi hayat doludur, hareket doludur. “

Çocukluğunun ilk yılları Kahire’de geçtiğinden Mısır’ın egzotik havası onun hayal iklimini etkiler. Burada Batı ve Doğu sanatçılarını, âlimlerini okuyup tanıma fırsatı bulur. İzmir’de Akhisarlı Abdullah Rahmi ona edebiyat aşkını aşılar. Ahmed Midhat, Muallim Naci, Recaizade Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hamid Tarhan’ın eserlerini okur. O günleri bir yazısında Yakup Kadri şöyle dili getirir:

“Baha Tevfik, Şehabeddin Süleyman ve ben birbirimizden hiç ayrılmaz coşkun şiir meczubu idik. İzmir askeri kıraathanesi ve Kemeraltı’nda Giritli Ali Efendi’nin kütüphanesi her günkü içtimai yerimizdi. Baha Tevfik mühtehzi ve reybi, Şehabeddin Süleyman coşkun ve gürültücü; ben, utangaç ve sükûtî akşamüstü mektepten çıkar çıkmaz koltuğumuz altında bir yığın kitap, bizi bekleyen genç zabit Ömer Seyfettin ile görüşmeye giderdik. “

1908 yılında Şehabeddin Süleyman’la Ümit dergisini çıkarır. İbsen’in Hortlaklar eserine nazire olarak Nirvana adlı tiyatrosunu yazar. Yazı hayatının başlarında daha ziyade tenkitleriyle tanınan Yakup Kadri’nin çeşili yazıları Çığır, Dergâh, Genç Kalemler, Güzel Sanatlar Mecmuası, Hayat, İctihad, İnci, Jale, Meydan, Muhit, Musavver Muhit, Musavver Eşref, Musavver Hâle, Peyâm-ı Edebî, Nevsâl-i Millî, Resimli İstanbul, Rübâb, Servet-i Fünûn, Şebâb, Şiir ve Tefekkür, Tercüman, Tercüman-ı Hakikat, Türk Yurdu, Varlık, Yeni İstanbul, Yeni Mecmua, Yeni Nesil gibi gazete ve dergilerde yayımlanır.

1909 yılında Fecr-i Âti topluluğu içinde yer alır. İlk defa bir edebiyat topluluğu içinde yer alan Karaosmanoğlu, bunun verdiği heyecanla atılgan, yöneltilen eserlere hararetle cevap verir. Yahya Kemal’in neo-klasik bir edebiyat ortaya koyma gayretlerinin neticesi olan nev-Yunânîlik bir müddet onu etkilemiştir. Yakup Kadri, 1912 Balkan Harbi’ne dek, ‘sanat şahsî ve muhteremdir’ düsturu ile yazılar yazar; ancak memlekette düşman top sesleri işitilmeye başlandıktan ve yakılan köyleri gördükten sonra, sanatın şahsiliğinden sıyrılarak toplumsal olana yönelir.

1933 yılında Kadro’da çıkan yazısında, “Garp emperyalizmasının kandan ve yağmadan gözü dönmüş kurt sürüleri, bütün vahşeti ile bizim zavallı ağıllarımız üstüne de saldırdı ve ortada, ne edebî cemiyetlerden ne mukaddes sanat davalarından eser kaldı. O zaman bütün acı ve serahatiyle anladım ki, istiklali uğrunda o derece ter döktüğüm sanat, evvela bir cemiyetin, bir milletin ifadesi” diyerek sanat görüşündeki değişimi açıklar.

Yakup Kadri kendi sanatındaki bu değişimi, Kiralık Konak’ın şair kahramanı Hakkı Celis’e de söyletir:

“Mensup oldukları milletin itikadarını, gazalarını, hezimetlerini, elem ve neşatını terennüm eden o büyük halk ve millet şairleri, benim için daima mübarektirler. “

I. Dünya Savaşı ve yaşanılan hüsranlar, Karaosmanoğlu’nu, romantizme, ardından mistisizme yönlendirir. Erenlerin Bağından isimli eserini bu hislerle kaleme alır. Sürekli bir arayış içinde olan yazar, İstiklal Harbi’nden sonra ümitsiz ve karamsar halinden kurtulur. Naturalizmin ağır bastığı bir anlayışı benimser. Eserlerinde geçmişinden sürekli yararlanır. Bir röportajında hatıralarının eserlerine nasıl yansıdığını anlatır.

“Zaten ben bütün romanlarımı hatıralarımla yazdım. Gördüklerimin ve duyduklarımın hatırası. Ben muhayyilesi zayıf bir insanım. Öyle zannediyorum ki, bende en kuvvetli olan taraf duygu hafızasıdır. Duymuş, yaşamış olduğum hisleri çok iyi hatırlarım ve işte eserlerimde hep onları anlatırım. “

Yakup Kadri, Millî Mücadele yıllarında Tetkik-i Mezalim Heyeti’yle memleketi dolaşırken gördüğü manzaralardan sonra, millî edebiyatın vatanını Anadolu’da bulacağını anlar. Millî Savaş Hikayelerinde ve Yaban’la başlayan roman serisinde bundan sonra hep bu toprakların hikmetini dile getirecektir:

“Hiç iğrenmeden, hiç korkmadan, çekinmeden, bu tozlara, bu topraklara doğru eğileceğiz; onları terimiz ve gözyaşlarımızla yuğuracağız ve hasretini çektiğimiz güzellik abidesini işte bu çamurdan ve bu hamurdan yapacağız. “

Sanatkârâne ifadeyi hiç bırakmamakla beraber, Yakup Kadri, üslûbunun gücü ile gerçeğin trajedisini birleştirir. Millî Mücadele’nin bir destan olduğuna inanır. O günlerde yazılmış makalelerini ve hikâyelerini Ergenekon adı altında toplaması bu arzusunun ifadesidir.

Geniş kültür birikiminde birbirinden farklı pek çok şahsiyet ve akımın izleri bulunan Yakup Kadri’nin mensur şiir tarzı denemeleri başta olmak üzere eserlerinde tasavvufi hikmetler, Kitâb-ı Mukaddes’ten kıssalar, Yûnus Emre, Fuzûlî, Karacaoğlan gibi yerli şairlerin yanında İbsen, Maeterlinck, Proust, Nietzsche, Bergson gibi Batılı yazar ve filozofların da tesirleri görülür.

Kendisinin de kabul ettiği gibi Fransız realist ve natüralistlerini benimsemiş olan Yakup Kadri’nin romanları bu akımlara uygunluk gösterir. Bunlarda daima bozulan cemiyet ve fertleri konu almış, kahramanlarını da muhayyilelerinde canlandırdıkları ile cemiyet gerçeğinin çarpışmasından doğan hayal kırıklığına uğramış kişilerden seçmiştir. Bilhassa erkek kahramanların hayat karşısında bedbin, tatminsiz, hatta psikopat olmaları, hayatı ızdırap verici ve çekilmez kabul etmeleri daima kötüyü tahlile çalışan naturalizm akımına uygun düşmektedir. Daha ilk hikâyelerinden başlayarak kötülüklere, musibetlere, günaha mahkûm, çoğunlukla irade yoksulu olarak çizilen kahramanlar Yakup Kadri’nin mizacına uygun düşen fatalizmden (kadercilik) kaynaklanmaktadır. Kenan Akyüz, onun eserlerinde kullandığı üslûbu hakkında şunları söyler:

“Bütün romanlarını -Bir Serencam’daki ilk hikayeleri hariç- bütün hikayelerini sosyal temalara dayandıran Karaosmanoğlu’nda sağlam bir gözlem yeteneği vardır. Sağlam bir üsluba sahip olan yazar, karakterlerini eserlerinde başarılı olarak canlandıran ve fikir bakımından yüklü olan roman, hikayelerini bu kuruluktan kurtarabilmek için birer aşk eklemiştir. Fakat ikinci planda kalan bu aşk olaylarından başka, roman ve hikayelerini cazipleştiren asıl mühim âmil, onun titiz bir üslûbçu oluşudur. Gerçekten onun üslûbu, Halid Ziya’dan sonra, son devir Türk romanında görebildiğimiz en sağlam üslûbtur.”

C. ESERLERİ

Romanları

1922-1956 arasında 9 romanı yayımlanmış olan Yakup Kadrinin bu eserlerinin en belirgin özelliği bir devir romanı (nehir roman) oluşlarıdır. Türk toplumunun 75 yıllık tarihini sıraya koymak istediği için romanları böyle nitelendirilmiştir. O, bir çöküş dönemi romancısıdır. Bu seçim onun kötümser dünya görüşüne uygun olmakla birlikte, o aynı zamanda yaşadığı dönemin tanıklığını da üstlenir. Her bir romanı, çöken Osmanlı’yı oluşturan bir kurumun yozlaşmasını ele alır.

Yakup Kadri topluma, kişilere ve olaylara kendi mizacı ve fikirleri açısından bakan bir romancıdır. Romanını besleyen kaynaklar, yazarın özel hayatı, duygu, fikir ve hatıraları ile toplumun geçirdiği tarih dönemleri ve büyük hadiselerdir.

Millî Mücadele’ye kadar yazdığı romanlarındaki kahramanlar kötümser ve pasifken, daha sonra yazdıklarında bu kahramanların mücadeleci ve aktif oldukları görülür. Romanlarının çoğunda kendine benzer tipler oluşturur: Kiralık Konak’ta Hakkı Celis, Nur Baha’da Macit, Yaban’da Ahmet Celal, Yakup Kadri gibi düşünür ve davranırlar.

Kiralık Konak (1922): Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar yetişmiş üç neslin düşünüş ve yaşayışlarındaki değişiklikleri ele alarak ailenin çöküşünü anlatır. Üç nesli barındıran konak, Osmanlı’nın sembolüdür. Seniha, Faik, Hakkı Celis hiçbir sağlam değere sahip değillerdir.

Nur Baba (1922):Anadolu’nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında büyük önem taşıyan tekkelerin toplum için zararlı bir hale dönüşmelerini ele alır. Yakup Kadri’nin en çok eleştirilen eseridir.

Hüküm Gecesi (1927): Politik bir romandır. Yakından tanıdığı siyaset ve basının yozlaşmasını anlatır.

Sodom ve Gomore (1928): İşgal altındaki Osmanlı’nın başkenti olan İstanbul anlatılır. İstanbul artık Tanrı’nın lanetine uğrayan şehirlere dönmüştür. Bu eserde kendi basit çıkarları için Türk zaferine sırt çevirmeye çalışan insanları eleştirel bir dille ele alır ve bu şehrin ancak ateşle temizleneceğine inanır.

Yaban (1932):Yakup Kadri’nin 1921’de Tetkik-i Mezalim Heyeti ile Anadolu’da yaptığı tetkik gezisinin ürünü olan bir eserdir. Bu eseriyle 1942 CHP Roman Ödülü’nü kazanmıştır. Yakup Kadri, aydını, devrinin halkına yabancı ve işe yaramaz şekilde ele alır. Bu roman aslında bir aydının kendini ve diğer aydınları eleştirisidir. Halk-aydın farkı üzerine kurulan köyü köylüyü işleyen eserde Yakup Kadri’nin yaklaşımı alışılagelenin dışındadır.

Ankara (1934):Savaş Ankarası, Cumhuriyet Ankarası ile on yıl sonrası Ankarası hakkında hayallerini Ankara adlı eserinde yazar.

Bir Sürgün (1937): Bu eser Batı hayranlığıyla yetişen, kendi kültür ve milliyetinden habersiz bir paşa çocuğunun İstanbul’dan İzmir’e sürgün edilişi, Paris’e kaçışı ve oradaki fikir ve buhranlarının anlatıldığı bir dramdır.

Panorama I-II: Yakup Kadri bu romanlarında inkılâpların yakın tarihine ait değerlendirmelerde bulunur. Panorama-1 1949-1950 yılları arasında Yeni İstanbul gazetesinde; Panorama-II 1952 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiştir.

Hep O Şarkı (1956): Son romanı olan bu eserde, geçmişe roman aracılığıyla bakar.

Mensur Şiirleri

Karaosmanoğlu, edebiyat dünyasında adını önce mensur şiirleriyle duyurur. Bu eserlerinde üslûp titizliği ön plandadır. Edebiyat-ı Cedide döneminde başlayan mensur şiir türünün XX. yüzyıldaki en önemli temsilcisidir.

İlk mensur şiiri Yıldızların Bikesliği‘dir. Kadınlık ve Kadınlarımız, Bir Huysuzun Defteri‘nden daha sonra da Erenlerin Bağından (1938) ve Okun Ucundan (1940) adlı eserlerinde nesirlerini toplar. Bu eserlerinde kaderci, rind, isyankâr ve bedbin bir ruhu ahenkli bir Türkçe ile dile getirir.

Tevrat, İncil, Kur’an, kısas-ı enbiya, Yunan mitolojisi ve Fransız parnasyenlerden değişik Türk ediplerine kadar yaygın etkilerin görüldüğü mensur eserlerinde, dinî vecd yerine dinî kaynaklardan gelen duygu ve üslûp unsurları hâkimdir.

Denemeleri

Karaosmanoğlu’nun mektup tarzında yazılmış Miss Chalfrin’in Albümü (1926) ile Alp Dağlarından (1942) adlı denemeleri vardır. Miss Chalfrin’in Albümü adlı eserde, bir İngiliz kızının bakış açısından Türk toplumu ve Doğu tenkit edilir. Alp Dağlarından’da ise Türk gözüyle Batı’nın eleştirisini yapar.

Hikâyeleri

Ahmed Midhat Efendi‘nin hikâyeleri Yakup Kadri’yi dil, fikir ve konu bakımından etkiler. Onun hikâyeciliğini iki döneme ayırmak yanlış olmaz. Bir Serencam ve Rahmet teki hikâyeleri Edebiyat-ı Cedide anlayışını yansıtır. Bu hikâyelerde ferdî ve ailevî konuları işler. Yazar, toplum-fert çatışmasını temel alır. 1912-1919 yılları arasında Maupassant‘ın da tesiriyle yazdığı hikâyelerinde yavaş yavaş sanat anlayışı değişir ve sade bir dille daha gerçekçi bir çizgide yol almaya başlar.

Sanat anlayışında köklü bir değişime yol açan siyasî ve sosyal problemler ikinci dönemdeki hikâyelerinin konularını da değiştirir. Yakup Kadri, Millî Mücadele yıllarında düşman mezaliminden çok canlı sahneler taşıyan Millî Savaş Hikâyeleri‘nde (1947) artık ferdî ızdıraplardan sıyrılarak toplum meselelerine yönelir. İzmir’den Bursa’ya Tedkik-i Mezâlim Heyeti adına Millî Mücadele sırasında Batı Anadolu’daki Yunan zulmünü sergilemek için kaleme alınmış hikâyelerden meydana gelmiştir. Kitapta Yakup Kadri’ye ait beş metin vardır. Kurtuluş Savaşı ile alâkalı bu iki kitaptaki hikâyelerde Bir Serencam’da kısıtlanan ferdî hürriyetin yerini yok edilen insanlık duygusu alır.

Yakup Kadri’nin İçtimaî ve millî meselelere yönelişi 1916’dan itibaren yayımladığı diğer hikâyelerinde de görülmektedir. Kitaplarına girmeyen 20 hikâyesi Niyazi Akı tarafından Hikâyeler (1985) adıyla yayımlanmıştır.

Tiyatroları

Yakup Kadri’nin 4 tiyatro eseri vardır. İbsen etkisinin görüldüğü Nirvana (1909) ve Veda (1909) tiyatrolarında içki ve sefahatin aileleri nasıl yıktığı üzerinde durur. Sağanak‘ta (1929) inkılâpları ve kadının sosyal hayatta yer almasını istemeyen muhafazakârların mücadelelerini anlatır. Yazar son tiyatro eseri olan Mağara‘da (1934) ise aşkın ve kader karşısında kaybedişini işler.

Monografileri

Yakup Kadri monografi türünde de Ahmet Haşim (1934) ve Atatürk (1946) adlı eserleri kaleme almıştır. Bu eserlerde Atatürk ve Ahmed Haşim birer roman kahramanı gibi ele alınmışlardır.

Hatıraları

Zoraki Diplomat (1955) adlı eserinde hariciye mesleğinde geçen günlerini; Anamın Kitabı‘nda (1957) çocukluk günlerini; Vatan Yolunda‘da (1958) Millî Mücadele hatıralarını; Politikada 45 Yıl (1968) adlı eserinde Türk siyasetinin yaşadığı zikzakları; Gençlik ve Edebiyat Hatıraları‘nda (1969) döneminin önemli edebiyatçılarını, onların yaşadığı edebiyat ortamını okuyucuya kendi bakış açısıyla anlatmaktadır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Eserleri

Roman:

  • Kiralık Konak (1922)
  • Nur Baba (1922)
  • Hüküm Gecesi (1927)
  • Sodom ve Gomore (1928)
  • Yaban (1932)
  • Ankara (1934)
  • Bir Sürgün (1937)
  • Panorama (2 cilt, 1953)
  • Hep O Şarkı (1956)

Hikâye (Öykü):

  • Bir Serencam (1914)
  • Rahmet (1923)
  • Milli Savaş Hikâyeleri (1947)

Mensur Şiir:

  • Erenlerin Bağından (1938)
  • Okun Ucundan (1940)

Tiyatro:

  • Nirvana (1909)
  • Veda (1909)
  • Sağanak (1929)
  • Mağara (1934)

Hatıra (Anı):

  • Zoraki Diplomat (1955)
  • Anamın Kitabı (1957)
  • Vatan Yolunda (1958)
  • Politikada 45 Yıl (1968)
  • Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (1969)

Monografi:

  • Ahmet Haşim (1934)
  • Atatürk (1946)

Makale-Deneme:

  • İzmir’den Bursa’ya (1922, Halide Edip, Falih Rıfkı Atay ve Mehmet Asım Us ile birlikte)
  • Kadınlık ve Kadınlarımız (1923)
  • Seçme Yazılar (1928)
  • Ergenekon (iki cilt, 1929)
  • Alp Dağları’ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden (1942)

Ayrıca bakınız ⇒Yakup Kadri’nin Tüm Romanları ve Kısa Özetleri

Kaynakça:

  • Akyüz, Kenan; Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (1860-1923); İnkılâp Kitabevi; İstanbul; 1995.
  • Ayda, Adile; Böyle İdiler Yaşarken; Ayyıldız Matbaası; Ankara; 1984.
  • Enginün, İnci; Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı; Dergâh Yayınlan; İstanbul; 2005.
  • Eronat, Canan Yücel; Yakup Kadri’den Haşan Ah Yücel’e Mektuplar; YKY Yayınları; İstanbul; 1997.
  • Kabaklı, Ahmet; Türk Edebiyatı; Cilt: 3; Sayfa: 728-740; Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları. İstanbul; 1997.
  • Polat, Nazım H.; Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Diyanet İslam Ansiklopedisi; Cilt: 24; Sayfa: 465-468; Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları; İstanbul; 2001.
  • Uludağ, Mehmet Emin; Üç Devrin Yol Ayrımında Yakup Kadri Karaosmanoğlu; Anı Yayıncılık; Ankara; 2005.
kaynağı değiştir]

Ödüller[değiştir

Muhterem Nur kimdir, kaç yaşında ve ne zaman öldü?

MUHTEREM NUR KİMDİR?

Asıl adı Olga olan Muhterem Nur, Manastır şehrinde 1927'de dünyaya geldi. Babasını hiç tanımayan Muhterem Nur "Anne" dediği teyzesi tarafından büyütüldü. Çok küçük yaşlarında ailesinin geri kalanıyla Türkiye'ye göç etti. Yeni nüfus cüzdanıyla adı Aysel Muhterem, soyadı da Kısa oldu. Çocukluğu İstanbul Eyüp'te geçti. İlkokulu Eyüp'te bitirdi, 14 yaşında yine Eyüp'te bir dokuma fabrikasında çalışmaya başladı. Bir subay ile evlendi ve bir oğlu oldu. Muhterem Nur'un hayatı Ömrümce Ağladım adlı kitaba konu oldu.

Muhterem Nur, rol aldığı filmlerin yanı sıra Müslüm Gürses ile yaşadığı dillere destan aşkla da hep gündemdeydi. Aslında Gürses henüz tanışmadan kendisi de şöhrete erişmeden Nur'un filmlerini izlemişti hatta ona uzaktan uzağa da aşık olmuştu.

MUHTEREM NUR İLE MÜSLÜM GÜRSES NE ZAMAN EVLENDİ?

İkili 1986 yılında dünya evine girdi ve Müslüm Gürses'in ölümüne kadar (3 Mart 2013) evlilikleri devam etti.

Müslüm Gürses, eşiyle ilgili yaptığı bir açıklamada, "Her insana bel bağlamam ama Muhterem Hanım, bu dünyanın insanı değil. Ben bugün bir yerlere gelmişsem bunda yüzde 90 Muhterem Hanım'ın payı vardır" ifadelerini kullanırken, Muhterem Nur ise "Ondan önce yaşamıyordum. Mutlu olmayı, huzuru anladım. Eğer bir gün gözlerim görmez, ayaklarım tutmaz, kollarım da yukarıya kalkıp ona yardım etmezse, o zaman Müslüm'ü yalnız bırakırım" açıklamasında bulunmuştu.

MUHTEREM NUR FİLMLERİ

İlk film teklifini 1950'lerin başında Muharrem Gürses'ten aldı. Yıldızlar Revüsü filminde figüran olarak sinema hayatına 1951'de başladı. İkinci filmi ise (1952), Osman Seden'in yönettiği "Kanun Namına"ydı. Bu filmlerdeki adı Aysel Utku'ydu. Daha sonra Ümit Utku'nun önerisiyle Muhterem Nur ismini kullanmaya başladı. Boş Beşik, başrol oynadığı ilk film oldu. 1958 yapımı "Üç Arkadaş", Muhterem Nur'u "yıldız" sınıfına taşıdı. Fikret Hakan, Salih Tozan ve Semih Sezerli gibi üç "dev" oyuncu ile başrolü paylaştı. Yolları 1982'de kesişti. İkisi de Malatya'daki bir gazinoda sahne alacaktı. Aslında bu teklifi Gürses kabul etmeyecekti ama Muhterem Nur ismini görünce kabul etti ve yolları bu noktada kesişti. Nur, 50 yıllık sanat hayatında onlarca yapımda yer aldı.

MUHTEREM NUR NE ZAMAN, KAÇ YAŞINDA ÖLDÜ?

Muhterem Nur 20 Mart 2020 tarihinde sabah 06:30'da tedavi gördüğü İstinye Devlet Hastanesi'nde böbrek yetmezliği ve solunum yolları enfeksiyonu nedeniyle öldü. Nur, vefat ettiğinde 87 yaşındaydı.

NTV uygulamasını indirin, gelişmelerden haberdar olun

google-playapp-storeHuawei App Gallery

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede