Muvazaa nedeniyle tasarrufun iptali

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun Iptali

muvazaa nedeniyle tasarrufun iptali

 Tasarrufun iptali ve muvazaa davalarında borçlunun malvarlığı değerlerini alacaklıların takip imkânının dışına çıkarmak amacıyla bir takım devirler yaptığı, alacaklılarında açmış olduğu davalar yoluyla bu malvarlığı değerlerini takip imkânları dahiline çekmeyi amaçladıkları söylenebilir. Ancak her iki dava gerek nitelik ve koşulları gerekse de sonuçları bakımından birbirinden farklıdırlar. 

İptal davası” borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerinin – davacı bakımından – hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı halde, “muvazaa davası” nda ise  borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir.     

İİK’ nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyi niyet kurallarına aykırılık” nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. 

Borçlu kimse icra tehdidi altında kaldığında alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla, üzerine kayıtlı mal varlığını, arasında 3.kişilere ,satış yapmış gibi göstererek, tapu sicilinde kayıtlı mülkiyetini 3. Kişilere geçirmektedir. Bunun sonucunda icra takibi sonuçsuz kalmakta  ve alacaklılar alacaklarına kavuşamamaktadır. 

Tasarrufun iptali davası; Bir malın, borçlunun mal varlığına iade edilmeden, icra takibi ile alacağın tahsiline imkân veren şahsi bir davadır. Tasarrufun iptali davasının açılabilmesi için takip tarihinde kesinleşmiş bir alacak bulunmalıdır. Ayrıca söz konusu alacak için icra takibine geçilmiş ve bu takipte kesinleşmiş olmalıdır.İptali istenen tasarruf borcun doğumundan sonra doğmuş olmalıdır. Ayrıca borçlu hakkında alınmış geçici veya kesin aciz vesikası bulunmalıdır.Dava tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren 5 yıl içinde açılmış olmalıdır.

Doktrinde muvazaalı işlemin iptali için iptal davası açılıp açılamayacağı tartışmalı olmakla birlikte uygulamada Yargıtay, alacaklının takibine maruz kalan borçlunun borcu ödememek için muvazaalı olarak malvarlığını elinden çıkardığını iddia ederek üçüncü kişiye karşı TBK m. 19 (818 sayılı BK m. 18) hükmüne dayalı olarak dava açılabileceğini, muvazaalı işlemin ispatı halinde mahkemece İİK m. 283/I kıyasen uygulanarak, tapunun iptali ile borçlunun adına tesciline gerek olmadan davacı alacaklının alacağını alabilmesine imkan sağlayacak şekilde davaya konu taşınmazın haciz veya satışını isteyebilmesi yönünde karar verilmesi gerektiği yönünde değerlendirme yapmaktadır (YHGK., 03.05.2000, 2000/4-823 Esas, 2000/851 Karar).

                                                                                                                 EMSAL YARGITAY KARARLARI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 19/03/2019, 2017/2697 E., 2019/318 K.                                                                                                                                           Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı …’un borçlunun mali durumunu ve ızrar kastını bilebilecek kişilerden sayılıp sayılamayacağı ve ayrıca davalı borçlunun araçları davalı …’a aynı gün devretmesinin ticari emtianın mühim bir kısmının devri mahiyetinde olduğu hususunun kabul edilip edilemeyeceği, diğer bir anlatımla İİK’nın 280. maddesinin 1. ve 3. fıkralarında yer alan karinenin aksinin ispatlanıp ispatlanmadığı, burada varılacak sonuca göre davalı … bakımından davanın reddine dair verilen kararın yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili yasal düzenlemelerin ve kavramların açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
Tasarrufun iptali davaları İcra ve İflâs Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Kanun’un 277. maddesine göre; “İptal davasından maksat 278, 279 ve 280 inci maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmektir. Bu davayı aşağıdaki şahıslar açabilirler:

1 – Elinde muvakkat yahut kati aciz vesikası bulunan her alacaklı,
2 – İflas idaresi yahut 245 inci maddede ve 255 inci maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hallerde alacaklıların kendileri”.
İİK’ daki düzenlemeler karşısında tasarrufun iptali davasını; “Borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava,” kısaca borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik bir dava şeklinde tanımlayabiliriz.
İptal davasının amacı bir alacağı ödememek için, mal varlığını azaltıcı veya artışını önleyici nitelikte, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuki işlemler ve fiillerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kişilerle yaptığı tüm hukuki işlemleri, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüz sayarak işlem konusu mal veya hakkı halen borçluya aitmiş gibi, cebrî icra yolu ile alacaklının alacağını almasına olanak sağlamaktır (Güneren, A: İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Da
vaları, Ankara 2012, s: 39, 40).
Bu genel açıklamalardan sonra İİK’ nın 280. maddesinde düzenlenen alacaklılara zarar vermek amacıyla (hileli) yapılan tasarrufların iptali hakkında da inceleme yapmakta yarar bulunmaktadır.
“Zarar verme kastından dolayı iptal” başlıklı 280. maddede aynen;
“Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır.
Üçüncü şahıs, borçlunun karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan ve sıhri hısımları, evlat edineni veya evlatlığı ise borçlunun birinci fıkrada beyan olunan durumunu bildiği farz olunur. Bunun hilafını üçüncü şahıs, ancak 279 uncu maddenin son fıkrasına göre ispat edebilir.”

 17.Hukuk Dairesi  2016/6509 E.  ,  2017/7003 K.

Davacılar vekili, davalı … hakkında takip yaptıklarını, borçlunun mal kaçırma amacı ile dava konusu taşınmazlarını diğer davalı kızı…’e sattığını belirterek davalılar arasındaki muvazaalı satış işleminin iptaline karar verilmesi talep etmiştir.

Davalı … vekili, müvekkilinin dava konusu taşınmazlar dışında pek çok taşınmazı olduğunu, satışların muvazaalı olmadığını, hayatın olağan akışı içinde bir babalık görevi olarak yapıldığını, haksız açılan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Davalı … vekili, taşınmazların bedeli ödenerek satın alındığını, davanın zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davanın İİK’nun 277.maddesine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davası olduğu, bu davanın görülebilmesi için gerekli aciz belgesinin sunulmadığından bahisle davanın usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, Borçlar Kanunu’nun 19. maddesinde düzenlenen dava konusu işlemin danışıklı (muvazaalı) yapıldığı iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. HMK’nun 33.maddesine göre Hakim, Türk hukukunu resen uygulamak zorundadır. Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak
taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
Dava dilekçesindeki ileri sürüşe ve yargılama sırasındaki 02.07.2015 tarihli oturumdaki davacı vekilinin sözlü ve yazılı açıklamalara göre dava niteliği itibarıyla TBK 19.maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır. Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK 277.maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3.kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler.
3.kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur.Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkan verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1,2 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.
Somut olayda davacı vekilinin, borçlu hakkında takip yaptığı ve alacaklı olduğu, dava konusu taşınmazların borcun doğumundan sonra davalı kızına devredildiği anlaşılmaktadır. Ancak dosya içeriğindeki tapu kayıtlarından dava konusu
taşınmazların üçüncü kişi … tarafından dava dışı şahıslara devredildiği görülmektedir. Mahkemece, yapılacak iş dava konusu taşınmazların davalı … tarafından devir edilen şahıslar ve varsa bundan sonraki devir edilen şahıslarında davaya dahil edilerek, tüm bu kişiler yönünden de muvazaanın varlığı TBK’nun 19.maddesi gereğince değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesinden ibarettir.
Bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun olmayan gerekçeyle davanın reddi isabetli görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 20/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

17.Hukuk Dairesi  2016/18181 E.  ,  2016/1206 K.

Davacı vergi idaresi vekili, borçlu …. hakkında 6183 sayılı Yasa uyarınca takip başlatıldığını, dava konusu taşınmazı alacağın tahsiline imkan bırakmamak ve mal kaçırma amacı ile diğer davalılara devrettiğinden bu tasarrufun iptaline olmadığı takdirde muvazaa nedeni ile tapunun iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar ayrı ayrı verdikleri cevap dilekçelerinde haksız açılan davanın reddi gerektiğini savunmuşlarıdır.
Mahkemece, dava konusu tasarrufun 03.12.2008 tarihinde yapıldığı, davanın ise 23.01.2015 tarihinde açıldığı, 6183 sayıl Yasa’nın 26.maddesindeki 5 yıllık hak düşürücü süre geçtiğinden tasarrufun iptali davasının koşulları oluşmadığı, tapunun iptali ve tescil isteminin ise, bu davanın amacının kamu alacağını ödemeyen ve mali durumu bulunmayan borçlunun kamu alacağının tahsiline imkan vermemek amacı ile yapılan işlemin iptali ile alacaklıya alacak ve eklentileri ile sınırlı olarak haciz ve satış isteme yetkisini sağlamak olduğu,dava konusu taşınmaz üçüncü kişi üzerine kayıtlı olduğundan taşınmaz üzerinden haciz ve satış istemi yetkisi verilmesi yoksa tapu kaydının ile borçlu adına tesciline karar verilemeyeceği, tapu iptali istemi yönünde hukuki yararı bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 6183 sayıl Yasa’nın 24.maddesine dayalı tasarrufun iptali olmadığı takdirde Borçlar Kanunu’nun 19. maddesinde düzenlenen dava konusu işlemin danışıklı (muvazaalı) yapıldığı iddiası ile işlemin iptali istemine ilişkindir.
Terditli olarak açılan bu dava da mahkemece tasarrufun iptali yönünden davanın 5 yıllık hak düşürücü sürede açılmadığından bu hukuki sebep yönünden dava koşullarının oluşmadığı yolundaki saptaması yerindedir.
HMK’nin 33.maddesine göre Hakim, Türk hukukunu resen uygul
amak zorundadır. Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
Davacı vekilinin, terditli ikinci talebi davalılar arasında yapılan danışıklı satış işleminin iptali istemidir. Dava dilekçesindeki ileri sürüşe ve yargılama sırasındaki sözlü ve yazılı açıklamalara göre davacının ikinci talebi niteliği itibarıyla TBK 19.maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davası olduğu anlaşılmaktadır. Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. 6183 sayıl Yasa’nın 24.maddesi ile paralel olan İİK’nin 277. maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılırken, muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3.kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. 3.kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. 6183 sayıl Yasa’nın 24 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.
Davanın TBK’nin 19.maddesi gereğince değerlendirilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 28.12.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi

17.Hukuk Dairesi 2019/937 E.  ,  2020/5567 K.

Davacı vekili; davalı …’in davacıya 36.000,00-TL ile borçlu bulunduğunu, davalı hakkında … İcra Müdürlüğünde takip başlattıklarını, ancak davalının kendi mallarını davalı …’e devretmiş olmasından dolayı haciz işleminin gerçekleşemediğini, … ili, … ilçesi, … Mh. 47, 62, 74 ve 223 parsel sayılı taşınmazlar üzerine ihtiyati tedbir şerhi konulmasını ve adı geçen taşınmazların iptaline bu mümkün olmaz ise BK 19 ve devamı maddelerince tapu iptali ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı …; adı geçen taşınmazların davalı …’e muris babası … kaldığını, davalı …’nın taşınmazlardaki payının 47/384 olduğunu, davalı …’in diğer hisse sahiplerinin hisselerini satın aldığını, davacının farklı bir amaç güderek 223 parselin işlek bir yerde olduğundan bu taşınmaza yöneldiğini ifade ederek açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili tüm mirasçıların bir araya gelerek taşınmazlardaki paylarını davalı …’e devrettiğini, satışın gerçek olduğunu, adı geçen senede davalı …’nın zorla imza attırıldığını ifade ederek açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre; davalı …’in kendisi hakkında yapılan icra takibine sonuçsuz bırakmak amacıyla davaya konu dört adet taşınmazı senedin vade gününe rastlayan tarihte diğer davalı …’e devrettiği, davalı … ile davalı …’in birbirlerini tanıdıkları ve uzaktan akraba oldukları, bu yüzden de aradaki ilişkiyi ve icra takibini bilerek işlem yaptıkları, İİK.277 ve BK.’nın 19.maddesinde belirtilen yasal şartların oluştuğu, davacının davasında haklı olduğu anlaşıldığından davanın kabulüne … ili, … ilçesi, … 47, 62, 74 ve 223 parsel sayılı taşınmazların davalı … üzerine olan kayıtlarının iptali ile, devir ve satış tarihi olan 21/10/2013 tarihinden önceki şekilde devredilen hisse oranında davalı … adına tapuya tesciline karar verilmiş hüküm, davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesinde dava İİK 277 ve devamı maddelerine göre, İİK 277ve devamı şartları oluşmaz ise BK 19 hükümlerine göre davanın değerlendirilmesi ile davanın kabulü talep edilmiştir.
Mahkemece İİK.277 ve devamı maddeleri ile BK.19 madde de belirtilen şartların oluşması gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK 277. maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3.kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler.
İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı açılmış tasarrufun iptali davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK.nun 277 md) bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması halinde ise İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.nun 278.maddesinde akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar
arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.nun 280.maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.nun 279.maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır.
BK 19 muvazaa hukuksal nitelemesine dayalı davalarda ise; 3.kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur. Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkan verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere,muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde ise iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı,alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1,2 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir. Ancak bu tür davaların görülebilmesi içinde diğer dava koşularının yanında davacıların borçlulardan alacaklı olmaları yani hukuki yararlarının olması gerekir.
Somut olayda; davacı, davalı …’den alacaklı olduğunu, davalı aleyhine … İcra Müdürlüğü’nün 2013/7882 sayılı dosyaları ile takip yapıldığını beyan etmiştir. Mahkemece davanın hukuki nitelendirmesinin İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali olarak nitelendirmesi durumunda; mahkemece İİK 277 ve devamı maddelerine uygun olarak tasarrufun iptali dava şartlarının
olup olmadığı irdelemeksizin (takibe konu … İcra Müdürlüğü’nün 2013/7882 sayılı dosyalardan aciz vesikası alınıp alınmadığı, diğer dava şartlarının olup olmadığı vs) BK 19 a dayalı olarak nitelendirmesi halinde ise yukarıda belirtilen BK 19 a dayalı davalarda olması gereken şartların olup olmadığı değerlendirilmeksizin yargılama usulleri farklı olan bir davayı hem İİK 277 ve devamı md. göre hemde BK 19. md. dayalı olarak değerlendirilerek davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2-Bozma neden ve şekline göre davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde davalı …’e geri verilmesine, 14/10/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

                                                                                                                                                                                                                                          Av. Yılmaz GÜNEŞ

Sıkça Sorulan Sorular

TASARRUFUN İPTALİ DAVASI – TASARRUFUN İPTALİ DAVASINI ELİNDE GEÇİCİ VEYA KESİN ACİZ BELGESİ BULUNAN ALACAKLININ AÇABİLECEĞİ – BU HUSUSUN DAVA ŞARTI OLMASI NEDENİ İLE HAKİMİN RESEN ARAŞTIRILMASI GEREKTİĞİ.

DAVACI VEKİLİNE KATİ VEYA GEÇİCİ ACİZ BELGESİ SUNMASI İÇİN UYGUN BİR SÜRE VERİLMESİ GEREKTİĞİ

ÖZET: …..tarihli haciz tutanağının kesin aciz vesikasının sonuçlarını doğurduğunun kabulü mümkün değildir. Haciz tutanağı ile borçlunun adresten ayrıldığı tespit edildiği ancak bundan sonra adres araştırması yapılmadığı ve belirlenecek olan adrese hacze gidilmediğinden iş bu haciz tutanağının 2004 sayılı kanunun ilgili madde kapsamında aciz belgesi niteliğinde olduğundan söz edilmesi mümkün değildir.

Tasarrufun iptali davasını elinde geçici veya kesin aciz belgesi bulunan alacaklı açabileceğinden ve bu hususun dava şartı olması nedeni ile hakimin resen araştırması gerekmektedir.

Bu durumda davacı vekiline kat’i veya geçici aciz belgesi sunması için uygun bir süre verilmesi, verilen kesin sürenin sonucundaki duruma göre yeniden değerlendirme yapılması için 6100 sayılı kanunun ilgili maddesi gereğince kararın kaldırılmasına karar verilmiştir.

Etiketler

Muris Muvazaası Nedeniyle Tasarrufun İptali DavasıMuvazaa Nedeni ile Tapu İptali Davası Dilekçe ÖrneğiMuvazaa Nedeniyle Tapu İptali DavasıMuvazaa Nedeniyle Tapu İptali Davası SorularıMuvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Dava DilekçesiMuvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Dava Dilekçesi Örneği

Muvazaa Hukuksal Nedenine Dayalı İptal Davası Açılabileceğine İlişkin Yargıtay Görüşünün Tasarrufun İptali Davası ile Muvazaa Davası Arasındaki İlişki Bağlamında Değerlendirmesi

An Evaluation on Supreme Court’s Opinion on Lawsuit for Annulment can be Filed on Grounds for Collision Legal Basis within the Context of Relationship Between Annulment of Disposition Lawsuit and Collision Lawsuit

Borçlunun malvarlığı değerleri üzerinde doğrudan yahut dolayısıyla etki edecek nitelikte işlemler yaparak alacaklılarının cebrî icra işlemlerini zorlaştırması veya zararına yol açması yahut alacaklılarından bir kısmının diğerlerine nazaran kayrılmasına sebep olması hallerinde, alacaklılar tasarrufun iptali davası açabileceklerdir. Borçlunun tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek işlemleri ancak hukuken geçerli işlemlerdir ve bu işlemler medenî hukuk manasında kesin hükümsüz veya yok hükmünde değildir. Bununla beraber kanun koyucu tasarrufun iptali davası bakımından beş yıllık hak düşürücü bir süre öngörmüş olup alacaklı tasarrufun iptaline ilişkin talebini mahkeme nezdinde ancak bu süre içerisinde dermeyan edebilecektir. Borçlunun yapmış olduğu hukuki işlemlerin muvazaalı olması halinde ise alacağını tahsil edememiş ve zarara uğramış alacaklılar muvazaa davası açarak muvazaalı işlemin hükümsüzlüğünün tespitini talep edebileceklerdir. Alacaklılar tarafından elde edilmek istenen amaç bakımından tasarrufun iptali davası ile muvazaa davasının birbirine yakınlaştığı düşünülebilecektir. Ancak Borçlar Kanunu’nun 19. madde hükmüne dayanılarak açılan “muvazaa davası” ile “tasarrufun iptali davası” nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar gibi birçok bakımdan farklılık arz etmektedir. Çalışmamızın ilk bölümünde “tasarrufun iptali davası” ve Borçlar Kanunu’nun 19. maddesi kapsamında “muvazaa davası” açıklanacaktır. İkinci bölümde, bu dava türleri arasındaki farklılıklar hakkında detaylı bilgi verilecektir. Çalışmamızın üçüncü bölümünde ise “muvazaa hukuksal sebebine dayalı iptal davası”na ilişkin Yargıtay görüşünün bir değerlendirmesi yapılacak ve son bölümde konu genel olarak değerlendirilecektir.

Tasarrufun İptali, Muvazaa, Kesin Hükümsüzlük, Alacaklı, Cebrî İcra, Satış ve Haciz İsteme Yetkisi, Tespit.

Creditors may file a lawsuit for the annulment of the disposition in the event that the debtor complicates the compulsory enforcement proceedings of the creditors by making transactions or taking acts that will directly or indirectly affect the asset values or causes detriment of the creditors or if the debtor causes some of his creditors to be favored over the others. The debtor’s transactions that can be subject to an action for annulment of disposition are only legally valid transactions and these transactions are not null or void under the civil law. However, the legislator has envisaged a five-year period of prescription in the cases related to the annulment of the disposition. The creditor will only be able to request the annulment of the disposition from the court within the said period of prescription. If the legal actions taken by the debtor are collusive, determination of the invalidity of the transaction maybe requested by the creditors who have not been able to collect their receivables and have suffered losses. It can be thought that the action for annulment of disposition and the lawsuit for collusion are similar to each other in terms of the purpose sought to be achieved by the creditor. However, “the lawsuit for collusion” filed according to Article 19 of the Turkish Code of Obligations and “the lawsuit for the annulment of the disposition”; in fact, differ in many respects such as their qualities, conditions, and results principally. In the first part of our study, “the lawsuit for the annulment of disposition” and “the lawsuit for collusion” filed according to Article 19 of the Turkish Code of Obligations will be explained. In the second part, detailed information will be given about the differences between these two lawsuits. In the third part of our study, an evaluation of the opinion of the Supreme Court on the lawsuit for collusion will be made and in the last section, a general review of the subject will be given.

Annulment of Disposition, Collusion, Nullity, Creditor, Compulsory Enforcement, Power to Request Sale and Distraint, Determination.

Borçlunun malvarlığı değerleri üzerinde doğrudan yahut dolayısıyla etki edecek nitelikte işlemler yaparak veya fiillerde bulunarak alacaklılarının cebrî icra işlemlerini zorlaştırması veya zararına yol açması yahut alacaklılarından bir kısmının diğerlerine nazaran kayrılmasına sebep olması hallerinde alacaklıların tasarrufun iptali davası açma yoluna başvurmaları mümkündür.1

İcra ve İflas Kanunu (İİK) m.277/1 hükmündeki düzenlemeye göre; tasarrufun iptali davasında amaç, İİK’nın 278’inci, 279’uncu ve 280’inci maddelerinde yazılı bulunan tasarrufların butlanına hükmettirmek olarak bulunmaktadır. Oysa ki, “İİK m.277/f.1 lafzına rağmen borçlunun fiili medenî hukuk manasında batıl veya iptal edilebilir değildir”.2 Dolayısıyla, İİK’da her ne kadar butlan ifadesine yer verilmiş ise de tasarrufun iptali davası ile amaçlanan borçlu tarafından yapılmış tasarrufların butlanına hükmedilmesini sağlamak değildir. Nitekim kanunkoyucu tarafından İİK m.277/1 hükmünde kullanılan “butlan”3 kavramı esasen hukuki işlemlerin hükümsüzlük hallerinden birisidir. “Bir hukuki işlemin kurucu unsurları tamam olmakla beraber, genel geçerlilik şartlarından kamu düzenini ilgilendirecek önemde bulunanların gerçekleşmemiş olması halinde, o hukukî işlem batıldır, yâni kesin olarak hükümsüzdür”.4 İİK m.277/1 hükmünde bahsi geçen borçlunun tasarrufun iptali davasına konu edilebilecek işlemleri ise, ancak hukuken geçerli işlemlerdir ve bu işlemler medenî hukuk manasında kesin hükümsüz veya yok hükmünde değillerdir.5 Bu halde olsa olsa borçlu tarafından gerçekleştirilmiş hukuki işlemlerin medeni hukuka ilişkin sonuçlarına alacaklı karşısında itibar edilemeyeceği söylenebilecektir.6 Nitekim tasarrufun iptali davasının kabulüne karar verilmesi halinde alacaklı borçlu hukuki işlemi adeta yapmamış gibi tasarrufa konu mal veya hak üzerinde cebrî icra işlemlerine devam edebilecektir. Ancak borçlu tarafından gerçekleştirilmiş bulunan tasarruf işlemi hukuken geçerli olmaya devam edecektir.

Zaten tasarrufun iptali davası ile amaçlanan da borçlu tarafından geçerli bir tasarrufa konu edilerek alacaklılarının cebrî icra sahası dışına çıkardığı mal veya hak üzerinde alacaklıya cebrî icra yetkisi tanınarak, takibe konu ettiği alacak ve fer’ileri ile sınırlı olmak üzere, alacağını tahsil olanağının sağlanmasıdır.7 Keza, malları haczedilmeden veya hakkında iflâs kararı verilmeden evvel malları ve hakları üzerinde tasarrufta bulunmak konusunda herhangi bir kısıtı olmayan borçlu,8 tasarrufta bulunarak, alacaklının alacağını tasarrufa konu ettiği malvarlığı değeri üzerinden elde etmesini engellemeye çalışmaktadır.9 Buna karşılık, borçlu aleyhine yaptığı icra takibi ile alacağına kavuşamamış bulunan alacaklı tasarrufun iptali davası açmakla borçlunun malvarlığından hukuken geçerli bir tasarrufla çıkmış bulunan mal üzerinde cebrî icra işlemlerine devam etmek ve böylece alacağını tahsil etmek imkânına kavuşmaktadır.10 Bu yönüyle, haciz yoluyla alacağını elde edemeyen alacaklı tali bir yol olarak tasarrufun iptali davası açmak yoluna başvurabilecektir.11

Tasarrufun iptali davasının sübut bulması halinde ise alacaklı takibe konu ettiği asıl alacak ve fer’ileri ile sınırlı olmak üzere tasarrufa konu mal üzerinde haciz ve satış isteme yetkisi elde ederek cebrî icra işlemlerine devam etmekte ve tasarrufa konu mal sanki borçlunun malvarlığına dahilmiş gibi12 maldan istifade ederek alacağına kavuşmaktadır.13 Bu sebepledir ki, alacaklının tasarrufun iptali davasına konu ettiği mal bir gayrimenkul ise davanın kabulüne karar verilmesi halinde tapudaki kayıt düzeltilmeden alacaklıya gayrimenkul üzerinde haciz ve satış isteme yetkileri tanınarak alacağını tahsil imkânı sağlanmaktadır.14 Dolayısıyla, “bu dava ile, malın mülkiyetinin, davalıdan (üçüncü kişiden) alınarak, borçluya ait olduğuna (geri dönmesine) karar verilmemekte, sadece alacaklı (davacı) malın bedelinden alacağını (kişisel hakkını) almak yetkisini elde etmektedir (m.283, I)”.15 Bu bakımdan tasarrufun iptali davası, “ayni nitelikte” değil; “şahsi nitelikte” bir dava olarak bulunmaktadır.16 Tasarrufun iptali davasının şahsi nitelikte bir dava olması, eşyanın aynına ilişkin bir dava olmaması sebebi ile mahkeme tarafından verilecek tasarrufun iptali kararı, yalnız davanın davacısı alacaklının alacağı ve fer’ileri nispetinde ve ancak tasarrufa konu mal üzerinde hüküm ve sonuçlarını doğuracaktır.

Bununla beraber amacı ve sonuçları nazara alındığında tasarrufun iptali davasının “eda davası” niteliği taşıdığı da açıktır.17 Nitekim “eda davası” “davacının, talebinde davalının bir şeyi yapmaya, bir şey vermeye veya bir şeyi yapmamaya mahkûm edilmesini istediği”18 ve neticesinde “davacının istediği edanın (edimin) yerine getirilmesi hususunda davalıya yöneltilmiş bir emir”19 içerecek şekilde hüküm kurulan bir dava türüdür. Tasarrufun iptali davasında da davacının mahkeme nezdinde dermeyan ettiği talebinin kabulü halinde borçlu ile tasarruf muamelesinde bulunan üçüncü kişi, alacaklının tasarrufa konu mal üzerinde yapacağı cebrî icra işlemlerine katlanmaya mahkûm edilmektedir.20

Görüldüğü üzere “iptal davası takip alacaklısı bakımından takibin semeresiz kalmamasını sağlaması yönünden bir teminat tedbiridir ve bu haliyle icra hukukunun borçluyu koruyan yapısına istisna teşkil eden bir kurumdur”.21 Bu yönü ile tasarrufun iptali davasının alacaklılara alacaklarını tahsil etmek hususunda önemli olmakla beraber Kanunun genel yapısına istisna teşkil eden bir hukuki imkân sağladığı söylenebilecektir. Ancak kanunkoyucu İİK m.284 hükmü ile tasarrufun iptali davaları bakımından hak düşürücü süreye ilişkin özel bir düzenleme de öngörmüş bulunmaktadır. Söz konusu madde hükmünün kenar başlığında “hak düşürücü müddet” ifadesi kullanılmış olup madde metninden de söz konusu müddetin hak düşürücü süre olduğu anlaşılmaktadır.22 Madde hükmündeki düzenlemeye göre; alacaklının tasarrufun iptali davası açma hakkı, iptali talep edilecek tasarrufun gerçekleştiği tarihten itibaren beş sene geçmekle düşecektir. Bu bakımdan alacaklı tasarrufun iptaline ilişkin talebini, ancak Kanun’da öngörülen beş senelik hak düşürücü süre içerisinde mahkeme nezdinde dermeyan edebilecek olup süresi içerisinde dermeyan edilmeyen tasarrufun iptali talebi mahkeme tarafından dinlenemeyecektir.23 Diğer bir ifadeyle, alacaklının beş senelik süre içerisinde tasarrufun iptaline yönelik talebini mahkeme nezdinde dermeyan etmemesi halinde dava açma hakkı düşecektir.24 Buna karşılık, alacaklı tarafından tasarrufun iptali davası açılmakla söz konusu süre korunmuş olacaktır. Dolayısıyla, mahkeme tarafından yapılacak değerlendirmede tasarrufun iptali davasının, ancak beş senelik hak düşürücü süre içerisinde açıldığının tespit edilmesi halinde diğer dava şartlarının incelemesine geçilebilecek olup bu şartlar da mevcut bulunmakta ise davanın esastan incelenmesi mümkün olabilecektir.25 Buna karşılık dava şartları ile diğer koşullar var olsa dahi mahkeme tarafından tasarrufun iptali davasının beş senelik hak düşürücü süre içerisinde açılmadığının tespit edilmesi halinde davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmaması sebebiyle reddine karar verilecektir.26

Buna karşılık Yargıtay, tasarrufun iptali davaları bakımından nazara alınması gereken beş senelik hak düşürücü süre geçirilmiş olsa dahi alacaklılar tarafından Türk Borçlar Kanunu (TBK) m.19 hükmüne dayanılarak herhangi bir hak düşürücü süreye veya zamanaşımı süresine tabi bulunmaksızın “muvazaa hukuksal sebebine dayalı iptal davası açılabileceği” ve bu davada İİK m.283 hükmünün birinci ve ikinci fıkralarında yer verilen sonuçlardan yararlanmaya yönelik talepte bulunulabileceği görüşündedir.27

Yargıtay’ın alacaklıların herhangi bir hak düşürücü süreye veya zamanaşımı süresine tabi bulunmaksızın İİK m.283 hükmünün birinci ve ikinci fıkralarında yer verilen sonuçlardan yararlanmaya yönelik taleplerine dayanak alabileceklerini işaret ettiği TBK’nın 19’uncu maddesi “Sözleşmenin yorumu ve muvazaalı işlemler” kenar başlığını taşımaktadır. Söz konusu düzenlemeye göre; bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınacaktır. Böylelikle doğrudan muvazaa kavramına ilişkin bir tanımlama yapmayan kanunkoyucu dolaylı olarak muvazaalı işlemleri açıklayarak muvazaalı işlemlere netice bağlamıştır.

“Muvazaa” tarafların üçüncü kişileri aldatmak niyeti ile gerçek iradelerine uygun olmayan bir görünüş meydana getirmek hususunda anlaşmalarıdır. Diğer bir deyişle, burada taraflar görünüşteki sözleşmeyi yaparak üçüncü kişileri aldatmak konusunda kendi aralarında bir anlaşmaya varmışlardır. O halde muvazaanın unsurlarını; taraflar arasında muvazaa anlaşması bulunması, tarafların aralarındaki muvazaa anlaşması kapsamında hüküm ve sonuç meydana getirmeyen görünürde bir sözleşme yapmış olmaları ve tarafların üçüncü kişileri aldatmak hususunda iradeye sahip olmaları şeklinde sıralamamız mümkün bulunmaktadır.28 Muvazaanın unsurlarından birisi olarak bulunan muvazaa anlaşması; “tarafların görünüşteki danışıklı sözleşmeyi sırf üçüncü kişileri aldatmak için yaptıklarına ve kendi aralarında hüküm ifade etmeyeceğine yönelik veya gizlenen sözleşmenin doğuracağı hususunda”29 yaptıkları bir anlaşmadır. Tarafların kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayacak olmakla beraber üçüncü kişileri aldatmak gayesiyle yaptıkları sözleşme ise görünürdeki sözleşme olup muvazaanın diğer bir unsuru olarak bulunmaktadır.30 Muvazaanın üçüncü unsuru ise; tarafların görünürdeki sözleşmenin niteliğini ve içeriğini üçüncü kişilerden gizlemek hususundaki üçüncü kişileri aldatma kastıdır.31 Belirtmek gerekir ki, TBK’nın 19’uncu maddesinde muvazaaya konu işlemin kesin hükümsüz olacağı yönünde açık bir düzenleme yapılmamış ise de, doktrinde hâkim görüş olarak muvazaanın yaptırımının kesin hükümsüzlük olduğu kabul edilmektedir.32 Bu doğrultuda taraflar arasında söz konusu unsurları içerecek şekilde bir muvazaa anlaşması bulunması halinde üçüncü kişileri aldatma gayesiyle yapılmış görünürdeki sözleşme kesin hükümsüz olacaktır.33 Bununla beraber, “taraflar yaptıkları danışıklı sözleşmenin arkasına başka bir sözleşme gizlemiş yani görünen sözleşmenin değil, gizli sözleşmenin hükümlerini ve sonuçlarını doğuracağı hususunda anlaşmışlarsa, nitelikli muvazaalı işlem söz konusu”34 olacaktır. Görüldüğü üzere, nitelikli muvazaada yukarıdaki unsurlara ek olarak bir de taraflar arasında gizli bir sözleşme bulunması gerekmektedir.35 Bu gizli sözleşme görünürdeki muvazaalı sözleşmenin ardında gizlenmiş bir sözleşme olarak bulunmaktadır. Taraflar arasında nitelikli muvazaanın bulunması halinde taraflar arasındaki görünürdeki sözleşme kesin hükümsüz olacak buna karşılık tarafların iradesine uygun olarak yapılmış gizli sözleşme geçerlilik için gerekli koşulları taşıması koşulu ile geçerli olacaktır.36

Muvazaalı işlemlerin yaptırımının kesin hükümsüzlük olması sebebi ile kesin hükümsüzlüğe bağlanan hukuki sonuçlar muvazaalı işlemler bakımından da geçerli olacaktır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, kesin hükümsüz işlemler yapıldıkları andan itibaren geçersiz olup zamanla sıhhat kazanamayacaklardır.37 Dolayısıyla, muvazaalı işlemler de baştan itibaren (ex tunc) geçersiz olup zamanla sıhhat kazanmaları da mümkün bulunmamaktadır. Bu doğrultuda bir işlemin muvazaalı olduğuna ve bu bakımdan kesin hükümsüz bulunduğuna yönelik iddiaların hak düşürücü bir süreye veya bir zamanaşımı süresine tabi bulunmadığı söylenebilecektir.38 İlgili herkes tarafından bir süreye bağlı olmaksızın ileri sürülebilecek olan hukuki işlemin muvazaalı olduğu, diğer bir deyişle kesin hükümsüz bulunduğu iddiası bu yönü ile bir itiraz niteliğinde bulunmaktadır.39

Muvazaalı işlemlere bağlanan hukuki sonuçlar yukarıdaki gibi olmakla beraber belirtmek gerekir ki muvazaa iddiasının bir dava ikame edilerek mahkeme huzuruna getirilmesi de mümkün bulunmaktadır. Bununla beraber, muvazaalı işlemin tarafları dışında üçüncü kişilerin de hukuki durumlarının etkilenmesi kaydıyla muvazaa iddiasını bir dava ikame ederek mahkeme önüne getirmeleri imkân dahilindedir.40 Bu imkân doğrultusunda üçüncü kişinin muvazaa iddiasını ikame edeceği bir davaya konu etmesi halinde bu dava “tespit davası” niteliğinde olacak ve bu doğrultuda hâkim tarafından verilecek karar da bir tespit hükmü niteliğinde olacaktır.41 Muvazaa iddiası bir itiraz niteliğinde bulunduğundan bir işlemin muvazaalı olduğu ve bu bakımdan kesin hükümsüz olduğu hususu şayet davanın görüldüğü sırada hâkim tarafından anlaşılır ise bu husus taraflarca öne sürülmese dahi hâkim tarafından re’sen nazara alınacaktır.42

Muvazaa iddiasında bulunabilecek üçüncü kişiler ise yasal mirasçılar, alacaklılar veya önalım hakkı sahipleri olarak bulunmaktadırlar.43 Dolayısıyla, alacağını borçlusundan tahsil edememiş bulunan üçüncü kişiler de pek tabidir ki borçlusunun alacaklılarını aldatmak gayesiyle yapmış olduğu hukuki işlemlerinin muvazaalı olduğuna ilişkin iddiasını “«muvazaa davası» -daha doğrusu; yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan tespit davası”nı44 ikame etmek sureti ile mahkeme önüne getirebileceklerdir. Bu kapsamda alacaklı tarafından elde edilmek istenen amaç bakımından tasarrufun iptali davası ile muvazaa davasının birbirine yakınlaştığı düşünülebilecektir. Nitekim belirtildiği üzere TBK’nın 19’uncu maddesine dayanan muvazaa davasının da alacaklı tarafından alacağını elde etme amacı ile açılabilmesi pek tabii mümkün bulunmaktadır. Ancak TBK’nın 19’uncu maddesine dayanılarak açılan muvazaa davası ile tasarrufun iptali davası esasen nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar gibi birçok bakımdan farklılık arz etmektedirler.45

Tasarrufun iptali davaları ile TBK’nın 19’uncu maddesi kapsamında açılabilecek muvazaa davaları arasında davacının davayı açmaktaki amacı bakımından yukarıda yer verdiğimiz üzere benzerlik bulunduğu şüphesizdir. Nitekim hakları halele uğrayan alacaklı tasarrufun iptali davası veya muvazaa davasından birisini açmakla esasen alacağını almayı amaç edinmektedir. Ancak tasarrufun iptali davasında davacının davayı açmaktaki amacı davalıdan tahsilini sağlayamadığı alacağını tasarrufa konu mal üzerinde cebrî icra yetkisi elde ederek tahsil etmektir.46 Nitekim tasarrufun iptali davası ile amaçlanan da borçlunun üçüncü kişilere geçerli bir tasarrufla devretmiş olduğu ve böylelikle alacaklılarının cebrî icra sahası dışına çıkartmış bulunduğu mal ve hakların tekrar tasarrufun iptali davasını açan alacaklının cebrî icra sahası içine çekilmesine imkân tanımaktır. Bu amaç doğrultusunda tasarrufun iptali davasının mahkemece kabulüne karar verilmesi ile birlikte üçüncü kişi; borçlu ile geçerli bir tasarrufta bulunarak kendi mülkiyetine naklettiği mal veya hak üzerinde alacaklının cebrî icra işlemlerine devam etmesine katlanmak mecburiyetinde bırakılmaktadır. Bununla beraber alacaklının söz konusu mal ve haklar üzerinde cebrî icra işlemlerine devam edebilmesi için söz konusu mal ve hakların yeniden borçlunun mülkiyetine geri dönmesine gerek bulunmamaktadır. Nitekim İİK m.283/1 hükmündeki düzenlemeye göre; tasarrufa konu mal bir taşınmaz olsa dahi alacaklının cebrî icra işlemlerine devam edebilmesi için artık üçüncü kişi üzerine kayıtlı bulunan taşınmazın kaydında bir değişiklik yapılmasına ve mahkemece bu yönde bir karar tesis edilmesine gerek bulunmamaktadır.

Buna karşılık; muvazaa davasında, davacının davayı açmaktaki amacı hukuki işlemin muvazaalı olduğunu ispat ederek muvazaalı işlemin baştan itibaren geçersiz olduğunun mahkemece tespitini sağlamaktır. Nitekim muvazaalı olması sebebi ile kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşan ve en baştan itibaren geçersiz bulunan hukuki işlem veya sözleşmenin zamanla sıhhat kazanmasına zaten imkân bulunmamaktadır. Hatta taraflar muvazaalı işlem kapsamında ifada bulunmuş olsalar dahi muvazaalı işlemin geçerlilik kazanması mümkün olamayacaktır.47 Bu bakımdan tarafların muvazaalı işleme konu ettikleri şeyin mülkiyetinin muvazaalı işlemin diğer tarafına geçmesine de imkân bulunmamaktadır.48 Dolayısıyla, taraflar arasındaki işlemin muvazaalı olduğunun mahkeme tarafından tespit edilmesi halinde söz konusu tespit hükmü ile beraber muvazaalı işleme konu mal veya hak yeniden borçlunun malvarlığına dönecek hatta muvazaalı işlemin konusunun bir taşınmaz olması halinde taşınmazın tapu kaydının da düzeltilmesi bir gereklilik arz edecektir.

Türk Borçlar Kanunu madde 19 hükmü, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” şeklindedir. Türk Hukukunda doktrin ve uygulama açısından geniş bir yere sahip olan “muvazaa” kurumu çeşitli şekillerde tanımlanmaktadır. Bir tanım yapmak gerekirse muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan görünüşte yaptıkları hukuki işlemin hiç hüküm doğurmaması ya da görünüşteki işlemin arkasına gizleyip açık iradelerine uygun olarak gerçekleştirdikleri işlemin hükümlerini doğurması yönünde anlaşmalarıdır. (Oğuzman M. Kemal /Öz Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 6098 sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu’na Göre Güncellenmiş 9. Bası, İstanbul 2011, s.136; Tekinay S. Sulhi /Akman Sermet / Burcuoğlu Haluk /Altop Atilla, Borçlar Hukuku, Cilt 1, İstanbul 1985, s.547-548). Uygulamada ise 1953 tarihli Yargıtay İçtihadı birleştirme kararında, açıklanan beyanların gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri halde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişki de kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hali olarak tanımlanmıştır. Ancak uygulamada İİK. mad. 227 v.d. Maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davaları ile 6098 sayılı TBK.’nun 19. Maddesinde düzenlenen danışık (muvazaa) davaları birbiri ile karıştırılabilmekte ve mahkemelerce muvazaaya dayalı olarak açılan tasarrufun iptal davaları, İİK. mad. 277’ de ifadesini bulan tasarrufun iptali davaları ile bir görülebilmekte ve bunun sonucunda da genel hükümlere dayalı olarak açılan muvazaa davaları, dava açılmasını sağlayacak özel şartlar bulunmadığından (aczi vesikası alınmadığından, mevcut icra takibi olmadığından, alacağın doğum tarihinin, tasarruf tarihinden önce olması gerektiği gibi nedenlerle) reddedilebilmektedir. Ancak icra kanunun da yerini bulan tasarrufun iptali davaları ile borçlar kanununca imkân tanınan muvazaaya dayalı iptal davası arasında ki benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öteye gitmemektedir. Her iki dava gerek dava şartları bakımından gerekse de hüküm ve sonuçları bakımından birbirinden farklıdır. Mesela, tasarrufun iptali davaları, borcunun üçüncü kişi ile geçerli olarak yaptığı bazı tasarruf işlemlerinin alacaklı yönünden hükümsüz sayılması için açılırken; muvazaa davaları, borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespitini amaçlar.

İİK.’dan kaynaklanan iptal davaları,
aynı yasanın 278, 279, 280. maddelerinde yazılı işlemlerin iptali için açılabilirken; muvazaa davaları tüm danışıklı işlemlere karşı açılabilir. İİK.’dan kaynaklanan iptal davası beş yıllık hak düşürücü süreye bağlı iken muvazaa davası süreye bağlı değildir, her zaman muvazaa iddiası ileri sürülebilir. Burada şu hususu önemle belirtmemiz gerekir ki BK. mad. 19’a göre açılan davalarda, muvazaalı tasarrufun alacağın doğum tarihinden sonra yapılması gerekli değildir. Muvazaalı tasarrufun hangi tarihte yapıldığı önem taşımamasına ve bu nedenle yukarıda belirttiğimiz gibi her zaman muvazaa iddiasının ileri sürülebilmesine rağmen; iptal konusu tasarrufun İİK. Mad.277 v.d. göre iptal davası sonucunda iptal edilebilmesi için, davacı alacaklının alacağının doğumundan sonra yapılmış olması öteden beri Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları ile istenmektedir1. Kaldı ki İİK.’na göre açılan iptal davalarında bile davacı-alacaklının alacağının, dava konusu tasarruftan önce doğmuş olması gerekli midir hususu doktrinde de tartışılmış ve alacaklının alacağının doğum tarihi, iptale konu tasarruftan sonra olsa bile, alacaklının iptal davası açma hakkı olacağı sonucuna varılmıştır ve bu sonuç isabetlidir2. Çünkü, kanunda (Yeni; İİK.mad.278, 279 ve 280’de) açıkça böyle bir koşul öngörülmediği halde, bu maddelerin uygulanmasında bu koşulu aramak, borçlunun bilinçli olarak önceden mal kaçırmak amacı ile yaptığı tasarrufları iptal kapsamı dışında bırakır3. Borçlu, önce yaptığı tasarruflarla malvarlığını kısmen ya da tamamen elden çıkarır, ondan sonra bu durumunu bilmeyen –ve bilmesi de mümkün olmayan- kişilere borçlanır. Bugün, bir kişi ile hukuki ilişkide bulunacak olan kimsenin, onun malvarlığı hakkında önceden bilgi sahibi olması, ülkemizde hemen hemen olanaksızdır. Böyle bir soruya, hangi banka ya da özel – resmi kuruluş olumlu yanıt verir? Tapu sicil müdürlüklerinde- hatta pek çok icra dairesinde isme (soyadına) göre tutulmuş bir fihrist dahi yoktur4. Bu nedenlerle, iptal davalarında, ‘davacı-alacaklının, iptal konusu tasarruftan önce ya da sonra doğmuş olmasının önem taşımaması gerekir5.

İptal davalarına ilişkin kararları temyizen inceleyen Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’de iptal davası açılabilmesi için, alacağın iptale tabi tasarrufları önce veya sonra doğmuş olmasının önemli olmadığını mutlak olarak belirtmiştir. Örnek muvazaaya ilişkin Yargıtay kararlarından bahsedecek olur isek; “Borçlu hakkında açtığı tazminat (alacak) davası devam ederken, borçlunun kendisine ait taşınmazı, alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla başka bir kişiye satması üzerine, alacaklı tarafından BK.’nun 18 (şimdi TBK.’nun 19.) Maddesine dayanılarak –aciz belgesi ibraz edilmeden ve beş yıllık İİK.’nun 284. Maddesindeki hak düşürücü süre geçmiş olsa bile- ‘tapu iptali ve tescil davası’ açılabileceğini6” “Borçlu ile üçüncü kişi arasında işlemin ‘muvazaa nedeniyle’ iptalinin istenebileceğini”7, “Muvazaaya dayalı olarak tasarrufun iptali davası açılabileceğini, muvazaalı işlemin dışında kalan davacı-alacaklının, muvazaa iddiasını her türlü delille ispat edebileceğini8” “Dava, davalılar arasında gerçekleşen araç satışının muvazaa (BK.’nun 18) nedeniyle iptali isteğine ilişkindir. …davacıların henüz kesinleşmiş bir alacakları bulunmasa bile böyle bir satış aleyhine dava açabilirler. Bu nedenle İİK.’nun 277. Ve 283. Maddeleri kıyasen uygulanmak suretiyle satışın iptaline gerek kalmadan, bu satışın davacılara karşı ileri sürülmeyecek şekilde davacıların söz konusu tazminat davasında doğacak haklarını alabilmek için bu aracın haciz ve satışını isteyebileceğine karar verilmedir. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirdiğin’9 belirtmiştir.” Sonuç olarak; Yukarıda Yargıtay, doktrin ve öğretide yer alan BK .mad.19’da yerini bulan muvazaaya ilişkin açıklamalarımızdan da anlaşılacağı üzere, BK. mad. 19’a göre açılan davalarda, muvazaalı tasarrufun alacağın doğum tarihinden sonra yapılması gerekli değildir. Muvazaalı tasarrufun hangi tarihte yapıldığı önem taşımadığından her zaman muvazaa iddiası ileri sürülebilir.
AV. TUĞBA GÜNEŞ AVCI-AV. ERCAN AVCI

————————————————
1 AVUKAT TALİH UYAR, İİK.’NUN 280. MADDESİ UYARINCA İPTALE TABİ KİMİ TASARRUFLAR, ANKARA BAROSU DERGİSİ 2014/3, S.417. 2 UYAR, s.423. 3 UYAR, s.423. 4 UYAR, s.424. 5 UYAR, s.424.
6 17. HD. 28.03.2013 T. 6151/4361;04.03.2013 T. 5918/2619, 28.03.2013 T, 6151/4361;04.03.2013 T, 5918/2619. 7 17. HD. 24.7.2009 T. 6030/1710 8 17. HD. 24.7.2009 T.6030/1710; 19.11.2008 T.2804/5381; 4.11.2008 T. 3947/5089; 15.5.2008 T. 5260/6830 9 4. HD. 2001/10280 E.- 2002/1176 K.

Borçlar Kanunu ve İcra İflas Kanunu Kapsamında Tasarrufun İptali Davalarının Karşılaştırılması

23 Eylül 2022

Alacaklılarından mal kaçırmak kastı ile (borçlarını ödememek için) sahip olduğu taşınır/taşınmazlarını başkalarına devrederek mal varlığından çıkaran borçluların bu tasarruflarından zarar gören (alacaklarını tahsil edemeyen) alacaklılar İİK m. 277- 284 hükümlerine göre bir “tasarrufun iptali davası” veya TBK. m. 19’a göre “muvazaa nedenine dayalı tasarrufun iptali davası” açabilirler.

Uygulamada, İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali ile TBK’nın 19. Maddesinde düzenlenen muvazaaya dayalı iptal davaları birbiriyle karıştırılmaktadır. Yargıtay’ın pek çok kararında da belirtildiği üzere, ilk bakışta iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaç benzerliğinden öte gitmemektedir. Gerçekten de her iki davanın ortak amacı, borçlunun mallarını kaçırarak alacaklıların zarara uğratılmasını önlemektir.

1)Muvazaa (TBK. m. 19) Nedenine Dayalı Tasarrufun İptali Davasının Özellikleri:

Muvazaa nedenine dayalı “tasarrufun iptali davası” açılabilmesi için;

2) İİK. m. 277 vd. Göre Açılmış Olan Tasarrufun İptali Davasının Özellikleri:

3) Karşılaştırma:

İİK’nın 277 vd. devamı maddelerine dayalı açılacak tasarrufun iptali davalarında; davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin bulunması gerekir.

TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaa hukuksal nitelemesine dayalı davalarda ise; danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur.

Her iki dava türü açısından bir diğer önemli fark da zamanaşımı konusundadır. Muvazaaya iddiası zamanaşımına tabi olmadığı halde İİK’nın 277 vd. maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası beş yıllık hak düşürücü süre içinde açılmak zorundadır

Görüldüğü üzere, her iki davanın koşulları ve tabi olduğu usul farklıdır. Bu nedenle, davacının aynı davada hem TBK’nın 19. maddesine hem de İİK’nın 277. maddesine dayalı olarak tasarrufun iptaline istemesi mümkün değildir [7] Yargıtay bu gibi durumlarda, Mahkemece davacının isteminin hangi hukuksal nedene dayandığı konusunda davacıdan bir açıklamada veya tercihte bulunmasının istenmesi gerektiğini ifade etmektedir [8]

Buna karşılık, Yargıtay’ın pek çok kararında da belirtildiği üzere, davacı bu seçimlik dava haklarından birisini kullanmakta özgürdür. Bir başka ifadeyle, İİK’nın 277 vd. maddelerine göre tasarrufun iptali davası açması hakkı bulunan kişinin bunun yerine TBK’nın 19. maddesine dayanarak muvazaa nedeniyle iptal davası açmasına bir engel teşkil etmemektedir. [9]

Her iki dava açısından da ortak olan husus, davaya konu devir işleminin borcun doğumundan sonra yapılmış olmasıdır.

İİK’nun 277. vd. maddelerinde öngörülen tasarrufun iptali davası koşullarının bulunması halinde, davacının bu maddeler uyarınca bir dava açması uygun olacaktır. Buna karşılık, İİK’nın 277 vd. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmadığı, örneğin 278. maddedeki iki yıllık, 279. maddedeki bir yıllık veya 280. maddedeki beş yıllık sürelerin kaçırılması durumunda ise davacının TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaa hukuki sebebine dayanması ve buna göre dava açması gerekecektir.

TBK’nın 19. maddesi uyarınca muvazaaya dayalı olarak açılan davalarda, mahkemece İİK’nın 283/1-2. maddelerinin kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesine yetki verilmesine karar verilmektedir. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması da bu yöndedir[10]  Yargıtay’ın bu yaklaşımı, muvazaaya dayalı iptal davalarını İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan ve alacaklıya ayni bir hak değil kişisel bir hak sağlayan tasarrufun iptali davalarına her iki davanın ortaya çıkardığı sonuç açısından birbirine yaklaştırmaktadır.

4) Sonuç Olarak:

TBK’nın 19. maddesinde düzenlenen muvazaaya dayalı olarak açılan iptal davaları ile İİK’nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali davaları arasında amaç benzerliği dışında içerik, usul, nitelik ve şartlar açısından önemli farklar bulunmakta olduğundan, dava açılırken her somut olayın özelliği dikkate alınarak hangisi davacının lehine bir durum ise o hukuki sebebe dayalı olarak dava açılması oldukça önem arz etmektedir.

 

Özlem Baysal Özkan

 

 

 

 

KAYNAKÇA:

  1. 17. HD. 12.12.2016 T. 21228/11433, 17. HD. 14.10.2020 T. 937/55667; 07.10.2020 T.
  2. 17. HD. 14.10.2020 T. 937/5567; 25.12.2019 T.
  3. HGK. 23.02.2021 T. 17-2249/146, HGK. 23.02.2021 T. 2249/146
  4. 17. HD. 14.10.2020 T. 937/5567; 07.10.2020 T.
  5. İSTANBULBAMHD. 31.05.2021 T. 792/866, 17. HD. 25.12.2019 T. 3373/12468
  6. 17. HD. 07.10.2020 T. 617/5184
  7. Yargıtay 17. HD’nin 14.10.2020 tarih, 2019/937 E., 2020/5567 K. sayılı kararı
  8. Yargıtay 17. HD’nin 28.03.2016 tarih, 2016/3939 E., 2016/3805 K. sayılı kararı
  9. HGK 04.07.2007 tarih, 2007/4-450 E., 2007/449 K.,
  10. 17. HD 07.10.2020 tarih, 2019/617 E., 2020/5184 K. ve 19.04.2016 tarih, 2016/2560 E., 2016/5017 K.
  11. İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, Talih Uyar-Alper Uyar-Cüneyt Uyar, Bilge Yayınevi
  12. Euyar.com
  13. Ankara Barosu Dergisi 2020/4

 


 

Tasarrufun İptali Davası

Ä°cra takibi yoluyla borçludan alacağını tahsil edemeyen alacaklılara, borçlunun mal kaçırmak için yapmış olduÄŸu bağışlamalar ve hileli tasarrufların iptal ettirebilmesi için, dava hakkı tanınmıştır. Ä°cra Ä°flas Kanunu’nun 277 ila 284. maddelerinde düzenlenen bu davaya “tasarrufun iptali davası” denir.

Ä°Ä°K 277 uyarınca, tasarrufun iptali davasının amacı, alacaklıların tatmin edilmesini saÄŸlamaktır. Davacı alacaklı, iptal davası sabit olduÄŸu takdirde, bu davaya konu teÅŸkil eden mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını alma yetkisini elde eder.

Tasarrufun İptali Davası Şartları Nedir?

Tasarrufun iptali davası şartları:

  1. Alacaklı ile borçlu arasında gerçek bir borç iliÅŸkisi mevcut olmalıdır.
  2. Borçlu hakkında kesin veya geçici aciz vesikası olmalıdır. Ancak aciz vesikası davanın her aÅŸamasında sunulabilir.
  3. Borçlu hakkında baÅŸlatılan bir icra takibi bulunmalı ve kesinleÅŸmiÅŸ olmalıdır.
  4. İptal edilmek istenen tasarruf, İİK uyarınca iptale tabi bir tasarruf olmalıdır.
  5. Ä°ptali istenen tasarruf, icra takibi konusu olan borcun doÄŸumundan önce yapılmış olmalıdır.

Hangi Tasarruflar Ä°ptale Tabidir?

Ä°cra Ä°flas Kanunu, borçlunun iptale tabi tasarruflarını üç grup altında düzenlemektedir. Ä°Ä°K’da sayılan iptal edilebilecek tasarruflar tahdidi olarak sayılmış deÄŸildir.

Bir tasarrufun iptale tabi olması için, tasarrufun, davacı alacaklının alacağının doÄŸumundan sonra yapılmış olması gerekir.

İflastaki iptal davalarında ise tasarrufun, iflas masasına kabul edilmiş olan alacaklardan en eskisinin doğduğu tarihten sonra yapılmış olması gerekir.

  1. İvazsız Tasarruflar (İİK m.278)

Bağışlamalar ve karşılıksız tasarruflar: Alışılmış hediyeler ayrık olmak üzere, borçlunun (veya müflisin) son 2 yıl içinde yapmış olduÄŸu bütün bağışlamalar ve karşılıksız tasarruflar.

Bağışlama hükmünde sayılan tasarruflar:

  1. Yakın hısımlar arasındaki tasarruflar
  2. Borçlunun karşılık olarak pek aÅŸağı bir fiyat kabul ettiÄŸi tasarruflar
  3. Borçlunun kendisine veya üçüncü bir kiÅŸi menfaatine, ömür boyu gelir veya intifa hakkı tesis ettiÄŸi sözleÅŸmeler ve ölünceye kadar bakma sözleÅŸmeleri

 

  1. Aciz Halinde (borca batık durumda) İken Yapılan Tasarruflar (İİK m.279)

Borçlunun son 1 yıl içinde aciz halinde iken yapmış olduÄŸu Ä°Ä°K m. 279’da sayılı tasarruflar:

  1. Borçlunun teminat göstermediÄŸi evvelce taahhüt etmiÅŸ olduÄŸu haller müstesna olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu için yapılan rehinler
  2. Para veya mutat ödeme vasıtalarından hariç bir yollan yapılan ödemeler
  3. Vadesi gelmemiÅŸ borç için yapılan ödemeler
  4. KiÅŸisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen ÅŸerhler

 

  1. Hileli Tasarruflar (zarar verme kastından dolayı iptal) (İİK m.280)

Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm iÅŸlemlerdir.

Borçlunun içinde bulunduÄŸu mali durumun ve zarar verme kastının, iÅŸlemin diÄŸer tarafınca bilindiÄŸi veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduÄŸu hallerde iptal edilebilir.

Borçlunun karı veya kocasının, altsoy veya üstsoy ile üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarının, evlat edineni veya evlatlığının borçlunun mali durumunun ve mal kaçırma kastı ile iÅŸlem yaptığını bildiÄŸi farz olunur. Ancak, bu kiÅŸiler borçlunun mali durumunu ve alacaklılara zarar verme kastını bilmediklerini ispatlayabilirler.

Tacir olan borçlular için özel bir düzenleme yapılmıştır. Borçlu olan tacir, ticari iÅŸletmesinin önemli bir kısmını, iÅŸyerindeki ticari mallarının tamamını veya önemli bir kısmını devretmiÅŸ veya satmış olabilir. Bu halde borçlu/tacirin, alacaklılarına zarar verme kastı ile hareket ettiÄŸi kabul edilir. Ancak bu karine çürütülebilir.

Tasarrufun Ä°ptali Davası Hangi Durumlarda Açılır?

Tasarrufun iptali davası, hakkında icra takibi yapılan borçlunun, aslında geçerli bir ÅŸekilde yapılmasına raÄŸmen iptale tabi bir tasarrufun bulunması durumunda açılır. Bu tasarruflar, borçlunun mallarının haczinden veya iflasından önce, alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı bağışlamalar ve ÅŸüpheli tasarruflardır.

Tasarrufun iptali ÅŸartları saÄŸlandığı takdirde ilgili tasarrufların iptali için dava açılması mümkün olacaktır.

Tasarruflar Nelerdir?

Tasarrufun İptali Davası Sonucunda Ne Olur?

Tasarrufun iptali davası ile malın mülkiyeti davalıdan alınarak borçluya verilmez, sadece alacaklı malın bedelinden alacağını elde etme yetkisini kazanır.

Davacı alacaklı lehine haczedilip satılan malın bedeli, ilk önce davacının alacağının ödenmesine tahsis edilir. Geriye para artarsa bu para davalı 3. kiÅŸiye geri verilir.

Ä°ptal davasını kaybeden davalı 3. kiÅŸi, borçlu ile yaptığı ve iptal edilmiÅŸ olan tasarruf uyarınca borçluya karşılık olarak verdiÄŸi ÅŸeyi veya bedeli borçludan geri isteyebilir.

Tasarrufun Ä°ptali Davası Nasıl DüÅŸer?

Ä°cra Ä°flas Kanunu’nda tasarrufun iptali davası zamanaşımı süresine deÄŸil, hak düÅŸürücü süreye tabi kılınmıştır. Ä°Ä°K m.284’e göre iptal davası, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren 5 yıl geçmekle düÅŸer. Dolayısıyla tasarrufun yapılmasından itibaren 5 yıl içinde iptal davasının açılması zorunludur. Aksi halde tasarrufun iptali davasını açılması mümkün olamayacaktır.

Ä°Ä°K m. 278 ve m. 279’da öngörülen iki ve bir yıllık süreler ise, tasarrufun iptale tabi olması süreleridir. Yani, tasarruf iki yıl veya bir yıl içinde yapılmışsa, iptale tabi olacaktır. Böyle bir tasarrufun iptali için, tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren beÅŸ yıl içinde, iptal davası açılması gerekecektir.

Tasarrufun Ä°ptali 5 Yıllık Süre Ne Zaman BaÅŸlar? 

Ä°Ä°K m.284 uyarınca; “Ä°ptal davası hakkı, batıl tasarrufun vukuu tarihinden itibaren beÅŸ sene geçmekle düÅŸer.” Ä°lgili hükme bakıldığında tasarrufun iptali için 5 yıllık süre iptal edilen tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren baÅŸlar.

Tasarrufun İptali Davasında 3. Kişi Kimdir?

Tasarrufun iptali davasında, borçlunun alacaklılardan mal kaçırma amacı ile 3. kiÅŸilerle yapmış olduÄŸu iÅŸlemlerin hükümsüz sayılması talep edilmektedir. Bu sayede borçlunun elden çıkardığı mal varlıkları üzerinde alacaklının cebri icra yolu ile alacağını elde edilmesi saÄŸlanmaktadır.

GörüldüÄŸü üzere, tasarrufun iptali davasında 3. kiÅŸi, lehine iptale tabi tasarruf yapılan kiÅŸidir. Yani hakkında icra takibi baÅŸlatılan ve kesinleÅŸen borçlunun, alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla yapmış olduÄŸu tasarruf iÅŸleminin diÄŸer tarafını ifade eder. Üçüncü kiÅŸi, tasarrufun iptali davasında borçlu ile birlikte davalı konumundadır.

Tasarrufun iptali davası iyiniyetli 3. kiÅŸi bakımından özel bir düzenleme içermektedir.

Ä°Ä°K m. 278’deki bağışlamalarda, kendisine bağışlama yapılan üçüncü kiÅŸi iyiniyetli ise, üçüncü kiÅŸi yalnız dava zamanında elinde bulunan miktarı geri verir.

Ayrıca, iyiniyetli dördüncü kiÅŸi bakımından da ayrı bir düzenleme yapılmıştır. Ä°lgili hükme göre, üçüncü kiÅŸi, iptale tabi tasarruf ile iktisap ettiÄŸi malı veya hakkı iyiniyetli dördüncü bir kiÅŸiye devretmiÅŸse bu kiÅŸi aleyhine iptal davası açılamaz. Bu halde davacı, üçüncü kiÅŸinin tazminata mahkum edilmesini talep eder.

Tasarrufun İptali Davasında Arabuluculuk Şart Mı?

Hukukumuzda tüketici uyuÅŸmazlıklarında, ticari davalarda ve iÅŸ hukukunda zorunlu arabuluculuk öngörülmüÅŸtür. Tasarrufun iptali davası, zorunlu arabuluculuk kapsamında olan bir dava olmadığından arabuluculuk ÅŸart deÄŸildir.

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davası

Tasarrufun iptali davası ile muvazaa nedeniyle iptal davası birbirinden farkı davalardır. Tasarrufun iptali davası Ä°cra Ä°flas Kanunu’nda; muvazaa nedeniyle iptal davası ise Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmektedir. Her iki dava da hileli iÅŸlemlerin iptal edilmesini içermektedir. Ancak aralarında farklılıklar bulunmaktadır.

Muvazaa nedeniyle iptal davası için bir icra takibi yapılmış olmasına gerek yoktur. Muvazaalı iÅŸlem, tarafların üçüncü kiÅŸileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerini saklayarak görünüÅŸte bir hukuk iÅŸlem yapmasını ifade eder. Burada borçlunun üçüncü kiÅŸilerle yapmış olduÄŸu tasarruf iÅŸleminin muvazaalı olduÄŸunun tespiti talep edilir.

İletişime Geç

Ankara Avukat

Tasarrufun iptali davası muvazaa nedeniyle açılabilmesi için üçüncü bir kişiyi aldatma amacıyla iki ya da daha çok kişinin kendi aralarında gizli bir anlaşma yapmış olması gereklidir.

Muvazaa, mutlak ve nisbi olmak üzere ikiye ayrılır. Mutlak muvazaada, görünürdeki işlem ve muvazaa anlaşması olmak üzere iki, nisbi de ise görünürdeki işlem, gizli işlem ve muvazaa anlaşması olmak üzere üç işlem mevcuttur. Bu durum tespit edildiğinde de muvazaa nedeniyle tasarrufun iptali davası açabilmek mümkündür.

Muvazaa ve İptal Davaları Arasındaki Fark

Tasarrufun iptali davasında, tasarruf işleminden zarar gören alacaklılar tarafından açılır. İptal davalarına yapılan işlemin hükümsüz olduğunun tespit edilmesi için başvurulur.

Muvazaa davalarında ise gerçekte bu işlemin hiç yapılmadığının tespit edilmesi istenir. Muvazaanın kanıtlanmasının ardından mal, sahibinden hiç çıkmamış olarak kabul edilecektir. İptalde ise yapılan işlemin geçersizliği dava konusu olacaktır.

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davası Zamanaşımı

Muvazaa iddiasında herhangi bir zamanaşımı söz konusu değildir. Bu iddia her zaman ileriye sürülebilir. Ancak iptal davasında zamanaşımı süresi mevcuttur.

Tasarrufun iptali davası zamanaşımı süresi olarak 5 yıl belirlenmiştir. Tasarrufun yapılmasının ardından 5 yıl içerisinde iptal davası açılmadığı süre zamanaşımı gerçekleşecektir. Bu süre hak düşürücü bir niteliğe sahiptir.

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davasında Görevli Mahkeme

Borçlunun alacaklıya zarar veren bazı davranışlar sergilemesi neticesinde alacaklı borcunu tahsil edebilmesi için tasarrufun iptali davası açabilir. Bazı durumlarda borçlu, alacaklıya ödeme yapmamak adına elindeki mal varlığını satabiliyor.

Böyle bir durumda alacaklıyı zora sokabilir. Böyle bir mağduriyet yaşanmaması adına da alacaklı bu satışın iptalini talep edebiliyor. Bunun için açılan davalarda da yetkili ve görevli mahkeme genel itibariyle Asliye Hukuk Mahkemesi’dir.

Davada Ne Kadar Sürede Tamamlanır?

Tasarrufun iptali davası ne kadar sürer sorusunun yanıtı mahkemelerin yoğunluğuna göre değişebilmektedir. Ayrıca mahkemeye sunulan kanıtlar da davanın süresini belirleyen faktörlerdendir. Elde bulunana kanıtlar ne kadar fazlaysa davanın süresi de o ölçüde kısalacaktır. Ancak tasarrufun tespitinde zorlanma yaşanıyorsa davanın da uzaması söz konusu olacaktır.

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davası, TASARRUFUN İPTALİ TALEBİ Satışın, müvekkilinden mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak yapıldığını, 100.000,00 TL bedelli çek yönünden de ihtiyati haciz müracaatında bulunulduğunu, sonradan icra takip dosya numarasının bildirileceğini belirterek,

Dava konusu İstanbul ili ….nolu bağımsız bölüm dükkan niteliğindeki taşınmazın satışına ilişkin davalılar arasında yapılan tasarruf işleminin iptaline, müvekkiline bu taşınmaz üzerinde haciz koyma ve satış isteme yetkisi tanınmasına  karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı … istinaf başvuru dilekçesi ile; mahkemece, borçlunun ve varsa kefillerin başkaca menkul ve gayrimenkul malları ile hak ve alacaklarının nelerden ibaret olduğu ve değerlerinin davacı alacağını karşılar nispette olup olmadığı yönünde bir araştırma yapmaksızın davanın kabulüne karar vermesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu,

Kendisinin davacı ile diğer davalı arasındaki olay ve meseleleri bilmediğini, gayrimenkulün kendisine gerçek değeri olan 110.000,00 TL bedelle satıldığını, bu bedelin gerçek bedel olduğunun, bilirkişi  raporu ile tespit edildiğini, satıcı ile arasında hiçbir akrabalık ilişkisi bulunmadığını, aksine davacı ile borçlu davalı arasında husumet olup,

Borcun varlığının dahi çekişmeli olduğunu, davanın son celsesinde davalının davayı kabul edip, muvazaalı davrandığını beyan etmesinin, kendisine zarar verme kastından kaynaklandığını, bu beyanın doğru olmadığını, muvazaalı bir işlemin tarafı olmayıp, kaba inşaat halinde almış olduğu dükkanı daha sonra peyderpey tamamladığını, muvazaalı bir satış olsa idi,

Kaba inşaat halindeki bu gayrimenkule masraf yapmasının mümkün olmadığını, niyetinin ihtiyacı için dükkan sahibi olmak olduğunu belirterek, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yeniden esas hakkında talepleri doğrultusunda davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davası İstinaf Kararı

Tüm dosya kapsamından anlaşılacağı üzere, davalı …’nın, dava dışı …. Ltd. Şti. ortağı olduğu, nüfus kayıtlarına göre, davalı şirket temsilcisi … ile yine davalı şirketin eski ortağı …nün kızı …’nün, davalı …’in ortak olduğu dava dışı … Ve Tic. Ltd. Şti.’nin ortağı olduğu, davalı şirket ile davalı …’nın ortağı olduğu şirketin aynı sektörde (inşaat-yapı malzemeleri) faaliyet gösterdikleri, tanık beyanları, davalı şirket temsilcisi …’nün dosyaya ibraz ettiği 08/03/2017 tarihli dilekçesi ve ekleri birlikte değerlendirildiğinde,

Davalı …’in, davalı şirketin mali durumunu bilmemesi mümkün olmadığı gibi, davalı şirketin, alacaklılara zarar verme kastını bilmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu, İstanbul İli Bağcılar İlçesi … parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 11 nolu bağımsız bölümün davalılar arasında yapılan satışının alacaklılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup,

İİK’nın 280. Maddesi uyarınca iptalinin gerektiği, dolayısıyla İlk Derece Mahkemesi’nce verilen kararın usul ve yasaya dosya kapsamına uygun olduğu anlaşılmıştır.

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davası Örnek Karar

TASARRUFUN İPTALİ – DAVACI İLE BORÇLU DAVALININ AKRABA ARKADAŞ ORTAK KAPI KOMŞUSU OLUP OLMADIĞI.

DAVACI VE DAVALI BORÇLUNUN TAKİP KONUSU SENEDİN TANZİM TARİHİNDEKİ EKONOMİK VE SOSYAL DURUMLARI HAKKINDA ZABITA ARAŞTIRMASI YAPTIRILMASI.

ÖZET: Mahkemece dosya içerisindeki bilgi ve belgeler dikkate alınarak davacılar vekilinden bu yöndeki açıklamaları ve delillerinin sorulması, özellikle takip konusu senedin vade tarihi ile banka havale tarihi, davacı ile borçlu davalının akraba, arkadaş, ortak, kapı komşusu olup olmadığı da göz önünde bulundurularak davacılar vekilinin bildireceği deliller ile davalılar vekilleri tarafından bildirilen delillerin tamamının toplanması,

Gerektiğinde davacı ve davalı borçlunun takip konusu senedin tanzim tarihindeki ekonomik ve sosyal durumları hakkında zabıta araştırması yaptırılması, banka kayıtları, vergi ve ticaret sicil kayıtları istenerek varsa tarafların ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması toplanacak tüm delillerin birlikte değerlendirilerek takip konusu alacağın gerçek bir alacak olup olmadığı tartışılarak ve diğer dava şartları da değerlendirilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.

Makalemizde Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davası konusu yer almıştır. Diğer bilgilendirici makaleler için Ankara Avukat ve Gayrimenkul Hukuku Avukatı sayfalarını ziyaret edebilirsiniz.

Muvazaa Nedeniyle Tasarrufun İptali Davası

MUVAZAA SEBEBİYLE AÇIKÇA TAPUNUN İPTALİ TALEP EDİLSE BİLE İİK 283/1 HÜKMÜ UYGULANMALIDIR.

Yazdır

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/4-1446
KARAR NO   : 2021/65

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 20/10/2014
NUMARASI                 : 2014/280 - 2014/413
DAVACI                       : H.Ö. vekili Av. S.C.Y.
DAVALILAR                : 1- T.K. vekilleri Av. F.K. Av. B.G.
                                       2- A.Ö.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptal ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili ve davalı Tijen K. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ile davalılardan Alaiddin Ö.'ün İzmir 4. Aile Mahkemesi'nin 06.06.2005 tarihli ve 2003/2.7 E., 2005/6.4 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, müvekkili tarafından davalı Alaiddin aleyhine katkı payı alacağına ilişkin açılan davada İzmir 12. Aile Mahkemesinin 02.12.2009 tarihli ve 2008/5.2 E., 2009/9.1 K. sayılı kararı ile 30.960 TL'nin tahsiline karar verildiğini, boşanma kararından bir hafta sonra 13.06.2005 tarihinde davalı Alaiddin Ö.’ün adına kayıtlı taşınmazı çok düşük bir bedelle ve hiçbir işi olmayan yeğeni diğer davalı Tijen K.'na satış gibi göstermek suretiyle tapuda devrettiğini, yapılan satış işleminin mal kaçırma amacıyla muvazaalı yapıldığını, bu nedenle davalı Tijen K.’na karşı tapu iptali ve tescil davası açıldığını, katkı payı nedeniyle taşınmazın yarı hissesinin iptali ile müvekkili adına tescilinin talep edildiğini, ancak bu davanın yazılı delil bulunmadığı gerekçesiyle reddedildiğini belirterek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı Alaiddin Ö. adına tapuda kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı Alaiddin Ö., katkı payına ilişkin tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini ve buna ilişkin kararın kesinleştiğini, bu nedenle kesin hüküm itirazının bulunduğunu, ayrıca kötü niyetle açıldığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

6. Davalı Tijen K. vekili, İzmir 12. Aile Mahkemesinin hem müvekkili hem de diğer davalı aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasını reddettiğini, bu kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini, ortada kesin hüküm bulunduğu gibi, dava konusu taşınmazın müvekkili adına tapuya tescilinde muvazaa bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararı:

7. İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.07.2012 tarihli ve 2011/168 E., 2012/276 K. sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın 13.06.2005 tarihinde 12.000 TL bedelle davalı Tijen K.’na satıldığı, davacı ile davalı Alaiddin Ö.’ün 1974 yılında evlenip, 06.06.2005 tarihinde boşandıkları, davacının evlilik birliği içerisinde edinilen tek taşınmaz olan dava konusu yer hakkında katkı payı alacağı davası açtığı ve lehine 30.960 TL alacağa hükmedildiği, davalı Alaiddin Ö.’ün boşanma kararı verilmesinden hemen sonra davacının katkı payı davası açacağı düşüncesiyle taşınmazı yeğeni olan diğer davalıya satış suretiyle devrettiği, ancak satışın danışıklı olup, değerinin de düşük bulunduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile önceki malik adına tescilini talep etmekle beraber; davalı Alaiddin Ö.’ün hayatta olduğu, kısıtlı bulunmadığı, davacının muvazaa nedeniyle tapu iptali tescili talep etmesi yönünde aktif dava ehliyetinin olmadığı, istemin tasarrufun iptali mahiyetinde düşünülmesi durumunda dahi koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

9. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 22.01.2014 tarihli ve 2013/3286 E., 2014/737 K. sayılı kararı ile; “… Dava, Borçlar Yasası’nın 18. maddesinde düzenlenmiş bulunan danışık (muvazaa) iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Kural olarak üçüncü kişiler, danışıklı işlem (muvazaalı muamele) nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü; danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi, onlara karşı işlenmiş haksız eylem niteliğindedir. Ancak, üçüncü kişilerin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların, danışıklı işlemde bulunandan alacakları bulunmalı ve danışıklı işlem o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış olmalıdır.

Diğer yandan; zarara uğradıklarını ileri süren üçüncü kişilerin, danışıklı işlemde bulunduğu iddia edilen kişi hakkında tazminat davası açmış olmaları, bu davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığından danışıklı işlemde bulunanın, üçüncü kişilere borçlu bulunduğunun gerçekleşmesi ve borcunu ödememek için danışıklı hukuki işlem yapmış olması gerekir.

Somut olayda; davacı, davalılardan Alaiddin'in katkı payı alacağına ilişkin hükmedilecek tazminatı ödememek amacıyla dava konusu edilen taşınmazı danışıklı olarak diğer davalıya devredildiği iddiası ile eldeki bu davayı açmıştır. Yargılama sonunda satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması durumunda davacı, satışa konu edilen maldan alacağının tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil şahsi bir sonuç doğuracağından tapunun iptaline değil, İ.İ.K.'nun 283/1. maddesi gereğince, iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya taşınmazın haciz ve satışını isteyebilme hakkı tanınmasına karar verilecektir. Bu davada güdülen amaç da budur. Davacı ile davalı Alaiddin'in İzmir 4. Aile Mahkemesi'nin 06/06/2005 tarih ve 2005/2.7 E., 2005/6.4 K., sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiği, kararın 07/07/2005 tarihinde kesinleştiği, yine davacı tarafından davalı Alaiddin aleyhine katkı payı alacağına ilişkin davada İzmir 12. Aile Mahkemesi'nin 2008/5.2 E., 2009/9.1 K. sayılı kararı ile 30.960,00 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verildiği ve kararın 28/01/2011 tarihinde kesinleştiği, davalı Alaiddin'in üzerine kayıtlı 1.8 ada 1 nolu parselde kayıtlı L Blok 3. kat 7 nolu bağımsız bölümü boşanma davasının karara bağlanmasından bir hafta sonra çok düşük bir bedelle, hiçbir işi olmayan yeğeni diğer davalı Tijen K.'na satış göstererek tapudan devrettiği, yapılan satış işleminin katkı payı alacağından kurtulmaya yönelik olarak muvazaalı yapıldığı anlaşılmaktadır.

Şu durumda, satışın muvazaalı olduğu kanıtlanmıştır. O halde, davanın İİK 283/1 maddesi gözetilerek tapu iptaline gerek olmaksızın davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilmeden yerinde görülmeyen yazılı gerekçeyle istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı:

10. İzmir 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.10.2014 tarihli ve 2014/280 E. 2014/413 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında; hukuk davalarında mahkemenin taleple bağlı olduğu, dava dilekçesinde tapu kaydının iptali ile davalı Alaiddin Ö. adına tescilinin istendiği, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 283. maddesinden söz edilmediği, davacının taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması talebinin de bulunmadığı, İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde belirtilen tasarrufun iptali davalarındaki koşulların bu davada oluşmadığı, davacının tasarruftan önce kesinleşmiş bir alacağı bulunmadığı gibi yapılmış bir icra takibinin mevcut olmadığı, geçici ve kesin aciz vesikası şartlarının da bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili ile davalı Tijen K. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının muvazaa nedeniyle tapu iptali tescili talep etmesi göz önüne alındığında aktif dava ehliyetinin bulunup bulunmadığı ve satışın muvazaalı olduğunu kanıtlayıp kanıtlayamadığı; Özel Dairece bozma kararında davanın İİK’nın 283/1. maddesi gözetilerek tapu iptaline gerek olmaksızın davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğinin belirtilmesinin taleple bağlılık ilkesine aykırılık teşkil edip etmeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

A) Davalı Tijen K. vekilinin temyiz itirazları bakımından yapılan incelemede:

13. Bir nihai kararın şekli anlamda kesinliği ile, o karara karşı artık olağan kanun yollarına (temyiz, karar düzeltme) başvurulamayacağı anlaşılır. Şekli anlamda kesin hükmün amacı, bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Bir nihai karar şekli anlamda kesinleşince, tarafların o davada takip ettikleri amaç gerçekleşmiş olur. Fakat bu, taraflar arasındaki uyuşmazlığın değil, ancak görülmekte olan davanın sona ermesi demektir. Bundan sonra da aynı taraflar arasında aynı uyuşmazlığın yeni bir dava konusu yapılmaması için, başka bir müesseseye yani maddi anlamda kesin hüküm müessesesine ihtiyaç vardır (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.V, 6.b İstanbul 2001, s.4981).

14. Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik gerçekleşir. İstisnai olarak olağanüstü kanun yoluna başvurarak ya da eski hâle getirme mümkün ise bu suretle şekli anlamda kesin hükmü sona erdirmek mümkündür.

15. Gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) şekli anlamda kesinliğin tanımı yapılmamış ise de, çeşitli maddelerde geçen "kesin", "kesinleşme", "kesinleşmiş" sözleriyle şekli anlamda kesin hükmün kastedildiğini söylemek mümkündür.

16. Maddi anlamda kesin hüküm HUMK'da tanımlanmamış olmakla birlikte Kanun'un 237. maddesinde;

“Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir.

Kaziyei muhkeme mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır.” şeklinde maddi anlamda kesin hükmün şartlarına yer verilmiştir.

17. HMK’nın 303/1. maddesinde de maddi anlamda kesin hükmün şartları;

“Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Bu hükümden yola çıkıldığında denebilir ki, kesin hükmün ilk koşulu her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması, ikinci koşulu müddeabihin aynılığı, üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.

18. Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabihin aynılığı, dava konusu yapılmış olan hakların aynı olmasıdır. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hâkimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziksel bakımdan aynı olsa bile bu şeyler üzerinde talep olunan haklar farklı ise müddeabihlerin aynı olduğundan bahsedilemez.

19. Kesin hükmün üçüncü koşulu dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebepten farklı olarak, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise diğer iki koşulun da bulunması hâlinde kesin hükmün varlığından söz edilebilir. Nitekim aynı hususlara Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 22.03.2019 tarihli ve 2017/7 E., 2019/2 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

20. Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Davacı Havva Ö.vekili tarafından davalı Alaiddin Ö. aleyhine İzmir 12. Aile Mahkemesinde açılan davada davacı vekili, dava konusu taşınmazın mümkün ise ½ hissesinin tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tapuda kayıt ve tesciline, bu talebin kabul edilmemesi durumunda katkı payı bedeli olan şimdilik 15.000 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; bu dava ile birleşen diğer davalı Tijen K. aleyhine açılan davada ise, davalı Alaiddin Ö.’ün boşanmadan sonra evlilik birliği içinde alınan evi bir hafta sonra davalı Tijen’e muvazaalı olarak sattığını iddia ederek dava konusu taşınmazın ½ hissesinin iptali ile müvekkili adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

21. Davacı vekili davalılar Alaiddin Ö. ve Tijen K. aleyhine açtığı eldeki davada ise; davalı Alaiddin Ö. tarafından dava konusu taşınmazın muvaazalı olarak diğer davalı Tijen K.’na tapuda devredilmesi nedeniyle müvekkilinin katkı payı alacağını almasının engellendiğini ileri sürerek, dava konusu taşınmazın diğer davalı Alaiddin Ö. adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

22. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, İzmir 12. Aile Mahkemesinde görülüp sonuçlanan birleşen dava ile, eldeki davanın tarafları aynı ise de, konuları (müddeabih) ve dava sebepleri (dayanılan vakıalar) birbirinden farklı olduğundan davalı Tijen K. vekilinin direnme kararı gerekçesine yönelik temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.

B) Davacı vekilinin temyiz itirazları bakımından yapılan incelemede:

23. Dava, muvazaa hukuksal nedenine dayalı olarak açılan tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

24. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK ) 18. maddesinde genel muvazaa düzenlenmiş; maddenin 1. fıkrası ile “Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır.” hükmü getirilmiştir.

25. Bilindiği üzere “tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına” muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denir (Eren, F: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2018, s. 367). Eş söyleyişle muvazaa açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır (7.10.1953 tarihli ve 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı).

26. Muvazaalı bir hukuki işlemden söz edilebilmesi için;

i) Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek oluşturulmuş bir uygunsuzluk,

ii) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti,

iii) Taraflar arasında gizli işlemi oluşturan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.

27. Kural olarak üçüncü kişiler anılan maddeye dayalı olarak, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak üçüncü kişilerin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların, danışıklı işlemde bulunandan alacaklarının bulunması ve danışıklı işlemin o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış olması gerekmektedir.

28. Muvazaa davası, borçlunun yapmış olduğu işlemin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun (işlemin temelinin geçersizliğinin) tespitini amaçladığından, görünürdeki satış işlemlerine karşı açılır. Muvazaaya dayalı tasarrufun iptali davalarında ise davacının icra takibine geçmesi ya da aciz belgesi almasına gerek yoktur. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 2017/17-1507 E., 2020/525 K. sayılı kararında da aynı ilkelere yer verilmiştir.

29. Yüzeysel olarak bakıldığında, iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de, bu benzerlik her iki tür davanın güttüğü amaçtan öteye gitmemektedir. Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yakınsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar. Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne var ki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işleminin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Başka bir ifadeyle yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür.

30. Tasarrufun iptali davası, aynî nitelikte olmayıp kişisel (şahsî) bir dava olduğu hâlde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde, iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK m. 284). İİK'nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılmış iptal davasının amacı, alacaklının davaya konu mal üzerinde, cebri icra yolu ile alacağı miktarla sınırlı olarak hakkını almasını sağlamaktır.

31. Kural olarak iptal davasına konu edilen tasarruflar, muvazaalı akitlerden farklı olarak hukuken geçerlidir. Başka bir ifade ile muvazaalı akitlerde, görülen akit değil tarafların gerçek iradelerine uygun bulunan akit tarafları bağlayıcı olduğu hâlde, İİK'nın 277 ve bunu izleyen maddelerinde düzenlenen tasarruflar özel hukuk ilişkisi açısından geçerliliğini korumaktadır. Bu nedenle, alacaklının gerçek alacak ve ayrıntılarına yetecek miktardaki tasarrufun iptaline, bunun dışında kalan kısmı geçerliliğini koruyacağından, olduğu gibi bırakılmasına karar verilmesi gerekmektedir. Kanun koyucu bu özelliği gözeterek “iptal davasının sübutu hâlinde davaya konu teşkil eden mal üzerinde icra kovuşturması yapılabileceğini, davanın konusu taşınmaz mal olduğu takdirde ise, üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmeksizin taşınmazın haciz ve satışının istenebileceğini” öngörmüştür (İİK. m.283). Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2000 tarihli ve 2000/4-823 E., 2000/851 K.; 25.05.2011 tarihli ve 2011/4-149 E., 2011/346 K.; 02.04.2014 tarihli ve 2013/4-1016 E., 2014/436 K.; 17.01.2019 tarihli ve 2017/17-2051 E., 2019/19 K.; 25.02.2020 ve 2017/1505 E., 2020/204 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

32. Yapılan tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

33. Dava dilekçesinin konusu, maddi olguların anlatılış biçimi ve talep sonucu kısmından da açıkça anlaşılacağı gibi dava BK’nın 18. maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır.

34. Yerel mahkemece eldeki davada İİK’nın 283. maddesinin uygulanmasının taleple bağlılık kuralına aykırı olduğu gerekçesine de dayanılması nedeniyle HMK’nın 26. maddesinde düzenlenen taleple bağlılık kuralına da kısaca değinmek gerekmektedir. Maddeye göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur. Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. İlkenin taşıdığı ilk anlam; tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir. Taleple bağlı olma, yargılama sonucunda davacının talep ettiği haktan daha azına sahip olduğunun belirlenmesi durumunda uygulanmaz (HMK m. 26). Talepten azına karar verme “çoğun içinde az da vardır” esasına dayanmaktadır. Bu kural ise davacının talep sonucu ile aynı nitelikte olan daha azına karar vermeyi ifade etmektedir. Nitekim dava açıldığında davacının talebi maddi hukukta karşılığa sahip olduğu oranda mahkemeden hukuki koruma sağlanmasıdır (Taleple bağlılık kuralı hakkında daha geniş açıklamalara Hukuk Genel Kurulunun 30.05.2018 tarihli ve 2017/23-2539 E., 2018/1149 K. sayılı kararında yer verilmiştir).

35. Eldeki davada, davacıyı alacağından yoksun bırakmak için yapıldığı iddia edilen muvazaalı satış işleminin iptali ve hiç yapılmamış sayılmasının tespiti istenmektedir. Bu davada davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmüştür. Davacının amacı tapunun iptali olmayıp, alacağına kavuşmaktır.

36. Davacı vekili, davalılardan Alaiddin Ö.’ün katkı payı alacağına ilişkin hükmedilecek tazminatı ödememek amacıyla dava konusu edilen taşınmazı danışıklı olarak diğer davalıya devrettiği iddiasıyla eldeki bu davayı açmıştır. Yargılama sonunda satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması durumunda davacı, satışa konu edilen maldan alacağının tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil şahsi bir sonuç doğuracağından tapunun iptaline değil, İİK’nın 283/1. maddesi gereğince, iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya taşınmazın haciz ve satışını isteyebilme hakkı tanınmasına karar verilecektir. Bu davada güdülen amaç da budur. Davacı ile davalı Alaiddin Ö.’ün İzmir 4. Aile Mahkemesinin 06.06.2005 tarihli ve 2003/2.7 E., 2005/6.4 K. sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiği; yine davacı tarafından davalı Alaiddin Ö. aleyhine açılan katkı payı alacağına ilişkin davada İzmir 12. Aile Mahkemesinin 02.12.2009 tarihli ve 2008/5.2 E., 2009/9.1 K. sayılı kararı ile 30.960 TL katkı payı alacağının tahsiline karar verildiği ve bu kararın 28.02.2011 tarihinde kesinleştiği, davalı Alaiddin Ö.’ün 1.8 ada 1 nolu parselde adına kayıtlı L Blok 3. kat 7 nolu bağımsız bölümü boşanma davasının karara bağlanmasından bir hafta sonra çok düşük bir bedelle, hiçbir işi olmayan yeğeni diğer davalı Tijen K.'na satış göstererek tapudan devrettiği, yapılan satış işleminin katkı payı alacağından kurtulmaya yönelik olarak muvazaalı yapıldığı anlaşılmaktadır.

37. O hâlde satışın muvazaalı olduğunun kanıtlanmış olduğu eldeki davada, mahkemece İİK’nın 283/1 maddesi gözetilerek tapu iptaline gerek olmaksızın davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulmalıdır.

38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Borçlar Kanunu ve İcra ve İflâs Kanunu birbirinden farklı nitelik taşıyan kanunlar olduğundan, eldeki dava BK’nın 18. maddesine göre açılan tasarrufun iptali davası niteliği taşıdığından ve taleple bağlılık ilkesi gereğince de İİK’nın 277. maddesine göre açılan tasarrufun iptali davası niteliğini taşımaması nedeniyle İİK’nın 283/1-2 maddesine göre karar verilemeyeceğinden ve davacı tarafın aktif dava ehliyetinin de bulunduğu nazara alınarak direnme kararının belirtilen bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.

39. Diğer taraftan dava tarihi 25.03.2011 olduğu hâlde gerekçeli karar başlığında 16.06.2014 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

40. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

41. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1) Davalı Tijen K. vekilinin temyiz isteminin REDDİNE oy birliğiyle (III-A),

2) Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA oy çokluğuyla (III- B),

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.02.2021 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

Borçlunun mallarının haczedilmesinden önce borçlunun mal ve hakları üzerindeki tasarruf yetkilerinde herhangi bir kısıtlama yoktur. Borçlunun mallarının haczinden veya iflas etmeden önce alacaklılarından mal kaçırmak için yapmış olduğu bağışlamalar ve şüpheli (hileli) tasarrufların iptal ettirilebilmesi için alacaklılara tanınan davaya iptal davası denir. Bu dava İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlemiştir. İİK’nın 277 maddesinde “tasarrufların butlanı” denilmekte ise de burada borçlar hukuku (TBK m.27) anlamında bir butlan yoktur. İptal davasına konu tasarruf başlangıçta geçerlidir ve iptal davası kazanılır ise alacaklı dava konusu malı sanki borçlunun mal varlığında imiş gibi haczettirir, sattırır ve satış bedelinden alacağını alır (İİK m.283,1); geriye para artar ise bu para borçluya değil kendisine karşı iptal davası açılmış olan üçüncü kişiye verilir. Burada tasarrufun maddi hukuk anlamında iptali söz konusu olmayıp mülkiyet borçluya geri dönmez.

İİK 277 ve devamı maddelerine göre açılan iptal davası, dava konusu malın aynına ilişkin bir aynî dava olmayıp, şahsi bir davadır. Yani bu dava ile malın mülkiyetinin davalıdan (üçüncü kişiden) alınarak, borçluya ait olduğuna karar verilmemekte, sadece alacaklı malın bedelinden alacağını (kişisel hakkını) almak yetkisini elde etmektedir (Kuru, Baki: İcra ve İflas Hukuku El Kitabı 2. B. Ankara 2013 s.1397).

İİK 277 ve devamı maddelerine göre açılan davalarda tapu kaydının iptali ile borçlu adına tapuya tesciline karar verilemez.

İİK’nın 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılan tasarrufun iptali davalarının dinlenebilmesi için davacının davalı borçluda gerçek bir alacağının bulunması, borçlu hakkında yapılan icra takibinin kesinleşmiş olması, iptal konusu tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış bir aciz belgesinin bulunması gerekli olup bu şartların varlığı mahkemece resen değerlendirilir.

TBK’nın 19 ve 27 maddeleri çerçevesinde açılan muvazaa davası ise, iptal davasından farklıdır. Tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu gizleyerek onlardan gizlenerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere muvazaalı işlemler denilir (Oğuzman, K/Seliçi/ Ö/Oktay. S: Eşya Hukuku s.301). Başka bir deyişle muvazaa 07/10/1953 tarih ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da belirtildiği üzere “açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde akitlerin (tarafların) kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri halidir”.

Muvazaalı işlemlerde işlem konusu hak veya mal borçlunun mal varlığı dışına çıkmaz. Bu nedenle muvazaalı işlemlerin iptali için İİK’nın 277 ve sonraki maddelerine göre iptal davası açılması yoluna başvurulmasına gerek yoktur. Muvazaalı işlemler istihkak davasına konu teşkil ederler.

Muvazaalı bir işlem konusu mal borçlunun elinde iken haczedilir ve üçüncü kişi İİK 97 uyarınca istihkak davası açarsa, alacaklı davaya cevap yolu ile muvazaa nedeni ile işlemin geçersiz olduğunu muvazaalı işlem konusu mal veya hakkın borçlunun mülkiyetinde olduğunu iddia ve ispat edebilir.

Şayet muvazaalı bir işlem konusu mal üçüncü kişi elinde haczedilmiş ise alacaklı üçüncü kişiye karşı istihkak davası açarak davalı üçüncü kişinin o malı muvazaalı bir tasarruf sonucunda ele geçirdiğini ve bu nedenle malın borçluya ait olduğunu iddia ve ispat edebilir. Lehine tasarruf yapılan kişinin istihkak davasını kazanmış olması, üçüncü kişi aleyhine İİK 277 ve devamı maddeleri uyarınca iptal davası açılmasına engel değildir. Fakat istihkak davası ile iptal davasının amacı aynı olup alacaklılarına zarar vermek isteyen borçlunun işlemlerine karşı alacaklıları korumak istenmektedir.

Muvazaa davası ayni bir dava olup üçüncü kişi konumunda olan alacaklılar da bu davayı açarak görünürdeki işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunun tespitini isteyebilir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının borçlu adına düzeltilmesine karar verir. Alacaklı bu hâlde ilamı icra dairesine sunarak dava konusu taşınmazın borçlunun borcundan dolayı haczedilmesini isteyebilir. Bu hâlde ayrıca bir iptal davası açmasına gerek kalmaz.

Tasarrufun iptali davasının kabulü hâlinde davacı davaya konu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını alma yetkisini elde eder ve dava konusu taşınmaz ise davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine mahal olmadan o tasarrufun haciz ve satışını isteyebilir. (İİK m.283/1)

BK 19. maddesine dayalı muvazaa davası ile muvazaa nedeni ile hüküm ve sonuç doğurmayan işlemlerin iptali istenir. Borçlu tasarruf ve idare yetkisi kendisinde kalmak üzere malı üçüncü kişiye devrediyor ise devretme iradesi olmadığı için işlem muvazaalıdır ve iptal davası açılır.

Ancak ortada bir inanç anlaşması var ise anlaşma gereğince mülkiyet geçerli şekilde karşı tarafa geçeceği için tasarrufun iptali davası açılır. Bu olayda alacaklıya zarar verme kastı vardır. Bu anlamda alacaklı borçlunun iradesini göz önüne alır. Aslında malı borçlu devretmek istemiyor mu, yoksa alacağın tahsilini önlemek için mi devretti? Alacaklının bu soruya vereceği cevaba göre ya BK 19. maddesine dayalı dava ya da İİK 277 ve devamı maddelerine dayalı dava açar. Muvazaa olmadan da salt alacaklıları zarara uğratmak için devir yapılabilir.

Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel bir dava olduğu halde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının borçlu adına tesciline karar verir.

Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK m.284).

Yukarıda belirtilen ilke ve kurallardan da anlaşılacağı üzere TBK 19. maddesine dayalı muvazaa davası ile İİK’nın 277 ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali davası şartları ile hüküm ve sonuçları bakımından birbirinden ayrı davalardır. Alacaklıların “muvazaalı” olduğunu ileri sürdükleri işlemler hakkında iptal davasının hüküm ve sonuçlarından yararlanmak istemeleri ileri sürülen vakıa ile talep sonucu arasında açık bir uyumsuzluk teşkil eder. Muvazaa sebebine dayanan dava ile iptal davasının özelliklerini bir arada barındıran adeta yeni (karma) bir dava türünün meydana getirilmesi beraberinde bir dizi sorunu da getirdiği için isabetli değildir (Erdönmez Gürsoy: Alacaklılara zarar verme kastı ile uygulanan tasarrufların iptali, İstanbul 2017 s.35 ve 36).

Borçluya üçüncü kişinin malına haciz koydurup satış isteme yetkisi ancak borçlu aleyhinde takip yapıp borçlu mal varlığından alacağını alamadığını aciz vesikası ile tevsik ettiğinde tahsil mümkün olmaktadır. Öğretide tasarrufun iptali davasını alacaklının cebri icrada bulunma yetkisinin bir tamamlayıcısı olduğu alacaklının alacağını cebri icra yolu ile tahsil edemeyeceği henüz belli olmadan iptal davası açılmasına izin verilmesi hâlinde borçlu ve üçüncü kişilerin olumsuz şekilde etkileneceği belirtilmektedir. (Yıldırım, Mesut, Kamil/ Deren Yıldırım Nevhis İcra ve iflas hukuku, İstanbul 2016 s. 569-572. Umar, Bilge Türk İcra ve İflas Hukukunda İptal davası, İstanbul 1963s.7-39) Ayrıca muvazaa sebebine dayanarak dava açan alacaklıya haciz ve satış isteme yetkisi verilmesi ve hacze iştirak durumunda İİK 101 maddesinde yazılı hacze imtiyazlı şekilde iştirak etmesi çoğu kez mümkün olmayacaktır.

Borçlunun mali durumunun iyi olduğu bir durumda (borca batık veya aciz hâlinde olmadığı) yaptığı tasarruf nedeniyle uzun yıllar sonra (15-20 yıl) üçüncü kişinin mal varlığının haczedilebileceğinin kabulü hukuk güvenliği ile bağdaşmaz (Erdönmez s.27 ve 33).

Borçlu ile üçüncü kişi arasındaki alacaklıya zarar vermeye yönelik muvazaalı işlemler olarak yapılan bir niteleme ile hem BK 19’a göre geçersizliğin tespiti davası hem de İİK m. 277 dayalı tasarrufun iptali davası açılamaz. Burada maddi hukukun tanıdığı talep hakkı (muvazaa nedeniyle hükümsüzlük) ile takip hukukunun sağladığı talep hakkının (tasarruf iptali) yarışması (hakların yarışması) söz konusu değildir. Çünkü borçlu ile üçüncü kişi arasındaki hukuki fiil geçerli ise muvazaa davası açılamaz. Tersi durumda da iptal davası açılamaz. Dolayısı ile her iki davanın açılabilme konuları (koşul vakıaları) birbirinden farklıdır. Bu davalar iki ayrı hak arama yolunu düzenleyen bir birinden ayrık hükümlere dayanmaktadır (Erdönmez s.28).

Somut olayda davacı Havva Ö.(Ö.) vekili, müvekkilinin davalı Alaiddin Ö. ile 06.06.2005 tarihinde boşandıklarını, boşanmadan bir hafta sonra 13.06.2005 tarihinde Alaiddin’in üzerine kayıtlı evi yeğeni Tijen’e sattığını, bununda açılan katkı payı alacağında verilen tedbir aşamasında anlaşıldığını, yapılan satışın müvekkilinin katkı payı alacağının tahsilini engellemek için muvazaalı yapıldığını, Tijen adına olan tapunun iptali ile Alaiddin adına tescilini talep etmiştir. Açılan davada muvazaanın katkı payı alacağının engellenmesi muvazaa nedeni olarak gösterilmiş ise de bu alacak nedeniyle takip başlatıldığı ve borçlu Alaiddin hakkında bir aciz vesikası alındığı iddiası bulunmamaktadır. İİK 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası açılması koşulları mevcut değildir.

Davacının dava dilekçesi içeriği ile talep sonucunda İİK 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali davası değil BK 18 ve devamı maddelerinde düzenlenen muvazaa nedeniyle tapu iptal tescil davası açtığı anlaşılmaktadır.

Bu davayı üçüncü kişilerde danışıklı (muvazaalı) işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde açabilir ve işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler.

Somut olayda davacı üçüncü kişi konumunda olup davalılardan Alaiddin’in mal kaçırma amacı ile muvazaalı olarak taşınmazı çok düşük bir bedelle diğer davalı olan Tijen’e satarak tapuda devrettiğini, davalı Alaiddin’den katkı payı alacağının olduğuna ilişkin mahkeme kararı olduğunu ileri sürdüğüne göre bu davayı açma hakkı bulunmaktadır.

Mahkemece işin esasının incelenmesi, davacı üçüncü kişinin muvazaa iddiasını her türlü delille ispat etmesi hâlinde davalı Tijen adına olan tapu kaydının iptali ile davalı Alaiddin adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermesi gerekirken, davalının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir. Mahkeme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması görüşünde olduğumuzdan Genel Kurulun kıymetli çoğunluğunun satışın muvazaalı olduğu kanıtlandığı gerekçesi ile davanın İİK’nın 283/1 maddesi gözetilerek tapu iptaline gerek olmaksızın davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu taşınmazın haczi ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulması suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi yönündeki bozma gerekçesine katılamıyoruz.

Nebahat ŞİMŞEK            Dr. Şanver KELEŞ
Üye                                  Üye

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede

© 2024 Toko Cleax. Seluruh hak cipta.