Nazan Bekiroğlu’ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı’na uzanan bir öykü… Trabzon’dan ve Tebriz’den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak… Aslında çok ırmak…
Tebriz’in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra…
Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam...
Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan’ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia...
Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey…
Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon’un “kırık kafiyesi” İsmail, ah İsmail…
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu’nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu.
Nar Ağacı hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap…
Nazan Bekiroğlu'nun kendi aile tarihinin peşine düşmesiyle ortaya çıkan ihtişamlı bir roman. Arka planda Balkan ve I. Dünya Savaşları ve Bolşevik Devrimi olan bir dönemde Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen hayaller kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye...
Merak, zamanı gelmiş bir katmer gibi açılıyor içimde. Haydi, öyleyse zaman geldi. Bir tacir ve bir muhacirin mümkün kıldığı varlığıma şimdi seyyahlık yaraşır. Yol zamanı.
Nazan Bekiroğlu'nun kült romanı. Yazarı bugüne kadar okumamış ciddi bir kitlenin de Nazan Bekiroğlu okuru olmasını sağlamış, kurgusu, karakterleri, dili ve üslubuyla yıllarca keyifle okunacak ve zamana direnecek bir roman.
Memet: Köyden ayrılıp Çukurova’ya gidip çalışarak para kazanmayı hedefleyen arkadaşları arasında en iyimser olan adamdır.
Hösük: Grubun güçlü ve öfkeli üyelerindendir.
Yusuf: Grubun en zayıf ve romanın başından sonuna dek hasta olan karakterdir.
Aşık Ali: Grubun ağırbaşlı, sakin ve en bilge karakteridir.
Memet Çocuk: Grubun en son üyesi olarak, büyük ve basit hayaller kuran, etrafındaki yetişkinler tarafından fazla ciddiye alınmayan bir karakterdir.
KonusuYaşar Kemal, Hüyükteki Nar Ağacı romanı için kesin bir tarih vermemekle birlikte, romanın 1951 yılında yazıldığı ve Marshall Planı’ndan somut olarak bahsedildiği dikkate alındığında, 1950’li yıllarda Çukurova bölgesinde geçtiği sonucuna varılabilir. Bu yıllarda Çukurova’ya gelen traktör ve biçerdöverler, dağdan çalışmak için Çukurova’ya gelen işçileri tamamen işsiz bırakmış ve bu teknolojik gelişmeye bağlı olarak ciddi işsizlik, yoksulluk ve sefalet ortaya çıkmıştır. Bu itibarla Hüyük’teki Nar Ağacı’nın geçtiği yeri ve zamanı ortaya koymak ve bu işçilerin yaşadığı sıkıntıları anlatmak için yazılmış bir roman olduğu söylenebilir.
Memet’in tarlasında ekinler kuruyunca çareyi ovaya gidip ırgatlık yaparak bulur. Evden ayrılmadan önce evin tek geçim kaynağı, küçük keçiyi Duran Efendi’ye satması ve karısına birkaç günlüğüne idare edeceğini, dönüşünde Çukurova’dan birkaç tane getireceğini söylemesidir. Memet, ertesi gün birlikte yola çıkmak için köylüsü Hösük ile anlaşır. Ertesi gün Memet, Höyük ve Aşık Ali yola çıkar. Sağlık sorunu yaşayan Yusuf onları takip eder. Yolda Keklikoğlu’nun çobanı Memet Çocuk’ da ekibe katılır. İş bulmak, para kazanmak, kendilerini beslemek için dolaşırlar. İlk hedefimiz Memet ablamın ve ablamın dediğine göre eskiden çalıştığı çiftliği ziyaret etmek. İki gün sonra burada karşılaştıkları şey tam bir şoktur. Kadın Memet’i tanıdığı halde görmezden gelir. Sarı öküzlere ve Memet gibi insanlara ihtiyaç kalmaz, makineler çiftliğe girer, Yaşlı adam çalışır, eker, biçer. Ekmeği verir ve çöpe atar. Çukurova’da çalışabilecek bir iş aralar. Yolda karşılaştıkları olaylar, Yusuf’un rahatsızlığının artması, kendileri gibi yoldan geçenlerle sohbetleri, Âşık Ali’nin dinlediği şarkılar, sivrisineklerden korunma gibi olaylar yaşarlar. Akköy’de geçici bir iş bulurlar. Artık tamamen umutsuzluğa kapılıp geri dönmenin hayalini kurarken, ormanlık bir köydeki yaşlı bir kadına “Höyükteki Nar Ağacı”nı, övgüsünü, yaraları nasıl iyileştirdiğini, insanların sorunlarına nasıl çareler bulduğunu, açları doyurduğunu anlatmışlardır. Zalimlere yaklaşamamış, cebinin parayla dolduğunu ve isteklerini yerine getirdiğini çünkü orasının “Kırklar Meydanı” olduğunu ve buranın kutsallığını anlatmıştır.
Kısa BilgilerYaşar Kemal’in “doğa-insan ilişkilerini en iyi anlamda verdiğim yapıtlarımdan biri” dediği Hüyükteki Nar Ağacı, traktörün tarıma girmesiyle birlikte işsiz kalan yarıcılar ve mevsimlik işçilerin dramını konu alıyor. Kapitalizmin Çukurova’ya düşen büyük gölgesi, her satırla görünür kılıyor.
“İşte bu romanı ve Yaşar Kemal’in pek çok yapıtını güçlü kılan şey şu ‘doğa-insan ilişkisi’ sözlerinde saklanıyor. Çünkü Yaşar Kemal bu ilişkiye insanın en temel, en eski, dil yaratma yetisiyle özdeş bir niteliğiyle yaklaşıyor. Mitos yaratmak…”
– Güven Turan-
“Hüyükteki Nar Ağacı adlı romandaki tüm unsurların büyüleyici olması dışında Yaşar Kemal bu romanında kâinatın dışından kelimeleri ve Anadolu’da gizlenmiş mikrokosmos hayatlar ve hayaller ile epik yazarların kosmosunu yaratmayı başarmış.”
– Frankfurter Allgemeine Zeitung
NAR AĞACI - Nazan Bekiroğlu / ROMAN - Tarih
Çekinmeden alıp okuyun, çok şeyler katacaktır hayatınıza. Kimi kitapları bitirdiğiniz zaman sevinirsiniz kiminde de üzülürsünüz. Okuduğunuza sevineceğiniz, bitirdiğinize üzüleceğiniz başarılı bir eser ortaya çıkarmış yazar.
Okurken, ‘Acaba biraz daha kısa tutulamaz mıydı?´ diye düşünmedik değil açıkcası. Ancak bir müddet sonra anlıyorsunuz ki yazar hiçbir şeyden taviz vermeden içinden geldiğini dökmüş kağıda. Sonra da fark ediyorsunuz ki yazar bu eseri kaleme alırken yalnız değilmiş; Hastane yatağından İsmail Dayı,tuvalin başından Zehra, halı tezgahlarının arasından Setterhan,evinin önünde oturduğu yerden Hacıbey, akşam yemeğini hazırlarken Büyükhanım, hepsi ama hepsi bu roman yazılırken ordaydılar. Hiçbir şeyin atlanmasına göz yumamazlardı. Onların desteği olmadan böyle bir eseri ortaya koymak da çok zordu(!).Ne dersiniz Nazan Hocam? Onlarda hep yanı başınızdaydılar değil mi?
İki kahramanı burada paylaşamadan geçemezdik, çok az bahsedilse de, onlar olmasa idi bu hikayenin ortaya çıkmasının imkanı olamazdı; İlki Vefanın örneği genç Rus Subayı Vasili.Diğeri cömertlik abidesi Çemil Kaptan. (Cemil değil Çemil).Onlar olmasa idi, o asil duyguları ve yürekleri olmasa idi hiç biri olmazdı. Yaratıcı cömerttir ve cömertleri sever. Çemil kaptanın şahsında başta Karadenizliler olmak üzere bütün cömert yürekli insanlara selam olsun.
Eseri okurken ‘´Alimin mürekkebinin niçin şehidin kanından üstün tutulduğunu´´ daha iyi anlıyorsunuz. Anadolu edebiyatında köklü bir yer bulacak olan ‘Nar Ağacı´ yazarı Sayın Nazan Bekiroğlu Hocamıza en derin minnet ve şükranlarımızı sunmayı bir borç biliriz. Öyle inanıyoruz ki bu eserle yazar ölümsüz insanlar kervanında kendine bir yer buldu bile.
Son söz; Her evde olmalı, herkes tarafından okunmalı.
gatesofmyworld.blogspot.com.tr/2013/02/nar-agac_25.html#more farklı bir okur yorumu için tıklayabilirsiniz. javascript:ntrTemp(); burada da yine bir başka okurun yorumuna göz atmak isteyebilirsiniz.
twitter.com/kitap_okumakwww.facebook.com/Kitap-Okumak-%C4%B0ster-misin-327927040637181/www.youtube.com/user/KitapOkumak/videos
Arka kapaktan :
Nazan Bekiroğlu´ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-hattında geçen muhteşem bir roman. Balkan Savaşı yıllarında başlayıp I. Dünya Savaşı´na uzanan bir öykü... Trabzon´da ve Tebriz´de doğup birbirlerine doğru yolalanikihayat; önce delice akan sonra durgunlaşan iki ırmak... Aslında çok ırmak... Tebriz´in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra... İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiğihayatlar, muhaceret, tehcir, mücadele, kader... Farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu´nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. "Nar Ağacı" bir Doğu masalı kadar zengin, hayal kadar güzel,hayatkadar gerçek bir hikaye... İncelikle işlenmiş karakterleri, zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle yıllarca unutulmayacak bir kitap...
'Nar Ağacı' kitabı gerçek bir roman arkadaşlar. Ben okumadım ama kesinlikle okuyacağım.
Yazarı: Nazan Bekiroğlu.
Dediğim gibi okumadığım için konusunu bilmiyorum ve bu yüzden kitapla ilgili bilgileri 'Kitapçı' adında android uygulamasından aldım. (öneririm güzel bir uygulama.)
Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü...
Trabzon'dan ve Tebriz'den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak... Aslında çok ırmak... Tebriz'in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra...
Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam. Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan'ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia. Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey...
Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon'un "kırık kafiyesi" İsmail, ah İsmail...
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu'nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. "Nar Ağacı" hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye... İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap...
Nazan Bekiroğlu yine mükemmel bir iş çıkartıyor ve Balkan savaşı ile Birinci Dünya Savaşı arasında birbirinden farklı noktalarda tarihin sayfalarında güzel aşk hikayelerini bize sunuyor.
Trabzon, Tebriz, Tiflis, Batum ve İstanbul'da geçen Nar Ağacı romanı ile tarihte bir yolculuğa çıkıyorsunuz ve o zamanın şartlarında iki savaş ile dağılıp bir araya gelen hayatları adeta yaşıyorsunuz.
Aşk romanlarını sevenler için kaçırılmaması gereken romanlardan biri adeta. Bir de tarihin gizemli sayfalarında dolaşmak da hoşunuza gidiyorsa bir oturuşta okuyup bitirebileceğiniz kadar kısa olan uzun bir roman sizi bekliyor demektir.
Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı romanı Trabzon, Tebriz, Tiflis, Batum, Bakü ve İstanbul hakkında geçen mükemmel bir hikaye sunuyor.
Otuz yıl önce postaya verilen mektup dedesinin ölümünün ikinci gününde gelir. Mektupda sadece selam ve adres vardır. Frasçadan Türkçeye çevrilir. Taht-ı Sülayman'dan gelir. Dedesini ve büyük annesini araştırmaya karar verir torunu. Tebriz'e gider ve adresi bulur. Doksana merdiven dayamış bu ihtiyar kalkıp torunu ile Meşhed yollarına düştüğü gibi hem geçmişi hem de bugünü gayet iyi hatırlıyordur. Beyzat amcaya fotoğraflar ve dedesinin hikayesini sorar. Ne olmuştu da Tebriz'li tacir yerini yurdunu terk etmişti, evinden ocağından anasından atasından kopmuştu.
Dedesi Setterhan halı ticareti yapan bir aileden gelir. Taht-ı Suleyman'dan her nasılsa gökten düşen elma gibi Trabzon'a düşüvermişti dedesinin hikayesi. O Tebriz - Batum - Tiflis hattında halı ticareti yapan bir tacirdir. Settarhan, Azam adında bir halı dokuyucu kıza aşık olur. Babası bunu anlar ama önce Yezde gitmesi ve halıları kendi elleri ile teslim etmesi gerektiğini söyler ve dönüşte nişan yapacaklarına söz verir. Azam'ın bunlardan haberi yoktur.
Halıları teslim eder fakat Zerdüst ağasının halısı kalır. Zerdüst ağasının evine vardığında onu oğlu Piruz karşılar. Zerdüst ağasının
cenazesi vardır ama Piruz Serttahanı misafir eder ve ikisi çok iyi arkadaş olurlar. Serttahan Piruzu Taht-ı Suleyman'a davet eder. Piruz daveti kabul eder ve gelir. Serttahan arkadaşına dokuma tezgahlarını gösterir. O anda Piruz Azam'a, Azam da Piruz'a aşık olur ve ikisi birlikte Tah-ı Suleyman'dan kaçarlar. Serttahan ikisini de öldürmesi gerekir yoksa orasını tamamen terk etmesi gerekir. O ikinciyi seçer ve Batum'a gider. Batum'da iken Bolşevik ihtilali patlar ve bir daha Tebriz'e dönemez. Burada arkadaşları olan Safia ve Vasili bulur. En iyi yaptığı iş olan halıcıkta iş bulamayınca Sofia'nın yanında kitapçıda çalışmaya başlar. Sofia ile çok iyi arkadaş olurlar ve birbirlerine her konuda yardımcı olurlar.
Bu sırada Vasili askere gider ve ihtilal olur. Serttahan işinden eve dönerken çeteler tarafından tutuklanır. İhtilal olduktan sonra ortalık karışır ve Vasılı Serttahan'a kaçmasında yardımcı olur fakat Sofia'ya yardım edemezler. Serttahan bir tekneye binerek Trabzon'a gelir. Serttahan burada çaycılığı öğrenir ve para kazandıktan sonra İstanbul'a gitmeye karar verir. Çay ocağında çalışırken birgün çay ocağının sahibi onu Zehra ile tanıştırır. İkisi de birbirine aşık olurlar. Serttahan Zehra'ya İstanbul'a gitmeyi önerir fakat o bunu kabul etmez. Bunun üzerine Serttahan Trabzon'da kalır.
Zehra'yı ve kardeşini ananesi ve dedesi büyütmüştür. Ananesine herkes büyük hanım diye hitap eder. Zehra resim yapmayı sevdiği için ona özel resim hocası tutulur. Kardeşi İsmail ise liseyi bitirir ve askere gider. 1 Ekim 1912'de Balkan Harbi seferberliği ilan edilir. Savaş Trabzon'a kadar genişler ve Rus ordusu Karadeniz kıyısında saldırmadık liman, bombalamadık iskele bırakmamıştır. Bunun üzerine Büyük Hanım Zehra ve yardımcısını alarak Samsun'un yolunu tutar. Hacıbey ise sakat bacağı nedeni ile geride kalmak zorunda kalır. Samsun'dan da bir süre sonra İstanbul'a geçerler. Bolşevik ihtilali ile bütün birlikler geri çağrılır ve böylece Trabzon kurtulur. Bunun üzerine Trabzon'a doğru yola koyulurlar.
Trabzon'a vardıklarında evlerine koşarlar fakat ev bıraktığı gibi değildir. Nar ağacı dalları bahçe duvarına sarkmıştır. Fakat onların tek istediği Hacı beyin sesini işitebilmektir. Onun tahta bacağının sesini işitmekten daha büyük bir armağan olamazdı. Hacı beyi görünce hemen yanına koşup bacağının dibine yığılır. Ertesi sabah nar ağacının kesik gövdesine acıyla baktı.
Kitaba gelen yorumlar da güzel yorumlar. Sürükleyici ve etkisinden çıkamayacağınız bir kitap olduğundan bahsediliyor. Ben derim ki alın ve okuyun. Aramızda okuyanınız varsa onlar da yorumunu sıkıştırıversinler :D
Öperiiim :'*
Bu arada, bir sonraki bölümde hangi Watty kitabını önereyim sizce? Okuma listelerime bakın, oradan seçin lütfen. Okuduğum, okuyacağım kitaplar orada.
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014, p. 927-936, ANKARA-TURKEY NAZAN BEKİROĞLU’NUN NAR AĞACI ROMANINDA EVDE OLMAK / OLMAMAK* Ferhat KORKMAZ** ÖZET Nar Ağacı Nazan Bekiroğlu’nun 2012 yılında Timaş Yayınları arasında çıkan romanıdır. Romanda, köken arayışını yönelen anlatıcı, anneanne ve dedesinin bir araya gelişlerinin izini sürer. Köken arayışı, eserin felsefi atmosferinin oluşmasına olanak tanımıştır. Romandaki anlatıcı “giz”i araştırır. Kullandığı çeşitli ve dinamik anlatım yöntemleriyle arkeolojik bir gezintiye çıkar, şehir ve medeniyetleri bir kavşakta birleştirir, anlatısal bir orman inşa eder. Doğu İran’ın Taht-ı Süleyman kentinden gelen Settarhan’ın öyküsü ile Trabzon’da yaşayan ve Rus işgali sonrasında bir süre şehirden ayrılmak zorunda kalan Zehra’nın simetrik öyküsünün işlendiği romanda, evlerinden ayrılmak ve göç etmek zorunda kalan kahramanların yaşamı ele alınmıştır. Romanda, Trabzon, anlatıcı ve kahramanların evidir, yahut evi haline gelir. Bu çerçevede evin dışına çıkan tekinsiz bir dünyaya atılır. Kendini bulabilmesi ve eve ulaşabilmesi için belli mücadeleler veren karakterler, varoluşlarını yeniden gerçekleştirmek zorunda kalırlar. Romanın fonunda, Osmanlı tarihinin en yoğun savaş dönemi olan Balkan Savaşlarından Birinci Dünya Savaşına uzanan yıkılış öyküsü vardır. Romanın fonundaki bu atmosferde cepheler, sürgünler, salgın hastalıklar, kitlesel ölümler işlenmiştir. Söz konusu fon nedeniyle kahramanlar yeni var oluşlar belirlemek, kendilerini gerçekleştirmek zorunda kalır. Ev, romanda merkezde duran bir anlatı ve varoluş aracıdır. Çalışmamızda, Freud’un üzerinde durduğu ve Heidegger’in felsefi olarak ele aldığı evde olmak (heimlich) ve evde olmamak (unheimlich) kavramları açısından bir değerlendirme yapılacaktır. Anahtar Kelimeler: Nazan Bekiroğlu, Nar Ağacı, Roman, Heimlich, Unheimlich *Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu tespit edilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr. Batman Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, El-mek: [email protected] 928 Ferhat KORKMAZ BEING AT HOME (HEIMLICH) OR NOT BEING AT HOME (UNHEIMLICH) IN NAZAN BEKİROĞLU’S NOVEL NAR AĞACI ABSTRACT Nar Ağacı is a novel of Nazan Bekiroğlu published by Timaş in 2012. The narrator who heads for the search of origin persists the trace of coming together of her grandfather and grandmother in the novel. The search of origin enables the novel to have a philosophical atmosphere. The story of Settarhan who comes from a city of Iran called Taht-ı Süleyman and Zehra who lives in Trabzon and is forced to leave from the city after the Russian invasion is handled in the novel. The writer narrates the lives of the heroes who are forced to leave from their homes and to migrate. In this frame, the heroes of the novel encounter an uncanny world outside their homes. The characters of the novel who have to struggle to find theirselves and to reach their homes are obliged to realize their existence again. There is the collapse of the Ottoman empire from Balkan War to World War I in the background of the novel. The facades, shoots, epidemics and mass deaths are mentioned at this atmosphere of the background of the novel, Home is the instrument of existence that stands in the focus of the novel. In our study, the novel will be assessed in terms of the concepts that Freud emphasized and Heidegger handled philosopically called being at home (heimlich) and not being at home (unheimlich) Keywords: Nazan Bekiroğlu, Nar Ağacı, Novel, Heimlich, Unheimlich Key Words: Nazan Bekiroğlu, Nar Ağacı, Novel, Heimlich, Unheimlich 0.Giriş Freud, “heimlich” ve “unheimlich” kavramlarını, insan psikolojisi bakımından ele alır. İngilizce “The uncanny” sözcüğünün Almanca karşılığı olan “unheimlich” kavramı, Türkçe’ye tekinsizlik ya da bu durumun yokluğu olarak tercüme edilebilir. Unheimlich” kavramı, Almanca’da “heim” (ev) kelimesinden türetilmiştir. Bu kavramları, ilk olarak Ernst Jentsch1906’da “Zur Psychologiedes Unheimlichen” adlı makalesinde kullanır. Freud, bu kavramları Jentsch’ten alır; fakat Jentsch’in çalışmasının ayrıntılı olmadığını savunur (Sellars 1996: 17) “Freud 1919 yılında “Das Unheimliche” çalışmasında tekinsizlik halinin korku, kaygı ve dehşet gibi kavramları açımladığını ve bu kavramların sanat eserinin yaratılmasında etkili olduğunu vurgular (Freud 2003: 123). “Heimlich”, gizli olan; yani kapalı ve anlaşılmaz olandır (agy, 133). “Unheimlich” ise “uncanny”nin karşılığı olarak bunun tam karşıtıdır. Bu kavramlar karşıt olduğu gibi, yersizlik- yurtsuzluk yorumuna da açıktır (Güçbilmez 2004: 5) Martin Heidegger’in varoluş felsefesinde evde olma/olmamak (unheimlich/heimlich) kavramları, varoluşla (dasein) ilişkilendirilir. Evde olma durumu, özel bir alanda kaygı, korku, kriz gibi yabancılaştıran kavramların ötesinde huzurlu bir bulunuş anını imler. Özgür bulunmayı yansıtır. İnsanın kendi kendinde bulunmasıdır.“Dasein endişeliyken kendini ‘unleimlich’ hisseder; bu sözcük normalde ‘tedirgin’ ya da ‘tekinsiz’ anlamına gelir ama düz anlamı ‘eve benzemeyen’dir. Heidegger sözcüğün düz anlamına güçlü bir vurgu yaparak şöyle der: ‘Unleimlichkeit aynı zamanda evde olmama [das Nicht-zuhause-sein] anlamına da gelir. Onlar alanında Dasein ona tam bir sükûnet veren bir his, evde olduğu hissi duyarken, endişe ortaya çıktığında bu his ortadan kalkar ve Dasein içeride oluşu, varoluşsal evde olmama tarzına girer.’ Dahası unleimlichkeit ile Dasein’a gündelikliği içinde damgasını vuran Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı Romanında Evde Olmak / Olmamak 929 sükûnet verici durum arasında bulunan evde olmamaya varoluşsal-ontolojik bir bakış açısından daha asli bir fenomen olarak bakılmalıdır” (Megill 1998: 187-188). Sartre (2009), insanın kendinde bir varlık olarak bulunmasını yahut evde olmasını Heidegger ile aynı doğrultuda açıklar: “… o dünyaya atılmış olarak vardır, bir durum içine bırakılmış olarak vardır; saf bir olumsallık hali olarak, dünyanın tüm diğer şeyleri için (…) O, temelini kendisinin oluşturmadığı bir şeyi, dünyadaki mevcudiyetini, kendinde barındıran olarak vardır.” (s. 140)Yabancılık ve tekinsizlik söz konusu değildir. Varlık ve zaman felsefesinde evde olmama hali ise her türlü tekinsizliğe, yabancılığa, endişeye ve korkuya yol açar. Bunu özel mekân ile kamusal mekân şeklinde iki ayırıp, evde olma hali özel alana, özel olana; kamusal olanda bulunma hali ise genel olana işaret eder. Ev, insan ruhuna ilişkin bir analiz aleti olarak ele alınabilecektir. (Bachelard 2013: 29) Evde olma/olmamanın diyalektik bir yönü bulunacaktır: “Ruhumuz bir konuttur. Ve evleri, odaları hatırlayarak kendi içimizde konaklamayı öğreniriz.”(a.g.y., 30). Yine Bachelard, evin gerçek bir kozmos olduğunu vurgular. Dolayısıyla evin dışına çıkmak kozmosun dışına çıkmak anlamına gelir. Bu da beraberinde tekinsiz bir dünya olgusu ve fırlatılmışlık düşüncesini getirecektir. Dünya romancılık geleneği içinde heimlic-unheimlich kavramları, diyalektik bir yönsemeyle yolculuk teması etrafında işlenmiştir. Geniş coğrafyalarda yolculuk modern öncesi toplumlarda insanın kendini arayışının metaforik izahıdır. Kahramanlar, evden ayrıldıktan sonra tekinsiz bir duruma geçiş yaparlar. Onların dışarıda bulunduğu zaman mücadelenin alanıdır. 20. yüzyıla kadar olan Avrupa romanının mekânı, büyük ölçüde farklı kent ve ülkelerden müteşekkildir. Kahramanların evden ayrılması, romanın temel motifidir. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi temaları evde olmama ile ilişkilendirilebilir. 18. ve 19. Yüzyıl Avrupa romanını örnek alan ilk dönem romancılarımızın eserlerindeki vakalar, büyük ölçüde geniş coğrafyalarda cereyan eder. Mısır, Suriye, Anadolu, Avrupa hatta Amerika kentleri bir şekliyle vaka akışında mekân olarak kullanılmıştır. Yol ve yolculuk Batı romanında olduğu kadar Türk romanının en önemli yapısal özelliklerinden olmuştur. Fakat ilk dönem dünya ve Türk romancılığında olduğu gibi bu yolculuk fizikseldir. Modern romanda ise yolculuk “dıştan içe yönelir.” (Ecevit 2012: 42). İnsanın iç âlemi, sonsuzdur; bu yönüyle evrene benzer. İç yolculuk, dünya dışında olduğu gibi sonsuza uzanır. Şüphesiz ki insanlığın ilk döneminde yol ve yolculuk, arayışın kilometre taşıdır. Heidegger’in açıkladığı “yolda olmak” kavramı, iç yolculuğa gönderme yapar. Düşünce Tarihi Profesörü Alan Megill (1998), Hedidegger için “Onun düşüncesi her zaman yoldadır, amahedefine hiçbir zaman ulaşamaz. Bunun nedeni düşüncenin sonucu değil, düşünmenin kendisini önemli bulmasıdır.” (s.175) Türk romanı da doğduğu günden yana yoldadır. Yol ve yolculuk temaları bir buçuk asırlık roman geleneğimizin en belirgin konularındandır. İnsanın kendini arayışı edebî eserlerin insanlık durumunu ortaya koyma gayretiyle ilgilidir. Nostalji ve ütopya fikirleri ortaya çıkar. Nietzche’nin Apollon-Dyonisos karşıtlığı, tam da kökene ulaşma isteğini yansıtır. Dyonisos ruh ve duyguyu, Apollon aklı temsil eder (Nietzsche 2011: 20). Kierkegaard, Heidegger, Foucault ve Derrida gibi Batılı düşünürler, kökene inme ve iktidar kuran ve baskı altında tutan Apolloncu dilin egemen olmadığı bir dünyaya atılma isteğini varoluş açısından daha gerçekçi bulmuşlardır. Gelecek ve geçmiş arasında ya bir tercih yapmış; yahut şimdide olmak gibi alternatif üretmişler yahut ikisini birden yapı bozuma uğratmışlardır. Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı romanıdaki vakalar, yukarıda söz ettiğimi yol ve yolculuk geleneğiyle sıkı bir ilişki içindedir. Yol ve yolculuk “heimlich” ve “unhehimlich” kavramları romanda önemli bir yer kaplar. Kahramanlar, “unheimlich” durumunun özel temsilcisi konumunda bulunurlar. Bu nedenle romanın kahramanları Settarhan ve Zehra’nın öyküsü sürgün ve göç hadiseleri eşliğinde “heimlich” ve “unheimlich” kavramlarının felsefi atmosferi temelinde ele alınacaktır. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 930 Ferhat KORKMAZ 1.Nar Ağacı Romanı Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı romanındaki zamansal arayış ve kökene dönme isteği, Settarhan ve Zehra’nın simetrik öyküsü bağlamında ele alınmıştır. Anlatıcının anneannesi ve dedesinin öyküsünü araştırarak hakikate ulaşma isteği, kökene inme arayışından kaynaklanır. Nar Ağacı’nda evden sokağa, sokaktan mahalleye, mahalleden şehre, şehirden ülkeye, ülkeden ülke dışına doğru helezonik bir yayılışla çıkıldıkça sürgün ve yabancılaşma kavramlarının etkisi ve tonu artar. Nar Ağacı’ndaki yolculuk, fiziksel bir yolculuktur. Bununla beraber, kahramanların iç âlemlerindeki yolculuk da verilmiştir. Geleneksel ve modern iç içedir. Aşk ve savaş temaları, evde olmak/evde olmamak felsefesini besler. Roman kahramanları evde olma durumundan evde olmama durumuna geçerler. Kahramanların bu seçimi genellikle dışsaldır. Otoriteden kaçış fikri yahut onun tam tersi olan otoriteye karşı koymama ve çaresiz kabuller egemendir. Evlerinden ayrılmak zorunda kalan kahramanların duygu ve düşünce dünyası kaotik bir görünüm kazanır: “Ev olmasa, insan dağılmış bir varlık olurdu. Ev insanı gökten inen fırtınalara karşı koruduğu gibi, yaşamdaki fırtınalara karşı da ayakta tutar. Ev hem beden hem de ruhtur. İnsan varlığının ilk dünyasıdır. Aceleci metafiziklerin vazettiği gibi insan dünyaya fırlatılmış bir varlık olmaktan önce, evin beşiğine yatırılmış bir varlıktır.” (Bachelard 2013: 37) Anlatıcı, geçmiş zamana ulaşmak ve nostalji yapmak için çeşitli gereçler kullanır. Anlatıcının bu tavrı, sihir kutusundan çeşitli malzemeler çıkarıp sahne dekorunu değiştiren sihirbazın tavrına benzer. Fotoğraflar, süs eşyaları ve mektuplar yitik geçmiş zamanı bulup ortaya koymak için araçsallaştırılır. Özellikle fotoğraf, sessiz evrenin yaşar hale gelmesini sağlar. Anlatıcının tavrı, Baudrillard (2012)’ın şu söylemiyle koşuttur: “Kentleri ve dünyayı sessizlik içinde bir baştan bir başa kat etmenin yolu fotoğraftır.” (s.110). Evde olanlar, fotoğraf kareleri yardımıyla evden ayrılmak durumunda kalır. Sessiz dünyada mesafe alınır. Marcel Proust’un Yitik Zamanın Peşinde romanının adından mülhem olarak kullanılan ifade nedenselleştirilir. 12 yaşındayken dedesini kaybeden anlatıcının dedesinin gençlik hikâyesini dinlememesine bağlar: “Yitik zamanın peşindeyim.” (s.12) ifadesi romanda bulunan öteki “leit-motive”lerin mitidir. Romandaki temel arayış, dedenin ülkesini terke mecbur olmasının nedenleridir. Romana bir arayış ve kökene dönme isteği egemen hale gelir. Romanın başında bu durum sorulur ve merak oluşturulur: “Ne olmuştu da Tebrizli tacir yerini yurdunu terk etmiş, evinden, ocağından, anasından kopmuştu.” (s.12) Anlatıcının söylemi, Nietczche’ci Dyonisos söylemiyle koşuttur. Anlatım, varlığın ilk haline dönüş, kaynağa dönüş temi etrafında yoğunlaşır. Zehra ve Settarhan’ın birleşmesi iki ırmağa benzetilir. Zehra, insanın Apolloncu; Settarhan ise Dyonisosçu olan yanını temsil eder: “Benim var olmam için birbirine doğru akmış bu iki ırmağın birleştiği yerde milyonlarca ihtimal arasında mümkünlerden bir mümkünüm ben. Öyleyse mümkünün yola çıkış anını, ırmaklarımın kaynağını bulmam gerek. Dedemin bile başaramadığı şeyi başarmak yani; geri dönmek. Başlangıç noktasına ittiba etmek. Gitmek.” (s.14) Zehra kontrol edilebilir, yazgısı belli olan bir varlık iken Settarhan özgür ve ele alınamayandır. Anlatıcının arkeolojik çözümleme merakı roman kahramanlarının alınyazısını belirler. Romana alınan ve yığılan malzemenin önemli bir kısmı tarihsel bir köken arayışıyla, günümüz tininin geçmişe götürülmesine dönüşür. Anlatıcı, aynaya bakan bir araştırmacı olduğunu çeşitli söylemleriyle teyit eder, gizleme gereği duymaz. Her aynaya bakışında yine kendini görür. Nar Ağacı romanının mekânı klasik romanda olduğu gibi geniş bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın batı ucunda İstanbul, doğu ucunda Bakü, kuzeyinde Batum, güneyinde ise İran’ın bugün arkeolojik sit alanı olan Taht-ı Süleyman adlı yerleşim yeri vardır. Kahramanlar evden ayrıldıktan sonra savrulan hazan yapraklarına dönerler. Kırılgan oldukları kadar kaygı içindedirler. Ölüm ve ayrılık bu kırılganlık ve kaygıyı besler. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı Romanında Evde Olmak / Olmamak 931 2.Anlatıcının Evde Olmayışı: Anlatıcı olarak karşımıza çıkan akademisyenin, Bakü’de gurbet duygusuna kapılması evde olmama durumuna gönderme yapar. Sokakta dinlediği ve akordeon çalan Rus çalgıcısı, yabancılık duygusunu verir: “Yanık, çok yakıcı, çok içli bir ezgiyle başlıyor. Bir hançer kalbimin içini oyup dururken gurbet duygusu yakama yapışıyor.” (s.17) Esasında bu cümleler bize romana egemen olan “evde olmama” sancısının bildirisi mahiyetindedir. Bu cümle aynı zamanda romanın planıdır. Romanda evde olmamayı besleyen kaygı, korku ve tekinsizlik temalarını besleyen üç çevre vardır. Bunlardan birincisi anlatıcı ve çevresi, ikincisi Settarhan çevresi, üçüncüsü Zehra ve çevresi ile bu çevreyle birlikte Anadolu, Balkan ve Kafkasya’da yaşayan halkların evde olmamasıdır. Romanın ana bildirisi evde olma-olmama antinomisine yüklenmiştir. Romanın mesajını ve yapısını oluşturan arkeolojik bir geziye çıkan anlatıcı, hareket ve kurguyu belirleyen unsur olarak evde olma-olmama karşıtlığı ekseninde anlatı katmanlarını ayrıştırır. Romanın arka planındaki simetrik kurguyu besleyen üç doğru vardır. Romanın “üçgen” (triangle) bir deseni var olduğu düşünüldüğünde geniş kenar, Settarhan’ın öyküsüdür. İkinci kenar ise Zehra’nın öyküsüdür. Romandaki desenin dinamik olarak ötekilerden ayrılan üçüncü parçası ise anlatıcının evrenidir. Anlatıcının evreni, dinamik oluşu yönüyle öteki cepheleri silikleştirir, kendi egemenliği altına alır. Anlatıcının egosantrik yanı, bütün hareketi ve felsefi atmosferi belirlemesini sağlar. Anlatıcı, romanın öteki episodlarında bir gölge şahsiyet olarak bulunur. Romanı, klasik Tanrısal bakış açılı roman geleneğine oturtur. Dolayısıyla Anlatıcını evde olmayışı (unheimlich) öteki kahramanların da evden ayrılması mânâsına gelmektedir. Anlatıcının ayak bastığı yerde, romanın protagonistleri evlerinden ayrılarak tekinsiz yerlere yolculuk yaparlar. Kaygı ve korkuyla gevşek ve kaygan bir zemine ayak basarlar. Anlatıcının Bakü’deki misafirliği, “unheimlich” açısından iyi örnek oluşturur. “hasret” (s.17), “gurbet” (s.17) gibi duyguların yanı sıra dinlenen müzikten sonra gözyaşı ve arınma ile kaçış fikri gelişir: “Gidelim diyorum Yasemen’e. Hiç kimsenin yurdu yok burada” (s.17) Anlatıcının evde olmayışı ile köken arayışı arasında her ne kadar paradoksal bir durum görünse de eve dönme isteğinin bir yansıması olarak romana girmiştir. Anlatının “Tacirin yolu buradan geçti mi” (s.18) sorusu, köken arayışının göstergesidir. Öte yandan Anlatıcını kurguyu oluştururken başvurduğu yöntem, romanın kahramanlarının evden ayrılmalarını sağlayan başlıca unsurdur. Romanda masalsı denebilecek bir kurmaca tekniği vardır. Romandaki öyküleme tekniği çerçevesinde kullanılan büyülü nesneyi ele geçirme, evden ayrılma, rehberin eşlik etmesi gibi anlatı parçacıkları, V. Propp’un analizlerine uyabilecek anlatısal işlevlerdir. Masalsı unsurları hatırlatan bir obje olan kutu, öteki sahneleri görünür kılar. “Üzerinde Kız Kulesi’nin resmi bulunan teneke bir kutuyu çıkarıyorum dolaptan. Dedem öldükten sonra onun evinde bulunan, yer yer paslanmış, eğrilip bükülmüş bir kutu bu. Dedemin hazine sandığı. Kapağını açıyorum içindekileri masamın üzerine yayıyorum.” (s.25) Sandıkta mektup, çeşitli değerli taşlar, para ve fotoğraf gibi malzemeler var. Bu malzemelerden fotoğraf romanın anlatısının tetiğidir. Anlatıcı elindeki fotoğraftan yola çıkarak sahne kurgular. Evden ayrılır. Fotoğraftaki donuk insanlar birdenbire hareket kazanır. “Fotoğraf kartonunun üzerinde ölü bir an gibi donmuş olan hayat, bir film karesinin devam tuşuna basılmış gibi, kaldığı yerden devam etmeye başladı” (s.27). Böylelikle Zehra’nın evden ayrılışının kurgusu hazırlanır. Anlatıcı kullandığı yönetimin masalsı olduğunu bilir: “Bana tam anlamıyla ne olduğunu ancak o an anlayabildim. Ben de, Alice’i, Harikalar Diyarı’na geçiren ayna gibi bir fotoğraf kartonunun arkasına geçmiş, eski zaman içine girmiş olmalıyım.” (s.30) Bundan sonra romandaki -flashback-geriye dönüş, yani Balkan Savaşları ve Bolşevik Devrimi zamanına uzanım, hep bu fotoğrafa bakma metoduyla sağlanır. Fakat burada dikkati çeken en önemli husus, mahfazanın, yani teneke kutunun “giz”i ele vermesidir. Gaston Bachelard, Rilke’nin şiirinde kullandığı sandık motifinin giz eşiği olduğunu Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 932 Ferhat KORKMAZ söyler. Şüphesiz ki Nar Ağacı’nda da teneke kutu, gizin eşiğidir. Bu anlatıcını elindeki sihirli kutudur. Psikanalitik bir çözümleme ile söyleyeceksek teneke kutu sayesinde anlatıcının gündüz düşü gördüğünü ifade edebiliriz. Bachelard (2013)’ın vurguladığı gibi kutudaki değerli taşlar, romanımızın merkezi anlatı ekseninin dışavurumudur: “Mahfazada mücevherler ve değerli taşlar varsa, bu bir geçmiş demektir, uzun bir geçmiş, şairin romanlaştıracağı kuşaklar boyunca uzayıp giden bir geçmiş demektir. Değerli taşlar aşktan söz eder elbette. Ama güçten de, yazgıdan da söz edecektir. (…) Mahfazanın içinde unutulmaz şeyler vardır, bizim için unutulmaz şeyler, ama bunlar, hazinemizi sunacağımızı kişiler için de unutulmaz şeylerdir. Geçmiş, şimdiki zaman ve bir gelecek yoğunlaşır orada. İşte bu nedenle, mahfaza da hatırlanmaz olanın (immémorial) hafızasıdır (mémorie).” (s.116). Bununla beraber anlatıcının Kassandra kehaneti yöntemiyle her şeyi önceden bildiğini vurgulaması, anlatının hakim bakış açılı olacağını öncede duyurur. Anlatıcı evinden ayrılır, zamanın olayları arasında başka bir çağa ait başka bir varlık olarak hafızayı yakalamak için girer. Fakat anlatıcının başka çağlarda gezintisi içinde bir şimdilik bulunur. Bu “şimdilik”ler romanın felsefi atmosferinde çeşitli anakronik unsurların ortaya çıkmasına neden olur. Buna İsmail Safa ve Zehra’nın birlikte futbol maçına gitmesi örnek olarak sunulabilir (s.91). Anlatıcını tavrı, oyun oynamayla, meta-kurmacayla yakından ilgilidir. Dolayısıyla romanın bu yönüyle kimi postmodern unsurları içerdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim Yıldız Ecevit (2012), postmodern anlatının “…artık somut yaşamı kurgulamıyor; kendini, nasıl oluştuğunu, nasıl kurgulandığını anlatıyordur” (70) diyerek özelliğini ortaya koyar. Metin artık daha şeffaftır, gerekçelendirilir ve hesap verilebilir düzeye erişmiştir. Nitekim Nar Ağacı’nda yazar-anlatıcının eseri nasıl kurguladığını görebilmekteyiz. Anlatıcının kendi “ben’ini içinde bulunduğu zamanın yüz yıl öncesi bir zamana götürmesinin izahı yapılmıştır: “Ne yarın vardı, ne dün ne bugün. Mutlak bir anın içindeyim.” (s.42). Söz öncesi döneme, kökene dönme isteğinin tezahür edildiği bu gibi ifadeler, bize Nietzscheci mite dönüş isteğini hatırlatmaktadır. Tabi burada Tanpınar’ın bakış açısını ve dahi metinsel söylemini gözden uzak tutmamak gerekmektedir: “Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında” Zeitgeist’in öteki çağlara taşınmasını, anlatıcı, Tanpınar’ın “Bugünün rüzgârında yıkanan mazi gülü” ifadesiyle açıklığa kavuşturur. “Dasein” ile tarih birleştirilir. Geçmişe yolculuğu anlatıcı öğrencileriyle oynadığı zaman makinesine binip geçmişe yolculuk yapma oyunuyla aklileştirir: “Şu anki şuurumuzu alacağız yanımıza. Aksi takdirde bu yolculuğun hiçbir anlamı olmaz ki. Düşünsenize XVI. Asra gitmişiz ama XXI. Asırdan geldiğimizi bilmiyoruz. O zaman ne anlamı var bunun? XVI. Asırda yaşayan herhangi bir Osmanlı’dan ne farkımız kalır.” (s.31) Burada anlatıcı, her ne kadar bir tez sunmaya niyetli gibi görünmese de spekülatif bir tarih yaklaşımı ortaya koyar. Zamanın ruhunu tarihe bir tez olarak yerleştirir. Pratik faydayı içeren bir yaklaşımdır. Pratik fayda, romanın tezinde ortaya konulur. Bu tez ise Anadolu’da yaşayan bütün halkların çektiği acının ortak olduğu yönündeki söyleminden ibarettir. Dolayısıyla 20. Yüzyılın başındaki olayları aydınlatan kuramsal çerçeveye dönüşür. Neticede bu görüş, an’ın statüsünün korunmasına yönelik “conservative” bir yaklaşımı içerir. Bu da ancak evde olma ve bulunmayı istemeyle ilgili bir yaklaşımdır. Anlatıcının eve dönme isteği, mazinin mevcudiyet kazandığı eski yapılarda yaptığı gezilerle ortaya konulur. Dedesini ve anneannesini arayan anlatıcı, gezdikleri mekânları, kullandıkları eşyaları, dokundukları yerleri mitleştirir. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı Romanında Evde Olmak / Olmamak 933 Anlatıcının evde olduğu şehir olarak tek mekân Trabzon’dur. Öteki bütün kentler arkeolojik gezinin bir uğrağı olsa da “unheimlich” bakımından iyi bir örnek olarak görünürler. Batum, Tebriz, Bakü, Taht-ı Süleyman anlatıcının evde olamadığı kentlerdir. Anlatıcı halkları birbirinden ayıran sınırları yapay bulur ve sınırların evde olup olmamaya etkiyen belirleyici yönüne dikkat çeker. Anlatıcının Azeri olan öğrencisi ve aynı zamanda rehberi Yasemen’in Karabağ’a bakışı verilir: “Karabağ’a uzaktan baktım. Bizi ayıran Aras nehrini geçtim. Burada da misafirim.” (s.102) köken arayışına çıkan anlatıcı için evde olduğu mekân Trabzon’dur. Trabzon tasvirlerinde anlatı, bilgi, fikir ve duygu birleşir. Oysa Anlatıcının evde olmadığı mekânlarda bu unsurlar, bütün- birleşik olarak anlatıya yansımaz. 3. Settarhan’ın Evde Olmayışı Settarhan’nın öyküsü, romanın ana mecrasıdır. “Unheimlich” kavramı Settarhan’ın biyografisinde belirginleşir. Settarhan’ın Azam’la evlenememesi kopuşu ve yabancılaşmayı doğurur. Settarhan, ülkesinden ve topraklarından ayrılıp yeni bir hayata geçerek tutunmaya çalışır. Nar Ağacı’nda Settarhan, anlatıcının dedesi olan halı tüccarıdır. Taht-ı Süleyman’da el emeğiyle geniş aile çevresiyle dokudukları halıları, Gürcistan, Azerbaycan; Batum, Bakü gibi farklı ülke ve kentlere götüren kişi Settarhan’dır. Kilim atölyesi geniş evin bir bölümünden oluşur. Hem işletmenin aileye ait olması hem de el emeğinin üretim tarzını oluşturduğu bu ortamda gelişen aşk hikâyesi kurguyu belirler. Settarhan, halasının kızı olan Azam’a âşık olur. Bütün aile çevresi iki gencin de evlenmesine rıza göstermişlerdir. Settarhan, evde dokunan halıları Yezd’de bir Mecusi’ye ait siparişleri vermek için gider ve burada Piruz ile tanışır, dost olurlar. Settarhan’ın Batum, Tiflis ve Bakü gibi kentlere olan ticari yolculuğundan sonra geleneksel aile çevresinde gençlerin nişanlanmasına ve evlenmesine karar verilmiştir. Settarhan yolculuğu sırasında Azam’a değerli mücevherlerden pek çok pahalı hediye alır. Fakat Yezd’de ailesine halı sattığı bir Mecusi olan Piruz, Settarhan’ın ailesini ziyareti sırasında Azam’a âşık olur. Azam da Piruz’a âşık olur. Azam, ailesinin kurguladığı Settarhan ile olan evliliğe zaten sıcak bakmaz, ailesinin Piruz’la evliliği reddetmesi üzerine kaçar . Geleneksel aile çevresi, Settarhan’a töre görevi verir. Bu görev, Azam ve Piruz’u öldürme görevidir. Azam’ın Piruz’la anlaşarak evden ayrılması, romandaki tepe (climax) hadisedir. Görüldüğü gibi, evden ayrılma ya da evde olmama (unheimlich), bütün var oluşun yeniden kurgulanmasını sağlayacaktır. Tam burada, o ana kadar geliştirilen Settarhan karakterine yabancı olan bir sürpriz ortaya çıkar. Settarhan hem aşkından vazgeçer hem de törenin verdiği emri yerine getirmez. Bu tavır onu yabancılaştırır. Altındaki zemin kayar ve evde olmama (unheimlich) durumuna geçer. Tıpkı Heidegger’in varoluş felsefesinde olduğu gibi “nereye gideceğeni bilmeyen” (Çelik 2013: 3) bir insana dönüşür. Bütün bağlarından kopmuş, âdeta yeryüzüne fırlatılmıştır o anda. İçinde büyüttüğü aşka karşı da yabancılaşmıştır. Esasında bunu yapan Settarhan değildir, onun adına karar veren romancıdır. Burada kahramanın özgürlüğü birdenbire elinden kayar, bir başkasına dönüştüğünü görürüz. Beslediği aşk sırasında tutucu davranan Settarhan, romanda yeterince işlendiğine tanık olamadığımız bir karakter yapısına bürünür. Azam da yeterince işlenmemiştir. Kendisi için belirlenen yazgıyı çaresiz yüklenir. Roman’da gerilimi besleyen ve evde olmama durumunu sağlayan temel unsur, Settarhan’ın törenin emrini yerine getirmemesidir. Azam ve Piruz’u bağışlarken artık evine dönemeyeceğini bilir. İçinde yaşadığı dünya yıkılmıştır. Özgürleşmeyi sağlayan kendi kararını vermesi ve otoritenin kendisine yüklediği ahlakî sorumluluğu yerine getirmemesidir. Dolayısıyla romanın devam eden episodlarında Settarhan, özgürleşmiş bir birey olarak yeni bir varoluş gerçekleştirecektir. Bunu sağlayan ise evdeyken evin dışına çıkarılmışolmasıdır. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 934 Ferhat KORKMAZ Şüphesiz ki Settarhan’ın Azam ve Piruz’a ilişmemesinde hem gördüğü rüya, hem de Çiçek Hâla’nın etkisi vardır. Çiçek Hâlâ, Settarhan’a “Bırak (…) Gitsinler. Yollarına çıkma. Bir taş koyulacaksa da yollarına, o taş sen olma.” (s.352) Romana Çiçek Hâlâ’nın ağzından serpiştirilen “Âşık kendisini yakacak cehennem ateşinin önünde önce bir süre ısınır…” (s.351) gibi tasavvufî motifler de Settarhan’ın kararında etkili olur. Settarhan isminin sembolik değeri burada ortaya çıkıyor. Ayıpları örten anlamına gelen Settar aynı zamanda Allah’ın 99 adından biridir. Romanda, Settar ismi yitirilen bir aşkı ve töresel ayıp algısını örtmektedir. Settarhan evden ayrıldıktan sonra Tebriz çarşısında kâinatın ortasında yabancı bir varlık olarak görünür. Çünkü evden ayrılmıştır, evde değildir artık: “…Settarhan ne yapacağını ne edeceğini bilmeden sokaklarda dolaşmaya başladı. Bir yerlere sığması mümkün değildi ve gidecek bir yer de yok gibi görünüyordu.” (s.353)Baudelarie’in ifade etmiş olduğu gibi Setterhan için “…içselliğini yaşayacağı tek bir köşe bile” (aktaran Bachelard 2013: 61) yoktur artık. Eve dönmeyecektir. Sürgünü ve yabancılaşması başlamıştır. Tebriz sokaklarında kendine kimlik soran işgalci İngiliz devriyelerine içine düştüğü durum nedeniyle sayıklar: “İşte kimliğim. Ben Settarhan, Mirza Han’ın oğlu, beyzadeyim. Azam’ı Piruz’a bıraktım. Öcümü alamadım. Ailem gibi kendi başımı da öne eğdim. Hem elim kalkmadı onlara hem de kaldıramadığım elin altında kaldım.” (s.361). Bu cümle, kendisinin yeni tanımıdır. Otoritenin verdiği göreve karşı çıkmıştır ve artık toplumdışı olmuştur. Romanın bu episodu, Heidegger’in sembolik “unheimlich”i için çok iyi bir örnek teşkil eder. Settarhan yabancılaşmanın dışında yurtsuz da kalmıştır. İran ülkesinde sığınacak bir saçak bile kalmamıştır. Romanın öteki motiflerinde olduğu gibi, bu motifte de trajik tonu güçlü bir şekilde yankılanır. Sığındığı hana evden bir mektup gelir. Piruz ve Azam’ın Taht-ı Süleyman’daki gölün kıyısında görüldükleri yazılıdır. Handan karlı bir kış gününde ayrılan Settarhan, iki âşığı gölün kıyısında görür. İkisinin öldürüp öldürmemek arasında kararsız kalır. Kararsız kalmada toplumsal kimliği yeniden inşa edip etmeme problematiği egemendir. Sorun “başı dik olma” ya da “başı öne eğik olma” şeklinde aklileştirilir. Birincisi evde olmayı ikincisi ise evde olmamayı izah eder. Neticede Settarhan toplum dışı olmayı tercih edecek ve yabancılaşacaktır. Artık İran ülkesinde tutunamaz. Batum’a gitmeye karar verir. Arkadaşı Sofya’nın kitapçı dükkânına sığınır. Settarhan’ın Batum’da Bolşevik devrimi sırasında bulunur. Burada tutunamaz. Yeni bir kimlik inşa edemez. Bir Türk milisini tutuklamaya çalışan Rus askeri öldürür. Kaçmak zorunda kalır. Trabzon’a gelir. Trabzon, Settarhan için eve dönmeyi temsil eder. Kendisine olabildiğince yabancı olan bir kente Tebriz’de misafir olarak kaldığı Dağıstanlı şeyhin tekkesinde öğrendiği çay demlemeyi iyi bilmesi nedeniyle uyum sağlar. Yeni bir çevre ve iş edinir. Zehra ile tanıştırılır ve evlenir. Romanda leit-motive olarak kullanılan ve iki ırmağın birleşmesini anlatan bu ifadelerin işlevi, Zehra ve Settarhan’ın evlenmesini sağlamaktır. 4. Zehra ve Çevresinin Evde Olmayışı Zehra, romanda norm karakter olarak işlev görür. Bütün görevi, Settarhan ile Trabzon’da birleşmeyi sağlamaktır. Dolayısıyla Settarhan’ın evde olmayışı üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. Fakat roman tezli bir roman olduğu için, Zehra’nın da “heimlich” durumundan “unheimlich” durumuna geçmesi, eserde kurulan denklemin doğal sonucudur. Zehra, ağabeyi İsmail Safa ile büyükanne ve büyükbabalarıyla birlikte yaşarlar. Zehra’nın annesi doğum sırasında ölür, altı ay sonra babası da ölür. Büyükhanım ve Hacıbey ile yaşayan iki kardeşin mutluluğu, Balkan savaşları sırasında bozulur. Balkan savaşları nedeniyle seferberlik ilan edilir; İsmail Safa gönüllü olarak cepheye gider, bir daha dönmez. Dört kişiden oluşan aile bireylerinden üçü, evden ayrılmak zorunda kalır. Dolayısıyla kahramanlar “heimlich” durumundan “unheimlich” durumuna geçerler, tekinsiz bir dünyaya atılırlar. Romandaki evde olma/olmama durumu temel dinamiktir. Osmanlı Devletinin son döneminde daha doğrusu son 10-12 yılında yaşananlarının tez olarak sunulmasından ibarettir. Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 Nazan Bekiroğlu’nun Nar Ağacı Romanında Evde Olmak / Olmamak 935 Balkan ve Kafkasya bölgelerinde toprak kayıplarından sonra ülkeye akın eden göçmenler, kaybedilen şehirlerden ayrılmak zorunda kalan ve sürülenler, romandaki esas metaforun oluşmasını sağlar. Buna Ermeni tehciri de dahildir. Romancının asıl tezi olan sürgün izleği bağlamında Anadolu, Balkan ve Kafkas topraklarında yaşayan bütün halkların “heimlich” durumundan “unheimlich” durumuna geçmesi ikame edilir. Zehra ve çevresinin öyküsü, siyasal ve toplumsal fonda yaşanan sürgün, yerinden edilmişlik, tekinsiz bir dünyaya fırlatılmışlık gibi kavramlar açısından dengeleyici unsur olarak kullanılmak istenmiştir. Zehra’nın dedesi de 93 harbi savaşında cepheye gider. Kendi çabalarıyla ve epik bir anlatının parçası olarak İran topraklarından yaşadığı şehre geri dönmeyi başarır; fakat büyük bedel ödemiştir. Ayağını kaybetmiştir. Liseyi yeni bitiren İsmail Safa, seferberlik çağrısından sonra Balkan savaşlarına gönüllü olarak katılır. Trabzon Sultanisinin yeni mezunları ve edebiyat hocası İbrahim Alâaddin cepheye gönüllü olarak giderler (s.196).İsmail Safa’nın resim öğretmeni ve aynı zamanda Zehra’ya ders veren özel öğretmen olan Celil Hikmet Bey de cepheye, yükümlü olarak gider. Savaş, evde olmamanın en tekinsiz halidir. Gönüllü ve yükümlüleri Balkan harbine taşıyan Gülcemal vapuru yolda fırtınaya yakalanır. Deniz tekinsiz bir mekândır. Bütün kaygıyı besler. Deniz yolculuğu, dünyaya fırlatılmayı temsil eder. Dikkat edilirse Settarhan ve Zehra için ev, güvende olmanın, yerleşik ve ruhsal olanın korunması anlamında işlev görür. İki kahramanda en büyük acılarını evden ayrıldıktan sonra yaşarlar. İsmail Safa, “tek kurşun atamadan” hastalık nedeniyle ölür. Hastane ve hastalık motifi, evde olmamayı veya evi terk etmeyi önemli ölçüde yansıtır. İsmail Safa, ölmeden önce sayıklamaya başlar, hummalar içinde canını teslim eder. Romanda Settarhan, Hacıbey, İsmail Safa ve Zehra’nın evden ayrılışı işlenmiştir. Zehra’nın Trabzon’un Rus işgalinden sonra Büyükhanımla birlikte yerlerinden ayrılması, romandaki tezi sağlamlaştırmak gayesini içermektedir. Nitekim Rus işgali sonrasında Trabzon’da zorunlu bir göç olgusu yaşanmaz. Hatta Hacıbey evinde kalır. Hacıbey’in evden ayrılmaması, bacaklarından birini kaybetmiş olmasına ve dolayısıyla yola çıkamayacağına bağlanır. Fakat Büyükhanım ve Zehra’nın evden ayrılmasını gerektirecek bir durum söz konusu değildir. Romanda yeterli gerekçe göremeyiz. Büyükhanım ve Zehra evden ayrılmaya önceden karar vermiş gibidir. Adeta Rus işgalini beklemektedirler. Trabzon’da yaşayan Ermenilerin tehcire yollanması karşısına konulan evden ayrılma hadisesi, acıyı tüm halklar için ortaklaştırır ve romandaki diyalektiğin gereğidir. Esasında anlatıcı Zehra ve Büyükhanım’ın evlerini terk etmesini benzer bir motifle idari emre bağlar. Tellâllar şehirde günde beş defa bağırırlar: “Muhacirlik var emir çıktı. Vali Cemal Azmi Bey şehir merkezini Ordu’ya taşıyor. Bu itibarla “halkın şehri boşaltması, Giresun tarafına doğru acilen yola çıkması, ayağına bağ olacak eşyayı burada bırakması, ancak çok aciliyetli olanları yanına alması, hayatî ehemmiyette olanlardan başkasını yük etmemesi…” (s.271-272) gerekmektedir. Zehra ve çevresinin evden ayrılması hadisesinin, İttihat ve Terakki Partisi’nin 1915 yılındaki tehcir emrine denk düşen bir tez olarak romana konulduğunu görebiliyoruz. Romanda en dehşet verici yolculuk da Zehra ve çevresinin evden ayrılma esnasında işlenmiştir. “Unleimlich” kavramnın temel kavramları olan kaygı, korku, dehşet ve tekinsizlik, Trabzon-İstanbul yolculuğu sırasında yoğun olarak ele alınmıştır. Sonuç Nar Ağacı romanında anlatıcı, çıktığı köken yolculuğunda gezdiği şehirlerde bir arkeolog gibi kazı yapar. Evin dışına çıkan anlatıcıda daima bir kaygı ve tekinsizlik hali vardır. Settarhan, Azam’ı kaybettikten sonra evin dışına çıkar ve âdeta kozmosa fırlatılır. Bütün yapması gereken yeniden doğmak, var olmaktır. Uzun bir yolculuktan sonra Trabzon’da sığındığı ve çalışmaya başladığı kahvede yeniden doğumunu gerçekleştirir. Zehra ve Büyükhanım’ın Rus işgalinden sonra İstanbul’a olan yolculukları İsmail Safa’nın yolculuğu kadar korkutucudur. 20. Yüzyılın hemen başlarında başka yerlere yapılan yolculuk, kaygı duygusunun artmasına neden olur. “Unleimlich” Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014 936 Ferhat KORKMAZ kavramı, romanın düşünsel, felsefi ve psikolojik arka planının belirleyici temel unsurudur. Kahramanlar, tıpkı masallardaki gibi aşmak zorunda kaldıkları dağ, ırmak ve denizin çıkardığı güçlükleri yenmek ve eve ulaşmak zorundadırlar. Eve yolculuk, romanın ana motifidir. Köken arayışına çıkmış olan anlatıcının kahramanlarını yola çıkarma ve eve ulaştırma isteği, romanın temel şablonunu oluşturur. Evin dışında kalanlar yahut eve ulaşamayanlar, mevcudiyetlerini yitirmişlerdir. İsmail Safa eve ulaşamamıştır. Zehra ve Büyükhanım’ın yolculuğu sırasında karşılaştıkları birçok insan eve ulaşamaz. Roman atmosferi evden ayrılanlar ve eve gidenler problemi üzerine kurulmuştur. Ermeniler, Balkan ve Kafkasya’da yaşayan Türkler (Müslümanlar) evlerinden ayrılmaya mecbur edilmişlerdir. Romandaki bütün ulaşım araçları, evden ayrılanların bir süre konakladıkları mekân hüviyetindedir. Romanda evin dışına çıkan, bu korkutucu ve tekin olmayan atmosferle karşı karşıya kalır. Yeni bir varoluş alanına savrulmuş olur; neticede kendinden ayrılan, eve ulaşarak kendine döner. KAYNAKÇA BACHELARD (2013), Gaston, Mekânın Poetikası, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul. BARRETT (2004), Michéle, Marx’tanFoucault’ya İdeoloji, Çev. Ahmet Fethi, Doruk Yayınları, Ankara BAUDRILLARD (2012), Jean, Kusursuz Cinayet, Çev. Necmettin Sevil, Ayrıntı Yayınları, İstanbul BEKİROĞLU (Nisan 2013), Nazan, Nar Ağacı, Timaş Yayınları, İstanbul. CEBECİ (2004),Oğuz, Psikanalitik Edebiyat Kuramı, İthaki Yayınları, İstanbul ÇELİK (2013), Tuğba, Varoluş ve Roman, Anı Yayınları, Ankara ECEVİT (2012), Yıldız, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yayınları, İstanbul. FREUD (2003), Sigmund, “The Uncanny”, Translated by: David Mclintock, Penguin Books, London GÜÇBİLMEZ (2004), Beliz, “Tekinsiz Tiyatro: Sahibinin Sesi/Sevim Burak’ın Metninde Tekinsiz Teatrallik ve Minör Sesin Temsili”, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 2004; 16, 1-16 MEGILL (1998), Allan, Aşırılığın Peygamberleri Nietsche, Heidegger, Foucault, Derrida, Çev. Tuncay Birkan, Bilim ve Sanat Yayınları, İstanbul. NIETZSCHE (2011), Friedrich, Müziğin Ruhundan Tragedyanın Doğuşu, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları, İstanbul SARTRE (2009), Jean-Paul, Varlık ve Hiçlik, Çev. Turhan Ilgaz-Gaye Çankaya Eksen, İthaki Yayınları, İstanbul SELLAR (1996), Roy, “Ernst Jenstch, On The Pschology of the Uncanny”, Vol. 2, Isuue:1, Angelaki, Oxford, England TİMUR (2012), Kemal, Meçhule Yolculuk, Akademik Kitaplar, İstanbul PROPP (2011), Vladimir, Masalın Biçimbilimi, Çev: M. Rifat, İş Bankası Kültür Yay., İstanbul Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 9/3 Winter 2014
Yazar(lar)
Kategori(ler)
Yayınevi
Kırık link ya da bozuk dosya mı var?Sitemizdeki tüm kitapların orijinali ePub formatındadır. Diğer formatlar siteye yüklendikten sonra bilgisayar tarafından çevrildiği için PDF ve mobi dosyalarında sorun olan kitaplar olabilir.
Ancak tüm kitapların ePub formatı çalışır, tekrar ePub formatını indirirken krediniz gitmez. ePub dosyayı indirip direkt okuyabilir ya da PDF'e kendiniz çevirebilirsiniz.
Lütfen çalışmayan link / dosyaları bize Geri Bildirim Formu üzerinden bildirin.
ePub dosyalarını bilgisayarınızda açmak ve başka formatlara çevirmek için Calibre e-kitap yönetim programını kullanabilirsiniz.
E-Kitap Formatları sayfamızı ve E-Kitapları Nasıl Okurum? sayfamızı inceleyerek daha fazla bilgi alabilirsiniz.
Nazan Bekiroğlu'ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü...
Trabzon'dan ve Tebriz'den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak... Aslında çok ırmak... Tebriz'in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra...
Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam. Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan'ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia. Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey...
Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon'un "kırık kafiyesi" İsmail, ah İsmail...
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu'nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. "Nar Ağacı" hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap...
+Dedim ya yorgunum. Çok yorgunum. Çok uzak yollardan yürüyerek geldim ben. Peki ya sen? Sen de benim kadar yorgun musun? - Ben de yorgunum. Ben de çok uzak yollardan yürüyerek geldim. Ama benim bütün geçmişim sen bir nazar edersen aklanır, çünkü senin gözlerinde bir cennet bakışı var.
Bunca yolu yürürken yaşımın üstünde büyüdüm ben. Mahşerlerin içinden geçtim. Sandım ki öldüm de cehennemdeyim ama ne zaman öldüğümü bilemedim.
Böyle bir yorgunluğu ancak benzer yollar yürümüş olan anlar. Senin yorgunluğun benim yorgunluğum, senin gördüklerini ancak benim gördüklerim siler. Gerisin geri birlikte yürürsek eğer o yollar haritadan silinir gider. Bütün işaret taşlarını iptal edebilir, bütün güzergahları ihlal edebiliriz. Bütün o sesleri, tatları, kokuları yok edebiliriz. İnkar erme kalbin mucizesini yeter ki el ver.
Bir tarafımız hep kırık kalacak belki ama ihtimal bir kafiye tutturabiliriz. Bütün yorgunluklarımızı yek diğerinde dinlendirebilir, birbirimize sığınabilir, iki ayrı ırmağın delicesinde değil bir ırmağın derininde alabiliriz. Yeniden deneyebiliriz.
Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim +Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin
Setterhan: Taht-I Süleyman’da (İran) da doğmuş Azeri Türk gencidir. Halı tüccarlığı yapan varlıklı bir ailenin tek oğludur. Güçlü kuvvetli, yetenekli birisidir. Önce Azam’a sonrasında Sofia’ ya âşık olur ama kavuşamaz. Trabzon’a yerleşip Zehra ile evlenir.
Mirza Han: Setterhanın babasıdır. Halı tüccarlığı yapar.
Azam: Setterhan’ın âşık olduğu kadındır. Ancak o Piruz’la evlenir.
Piruz: Zerdüşt ağasının oğludur. Azam’ı ilk gördüğünde âşık olur ve birlikte kaçarlar.
Sofia: Setterhan’ın ikinci aşkıdır. Batum da kitapçı dükkânı olan genç kız ihtilal yanlısıdır. Bolşevik ihtilaliyle Setterhan’la yolları ayrılır.
Zehra: Yazarın anneannesidir. Zehra babaannesi ve dedesiyle Trabzon’da yaşayan genç bir kızdır. Balkan Harbinde ağabeyini ve sevdiği adamı kaybeder. Savaş sonrasında Seyterhanla evlenir.
İsmail: Zehra’nın ağabeyidir. Şiirler yazan, hayali İstanbul’da okumak olan geç adam savaşta hastalanır hayatını kaybeder.
Celil Hikmet Bey: Zehra’nın erim hocası aynı zamanda sevdiği adamdır. Savaşta hayatını kaybeder.
Büyükhanım: Zehra ve İsmail’in babaannesidir. Güçlü karakteriyle Anadolu kadınını temsil eder.
Hacı Bey: Büyükhanımın eşidir. Savaşı ve getirdiklerini bilen güçlü bir karakterdir.
KonusuTrabzon, Tebriz, Tiflis, Batum, Bakü ve İstanbul hattında geçiyor. Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşı yıllarını ve insanların savaşla bitlikte savrulan hayatlarını konu edinmiş Nazan Bekiroğlu’nun eseri. İnsanlar yurtlarını terk etmek zorunda kalıp, muhacirliği yaşarken yolda onlara acı, sefalet, açlık, gözyaşı eşlik etmiş. Karakter sayısı olarak zengin olan hikâye, yaşanan yılların getirdiği zor şartların olayların seyrini değiştirdiğini görüyoruz. Yaşanamamış aşklara, yitip giden gencecik hayatlara ve her şeye rağmen verilen mücadeleye tanık oluyoruz. Savaş rüzgârıyla savrulan ve kesişen hayatları yine bu karanlık gölgede içinde bütün duyguları ve savaşa göre şekillenen hayat hikâyelerini barındırıyor. Roman okuyucuyu o döneme götürerek bir nevi barışın da altını çizer. Yakın tarihe yazarla birlikte zaman yolculuğu yaptığımız, içinde aşkı ve ayrılıkları göreceğimiz güzel bir eser.
Yazar daha 12 yaşındayken dedesinin Taht-I Süleyman’a gönderdiği ve geri dönen mektubu bir kez daha eline alır. Aradan geçen otuz yıla rağmen elinde sadece bir mektup ve teneke bir kutuda eski fotoğraflardan başka bir belge yoktur. Dedesi Setterhan’ın doğduğu Taht-I Süleyman’ı ve onu Trabzon’a getiren nedenleri araştırmaya başlar. Fakat aradan uzun yıllar geçmiştir ve ne dedesine ne de akrabalarına ulaşabilmesi çok mümkün görünmemektedir. Üniversitede akademisyen olan yazarımız yüksek lisans için Türkiye’ye gelen öğrencilerinin yardımıyla dedesinin yakınlarına ulaşır.
İki farklı yerde doğan nehrin ilki olan Setterhan, halı tüccarı olan Tebriz’li varlıklı bir ailenin tek oğludur. Babası Mirza Han’dan mesleğinin bütün inceliklerini öğrenmiştir ve halı tüccarlığı yapmaktadır. Akrabası ve aynı zamanda halı ustası olan Azam’a âşık olur. Setterhan’ın ailesi bunu fark eder ve Setterhan’ın siparişlerinin teslimlerinden sonrasına bir nişan düzenlemeye karar verirler. Azam’a bundan bahsetmezler. Kahramanımız Yezd’de gider, orada Zerdüşt Ağasının oğlu Piruz ile tanışıp arkadaş olur. Setterhanın daveti üzerine Taht-I Süleyman’a gelen Piruz halıları incelerken Azam’ı görür ve birbirlerine âşık olurlar. Evlenmelerine karşı çıkılacağı için kaçarlar. Setterhan aşkını kaybetmenin yanı sıra o dönemin törelerine göre ikisini de öldürmesi gerektir, aksi halde orayı terk etmesi istenir. Setterhan kendisine verilen görevi yerine getiremez ve doğduğu toprakları bir daha geri gelmemek üzere terk eder. Batum’a daha önceden tanıştığı bir kadın olan Sofia’nın yanına gider. Genç kadının kitapçı dükkânında çalışmaya başlar. Sofia ihtilal yanlısı ve aktivist bir kadındır. İkisi de birbirlerine âşık olurlar fakat genç kadınının idealleri aşkından üstün gelir. Bu sıralarda Bolşevik İhtilali olur. Setterhan kendisi için verilen ölüm kararından kaçar ve Trabzon’a sığınır. Amacı buradan İstanbul’a gidip mesleğini orada yapmaktır. Ne varki varlıklı bir ailenin oğluyken burada parasız ve kimsesizdir. Trabzon eşrafı ona iş ve kalacak yer verir. Setterhan muhacir olduğu yeni memleketinde bir süre sonra çalıştığı kahvehanenin ortağı olur. Ama aklı doğduğu topraklardadır.
Yazarın anneannesi olan Zehra’nın yaşam hikâyesi, birleşmeyi bekleyen nehrin ikincisidir.
Zehra anne ve babasını kaybettikten sonra ağabeyi ile birlikte büyükhanım(babaannesi) ve dedesi Hacı Bey ile birlikte Trabzon’da yaşamaktadır. Varlıklı bir ailenin torunu olan Zehra resim dersi aldığı öğretmeni Celil Hikmet Efendi ile birbirlerini severler. Nişanlanacakları sırada Balkan Harbi başlar, seferberlik ilan edilir. İsmail ve Celil Hikmet askere alınırlar ancak bir daha geri dönmezler. Rus ordusu Trabzon’u bombalamaya başlamasıyla Büyükhanım Zehra ve Ermeni komşunun küçük kızı Anuş’u ve yardımcılarını da alarak İstanbul’a doğru yola çıkarlar. Dedesi Hacı Bey onlara katılamaz. Yol boyunca muhacirlerin çektikleri eziyet, açlık sefalet ve savaşın soğuk yüzünü iliklerine kadar hissederler. Büyükhanım öksüz bir çocuğu küçük kafilesine dâhil eder. İstanbul’a Hacı Beyin yiyeninin yanına yerleşirler. İstanbul güvenli bir yer olsa da muhacirlerin göçüyle birlikte çehresi değişen bir şehir olmuştur. Aradan geçen iki yılın sonunda Rusya’da Bolşevik İhtilali olur ve Rus askeri Trabzon’dan çekilir. Büyükhanım küçük kafilesini alıp Trabzon’a geri döner. Şehre vardıklarında hiçbir şey bıraktıkları gibi değildir. Bahçedeki nar ağacı bile savaşı yaşamış, kesilmesine rağmen yine de filiz vermiştir.
İki ırmağın yani iki yaşam hikâyesinin birleştiği an;
Setterhan dürüstlüğü, çalışkanlığıyla trabzon eşrafı tarafından sevilen birisi olmuştur. Sıla özlemini bilenler çareyi onu evlendirmekte bulurlar. Zehra’da Trabzon’un incisidir. Tanıştırılan iki genç anlaşırlar. Setterhan Zehra ile evlenir ve Trabzon’a yerleşir.
Kısa BilgilerNazan Bekiroğlu’ndan Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-İstanbul hattında geçen muhteşem bir roman.
Balkan Savaşı döneminde başlayıp I. Dünya Savaşı’na uzanan bir öykü…
Trabzon’dan ve Tebriz’den doğup birbirlerine doğru yol alan iki hayat; önce deli akan sonra durgunlaşan iki ırmak… Aslında çok ırmak… Tebriz’in en büyük, en asil halı tüccarının deli fişek oğlu Settarhan ve Trabzonlu inci tanesi Zehra…
Ateşin bakışlı ateşin duruşlu; ırmağını kendi bildiğince alev ateş akıtmayı seçen bir genç kız Azam. Adı ne aşk ne de dostluk olan bir duyguyla Settarhan’ın ırmağına dolanan Batumlu kitapçı Sophia. Acıyla yoğrulan, yoğruldukça durulaşan, kendi varlıklarını sevdiklerinin varlığında eriten Büyükhanım ve Hacıbey…
Ve hep kendi içine doğru akan, kendi ırmağını gencecik yaşta milleti için kurutan, Trabzon’un “kırık kafiyesi” İsmail, ah İsmail…
İki büyük savaşın savurup yeniden şekillendirdiği hayatlar, muhaceret, mücadele, kader, farklı inançların aktığı ortak zemin, üç ülke ve üç sevda Nazan Bekiroğlu’nun mürekkebi aşk olan kaleminde buluştu. “Nar Ağacı” hayal kadar zengin, roman kadar güzel, tarih kadar gerçek bir hikâye… İncelikle işlenmiş karakterleri, son derece zengin detayları ve dönemi anlatmadaki maharetiyle okuyanı çarpacak ve yıllarca unutulmayacak bir kitap…
Kitap Türü:Yerli Romanlar, Romantik Aşk
Nazan Bekiroğlu
Yerli Romanlar, Romantik Aşk
536
Merve • 14-10-2012 22:03
18-10-2012 21:34
18-10-2012 21:45
26-10-2012 15:00
27-10-2012 23:53
29-10-2012 20:18
30-10-2012 18:47
02-11-2012 23:31
16-11-2012 15:01
21-11-2012 15:50
23-11-2012 00:31
03-12-2012 20:54
06-12-2012 14:55
07-12-2012 20:21
08-12-2012 18:48
10-12-2012 12:01
12-12-2012 22:22
13-12-2012 13:29
14-12-2012 10:00
14-12-2012 10:04
15-12-2012 20:45
16-12-2012 01:26
16-12-2012 01:27
18-12-2012 03:16
23-12-2012 23:22
25-12-2012 22:44
28-12-2012 16:03
29-12-2012 15:53
29-12-2012 15:54
29-12-2012 17:42
31-12-2012 17:19
01-01-2013 20:44
02-01-2013 18:18
03-01-2013 13:26
03-01-2013 23:41
04-01-2013 08:04
04-01-2013 22:02
09-01-2013 09:38
09-01-2013 17:07
11-01-2013 14:34
12-01-2013 10:48
12-01-2013 22:40
18-01-2013 22:45
20-01-2013 18:28
22-01-2013 14:16
24-01-2013 13:40
26-01-2013 11:28
30-01-2013 15:09
31-01-2013 13:12
31-01-2013 20:29
01-02-2013 10:23
02-02-2013 15:28
12-02-2013 16:49
12-02-2013 20:54
13-02-2013 17:58
14-02-2013 09:32
17-02-2013 15:35
18-02-2013 20:43
20-02-2013 16:19
23-02-2013 04:54
26-02-2013 14:04
26-02-2013 14:05
27-02-2013 13:28
27-02-2013 19:04
27-02-2013 21:26
28-02-2013 23:58
01-03-2013 20:37
02-03-2013 12:06
03-03-2013 01:32
03-03-2013 01:33
03-03-2013 01:35
03-03-2013 11:28
06-03-2013 14:00
06-03-2013 20:23
12-03-2013 07:30
13-03-2013 13:03
17-03-2013 20:01
18-03-2013 00:19
19-03-2013 08:53
19-03-2013 11:40
24-03-2013 18:49
27-03-2013 17:00
29-03-2013 20:46
30-03-2013 17:43
01-04-2013 22:02
02-04-2013 20:52
05-04-2013 01:34
06-04-2013 22:51
07-04-2013 10:17
07-04-2013 13:40
08-04-2013 11:56
08-04-2013 23:06
09-04-2013 17:03
12-04-2013 14:43
12-04-2013 23:26
13-04-2013 12:41
13-04-2013 12:53
13-04-2013 17:38
15-04-2013 16:47
16-04-2013 11:29
17-04-2013 21:00
17-04-2013 21:01
19-04-2013 11:16
19-04-2013 21:54
20-04-2013 16:22
20-04-2013 20:04
22-04-2013 20:29
25-04-2013 19:35
25-04-2013 19:48
26-04-2013 23:21
28-04-2013 13:30
04-05-2013 19:59
17-05-2013 19:21
17-05-2013 22:43
18-05-2013 12:30
21-05-2013 21:36
21-05-2013 21:39
22-05-2013 09:06
23-05-2013 21:13
27-05-2013 21:55
30-05-2013 20:35
04-06-2013 20:36
15-06-2013 17:50
18-06-2013 19:31
28-06-2013 09:40
04-07-2013 19:54
05-07-2013 12:46
11-07-2013 16:15
29-07-2013 14:08
11-08-2013 01:41
11-08-2013 19:52
15-08-2013 05:26
20-08-2013 14:38
21-08-2013 10:29
25-08-2013 11:15
01-09-2013 22:37
04-09-2013 22:54
09-09-2013 13:08
11-09-2013 10:48
17-09-2013 13:00
24-09-2013 16:37
26-09-2013 07:04
29-09-2013 20:28
Cicek • 01-10-2013 18:22
03-10-2013 22:38
Kaknus • 05-10-2013 23:21
07-10-2013 15:21
07-10-2013 17:30
11-10-2013 14:58
zeynepfatma • 13-10-2013 16:29
22-10-2013 23:52
25-10-2013 10:38
26-10-2013 20:33
cemaliaktas • 27-10-2013 13:19
31-10-2013 15:32
03-11-2013 17:19
03-11-2013 21:11
10-11-2013 11:56
15-11-2013 12:22
01-12-2013 11:34
01-12-2013 20:10
18-12-2013 14:36
20-12-2013 19:37
24-12-2013 16:01
24-12-2013 17:46
24-12-2013 17:48
29-12-2013 14:05
30-12-2013 19:33
01-01-2014 13:39
01-01-2014 17:28
01-01-2014 18:36
02-01-2014 20:12
05-01-2014 01:24
05-01-2014 18:09
20-01-2014 13:47
Okuryazar • 22-01-2014 19:44
01-02-2014 13:41
09-02-2014 03:00
09-02-2014 16:22
20-02-2014 02:26
21-02-2014 06:45
22-02-2014 16:40
25-02-2014 17:00
25-02-2014 21:45
04-03-2014 17:03
11-03-2014 00:55
11-03-2014 14:08
18-03-2014 21:17
19-03-2014 09:43
21-03-2014 13:17
23-03-2014 20:25
02-04-2014 15:21
10-04-2014 14:27
10-04-2014 19:39
12-04-2014 17:07
12-04-2014 17:08
17-04-2014 18:09
17-04-2014 18:11
20-04-2014 17:16
21-04-2014 21:36
22-04-2014 01:21
23-04-2014 16:59
Kitap Aşığı • 25-04-2014 16:41
28-04-2014 09:36
02-05-2014 22:11
07-05-2014 18:24
08-05-2014 18:31
14-05-2014 16:09
17-05-2014 14:32
18-05-2014 20:12
19-05-2014 02:30
21-05-2014 23:21
21-05-2014 23:22
27-05-2014 01:22
06-06-2014 20:28
15-06-2014 05:51
16-06-2014 21:13
19-06-2014 19:44
23-06-2014 21:10
28-06-2014 02:00
28-06-2014 14:19
04-07-2014 06:57
09-07-2014 20:47
22-07-2014 00:13
09-08-2014 14:23
12-08-2014 14:02
26-08-2014 07:49
06-09-2014 14:30
08-09-2014 14:41
13-09-2014 20:31
26-09-2014 19:47
08-10-2014 15:05
22-10-2014 16:02
22-10-2014 18:24
23-10-2014 19:29
12-11-2014 10:55
06-12-2014 21:15
11-12-2014 18:58
12-12-2014 17:25
12-12-2014 17:31
15-12-2014 17:14
15-12-2014 18:34
20-12-2014 00:35
19-01-2015 08:38
22-01-2015 15:20
11-02-2015 17:57
11-02-2015 23:21
21-02-2015 13:13
21-02-2015 16:16
23-02-2015 10:25
02-03-2015 18:00
02-03-2015 21:22
27-03-2015 21:40
29-03-2015 20:31
01-04-2015 23:54
08-04-2015 17:06
10-04-2015 14:34
21-04-2015 01:15
21-04-2015 18:32
12-05-2015 10:57
13-05-2015 17:09
13-05-2015 18:42
17-05-2015 17:41
21-05-2015 15:35
03-06-2015 11:08
13-07-2015 01:29
16-07-2015 05:24
16-07-2015 05:31
19-07-2015 12:34
02-08-2015 16:51
lavantakokusu • 17-09-2015 22:15
13-10-2015 00:44
20-10-2015 22:16
cansu-naz • 22-10-2015 13:32
27-10-2015 15:28
15-11-2015 12:57
15-11-2015 22:00
29-11-2015 20:14
07-01-2016 23:24
19-01-2016 18:26
06-02-2016 01:28
07-02-2016 23:22
15-02-2016 19:13
15-02-2016 20:34
13-04-2016 20:54
17-05-2016 21:36
22-05-2016 22:38
24-05-2016 16:49
03-06-2016 12:50
13-06-2016 19:27
18-06-2016 17:00
19-06-2016 12:47
14-07-2016 02:20
07-08-2016 17:55
24-08-2016 04:19
26-08-2016 00:42
05-11-2016 19:05
30-11-2016 16:47
19-12-2016 18:46
05-01-2017 22:00
17-01-2017 11:11
09-02-2017 16:36
17-02-2017 19:56
27-02-2017 21:14
01-03-2017 20:34
04-03-2017 22:39
11-03-2017 20:23
14-03-2017 20:19
05-05-2017 09:51
14-06-2017 20:14
17-11-2017 14:03
12-12-2017 06:07
16-01-2018 01:34
19-12-2019 22:57
19-10-2021 10:18
20-05-2022 18:21
17-11-2022 23:19
16-05-2023 22:13
Mimoza SürgünüKehribar GeçidiMavi Laleİsimle Ateş ArasındaLa Sonsuzluk HecesiNun MasallarıMücellaYusuf ile ZüleyhaKelime DefteriNar Ağacıen iyi kitaplaryeni çıkan kitaplaren çok satan kitaplarokunması gereken kitaplaren çok okunan kitaplar100 temel eserbedava kitapeditör olkitap bağışıGün Olur Asra BedelTutunamayanlarAcımakCamdaki Kız1984Hayvan ÇiftliğiSokrates'in SavunmasıUzun HikayeAlice Harikalar DiyarındaHaritada KaybolmakKraliçeyi Kurtarmakİçimdeki MüzikÇalıkuşuÇocuk KalbiKüçük Kara BalıkİntibahBülbülü ÖldürmekBeyaz Zambaklar ÜlkesindeDon KişotSineklerin TanrısıToprak Anaİnce MemedSatrançİki Şehrin HikayesiVadideki Zambakİçimizdeki ŞeytanSergüzeştBeyaz GemiAraba SevdasıYabanİnsan Ne İle YaşarKüçük PrensDönüşümBeyaz DişSaatleri Ayarlama EnstitüsüFareler ve İnsanlarSol AyağımSuç ve CezaSefillerSimyacıŞeker PortakalıKürk Mantolu MadonnaMadalyonun İçiEsir Şehrin İnsanlarıÜç Anadolu Efsanesi Köroğlu, Karacaoğlan, AlageyikYeraltından NotlarSait Faik Seçme HikayelerRüzgarı Dizginleyen ÇocukSabahattin Ali Bütün ÖyküleriSadako ve Kağıttan Bin Turna KuşuAhmet ÜmitAhmet BatmanAyşe Kulinİskender PalaCanan TanDostoyevskiElif ŞafakJojo MoyesKahraman TazeoğluMemduh Şevket EsendalOrhan KemalPeyami SafaSabahattin AliSarah JioTarık BuğraVictor HugoZülfü LivaneliÇocuk KitaplarıYabancı RomanlarTarihi KitaplarErotik KitaplarÖykü Hikaye KitaplarıYerli RomanlarRomantik Aşk KitaplarıKomik KitaplarMacera KitaplarıKişisel Gelişim KitaplarıPolisiye KitaplarKorku KitaplarıGizem KitaplarıPsikoloji KitaplarıFantastik KitaplarBilim Kurgu KitaplarıKadın Erkek İlişkisiDin / Tasavvuf KitaplarıŞiir KitaplarıFelsefe KitaplarıTiyatro & Oyun KitaplarıBiyografi KitaplarıGerilim KitaplarıPolitik KitaplarBeslenme Diyet KitaplarıDeneme KitaplarıGünlük Anı Kitapları
gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede