Çocuğa mektup örnekleri

Çocuğa Mektup Örnekleri

çocuğa mektup örnekleri

Bir Anneden Çocuklarına Mektup

Yürek sızım. İnci tanem. Gözümden sakındığım , koklamaya kıyamadığım kuzum, canım kızlarım. Bu dünya da size anne den daha yakın bir dost bulamazsınız kuzularım..Sizler benim canımın bir parçası, en değerli hazinemsiniz. . Sizler bana en güzel hediyesiniz. Siz geleceğin annesi olacaksınız. Bu toplumun çocuğunu eğiten bir öğretmen olacaksınız. Haklısınız hep bir telaş içerisindeyim. Ne hisssettiğimi fark etmeye başladığım günden bu yana kendini içinde bulduğum durum bu. Kim bilir? Telaş içinde koşturup durmuşum hep. Ne yalan söyleyeyeim, hayatımda belki de hiç telaş içinde olmamı gerektirmeyecek bir yaştayım. Ama nedense hep telaş içindeyim. Bu yüzden belki de senin istediğin gibi bir anne olamadım. Oysa neler hayal etmiştim. Ama bu telaşım hep siz kızlarım için. Bir anne kızları olmadan ne yapar? Bir evlat annesi olmadan ne yapar ? Ben sizlersiz yapamam. Kalbimi sizlere kaptırmışım. Hayatımın birer parçası olmuşsunuz. Derinden seviyorum herhalde. Çok sevgi mi acaba acı çektiriyor ? Derinden seviyorum sizleri. Bu nedenle size zarar veriyorum herhalde. Ama sende bir gün anlayacaksın derinden sevmenin hem ne kadar güzel olduğunu, hemde ne kadar zor olduğunu. En çok da sevme ve sevilme ihtiyacı bizi kırılgan yapıyor. İçim acıyor. Çok acıyor. Seninde acıdığını biliyorum. Ama acına kapılıp gitme ne olur ? Sonradan içinden çıkılmaz bir hal alır. Tabii ki arkadaşlarınız olacak, sevdiğiniz olacak, dostlarınız olacak. Ama unutmayın ki kalıcı olan ailedir. her ne yaşanırsa yaşansın sizi sınırsız ve karşılıksız sevendir aile . Kendi hayat hikayenizi kendiniz yazacaksınız bir gün. İyisiyle , kötüsüyle, kalanı ve gideniyle...İnsanın ait olmadığı yerde yerde kalması büyük acı verir. Kendini kaybolmuş hissedersin. Kişinin bir insan olarak ,istediği şeyleri araması asla hata , yanlış değildir. Aksine sizi olgunlaştırır. Emek vermeyi bilin. Emek vermeden bir şey elde edemiyor insan. Sulanan , güneş gören verimli topraklar gibi ol. Verimli olun, etrafına güneş saçın. Emek verin, alın teri dökün. Hedefinizin peşinden gidin kim ne derse desin. Arkadaşlarınız olsun, sevdiğiniz olsun, dostlarınız olsun, işiniz olsun, mutlu olun. Ama sakın ailenize arkanızı dönmeyin. Herkes gönlünün ekmeğini yer güzel kızlarım. Dürüstlük, saygılı olmak ve sorumluluk almak her şeyden ödemlidir bu hayatta. Bu hayatta her şeyi sevgiyle yapabilmek önemli. Karamsarlıkla vakit kaybetme. Hani kardeşine '' at gitsin kafanı meşgul etme '' demiştin ya, çok doğru. Şu hayatta ne yapıyorsanız tutkuyla yapın, aşkla yapın. O zaman her şey daha keyifli hale gelir. Çünkü mutlu olmak yanlızca sizin elinizde güzel kızlarım. Mutluluğunu veya mutsuzluğunu başka insanlara bağlama meleğim. Sen mutlu olmayı seçki, etrafına da o enerji geçsin. Karamsar, mutsuz, hareketsiz olmakla zaman kaybetme. Harekete geç. Hayat o kadar kısa ki, şimdi arkama dönüp bakıyorum da '' ne zaman büyüdüm ben '' diyorum. Bir zamanlar bende çocuk oldum, genç oldum. Ama zaman. Yetişemediğim zaman. Ne çok şey eksik kalmış... Ve attığın her adımda şunu unutma ; hiç bir şeyin tekrarı yoktur. Tv gibi, video gibi geriye saramazsın. Pişmanlıklarımız da öyle. Sadece anlar vardır. Sadece anlar. Yaşamda hiç bir şeyin sahibi değiliz aslında. Sizlerde gidiyorsunuz, gideceksiniz ya, sadece sizlerle geçirdiğim anlar, resimler kalacak elimde. Bunu elimden alma ne olur. Hayat hepimize zaman zaman kötü yüzünü de gösterecektir. Ama o anlarda bile sana yapılan haksızlıklara, kötülüklere sevgi ile cevap ver. Ben sizi çok sevdim. Bir istiridyenin kıymetli incisi gibi sevdim. Bir bahar dalının narin tomurcuklarını sakındığı gibi korumak istedim sizi. Hayata hazır olun istedim. Hatalarım da oldu bunu inkar edemem. Bir armağan sınız sizler bana Tanrı'dan. Kış güneşinde ısıtanımsınız. Gözlerimden akan gözyaşlarımsınız. Ellerimin arasından kaymayın ne olur. Ben sizi çok sevdim bunu unutmayın. Benim çocukluğum zor geçti, gençliğimde öyle. Mutluluklarım da oldu, Mutsuzluklarım da. Benim annem güçlü bir kadındı. Bana hep kendi ayaklarım üzerinde durmayı ve kendi bildiğim yoldan , duygularımdan asla vazgeçmememi söylerdi. Bende sana güçlü ol, ayakların yere bassın diyorum. Hayal kurmak iyidir, ancak hayaller hayatının bir parçası olursa, hep hayal kırıklıkları yaşarsın unutma. Kararlı ol, Doğrularından şaşma diyorum. Ama bunu derken de etrafını incitme diyorum. Biliyorsun babamı küçük yaşta kaybettim. Maalesef çok zor hatırlıyorum. Bu yüzden size verebileceğim elimden gelen şeyler kısıtlı. İnsan sevdiğinin değerini kaybetmeden anlayamıyor. Kaybetmeden önce göster sevgini, sonra çok geç olabilir. Hayatınızın değerini bilin isterim. Sağlık ve zaman en kıymetli varlıklarımız, değerini bilin. Herkes bir gün gider kızım. Bende bir gün gideceğim. Ama sizinle güzel zamanlar geçirmek istiyorum. Birbirimizi kırmayalım istiyorum. Elimde kalan ve kalacak olan sadece sizinle geçireceğim anlarım. Bu anları bana çok görme. Geç olmadan... Sizi seviyorum. Hep sevdim. Daime seveceğim. Anneniz...

LGS sınavına girecek oğlum ve tüm çocuklarımıza mektup…

Bu yıl oğlumuz Utku, LGS sınavına girecek. Okulumuz ona ebeveynleri olarak bir mektup yazmamızı istediler. Biz de ebeveynleri olarak hem ona, hem de tüm çocuklara bir mektup yazdık.

*** *** ***

Sevgili evladımız Utku!

Yakında bir sınava gireceksin. Belki çok heyecanlı, belki tedirgin, belki endişeli, belki de çok rahatsın.

Biz ebeveynlerin olarak sana şunu söyleyebiliriz oğlum.

Bil ki bu sınav ne ilk, ne de son sınavın olacaktır.

Ve her sınava bir çok anlam yüklenecektir. Bu sınav sisteminde de her türlü düzensizlik, talihsizlikler olabilir. Sınav günü hasta da olabilirsin, geç kalabilirsin veya bağırsak düzenin bozulabilir, rahat da olmayabilirsin.

Bundandır ki asıl olan bu sınavı değil, hayat sınavında senin nasıl bir insan olacağındır.

SEN; Adil olmalısın! Ahlaklı olmalısın! Dürüst olmalısın! Yardımsever olmalısın! Hayırsever olmalısın! Hayvansever olmalısın! Doğasever ve en önemlisi merhametli olmalısın!

SEN; Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi;

Hem sporcu, hem çevik, hem de ahlakı olmalısın,

SEN ilimin en hakiki mürşit olduğunu unutmamalı ve buna göre çalışmalısın.

SEN birinci vazifenin Türk istiklal ve cumhuriyetini ilelebet korumak ve müdafaa etmek olduğunu bilmelisin!

SİZLER, yani yeni Türkiye’nin genç evlatları! Yorulsanız dahi onu takip etmelisiniz!

Bilmelisin ki; dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlarmış. Türk Gençliğinin yegane gayesi, Atatürk’ün yüksek idealine durmadan, yorulmadan yürümek olmalıdır.

Evet; Cumhuriyeti onlar kurdu, onu sonsuza kadar yaşatacak olan sizler olacaksınız.

Bu sebepten dolayı; Bir sınav gelir, bir sınav geçer; sen buna takılma. Asıl olan Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı bir Atatürk milliyetçisi ve Cumhuriyet bekçisi olabilmek, hayat sınavından geçer not alabilmektir.

Yolun ve bahtın açık olsun, hedeflerine ilerlerken sana verdiğimiz değer yargılarını kaybetmeden ilerleyeceğine olan inancımız sonsuzdur.

Seni çok seviyoruz ve her zaman senin arkanda olacağız.

21.05.2019

Annen ve Baban.

Dr. Sadettin Sadi – Dr. Banu ÖZKARDEŞ SESLİ

REKLAM ALANI

Lacivert Dergi

Sana karlar buzlar prensesli, bıkarcasına yoğunlukta pembeli, ata benzemeyen tek boynuzlu atlı, hayvanlara benzemeyen garip şekilli ve yazılı bir şeyler almadığım için bana kızma. Elim varmıyor. Hem güzellemeyi hak eden şeyler sadece bunlar değil. Yaklaşımının, üslubunun, fikirlerinin en çok alkışı ve takdiri hak eden şeyler olduğunu öğrenirsen eğer, beni de anlamış olursun gün geldiğinde.

Kızımın anaokulu öğretmeni, kızım Elif Hüma'yı anlatan bir mektup yazmamı istedi. Şaşırdım. Sonra sevindim. Yaşamaktan yazmaya fırsat bulamayan atalar geni etkisi ile akıllı ama zeki olmayan telefonlarda biriken, çoğunlukla dolu hafızaya sebep olup uzun süre sistemi zorlayan ve bilmem ne zaman dönüp bakarız acaba dediğim fotoğraf yığınlarından başka sabit bir şey bırakamayanlardanım, geride. "Tamam" dedim, en azından yazmak bizim işimiz. "Deadline"ı da öğrendik mi, tamamdır."

Sevgili öğretmenim;

Arama motorları, "anaokul öğretmenine mektup örneği"ni dilekçeden bile önemli bir yazı türü olarak kayıtlara almışlar ve benim bundan hiç haberim olmamış. Prensler, prensesler, paşalar, kraliçelerle ilgili yazılmış ne örnekleri gördüm de, takip edememiş olmayı meslekî güncelliğe hakaret kabul edip kendime yazıklandım. Yok öğretmenim, baştan anlaşalım: Bizimkisi dünyanın en özel insanı değil. Herkesten başka ve farklı olarak Anka kuşunun kanatlarında filan da inmedi. Prenses yahut kraliçe hiç değil. Öyle bir hitap duymadı kimseden.

Her çocuk gibi meraklı, her çocuk gibi istekli, her çocuk gibi sevgi dolu, her çocuk gibi duygularının karşılık bulmasını bekleyen, kimi zaman mızıkçı… Her çocuk gibi… Yıllarca zamanın çok programlı, Anadolu yahut meslek liselerinde gözü gözümde, isimlerini kimi zaman unutsam da halleri, huyları aklımda kalan Müzeyyenleri, Ayşe Eceleri, Durdu Mehmetleri, Tarıkları gibi…

Yok, yanlış anlamam. Ona bakım veren herhangi birinin ona "aşkım" dememesi gerçekten problem değil. (İç ses: Allah'ım n'olur demesin!) Sevilmesi güzel şey elbet lâkin o bir çocuk. Hatta o daha çocuk. Aşk kelimesinin çağrışımlarına dair çok şeyi fark ve idrak edebilmesi temennim fakat kelimenin daha yaşını almamış çocuklarda eskitilmesi ve büzüşen dudakların arasında ruhunu yitirmesi, bu konuda en istemediğim şey…

İhtiyacı sadece her çocuk gibi: Sevgi ve samimiyet. Sorusu geçiştirilmesin, yapıp edebildikleri arkadaşlarıyla kıyaslanarak eksik yahut fazlalıkları üzerinde ısrarla durulmasın yeter. İngilizceden ne öğrendiğini, bu ay kaça kadar saymayı başarabildiğini filan sormayacağım tabii ki. Bunları sormaktan biz, bunları duymaktan siz, bunlara mecbur bırakılmaktan onlar çok erken yorgun düşmüyorlar mı?

Anne-babanın yerini tutmanızı beklemiyoruz. Biz de sizin yerinizi tutamayız çünkü. Siz onun gözünde en iyi bilen olacaksınız. Bana yapılan nazlar size yapılmıyor, saatlerce uğraşlarım sonucu uyutmayı beceremediğim çocuk iki pış-pışınızla sağına soluna bakıp gözlerini yumuveriyor. Ne güzel… Buna saygım sonsuz. Kıskananlardan değil, bunu imkân addedenlerdenim. Kimse kimseden rol çalmasın, kimse kimseyle yarışmasın, kimse kimseyle bir yavru üzerinden iktidar mücadelesine girmesin yeter.

O benim göz bebeğim ve bir fert. Farkındayım; kararları var lâkin kendince. O bir çocuk. Hatta o daha çocuk. Kardeş isteyip istemediğini, hangi araba markasını tercih ettiğini filan sormadık ona ama gökyüzünü ne renge boyamak istediğini sormanızda sakınca yok. Boyadığı her renk kabulümüz, siz de rahat olun. Dışına da taşırabilir, elma mor da olabilir. Bundan utanmayacak şekilde o kâğıdı size de bize de verebiliyorsa, işler yolunda demektir. İçinizi ferah tutun.

Kıpırdamadan yerinde oturmayı öğretmeyeceğinizi ümit ediyorum. Onun annesi de ya arka sıranın ya en öndekinin üstündedir yahut gezip duruyordur ders anlatırken. Soya çekim kontenjanından mazur görülebilecekler esnekliğine girerse memnun oluruz
.
Şeker, çikolata vererek ekran önüne kilitleyerek kolay ve sorunsuz/problemsiz, tatlı tatlı çocuk büyütmenin evrelerine eremedim -henüz-. İki yıllık sabır aşamasından sonra yeni gelen kardeşin de beklediği ilgiden yüz bularak gevşemeye meyilliyim ama başına bunlardan biri yahut birkaçı gelecekse bilmek ve bu zevki önce kendim tatmak isterim. Anlaşalım.

Olmazsa olmazımız: Konsept doğum günleri, ayrımcı şarkılar, bitmek bilmeyen yılsonu gösterileri!

Çok şükür bizimki ağustos doğumlu. Eyvah, doğum günü tatile denk geliyor. Ne yapsak? Değiştirsek mi? Bütün öğretim hayatı doğum günüsüz nasıl geçer ki? Tabii ki, iyi ki doğmuşlar. (İç ses: "İyi ki bizi seçmişler" cümlesini kuran velilerin yavrularını evlat edinebilemiyoruz, değil mi? Dış ses: Çok ayıp!) Yani, hani, ne bileyim, aile içinde paylaşılası özel zamanların, hediye seçme telaşesi, mecburiyet çizelgesi ve farklı konseptler silsilesi içinde maratona ve yarışa dönmemesinin bir yolu yok mudur ki? Çok isteniyorsa sade bir keki beraberce süsleyip yiyebilirler, günler aylar öncesi hazırlıklar kervanına girmeden. Bence, kâfi.

Minik avuçların içinde oynanan ve "şuraya bir kuş konmuş" la başlayan oyunla, "mini mini bir kuş konmuştu" şarkısı arasındaki sarkazm! Onu ne yapacağız hakikaten? Pencerede donmak üzereyken içeriye alıp ötüşünü duyduğumuzda sevindiğimiz, pırpır edip canlanışına heyecanlandığımız ve tekrar kanat çırpıp ellerimizi bomboş bırakan kuşun ardından tatlı melodiler eşliğinde üzülürken, müteakip oyunda kuşu avucumuza alıp "biri tutmuş, biri kesmiş, biri yolmuş, biri pişirmiş, biri yemiş"ten sonra kendisine kalmayanın "hani bana hani bana" yazıklanışını bu saf zihinler nereye oturturlar ki? Biz evde "tavuk" dedik o avucumuza konan ve her parmağın telaşla çekiştirdiği canlıya, öğretmenim. Hayata dönüşüne o denli sevindiğimiz kuşu avuç içimizde tekrar yolmaya razı gelemedi gönlümüz ama bununla yüzleşmek kaçınılmazsa, kuşu tavuğa çevirmekle hata mı ettik, bilemedim.

Peki, vücudumuz şarkısı var mı acaba müfredatınızda? "İki elim iki kolum, bacaklarım var/Her insanda bir burun, bir de ağız var/Sen hiç gördün mü, üç kulaklı bir adam?/Olur mu hiç üç kulak, dön de aynaya bak" sözleriyle "normal"i tanımlayan, "orjin"i imleyen ve bunun dışında kalanı anormal addetmeyi, ayrımcılığa maruz bırakmayı adeta bilinçaltına kazıyan o şarkı? Hayır, anlamadığım; bu şarkıyı öğrettikten sonra sadece engelliler haftasına sıkışan, "bizim gibi olmayanlara da saygı duymalıyız, bedensel ve zihinsel engelliler de hayatımızın ve toplumumuzun birer parçası ve onlardan da sorumluyuz" gibi cümlelerin nasıl bir kalıcılığı olmasını bekleyebiliriz ki çocuklarda? Azalar, uzuvlar, şekil ve şemaller, Yaratıcı'nın takdiri, takdir edersiniz ki. Dönüp aynaya baktıklarında kendileri gibi olmayanlara "olur mu hiç" demesinler diye, yaygın müzik dinleme sitesinden herhangi bir çocuk şarkısını açtığımız zaman biraz gevşek davranıp kontrolü kaybettiğimizde bizim için seçtiği şarkılar arasında "iki elim, iki kolum, bacaklarım var" başlangıcına denk gelince özellikle es geçtik, değiştirdik öğretmenim. "Olur mu hiç?" Olur, olabilir. "Ol" der ve her şey "olur" sonuçta.

"Güneşin alası çok"la başlayan meşhur şarkıyı ise katiyen öğretmemenizi talep edeceğim, haddimi aşsam da hakkım ve hakkımız olduğunu iliklerime kadar hissederek. "Her evin çilesi çok." Tamam. "Analar çeker yükü". Doğru. "Kimsenin bilesi yok." Artık yeter! "Çocuğa bakar anne." Öyle ama sadece anne değil. "Evine tapar anne." Bu ne demek gerçekten? Çok ayrı bir yazı konusu. "Gece gündüz çalışır." İş bölümü yok mu? "Yarını yapar anne." Yarınlar tek kişinin omuzlarında yapılmaz. Hele o omuzlara basarak hiç yapılamaz. Hep birlikte danışarak, dayanışarak yapılırsa sağlıklı yarın imkânı doğar. "Gelin çiçek derelim." Eyvallah. "Yollarına serelim." Allah razı olsun. "Sevgi dolu türkülerle/Annemize verelim." Evet, sevgi dolu ama aynı zamanda ayrımcılık içermeyen, ebeveynlerden tek bir tanesinin saçının süpürge oluşunu başarı kıstası olarak kabul etmeyen, bakım vereni indirgedikçe bakım verilenin mükemmelleşmeyeceğinin bilincinde, ayırdında türkü-şarkılarla gelin lütfen. Mevzu uzun, derin, acı ama gerçek. Bu şarkıyı hiç öğretmeyelim, buna da burada girmeyelim.

Hem sonra neden baba şarkısı bu kadar az? Neden eve gönderilen hediyeler hep anneye? Bütün vurgu anne üstüne? Hayır, ebeveynlerden birinin emeğini sonuna kadar sömüreceğiz, bakım işini tümüyle ona yükleyeceğiz diye, çocuklarıyla vakit geçirmekten keyif alan, bakımlarına ortak olan, elini taşın altına koyan babalara haksızlık etmiyor muyuz? Hoş, bütün bunları öğrenememiş deneyimleyememiş, bu özel zamanlar hayatlarından hızla akıp giderken bu süreçten kendilerini merhametle, sevgiyle yeniden inşa etme şeklinde istifade edememiş babaların, bu kayıpları ile ilgili bir farkındalık oluşturmaya katkı vermeniz de mümkün. Keşke…

Eh, bir seneyi geride bırakırız böyle böyle inşallah. Zorunlu eğitim sürecinin kollarına bir yaş daha yaklaşır, bir eşiği daha atlatırız hayırlısı ile. "Eeee, bu bir sene neler yapıldı, görelim bakalım" tonlu arkamıza yaslanıp sonra ellerdeki fotoğraf ve video özelliğindeki aletlerle oradan oraya en iyi görüntü için koşuşturup dünyanın en önemli(?!) anlarını kaydederken duygularına hâkim olamayan biz, bir sonraki seneye aynı okulda tamam/devam kararı verme aşamasındaki veli profilini mutlu ve memnun edebilme telaşı ile ne kadar çok şey öğrenildiğini bir gecede gösteriverme ve her bir çocuğu bir diğerinden geride bırakmadan velisini tatmin ve memnun edecek sürede sahne önünde tutmaya uğraşan siz, gösteri için sıranın kendisine gelmesini beklerken geçen saatler içinde acıkmış, yorulmuş, uykusu gelmiş ve bu üçlünün kaçınılmaz feci sonu olarak huysuzlanmış çocuklar… Gerçekten bu çileyi çekmek zorunda mıyız? Hakikaten bunu başka türlü çözemez miyiz? Memleketin son çıkan pop şarkıları arkada bangır bangır çalarken bu şarkıları söyleyenlerin kostümlerinin küçültülmüşlerini giyip, hareketlerini taklide uğraşan çocukların "playback" yapmasını kabiliyet olarak addetmiyoruz değil mi? Amatör de olsa, çocukların kendilerine ait birkaç cümle ile neden tatmin olmayız ki? Onlar birer çocuk. Hatta onlar daha çocuk.

İşiniz zor ve dahî pek mühim öğretmenim. Size sitem ediyorum sanmayın. Sizden bunları isteyen bizedir sitemim, olsa olsa. Yeni zamana ve yeni koşullara hazırlıksız yakalanan, meseleleri damdan düşer gibi aniden kucağında bulan, olayların gerek/şartlarına göre kurumlarını oluşturamayan, düzenleyemeyen, güncelleyemeyenler olarak bu zamanın ihtiyaç duyduğu çocuk mekânlarını oluşturamadık. İçerik, müfredat, eğitmen, bakım veren formasyonu gibi birçok parametresini işlevsel şekilde planlayamadık. Müfredatları, araç gereçleri güncelleyemedik. Eğitimin ve ilişkilerin içinden çekip çıkarılan değer sistemini -en fazla- yine öyle sonradan ekleye yapıştıra yerine koymaya çalıştık ve farkında olmadan hâlâ bunu yapmaya devam ediyoruz. Güncellenemediğimiz sürece nesiller arası farkı daha da açacağımızdan bihabermiş gibi ısrarla eski usul söylem ve uygulamaların çetelesini tutuyor, turnosolu buraya koyuyor, sonra da faturayı en çok annelere ve gençlere kesiyoruz. Bütün bunlar toplum olarak hepimizin eksiği. Kızmasın kimse… Çabalar var ama sistem revizesine yetmiyor. İsmin hâlâ "anaokulu" olması bile en büyük gösterge değil mi buna? Anaokulu mu kalır isim olarak bu güne, ana-babanın ortak, paydaş ve işteş işlevlerinin çocuk üzerindeki etkisinin önemine dair konuşmaktan yorgun düşülen bu zamanda? Hem okul nedir yahu? Onlar birer çocuk. Hatta onlar daha çocuk.

Elif Hümacığım;

Geldik mi meselenin çetin kısmına? Büyüdüğünde "portfolyonda" sana yazdığım duygu yoğunluklu bir mektup bulamayıp üzülmeni istemem. Zaten anne-babalar "çocuklar arkadaşlarına bakıp özenmesin, onlardan geri kalmasın, üzülmesin" diye yoldan çıkarlar. Çoğunlukla…

Sana karlar buzlar prensesli, bıkarcasına yoğunlukta pembeli, ata benzemeyen tek boynuzlu atlı, hayvanlara benzemeyen garip şekilli ve yazılı bir şeyler almadığım için bana kızma. Elim varmıyor. Hem güzellemeyi hak eden şeyler sadece bunlar değil. Yaklaşımının, üslubunun, fikirlerinin en çok alkışı ve takdiri hak eden şeyler olduğunu öğrenirsen eğer, beni de anlamış olursun günü geldiğinde.

Ne söylesem az, eksik, yarım. Sen bizim başarımız yahut becerimiz değil, Rabbimin takdirisin. Projemiz de olamazsın. Emanetin O'na. İnşallah sana yol arkadaşı olabiliriz; baban ve ben. Eksiğimizle, hatamızla, kusurumuzla ve sevgimizle… Ve inşallah birlikte yaşadıklarımız senin için her yaşında yeniden açılan, kanatlanan, başka renklere bürünen mektuplar olurlar ama çok istersen, Lacivert Dergi'nin bu sayısını koyarız dosyana, olur mu Hüma kuşum?

Saadet, sıhhat ve afiyet temennimdir sana kızım. Kızım… Cinsiyetinin seni asla ve asla yarım, eksik, kusurlu, hatalı yapmadığını bil, canım kızım. Fırsatların bir erkeğinki ile eşit olmadığını gördüğün yerde talep etmek hakkın. Herkesin hakkı olan adaleti eşit şartlar içinde alması mücadelesini desteklemene ve bunun için elinden geleni yapmana duacıyım. Rabbim kullarını ayırmıyor ve üstünlüğün nerede yattığını da söylüyor. O'nun adaleti sana yeter. Gerisine aldırma. Kevser'in indirildiği Kutlu Elçi'nin müjdesini unutma. Köksüz, soysuz, tükenmiş ve bitmiş olan kimdir, isim ve soy neyle yaşar, hatırından çıkarma. Elçiye emredilen, hepimize emredildi. Sen bunu ve O'nu bil, yeter.

Zeynep Kevser Şerefoğlu kimdir?
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi'nde yardımcı doçent.

AİLELERİMİZDEN BİZE MEKTUPLAR

Caner Özlem ve Alper ULUS

bostanlı anaokuluSevgili Limon Ailesi,

Sizlerle bir yılı geride bırakmanın keyfini yaşadığımız bu günlerde duygularımızı biraz paylaşmak istedik.

Doğumundan bu yana içimizin parçası, en değerli varlığımız, uğruna gözümüzü kırpmadan herşeyi feda edebileceğimiz tek kıymetlimiz, oğlumuzu, minik Caner’imizi sizlerin değerli ellerine teslim edeli 1 yılı geçti. 1 yıl önce ilk ayrılığımızı yaşadığımız günlerde bize kah ofisinizde keyfili sohbetlerinizle moral verdiniz, kah izlememezi tavsiye ettiğiniz yöntemlerle yol gösterip destek oldunuz. O günlerde minnoşumuzu bilmediğimiz, tanımadığımız bir yere teslim etmek çok kolay değildi. Kıymetlimiz ya..; araştırdık, sorduk, inceledik, döndük dolaştık ve sizin güleryüzlü, samimi, dost, içten ailenize katılmaya karar verdik.

İlk gözyaşlarımızı bastırıp alışma dönemini atlatmak zordu.. travma idi. Ama öyle güçlü bir destek vardı ki arkamızda yara almadan atlattık ilk aşamayı. Sonra bir baktık minik oğlumuz biberondan değilde bardak tan süt içtiği için alkışlanmanın gururunu paylaştı bizimle. Belli ki hoşuna gitmişti katıldığı ilk sosyal toplulukta onore edilmek.
Sevgiyle değiş tokuş etti oyuncaklarını… ilk birkaç hafta niye paylaşmak zorunda olduğunu anlamak zor olsa da…
Sonra minik parmaklarının renkli izlerini gördük eve getirdiği ilk faaliyet sayfalarında. Atık materyallerden yaptığı ilk kağıt tabak fok balığını büyükannesine hediye ettiğinde beraber doldu gözlerimiz.

Bu bütün sene devam etti durdu. Bazen hastalandık gelemedik, bazen canımız istemedi gelmek istemedik, bazen tam ayrılık anında kapı önlerinde yeniden en başa ilk ayrılık korkusuna geri döndük ama bezmedik. O minicik adamın, dev minik adam rütbesine terfi etmesini beraber seyrettik.

Bir gösteride anladık neredeydik nerelere geldik. O zıplarken sevinçle sahnede biz yine gözyaşları selinde onurlandık, gururlandık.

Sonra sizleri düşündük…. ne zor bir işi nasıl da başarıyla kotardığınıza şahit olduk. Öyle ya ! kolay mı o kadar minik dev adamla, hanımla baş etmek. Biz bir iki tanesiyle zar zor baş ederken bir göz hareketiyle yerlerinden bile kıpırdatmadan oturtan değerli Öğretmenlerimize ağzımız bir karış açık hayranlıkla, ve dürüst olmak gerekirse birazda gıpta ile bakakaldık.

Kolay mı o kadar çocuğu elinin bir parmağı ile yıllardır bale yapıyormuş edası ile çevrelerinde döndürmek ? Kolay mı müziğin ritmini kaçırtmadan bir el şaklaması ile hep birlikte zıplatmak ?

Nota nın ne olduğunu bile bilmeyen bir toplumda kolay mı do-re-mi-fa’ yı ellerindeki minicik çubuklarla bir müziğe döndürmeyi sağlamak ?

Kısaca biz canımızdan değerli evlatlarımızı emanet ettiğimiz ailenizin sevgi dolu yüreklerini, inanılmaz emeklerini, evlatlarımıza gösterdiğiniz özverili çalışmaları, büyük bir ahenkle birbirini tamamlayan o samimi ve içten, iyi niyetli çabaların meyvesini izleyip keyif aldık.

Bizlere bu keyfi yaşatan yüreğini ortaya koyan ve emeği geçen tüm Limon Anaokulu Ailesini tek tek kutluyor, ve çocuklarımızın üzerinde bu kadar hak kı olan hepinize oğlumuz ve ailemiz adına sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Çocuklardan depremzede çocuklara mektup: Her zaman yanınızdayız

İzmit'te depremzedeler için toplanan yardım kolilerinde çocukların yazdığı notlar duygulandırdı.

Yayınlanma: 13:56 - 12 Şubat 2023 Güncellenme:

Çocuklardan depremzede çocuklara mektup: Her zaman yanınızdayız

İzmit halkı, AFAD Ayni Yardım Toplama Merkezi’ne çok sayıda giysi, temizlik malzemesi, yiyecek getirirken, çocukların hazırladıkları oyuncakların üzerinde bulunan notların yer aldığı hediyeler duygulandırdı.

“HEPİNİZİ ÇOK SEVİYORUM”

Bir çocuk, “Çok kötü günler geçiriyoruz, sizler için en sevdiğim oyuncaklarımı, elbiselerimi gönderiyorum. Hepinizi çok seviyorum” yazarken, Asya Alkan ise “Oyuncak ve kitaplarımızı sizlere gönderiyoruz” yazarak mektup arkadaşı olmak istediğini belirtti. Hafsa Ekinci ise oyuncak ayının üzerine “Sevgili arkadaşım geçmiş olsun. Kocaeli’de annem de aynı şekilde depremi yaşamış, ona verilen oyuncağı saklamış. Bu oyuncağı hep güzel günlerde oynaman dileğiyle, her zaman yanınızdayız” yazdı.

7 yaşındaki kızı Asya Alkan ile depremzede çocuklara hediyeler hazırlayan Mehtap Alkan, “Çocuklarımıza durumu anlattım onlarla güzelce kitap ve boya kalemi alışverişi yaptık. Oyuncaklarımızı da paylaştık, oradaki depremzede çocuklarımıza gönderdik. Asya kendisi de bir resim çizdi. Okuma yazmayı daha yeni öğrendi iyi dileklerini de yazdı. İnşallah mektubu deprem bölgesinden bir arkadaşına ulaşır. Asya mektubu alan kişiyle de mektup arkadaşı olmak istiyor. Bilgilerimizi verdik, bizlere ulaşırlarsa onlar için ellerimizden geleni yaparız” dedi.

“EŞİME GELEN OYUNCAĞIN BENZERİNİ GÖNDERMEK İSTEDİK”

5 yaşındaki kızı Hafsa ile oyuncak getiren Ramazan Ekinci eşi Banu Ekinci’nin 17 Ağustos 1999 depreminden etkilendiğini anlatarak, “Eşim 1999 depremini yaşamış ve o dönem kendisine bir oyuncak ayı vermişler. Ben onu getirmek istedim ama eşim o günleri hatırlayarak çok duygusal davrandı. Eşim de hemen hemen aynısı bir oyuncak ayıcık olan kızımın oyuncağını göndermek istedi. Küçük kızımız Hafsa ile gelip buraya hediye ettik. Eşim 1999 depreminde aldığı oyuncağın kendisi için manevi değerinin çok yüksek olduğunu söyledi. Umarım gönderdiğimiz oyuncak da deprem bölgesindeki çocuklara bir umut olur” diye konuştu. (DHA)

Gökhan Töre'nin eşi Buket Töre: O güzel yavruyu yuvamıza bekliyoruzİlginizi ÇekebilirGökhan Töre'nin eşi Buket Töre: O güzel yavruyu yuvamıza bekliyoruz

AFADAsyaÇocukdepremKocaeliRamazan

Ergenlikteki Çocuğunuzdan Mektup Var!

Ergen Çocuğu Olan Anne Babalara!

Ergenlikteki çocuğunuzdan mektup var!

Ergenlik dönemindeki çocuğunuzla iletişim kurmanın o kadar da kolay olmadığını tahmin ediyoruz. Elbette bunun birçok nedeni vardır ama bu nedenlerden birisi şu olabilir: Kendi gelişiminizin en zor dönemini unutmak isteyişiniz. Ergenlik döneminin getirdiği belirsizlikleri, ani yükselme ve alçalmaları, büyük değişimleri, artan sorumlulukları, kimlik çatışmalarını ve o dönemde kendinizi nasıl hissettiğinizi hatırlıyor musunuz?

Sizce ergenlik dönemindeki çocuğunuz içinden geçenleri anlatmak için bir mektup yazsaydı, bu nasıl bir mektup olurdu? Çocuğunuz nelerden bahsederdi, sizden ne isterdi?

Bu sorulara cevap veremiyoruz ama bu seferlik çocuğunuz yerine biz size ergenlik döneminin acılarını ve neşelerini hatırlatacak bir mektup yazdık, okuyacağınızı umuyoruz.

“Sevgili ailem,

Zaman zaman konuşmakta ve birbirimizi anlamakta zorluk yaşadığımızın farkındayım. Kafamı kurcalayan ve size anlatmak istediğim şeyleri paylaşmak için bu mektubu yazıyorum.

Şu an bir çatışmanın içerisindeyiz ve benim bu çatışmaya ihtiyacım var. Bunu nasıl ifade edebilirim bilmiyorum ama deneyeyim: Şu an sizden nefret etmeye ve sizin bu nefretle yıkılmadığınızı görmeye ihtiyacım var. Ödevlerimi yapmamam, odamın dağınıklığı, eve geç gelmem ya da kötü arkadaşlarım hakkında çatışıyor olabiliriz hiç fark etmez; sizinle çatışmaya ve bu çatışmanın sonunda hepimizin hayatta kalabildiğini hissetmeye ihtiyacım var. En sinir bozucu halimle hatta sizi sevmiyormuş gibi görünürken bile sevilebileceğimi hissetmeye ihtiyacım var. Olumsuz duyguların her zaman bir ilişkinin sonunu getirmeyeceğini görmeye ihtiyacım var.

Her şeyden önce bu dönemin benim için de zor olduğunu bilin lütfen. Vücudum hızla büyüyüp gelişiyor ve görünüşüm öyle bir değişiyor ki bazen aynaya baktığımda ben bile şaşırıyorum. Hayatım yepyeni bir boyut kazandı: yeni heyecanlar, yeni arkadaşlar, yeni meraklar, yeni düşünceler, yeni beklentiler, yeni hedefler… Her gün kim olduğumu keşfetmeye çalışıyorum ve sanırım buna kimlik oluşturma deniyor. Ben kimim? Nelerden hoşlanırım? Gelecekte nasıl biri olmak istiyorum? Güçlü ve zayıf yanlarım neler? Beni ne mutlu eder, ne üzer? Bu hayattaki rolüm ne? Bunlar kafamı kurcalamaya başlayan sorular ve ben bunların cevaplarını bulmayı deniyorum.

Sizin gözünüzde hep çocuk olarak kalacağım galiba ama ben büyüyorum. Çocuk olmak çok güzeldi ve muhtemelen epey özleyeceğim ama yetişkin olmak için de sabırsızlanıyorum. En son doğum günümde bana artık büyüdüğümü söylemiştiniz, hatırlıyor musunuz? Tamam, kabul ediyorum, henüz yetişkin değilim ama lütfen yılın geri kalanında sanki hala 9 yaşındaymışım gibi davranmayı bırakın.

Mektubun kalanını okumaya devam etmeden önce sizden yapmanızı istediğim ufak bir şey var:

Hadi şimdi bulunduğunuz odanın kapısına gidin. Bir ayağınızı odaya diğerini ise dışarıya uzatın ve birkaç dakika kadar öylece bekleyin. Ne odada ne de dışarıda olmak, arada öylece kalmak çok sinir bozucu değil mi? Şu sıralar hayat benim için tam da böyle… Bir ayağım hala çocukluktayken diğer ayağımla yetişkinliğe adım attım ama hala ikisinin arasında bir yerdeyim.

Bazen çocuk gibi hissediyorum ve size ihtiyaç duyuyorum. Bazen de size karşı muhalif bir meydan okuma içine giriyorum. Pek hoş olmadığını biliyorum ama bu doğal bir şey değil mi? Size meydan okuduğumda biraz korktuğumu kabul etmem gerek… Ama ne kadar korksam da içten içe biliyorum ki kendi ayakları üzerinde durabilen bir yetişkin olabilmem için bazen size bile karşı gelmem gerekiyor. Eğer şimdi kendi kararlarımı almayı ve uygulamayı öğrenmezsem ileride daha çok zorlanırım. Hala sizin yanınızdayım; bana izin verip destek olacak ya da tehlike ihtimaline karşı beni sınırlayacak gücünüz var.

Bakın, bu süreç hiç kolay değil, emin olun. Bana seçeneklerimi ve olası sonuçlarını hatırlatın ama siz ne kadar hata yapmamı önlemeye çalışsanız da ve ben ne kadar hata yapmamaya çalışsam da bazen hata yapmaya devam edeceğim. Siz de aynı yollardan geçmişsinizdir, beni korumak istiyor olabilirsiniz ama bırakın ben de o yolda biraz dolaşıp geri dönmeyi öğreneyim. Beni sonsuza dek her şeyden korumanız imkânsız. Olumsuzluklarla ve hayatın acılarıyla karşılaştığımda bunlarla nasıl başa çıkabileceğimi öğrenmem gerekiyor. Her ne kadar kabul etmek istemesem de biliyorum ki sizin anlayışınız ve sağladığınız emniyet sayesinde birçok şeyin üstesinden gelip hem bu dönemin keyfini çıkarabileceğim hem de ileride sorumlu bir yetişkin olabileceğim. Sizinle inatlaştığım oluyor ama yine de bana anlayışlı davranmaya devam edeceksiniz, değil mi?

Davranışlarım sizi her zaman mutlu etmiyor olabilir; böyle zamanlarda bana seçenekler sunun ya da alternatif seçenekleri kendi kendime bulmama imkân sağlayın. Mükemmel biri değilim, mükemmel olmak da istemem. Zayıf yanlarım varsa bunları benim yüzüme vurmayın, onun yerine bunları nasıl biraz daha güçlendirebileceğime dair çözüm arayalım. Güçlü yanlarım var, biliyorum. Güçlü yanlarımı siz de görün ve az da olsa takdir edin istiyorum. Benim yerime benim için hedefler belirlemeyin, ben kendi hedeflerimi belirleyip onlar için gereken çabayı gösterebilirim, siz bana rehberlik edin.

Bana bir şey soruyorsanız bunu cevaplamama izin verin. Bırakın kendimi ifade edeyim, konuşmamı bölmeden beni dinleyin ve anlamaya çalışın. Beni anlamanıza ihtiyacım var. Sizce bana ahkâm kesmeniz iyi bir fikir mi? Gerçekten işe yarayacağını düşünüyor musunuz? Kötü şeylerden uzak durmamı tekrarlayıp durmak yerine beni iyi şeyler yapmaya teşvik edin. Bana nasihat ederken sizi dinlemek çok sıkıcı… Hele bir de bazen “Sen bana bakma, benim dediğimi yap.” diyorsunuz ya, işte bunu demenizden nefret ediyorum. Mesela daha siz kendiniz sağlıklı beslenmiyorken bana fast-fooddan uzak durmamı söyleyince biraz tuhaf olmuyor mu? Mükemmel olmanız gerekmiyor bana örnek olun yeter. Eğer siz benim rol modelim olmayacaksanız kim olacak?

Lunaparktaki trenlerden birinde gibiyim: Duygularım dalgalanıyor, bir an kendimi tepede hissederken ansızın aşağı iniyorum, karşıt tepkiler veriyorum. Lütfen beni düzeltmeye çalışmayın. Kendimi kötü hissediyorsam bu benim üzüntüm. Bununla başa çıkabilmem gerek. Sizi mutlu eden her şey beni de mutlu etmek zorunda değil, ben sizden ayrı bir bireyim, sizinle her sevinci paylaşamayabilirim. Yanımda olun, şimdilik bu yeterli.

Kiminle nerede olduğumu sorduğunuzda verdiğim cevaplarla bazen sizi çıldırtmama ramak kalıyor, öyle değil mi? Artık özel hayatımın sınırlarının biraz daha farkındayım ama siz yine de sormaya devam edin, olur mu? Tabii beni bunaltmadan Aslında bunları beni önemsediğiniz için sorduğunuzu hissediyorum ve bu bana iyi geliyor ama hesap vermekten pek hoşlanmıyorum. Bazen de bana günümün nasıl geçtiğini soruyorsunuz… Bir anım bir anıma uymuyor ki, hangisini anlatmaya başlayayım? Ben de kolay olanı seçiyorum ve “iyiydi” diyip geçiştiriyorum. Bana o gün harika bir şey yaşayıp yaşamadığımı, zorlu bir durumla karşılaşıp karşılaşmadığımı, keyifli bir şey yapıp yapmadığımı sorun mesela. Tamam, size doğru düzgün cevap vermek yerine elimdeki telefonla oyalanmaya devam ederim muhtemelen ama olsun, siz yine de bir deneyin bence çünkü ben de diğer yaşıtlarım gibi zamanla kişilerarası becerilerimi geliştirmek istiyorum.

Kişilerarası beceriler demişken… Cinselliğe dair meraklarımı yargılanmadan keşfetmeme izin verin. Cinselliğin bastırılmaması gereken bir hediye olduğunu ama hayatın her alanında olduğu gibi bu alanında da sınırlarımın olması gerektiğini öğretin. Bana saygılı davranın ki öz saygım gelişsin ve başkalarının bana saygı göstermeleri gerektiğini bileyim.

Bana güvenin, inanın. Siz bana sorumluluk verdikçe ben zamanla daha fazla sorumluluk alabilmeyi ve bunları yerine getirebilmeyi öğreneceğim. Bana alan bırakmak ve sorumluluk vermek sizin için pek kolay değil galiba… Bana verdiğiniz her sorumlulukla bağımsızlığım biraz daha güç kazanıyor ve bu da sizin kontrolünüzü azaltıyor ya, bu biraz ürkütücü mü? Bana güvenmeyi deneyin. Her seferinde üstesinden gelemeyebilirim ama tekrar deneyebilirim. Benden vazgeçmeyin. Kendinizden vazgeçmeyin. Bazen sizi kırıyorum, öfkelendiğimde üzücü şeyler söyleyip tüm olumsuzlukları yüzünüze vuruyorum ama sizin kendinize inanmanıza ihtiyacım var. Ne olursa olsun yanımda olacağınızı, her isteğimi değil ama ihtiyaçlarımı karşılamak için elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağınızı, tüm zorluklara rağmen hayatın yaşamaya değer olduğunu bilmeliyim.

Sizi seviyorum. Bunu söylemesem ya da belli etmesem de hatta bazen aksini iddia etsem de sizi seviyorum ve sizin de beni sevdiğinizi biliyorum. Benim için zor bir süreç ve farkındayım sizin için de kolay değil ama lütfen kapıda nasıl durduğunuzu ve bunun sizi ne kadar rahatsız ettiğini unutmayın. Ben o kapı aralığındayım.

Sevgili ergeniniz ”

Dünya Çocuklarına Mektup

Bugünün ve yarının sevgili çocukları,

Otuz yıl önce, bir yandan arka planda dünyanın düzenini değiştiren gelişmeler yaşanırken (Berlin Duvarının yıkılması, Güney Afrika’da ırkçılığın çöküşü, dünya çapında internetin doğuşu), diğer yandan dünya çocukların ve çocukluğun savunulması adına bir araya geldi. O zamanlar dünyadaki ebeveynlerin çoğu diktatörlükler ya da başarısız hükümetler altında yetişmiş olsalar bile çocukları için daha iyi bir yaşamın, daha çok fırsatın ve daha fazla hakkın özlemi içindeydi. Böylece, liderler 1989 yılında dünya çocuklarını korumak ve haklarını yaşama geçirmek üzere tarihi bir taahhütte bulunacakları, nadir gerçekleşen bir küresel birlik içerisinde bir araya geldiklerinde, bir sonraki kuşak için gerçekten umutlu bir hava hâkim olmaya başladı.

Peki, o günden bu yana ne kadar mesafe alabildik acaba? Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin benimsenmesini izleyen onar yıllık üç dönem içinde büyük artış gösteren dünya nüfusuna rağmen ilkokula gitme olanağından yoksun çocuk sayısını hemen hemen yüzde 40 azalttık. 5 yaşından küçük bodur çocuk sayısı 100 milyon azaldı. Otuz yıl önce çocuk felci her gün hemen hemen 1000 çocuğu felçli bırakıyor ya da öldürüyordu. Bugün çocuk felci vakalarının görülme sayısı yüzde 99 oranında engellendi. Sağlanan bu ilerlemenin arka planındaki aşı, ağızdan sıvı tedavisi ve daha iyi beslenme gibi müdahalelerin pek çoğu pratik ve maliyet etkin özellikler taşıyordu. Dijital ve mobil teknolojinin yaygınlaşması ve diğer yenilikler, kritik hizmetlerin ulaşılması güç bölgelere götürülmesini ve fırsatların yaygınlaştırılmasını daha kolay ve etkin hale getirdi.

Ne var ki hala yoksulluk, eşitsizlik, ayrımcılık ve uzaklık gibi nedenler her yıl milyonlarca çocuğu haklarından yoksun bırakmakta; günümüz koşullarında bile her gün 5 yaşından küçük 15 bin çocuk çoğunlukla tedavi edilebilir hastalıklar ve diğer önlenebilir nedenlerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Aşırı kilolu çocuk sayısında alarm verici bir artış görülürken kız çocuklar da anemiye maruz kalmaktadır. Açıkta tuvalet yapma ve çocuk evlilikleri gibi inatçı sorunlar çocukların sağlığını ve geleceğini tehdit etmeye devam etmektedir.  Okula giden çocukların sayısı her zamankinden daha yüksek olmasına rağmen, kaliteli eğitim hedefine ulaşılamamıştır. Okula gitmekle öğrenmek aynı anlama gelmemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ilkokul çocuklarının yüzde 60’ından fazlası öğrenme açısından asgari yeterliliğe ulaşamamakta, dünyadaki gençlerin yarısı okullarında ve çevrelerinde şiddete maruz kalmaktadır. Dolayısıyla okul bu gençler için güvenli bir yer algısı yaratmamaktadır. Silahlı çatışmalar çocukları hak ettikleri korunmadan, sağlıktan ve gelecekten yoksun bırakmaktadır. Çocuk haklarının ihlalerine ilişkin halihazırda devam eden sorunlar hayli uzun bir liste oluşturmaktadır.

Ve sizin kuşağınız, bugünün çocukları, zamanında ebeveynlerinizin tasavvur edemeyecekleri yeni bir takım güçlüklerle, küresel ölçekte gerçekleşen değişimlerle karşı karşıyasınız. İklimimiz tahminlerin ötesinde bir değişim geçirirken, mevcut eşitsizlikler derinleşmektedir. Teknoloji dünyayı algılama biçimimizi dönüşüme uğratmaktadır. Ve her zaman olduğundan daha çok sayıda aile göç yollarına düşmektedir. Çocukluk dediğimiz dönem artık değişmiştir ve bizim de yaklaşımlarımızı buna göre değiştirmemiz gerekmektedir.

Dolayısıyla, Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin geride kalan 30 yılına bakarken geleceğe de, sonraki 30 yıla da bakmamız gerekmektedir. Sizleri yakından ilgilendiren konularda günümüzün çocukları ve gençleri olarak sizlere kulak vermeli, yirmi birinci yüzyıl sorunlarına yirmi birinci yüzyıl çözümleri bulmak için birlikte çalışmaya başlamalıyız.

Bütün bunların ışığında, geleceğinizden endişe duymamın, buna rağmen ortada umut olduğunu düşünmemin sekiz nedenini aşağıda sıralıyorum:

1. Temiz suya, temiz havaya ve güvenli iklime ihtiyacınız var

Neden endişeliyim: Tüm çocukların yaşamlarını sağlıklı biçimde sürdürebilmek için yaşanacak temiz bir çevreye, solunacak temiz havaya, yiyecek ve içeceğe ihtiyaç duyduğu hepimizin kabul ettiği bir gerçek.  Bu gerçeğin 2019 yılında vurgulanması tuhaf gelebilir. Ne var ki iklim değişikliği, bu temel hakların hepsine, aslında çocukları yaşatma ve çocuk gelişimi alanında son 30 yılda elde edilen kazanımların çoğuna zarar verebilecek niteliktedir.  Belki de, bir sonraki çocuk kuşağının haklarına yönelik bundan daha büyük bir tehdit olmayabilir.

Gıda ve Tarım Örgütü geçtiğimiz yıl iklim değişikliğinin son dönemde giderek yaygınlaşan küresel açlığın ardındaki başlıca neden olduğunu ve tırmanışa geçen kuraklık ve sel gibi faktörlerin gıda üretimini olumsuz biçimde etkilediğini, sonraki çocuk kuşağının ise açlık ve gıda yetersizliğinin en ağır yükünü omuzlamak zorunda kalacağını açıkladı. İklim değişikliğinin sonucu olan aşırı hava olaylarına şimdiden tanıklık ediyoruz; doğal afetler daha sık ortaya çıkıyor ve daha yıkıcı sonuçlara yol açıyor. Geleceğe ilişkin tahminler değişse bile, 2050 yılı için Uluslararası Göç Örgütü tarafından tüm dünyadaki çevresel göçmen sayısının sıklıkla 200 milyon olacağı yinelenirken, bu sayının 1 milyara kadar çıkacağını öngören tahminler de görülmektedir.

Hava sıcaklıkları arttıkça ve su azaldıkça suyla bulaşan hastalıkların ölümcül etkilerine en fazla maruz kalanlar yine çocuklar olmaktadır. Günümüzde yarım milyarı aşkın sayıda çocuk sellerin en çok meydana geldiği bölgelerde, 160 milyon kadar çocuk da kuraklığın en şiddetli görüldüğü bölgelerde yaşamaktadır.  Geçimin özellikle tarıma, hayvancılığa ve balıkçılığa dayandığı Sahel gibi bölgeler iklim değişikliğinin sonuçlarından daha fazla etkilenmektedir. Gelecekte bu kurak bölgede gerçekleşen yağışların daha kısa süreli ve daha az öngörülebilir şekilde oluşacağı tahmin edilirken, alarm verici bir husus olarak bölgedeki ısınmanın küresel ortalamadan bir buçuk kat daha hızlı gerçekleştiğine de dikkat çekilmektedir. Sahel’de iklim daha sıcak, yoksullar daha yoksul hale gelmekte ve bu olumsuz koşulların da tetiklediği toplumsal sıkıntılar silahlı gruplar tarafından yaygın biçimde istismar edilmektedir.

Çocukların sağlığına zarar veren hava kirliliğinin, zehirli atıkların ve yeraltı su kaynaklarının kirlenmesinin etkileriyle bu sorunların daha da ağırlaşması beklenmektedir. 2017 yılında elde edilen verilere göre yaklaşık 300 milyon çocuk, hava kirliliği zehir düzeyinin en yüksek olduğu bölgelerde yaşıyor. Buralardaki kirlilik düzeyi, uluslararası standartlarca belirtilen seviyeden altı kat daha fazla ve bu durum 5 yaşından küçük yaklaşık 600 bin çocuğun hayatını kaybetmesinde rol oynayıp,  çocukların beyin ve ciğer gelişiminde kalıcı hasarlara neden olacak.

Ve 2040 yılına gelindiğinde, her dört çocuktan biri aşırı su sıkıntısı çekilen yerlerde yaşıyor olacak ve binlerce çocuk da kirli su yüzünden hastalanacak. Temiz, yeterli ve erişilebilir su kaynaklarının idaresi, korunması ve plastik atıkların yönetilmesi gibi kavramlar günümüzde çocuk sağlığını tanımlayan etmenler haline gelmektedir.

Umut neden var: İklim değişikliğinin temel nedenlerine karşı hükümetler ve iş çevreleri birlikte hareket etmeli, Paris Anlaşması doğrultusunda sera gazı emisyonlarını azaltmalıdır. Bu arada, çevrenin çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerini azaltacak uygulamalar bulma çabalarına birinci derecede öncelik verilmelidir.

UNICEF aşırı hava olaylarının etkilerini hafifletmek için çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmaların arasında fırtınalara ve tuzlu su sızmalarına dayanıklı su şebekesi tasarımları, okul binalarının güçlendirilmesi, hazırlık tatbikatlarının desteklenmesi ve toplum sağlığını güçlendirme sistemlerine yardım edilmesi de yer almaktadır. Akifer Dolum Yönetimi  (ADY) sistemleri gibi yenilikler (daha büyük ölçeklerde devreye sokulduğunda) temiz su rezervuarlarını muhafaza edebilir ve böylece milyonlarca çocuğu kıtlık ve hastalık gibi tehlikelerden koruyabilir.

Sahel gibi karmaşık ortamlarda bile umut bulunmaktadır. Çünkü çalışmaya ve fırsatlara aç genç bir nüfusa sahip olan bu bölge; iklim de yenilenebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının harekete geçirilmesi açısından büyük imkânlar sunmaktadır. Eğitime ve istihdam imkânlarına yapılacak yatırımlar, güvenlik ve yönetimin iyileştirilmesi sayesinde bölgenin iklim değişikliği karşısında dayanıklılık geliştirmesi ve duruma uyum sağlaması konusunda iyimser olmak için her türlü nedene sahibiz.

Hava kirliliğinin önlenmesinde hükümetlerin ve iş çevrelerinin, fosil yakıt tüketiminin azaltılmasında, daha temiz tarımsal, sınai ve ulaştırma sistemleri geliştirilmesinde ve yenilenebilir enerji kaynaklarında ölçek büyütülmesini hedefleyen yatırımlar konusunda birlikte çalışması gerekmektedir. Birçok hükümet katı düzenlemeler getirerek enerji santrallerinin, sanayi tesislerinin ve karayolu taşıtlarının yol açtığı kirliliği azaltmak üzere harekete geçmiştir.  ABD Çevre Koruma Kuruluşu tarafından 2011 yılında yapılan bir araştırmaya göre ülkedeki 1990 tarihli Temiz Hava Yasası, harcanan 1 dolar karşılığında yurttaşlara sağlık alanında 30 dolar değerinde yarar sağlamıştır. Bu tür politikalar, bebeklerin henüz küçücük ciğerlerini ve beyinlerini havadaki zararlı kirleticiler ve maddelerden koruma açısından büyük önem taşımaktadır.

Bu arada hava kirliliğinin çocuk sağlığı üzerindeki en olumsuz etkilerini azaltabilecek çözümler aramamız büyük önem taşımaktadır. Moğolistan’ın başkenti Ulaanbaatar kış mevsiminde hava kirliliği en fazla olan kentler arasında yer almaktadır. Bu kirliliğin en büyük kaynağı da kent nüfusunun yüzde 60’ının yakıt olarak kömür kullanmasıdır. UNICEF’in konuyla ilgili uzmanları hükümetler, akademi, özel sektör gibi farklı gruplarla birlikte kömür tüketimini azaltmak ve hava kalitesini iyileştirmek amacıyla geleneksel evler için enerji etkin çökümler tasarlamaya ve uygulamaya başlamıştır.  Bunların arasında “21. Yüzyıl Yurdu” da yer almaktadır.

Bu arada plastik maddeleri yenilikçi yöntemlerle dönüştürmenin ve yeniden kullanmanın yollarını buluyoruz; zehirli atıkları azaltırken çöpleri faydalı biçimde yeniden kullanabiliyoruz. Kolombiya’da bir sosyal girişim olan Conceptos Plasticos dışı PVC olmayan plastikten tuğla üreten bir teknik geliştirmiştir. Alışılagelmiş tuğladan daha ucuz, daha hafif ve daha dayanıklı olan bu malzeme derslik inşasında kullanılmaktadır. Afrika’da geri dönüşüm materyali kullanılarak inşa edilen ilk derslik bu yılın başlarında Fildişi Sahili’nde birkaç hafta gibi kısa bir sürede hizmete açılmıştır. Bu dersliğin maliyeti geleneksel dersliklere göre yüzde 30 daha ucuzdur. Plastik atıkları inşaat tuğlalarına dönüştüren bu yenilikçi yaklaşım plastik atık yönetimi sorununu fırsata çevirecek potansiyele sahiptir; böylece eğitim hakkı okul inşası bağlamında ele alınırken hem ilgili toplumlar güçlendirilmiş, hem de çevre daha temiz hale getirilmiş olacaktır.

2. Dördünüzden birinin çatışma ve afet bölgelerinde yaşayıp okula gitme ihtimali var  

Neden endişeliyim: Savaşın ilk mağdurları her zaman çocuklar olmaktadır. Bugün çatışmalara sahne olan ülke sayısı Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin benimsendiği 1989 yılından bu yana en yüksek düzeye ulaşmıştır. Günümüzde her dört çocuktan biri şiddetli çatışmaların ya da doğal afetlerin etkilediği ülkelerde yaşamaktadır; 28 milyon çocuk savaş ve güvensizlik gibi nedenler yüzünden evlerinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Bu çocuklardan pek çoğu okuldan birkaç yıl uzak kaldığı gibi gelecekteki eğitimleri ve kariyerleri açısından önem taşıyan eğitim belgelerinden de yoksun kalmaktadır. Çatışmalar ya da doğal afetler, çoğu başka ülkelere giden ya da kendi ülkesinde yerinden edilen 75 milyon çocuğun ve gencin eğitimini kesintiye uğratmıştır.  Bu, tek tek her çocuk için kişisel bir trajedi anlamına gelmektedir. Bir kuşağın tamamının hayallerini terk etmesi insan potansiyelinin korkunç biçimde israfı demektir. Daha da kötüsü, eğitimsiz çocuklardan kayıp, hayal kırıklığı yaşayan ve öfkeli bir kuşak yaratılması ileride hepimizin bedel ödeyeceği tehlikeli bir risk sayılmalıdır.

Umut neden var: Kimi devletler mültecilerin eğitimlerini sürdürebilmelerini sağlamak üzere etkili politikalar uygulamıştır. Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki savaştan kaçan çok sayıda çocuk Lübnan’a ulaştığında hükümet yüzbinlerce çocuğa zaten çeşitli zorlukların baskısı altında olan kamusal okul sisteminde yer bulabilmek gibi bir sorunla karşılaşmıştır. Uluslararası ortakların da yardımıyla bu sorun bir fırsata dönüştürülmüş, bir yandan Lübnanlı öğrenciler için eğitim sisteminde iyileştirilmelere gidilirken diğer yanda mülteci çocuklar okul sistemiyle bütünleştirilmiştir. 

Dijital yenilikler bu alanda daha pek çok şey başarmamızda bize yardımcı olabilir. UNICEF bir ‘öğrenme pasaportu’ geliştirilmesinde Microsoft ve Cambridge Üniversitesi ile ortak çalışma içindedir. Bu dijital platform çocuklara ve gençlere kendi ülkelerinde ve sınır ötesinde öğrenme fırsatı yakalamalarını kolaylaştırma amacı taşımaktadır. Öğrenme pasaportu sığınmacıların, göçmenlerin ve kendi ülkelerinde yerlerinden edilen kişilerin bulundukları ülkelerde denenmekte ve pilot ölçekte uygulanmaktadır. Dijital açıdan kapsayıcı bir ülke, durumları ne olursa olsun, gençlerin eğitime erişimlerini sağlamak zorundadır. Dijital öğrenme pasaportu gibi çözümlerin daha geniş ölçeklerde uygulanması, yerlerinden edilmiş milyonlarca çocuğun gelişimleri açısından ihtiyaç duydukları becerileri edinmelerine yardımcı olacaktır.

3. Zihinsel sağlık konusunda konuşmak sakıncalı bir iş olmaktan çıkmalı

Neden endişeliyim: Günümüzün ergenleri hakkında okuduklarımızın, televizyonda ve filmlerde gördüklerimizin hepsine inansaydık bunların vahşi ve anti-sosyal bir güruh oluşturduklarını düşünmekten başka seçeneğimiz kalmazdı. Nitekim, bu tablo gerçekliği hiçbir şekilde yansıtmamaktadır. Aslında eldeki kanıtlar bugünün gençlerinin önceki kuşaklara göre daha az sigara ve içki içtiklerini, başlarını daha az belaya soktuklarını ve daha az risk aldıklarını göstermektedir. O kadar ki kendilerine “Makul Kuşak” bile denebilir.

Bununla birlikte, ergenler söz konusu olduğunda olumsuz yönde son derece kaygı verici bir ilerleme gösteren bir risk alanı da var. Gençlerin hala içlerinde taşıdıkları o görünmez zaafı hatırlatan bir durum. 18 yaşından küçükler arasında zihinsel sağlık bozuklukları son 30 yıldır sürekli olarak yaygınlaşmış ve depresyon gençler arasındaki engellilik durumlarının başlıca nedenlerinde biri haline gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) tahminlerine göre 2016 yılında kendine zarar verme sonucu 62 bin ergen hayatını kaybetmiştir. Günümüzde ise 15-19 yaş grubunda meydana gelen ölümlerin nedenleri arasında kendine zarar verme üçüncü sırada yer almaktadır.

Bu, yalnızca varlıklı ülkelere ilişkin bir sorun değildir. DSÖ’nün tahminlerine göre 2016 yılındaki ergen intiharlarının yüzde 90’ından fazlası düşük ve orta gelir düzeyindeki ülkelerde meydana gelmiştir. Düşük gelir düzeyindeki ülkelerde ağır zihinsel sorunları olan gençlerin genellikle tedavi ve destekten yoksun kaldığı gerçeği ortadadır; ancak bununla birlikte dünyada bu sorunu aştığını iddia edebilecek henüz tek bir ülke bile bulunmamaktadır. DSÖ’nün zihinsel sağlık uzmanı Shekhar Saxena şöyle söylüyor: “İş zihinsel sağlığa geldiğinde tüm ülkeler gelişmekte olan ülkelerdir.” Düşük ve orta gelir düzeyindeki ülkelerin çoğunun zihinsel sağlık konusuna toplam sağlık bütçelerinden yüzde 1’den az, yüksek gelir düzeyindeki ülkelerin ise yüzde 4-5 oranında pay ayırdığı göz önüne alındığında bu konuya tüm dünyada daha büyük öncelik tanınması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

UNICEF, aklın alamayacağı travmalar yaşamış; cinsiyet ayrımcılığına, aşırı yoksulluğa, cinsel şiddete, engellilik durumlarına ve kronik hastalıklara maruz kalmış çocuklarla çalışmaktadır. Bunlar, çatışmalı ortamlar ve diğer deneyimler nedeniyle zihinsel sıkıntı yaşama olasılığı yüksek olan çocuklardır. Sonuçta ortaya çıkan maliyetin sadece kişisel değil aynı zamanda toplumsal bir boyutu da söz konusudur. Dünya Ekonomik Forumu zihinsel sağlığı, bulaşıcı olmayan herhangi bir sağlık sorununa göre ekonomiye getirdiği yük bakımından en ağır olan durumlar arasında saymaktadır. Büyüyen krize, kendine zarar verme ve intihar gibi eylemlerdeki endişe verici artışa ilişkin bunca kanıta rağmen, küresel sağlık programlamasında ergenlerde zihinsel sağlık ve iyi hissetme konusuna genellikle hak ettiği yer verilmemektedir.

Umut neden var: 14 yaşından önce belirtileri başlayan ve yaşam boyu süren zihinsel sağlık sorunları söz konusu olduğunda yaşa uygun destekleyici, önleyici, tedavi ve rehabilite edici müdahalelere öncelik tanınmalıdır. Erken teşhis ve tedavi, zihinsel sorunlar kriz noktasına ulaşmadan, genç yaşamlar zarar görmeden ve yitirilmeden gerçekleştirilecek önleyici müdahaleler açısından kilit öneme sahiptir. Ne var ki genç insanlar henüz erken aşamalarda yardım aradıklarında önlerine çıkan engel, toplumların zihinsel sağlık konusunu açıkça konuşmalarını engelleyen yerleşik damgalamalar ve tabulardır. Ama sevindirici bir şekilde, gençler bir alanda daha öncülük ederek, bu tabuların çözülmesinde rol oynamaya başlamıştır. Başkalarının da aynı şeyleri yapacak gücü kendilerinde bulmaları umuduyla hükümet dışı kuruluşlar kurmakta, uygulamalar geliştirmekte, farkındalık yaratmakta, zihinsel sağlık sorunlarına ilişkin kendi mücadelelerini ve çabalarını dile getirmektedirler.

UNICEF zihinsel sağlık konusunun açık biçimde tartışılması için okullarda kampanyalar yürütmektedir. Örneğin, dünyada ergenler arasında intihar oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri olan Kazakistan’da UNICEF, 450 okulda uygulamaya konulan geniş ölçekli bir pilot program aracılığıyla ergenlerde zihinsel sağlığı geliştirmeye yönelik çabalarına hız vermiştir. Program kapsamında farkındalık düzeyi yükseltilmiş, riskin yüksek olduğu durumları tespit etmek üzere personel yetiştirilmiş ve güç durumdaki ergenlerin uzman sağlıkçılara yönlendirilmesi sağlanmıştır. Pilot uygulamaya hemen hemen 50.000 genç katılmış, gençlerin durumunda önemli iyileşmeler sağlanmıştır. Sonrasında ise programın ölçeği bu kez 3 bin okulu kapsayacak şekilde büyütülmüştür.

Ergenlerde zihinsel sağlık ve intiharları önleme konularına öncelik tanınması sayesinde 15-17 yaş grubunda kendine zarar verme sonucu gerçekleşen ölüm vakaları ülke ölçeğinde yüzde 51 azalmış ve bu yaş grubunda 2013 yılında 212 olan intihar sayısı 2018 yılında 104’e düşmüştür.  Belki de en önemli gelişme, bugün zihinsel sağlık konularının ana akım temel sağlık hizmetleri kapsamına alınmaya başlanması ve gençleri çoğu kez yardım almaktan alıkoyan damgalama durumlarında gerileme görülmesidir.

4. Aranızdan 30 milyonu doğduğu yerden başka bir yere göç etmiş durumda

Neden endişeliyim: Göç tarih boyunca insan deneyimlerinin bir parçası olmuştur. Binlerce yıldır çocuklar ve aileleri doğdukları yerlerden ayrılıp eğitim ya da çalışma imkânları için başka toplumların arasına yerleşmektedir. Durum bugün de farklı değildir. En az 30 milyon çocuğun kendi ülkesinin sınırlarını aşıp başka ülkelere gittiği hareketli bir dünyada yaşıyoruz.  

Pek çok kişiye göre göçün ardındaki itici güç daha iyi bir yaşam arayışıdır. Ne var ki pek çok çocuk açısından göç pozitif bir tercih değil acil bir ihtiyaçtır. Basitçe söylenirse, bu çocukların doğdukları yerlerde güvenli, sağlıklı ve varlıklı bir yaşam kurma fırsatları yoktur. Göçün ardındaki neden umutsuzluk olduğunda çocuklar yasal izin olmadan göç yollarına düşebilir ve böylece sözde ‘düzensiz’ ya da ‘kaçak’ göçmen haline gelebilirler. Bu çocukların göç yolları çoğu kez çöllerden, okyanuslardan ve silahlı güçlerin bulunduğu sınırlardan geçmekte, çocuklar bu sırada şiddet, istismar ve sömürü gibi tehlikelerle karşı karşıya kalmaktadır. 

Ve bugün dünyanın tanık olduğu en büyük göç olayları kırsaldan kente göç eden insanlarla birlikte, sınır ötesinde değil ülke sınırları içinde gerçekleşmektedir. Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin kabul edildiği 1989 yılında dünyadaki çocuk nüfusunun çoğu kırsal alanda yaşamaktaydı. Bugünse çoğunluk kentlerdedir ve kentleşme oranı artmaktadır. Genellikle kentlerde yaşayanlar hizmetlere ve fırsatlara erişim açısından daha iyi durumda olsalar bile, buradaki eşitsizlikler daha büyük olabileceğinden kentlerde yaşayan dezavantajlı çocukların durumu kırsaldaki çocuklara göre daha kötü olabilmektedir.  Örneğin her 4 ülkeden birindeki en yoksul kentli çocukların beş yaşına gelmeden ölme olasılığı kırsaldaki en yoksul çocuklara göre daha büyüktür. Ayrıca, 6 ülkeden birinde en yoksul kentli çocukların ilköğrenimini tamamlama olasılığı kırsaldaki en yoksul çocuklara göre daha azdır.

Umut neden var: Temeldeki nedenler ele alınıp durumun değişme olasılığının olmadığı belirleninceye kadar hiçbir çocuk kendi ülkesinden göç etme zorunluluğu hissetmemelidir.Bundan kastedilen, toplum ve çete şiddeti gibi sorunların çözülmesi,  koruma sistemlerinin çocukların kendilerini toplumlarında güvende olmalarını sağlayacak şekilde güçlendirilmesi, kaliteli eğitim ve iş fırsatlarına erişimin yaygınlaştırılması ve gençlerin gerek kendileri gerekse ülkeleri için daha iyi ve daha güvenli bir gelecek inşa etmek üzere gerekli becerileri edinmeleridir.

UNICEF’in tahminlerine göre on binlerce çocuk aileleriyle ya da kimi zaman tek başına yasal izin olmadan göç etmektedir ve bu da onları her tür olumsuzluğa açık hale getirmektedir.  Çocuk göçmenlerin (yasal olsun olmasın) haklarının gözetilmesi esastır. Nerede olurlarsa olsunlar ve hikayeleri ne olursa olsun göçmen çocuklar en ön plana alınmalıdır. Hükümetler, göç yasalarının uygulanmasında çocukların yüksek yararlarını gözeterek çocuklara öncelik tanıyabilir. Hükümetler, mümkün olan durumlarda aileleri bir arada tutmalı ve gözaltına alma uygulaması yerine bakıcı aile ya da grup evleri gibi yararı kanıtlanmış alternatiflere başvurmalıdır. Nitekim bugün pek çok hükümet bu tür alternatif tedbir ve uygulamaları başarılı biçimde test etmektedir.

Sözde “kentli olma avantajı" denilen durum, ortalamaların ötesine baktığımızda ve varlık durumunu kontrol ettiğimizde geçerliliğini yitirmektedir. Dolayısıyla, çocuk yaşatma ve çocuk gelişimini destek amaçlı sosyal politikalar ve programların en yoksul ve en marjinal konumdaki kentli çocuklara daha fazla dikkat etmesi gerekir. Modern kentler temiz su, sağlık ve sosyal hizmetlere, eğitim fırsatlarına erişim açısından genellikle daha iyi durumdadır. O halde kent yöneticileri, kentlerinde yaşayan çocuklara erişim ve fırsat eşitliği sağlarlarsa, kent yaşamı çocuk yaşatma ve çocuk gelişimi alanlarında gerçekten ileri hamleleri mümkün kılabilir.

5. Harekete geçmememiz halinde aranızdan binlercesi resmen yok sayılacak

Neden endişeliyim: Her çocuğun yasal kimliğe, doğum kaydına ve yurttaşlığa sahip olma hakkı vardır. Ne var ki bugün dünyaya gelenlerin dörtte biri – hemen hemen 100 bin bebek- hiçbir zaman nüfusa kaydedilmeyebilir ve ya bir pasaporta hak kazanamayabilir. Ebeveynleriniz devletsiz kişilerse, baskı altındaki marjinal bir topluma mensupsa ya da ücra ve yoksul bir yerde yaşıyorsanız hiçbir zaman bir yasal kimliğiniz ya da nüfus kaydınız olmayabilir. Hatta size yurttaşlık tanınmayabilir ya da yurttaşlığınız elinizden alınabilir. Herhangi bir devletin sizi bu anlamda resmen tanımıyor oluşu nedeniyle sağlık, eğitim ve diğer kamu hizmetlerinden yoksun kalabilirsiniz. Yaşamın daha sonraki evrelerinde ise resmi kimliğinizin olmayışı yüzünden yasal yaş sınırının altına evlendirilebilirsiniz, tehlikeli işlerde çalıştırılabilirsiniz ya da silahlı gruplara dâhil edilebilirsiniz. Kaydı olmayan ya da ‘devletsiz’ bir çocuk olarak yetkililer önünde görünmez durumdasınızdır;  sanki hiç yokmuşsunuz gibi…

Örneğin, yüz binlerce Rohingyalı mülteci ailenin kendi güvenlikleri için sığındıkları Bangladeş’teki derme çatma kamplarda her gün yeni bebekler dünyaya gelmektedir. Rohingyalı bir bebeğin doğumda nüfusa kaydedilmesi ve kendisine bir yurttaşlık verilmesi çok düşük bir ihtimaldir. Böylece bu çocuklar daha en başında temel ‘pasaport korunmasından’ yoksun kalmaktadır.

Ve bugün ortada açık bir yasal kimliği olmadan yaşamlarına yönelik tehditle karşılaşan ve devletsiz duruma düşürülen başka bir çocuk grubu vardır. Silahlı grup mensubu bir yabancı savaşçının masum çocuğu olarak dünyaya gelmişseniz yurttaşlık edinemeyebilirsiniz ya da yurttaşlığınızın elinizden alınabilir. UNICEF’in tahminlerine göre yalnızca Suriye Arap Cumhuriyeti’nde çoğunluğu 12 yaşından küçük 29 bine yakın yabancı çocuk vardır ve Irak’ta da geçerli herhangi bir belgesi bulunmayan bin kadar çocuk olduğu tahmin edilmektedir. Bu çocuklar devletsiz kalma ve görünmez duruma düşme riski altındadır.

Umut neden var: Çocukların doğumda nüfusa kaydedilmeleri, yasalar önünde tanınmaları, haklarının güvence altına alınması ve bu haklara yönelik ihlallerin gözden kaçmaması için atılacak ilk adımdır. Birleşmiş Milletler dünyada yaşayan her insanın 2030 yılına kadar yasal bir kimliğe sahip olması hedefini belirlemiştir. UNICEF de tüm yeni doğumların nüfusa kaydından başlamak üzere hükümetlerin bu hedefe yönelik çabalarını desteklemektedir.

Hukuki statülerine ilişkin anlaşmazlıklar nedeniyle resmi kimlik verilmeyen çocuklar söz konusu olduğunda gerçek tek çözüm siyasidir. UNICEF Üye Devletleri 18 yaşından küçük herkesi Çocuk Haklarına dair Sözleşme uyarınca koruma yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırmaktadır. Buna, başka devletlerin yurttaşı olan kişilerin çocukları, göçmenler, sığınmacılar ya da yabancı savaşçılar da dâhildir; çünkü bunlar en başta ve her şeyden önce çocukturlar.

Öte yandan teknoloji ve yenilikçi ortaklıklar gelecek için umut vaat etmektedir. Örneğin Çokuluslu Bolivya Devleti’nde TIGO (ülke ölçeğindeki bir telekomünikasyon şirketi), Yüksek Seçim Kurulu ve UNICEF arasındaki işbirliğiyle hastanelerdeki ve sağlık merkezlerindeki doğum kayıtları artırılmış, böylelikle doğumda nüfus kaydında 2015 ile 2018 yılları arasında yüzde 500’ün üzerinde artış sağlanmıştır.  Ruanda’da hastanelerde gerçekleşen doğumların otomatik kaydı sayesinde 2017 yılında yüzde 67 olan doğum kayıt oranı 2018 yılında yüzde 80,2’ye çıkmıştır. Daha fazla çocuğa ulaşmak için bu tür programların ölçeğini hızla büyütmemiz gerekmektedir. Bu da, kayıt sistemlerinin gerçek zamanda işleyebilmesi için dijital erişimin en ücra ve güç durumdaki topluluklara kadar yaygınlaştırılmasını gerektirmektedir.

6. Yirmi birinci yüzyıl ekonomisi için yirmi birinci yüzyıl becerilerine ihtiyacınız var

Neden endişeliyim: Dünyada 10 ile 24 yaşlar arasında 1,8 milyardan fazla genç vardır ve bu insanlık tarihinin tanık olduğu en kalabalık topluluklarından birini oluşturmaktadır. Bu kesim genellikle kendilerini çağdaş çalışma ve iş fırsatlarına hazırlayacak, 21. yüzyıl ekonomisinin gerektirdiği beceri ve bakış açılarını kazandıracak bir eğitime erişememektedir. Geçtiğimiz 30 yıl içinde ülkeler arasındaki göreli gelir eşitsizliği azalmış olsa bile mutlak anlamdaki eşitsizlik önemli ölçüde artmıştır ve bu yüzden düşük gelir düzeyindeki bazı çocuklar ve aileler geride kalmış, bu kesimler daha varlıklı akranlarının sahip oldukları fırsatlardan yoksun kalmıştır. Dahası, yukarıya doğru hareketlilik son 30 yıl içinde yerinde saymış, böylece bir başka kuşak daha tamamıyla kişinin doğduğu aile tarafından belirlenen bir yoksulluk tuzağına kapanıp kalmıştır.

Umut neden var: UNICEF ve küresel ortaklarımız, gençleri geleceğin üretken ve sorumlu yurttaşları olarak hazırlamak üzere yeni bir girişim başlatmıştır. “Sınırsız Kuşak”, 2030 yılına kadar her gencin okulda, eğitimde ve öğrenimde ya da istihdamda olmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Arjantin’deki bir program ücra kırsal bölgelerdeki öğrencilerle ortaokul öğretmenlerini çevrimiçi ve çevrimdışı buluşturmuştur. Güney Afrika’da “TechnoGirl” adlı bir girişim en dezavantajlı ailelerin genç kadın mensuplarına STEM (bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik) alanlarında çalışmakta olanları izleme olanakları sunmaktadır.  Bangladeş’te de on binlerce genç örneğin cep telefonu hizmetleri gibi alanlarda eğitim almaktadır. “Gençlik Görevi” girişimimizde parlak genç zihinleri toplumlarındaki sorunları çözmek üzere bir araya getiriyoruz; çünkü gençler kendi yaşamlarının ve deneyimlerinin uzmanlarıdır.  “Sınırsız Gençlik Kuşağı Girişimi” 16 ülkede 800’den fazla yenilikçi ile çalışmış, Kuzey Makedonya’dan gençler tarafından geliştirilen “SpeakOut mobil uygulaması” gibi yenilikçi çözümlere ulaşmıştır. “SpeakOut” uygulaması, zorbalık gibi durumlarda akranlardan yardım istemenin anonim bir yoludur. Pakistan’daki kendi kendini sürdüren bir mikro girişimcilik sistemi olarak “Kırmızı Kod” ise genç kadınlara gerek adet dönemi hijyeni gerekse gelir elde etme konusunda yardımcı olmaktadır.

7. Dijital ayak izinizin korunması gerekir  

Neden endişeliyim: Dünya çapında web 30 yıl önce Çocuk Haklarına dair Sözleşme ile aynı yıl doğmuştur. Bugün web dünyayı köklü biçimde değiştirmiş, çocukluğu da yetişkinliği de yeniden şekillendirmiştir. Tüm dünyada her 3 çocuk arasında 1’den fazlasının düzenli internet kullanıcısı olduğu tahmin edilmektedir ve bugünkü kuşak büyüdükçe bu oran da giderek artacaktır.

Sosyal medyanın çocuklar açısından yararları ve tehlikelerine ilişkin tartışmalar artık herkese daha aşina gelmektedir ve çocukları zorbalığa ve zararlı içeriğe karşı korumak için daha fazla girişime ihtiyaç duyulduğu kesindir. Ebeveynler ve çocuklar ayrıca sosyal medyada çok fazla kişisel bilgi paylaşmanın taşıdığı risklerin de farkına varmaktadır. Oysa gerçek şu ki çocuklar tarafından oluşturulan sosyal medya profillerinde yer alan veriler veri buzdağının yalnızca su üzerindeki bölümüdür.  En az bunun kadar önem taşımakla birlikte daha az anlaşılan konu ise çocuklar hakkında toplanmakta olan verilerin büyük bir hacme ulaşmış olmasıdır. Çocuklar gündelik çevrimiçi yaşamlarını sürdürürken, sosyal medyada dolaşırken, arama motorlarını, e-ticareti ve hükümet platformlarını kullanırken, oyun oynarken, uygulama indirirken ve mobil konum hizmetlerinden yararlanırken binlerce veri parçasından oluşan dijital ayak izleri de birikmiş olmaktadır. O kadar ki verilerin bir kısmı daha doğumdan önce toplanmış olabileceği gibi, bu verilerin çocukların toplanmasına ve kullanılmasına bilerek onay verebilecekleri yaşa henüz gelmeden biriktirildiği kesindir.

‘Büyük veri’  adı verilen dönemin, çocuklara etkili, kişisel ihtiyaçları karşılayan ve duyarlı hizmetlerin daha iyi sunulmasında bir dönüşüm yaratma potansiyeli vardır; ancak, çocukların güvenliği, özel yaşamı, özerkliği ve gelecekteki yaşam tercihleri konusunda olumsuz etkilere yol açma potansiyeli de bulunmaktadır. Çocukluk döneminde oluşturulan kişisel bilgiler üçüncü şahıslarla paylaşılabilir, kâr amacıyla ya da başta en güç ve marjinal konumdakiler olmak üzere gençleri sömürmek için kullanılabilir. Bu arada, kimlik hırsızları ve hackerleri hem yetişkinleri hem de çocukları kandırmak ve sömürmek üzere e-ticaret platformlarındaki zaaflardan yararlanmışlardır; arama motorları yaşları ne olursa olsun kullanıcı davranışlarını izlemektedir ve hükümetlerin çevrimiçi faaliyet üzerindeki denetimi tüm dünyada giderek daha sofistike biçimler almaktadır. Dahası, çocukluk döneminde toplanan verilerin örneğin finans imkânlarına, eğitime, sigortaya ve sağlık hizmetlerine erişim gibi gelecekteki fırsatları etkilemesi de ihtimaller arasındadır. Veri toplama ve kullanma, onay ve gizlilik arasındaki ilişki yetişkinler için zaten yeterince karmaşıktır. Ancak durum çocuklar açısından çok daha karmaşıktır; çünkü internet hiçbir zaman çocukların hakları ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak geliştirilmemiştir ve çocukların pek azı veri paylaşımı ve gizlilik denetimi gibi alanlardaki karmaşık durumları yönetebilecek donanıma sahiptir.

Çocuklar çoğu durumda kendi kişisel verilerine ilişkin ne gibi haklara sahip olduklarını bilmemekte, veri kullanımının ne gibi sonuçlara yol açabileceğini, kendilerini ne gibi durumlara düşürebileceğini anlamamaktadır. Sosyal medya platformlarındaki gizlilik hüküm ve koşulları, çocuklar şöyle dursun ileri düzeyde eğitimli yetişkinler tarafından bile pek anlaşılmamaktadır. New York Times’da yer alan bir analize göre sosyal medya gizlilik politikalarından çoğu ortalama bir yüksekokul öğrencisini aşan bir okuduğunu anlama düzeyi gerektirmektedir. Başka bir deyişle, pek çok kullanıcı, özellikle en genç olanlar muhtemelen tam anlayamadıkları şeylere onay vermektedir.

Umut neden var: Bugün hepimizin üzerine düşen görev, verilerin ve yapay zekânın yararlarını artıracak sistemler tasarlarken, özel yaşamın gizliliğini korumak ve haklarıdan faydalanırken insanları -özellikle de çocukları- güçlendirmek ve zararlı sonuçlara karşı korumaktır. Bu alanda birtakım girişimlere tanık olmaya başladık bile: Hükümetler, denetleyici ve düzenleyici yapılarını güçlendirmektedir; özel sektörden hizmet sunucular kendi rol ve sorumluluklarını kabul etmektedir; eğitimciler ise çocukların çevrimiçi dünyada güvenli biçimde dolaşabilmelerini sağlayacak donanımı nasıl elde etmeleri gerektiği konusunu düşünmektedir. Bu da bir başlangıçtır.

Çocuk Haklarına dair Sözleşme, çocukların özel yaşamın gizliliği hakkı olduğunu net biçimde ortaya koymaktadır. Bunun çevrimiçi ortamlarda da geçerli olmaması için hiç bir gerekçe yoktur. Çocukların özel yaşamın gizliliği hakkını tüm diğer haklarından, yüksek yararlarından ve gelişim halinde olmalarından oluşan bir bağlama yerleştirirsek, çocukların gizlilik hakkının gerek içerik gerekse uygulama açısından yetişkinlerinkinden ayrıştığını görürüz. Bu nedenle çocuklara daha sıkı bir korunma sağlanmasını öngören güçlü bir argüman oluşturulmuştur.

Çocukların sosyal medyayı kullandıkları durumlarda, sağladıkları bilgilerin hizmet sunucusu ya da diğer ticari şahıslar tarafından nasıl kullanıldığına ilişkin gerçek kabul ve ret seçenekleri bulunmalı, ayrıca kullanım koşulları da çocuklar için net ve anlaşılabilir olmalıdır. Örneğin, bazı çocukların kendilerinin de söylediği gibi, eski sosyal medya profilleri silinebilmelidir. Çocukların çevrimiçi davranışları izlenerek veri toplandığı durumlarda net, saydam ve erişilebilir gizlilik politikalarının varlığı çok önemlidir.  Böylelikle çocukların bilinçli bir şekilde onay verme şansı artar, çocuklar haklarını daha iyi anlayabilirler ve toplanan verilerin ne amaçla kullanılacağını bilebilirler. Gençlerin dijital haklarını savunup yaşama geçirmelerini sağlayacak bilgi ve becerilerle donatılması büyük önem taşır.

Özel sektördeki internet hizmet sağlayıcıları ve sosyal medya platformları çocuklara yönelik korumanın güçlendirilmesinde çok önemli bir role sahiptir. Bu kesimlerin çocuklarla ilgili her tür veri söz konusu olduğunda saydam, etik standartlar geliştirmeleri, bu verilerin daha sıkı denetlenip korunmasını sağlamaları gerekir. Buna çocukların bulundukları yerler, internette gezinti alışkanlıkları ve özellikle kişisel bilgiler dâhildir.

Avrupa Genel Veri Koruma Yönetmeliği (GDPR) gibi denetleyici ve düzenleyici yönetmelikler gelecek için umut verici girişimlere bir örnektir.  AB GDPR, çocuklar dâhil tüm internet kullanıcılarının açık ve net bir şekilde gizlilik bildirimi alma hakları olduğunu belirtmektedir. Bu bildirim kullanıcılara verilerinin nasıl işleneceğini açıklamakta, kişisel verilerinin bir kopyasını alma ve kendilerine ilişkin doğru olmayan bilgileri düzeltme hakları olduğuna işaret etmektedir.

“Küresel Nabız”, yeni ve dijital veri kaynaklarının ve eş-zamanlı analiz teknolojilerinin insanların iyi olma hallerindeki değişiklikleri ve ortaya çıkan endişeli durumları daha iyi nasıl kavrayabileceğini araştıran bir Birleşmiş Milletler girişimidir ve gelişimi destekleme potansiyeli vardır. Özel yaşamın gizliliği ve veri korumaya ilişkin kaygılara yanıt olarak uzmanlarla birlikte üretilen “Küresel Nabız” gizlilikle ilgili bir dizi ilke geliştirmiştir. Bu ilkeler veri kullanım amaçları konusunda saydamlık sağlamakta, kişisel bilgilerin gizliliğini korumakta, kişisel verilerin kullanımı için bilgi temelli onayın gerekliliğini kabul etmekte ve gizlilikle ilgili makul beklentilere saygıyı öngörmektedir; aynı zamanda, kişilerin yasa dışı ve haksız biçimde yeniden teşhislerini önlemek üzere uygun olan her tür önlemi almaktadır.

8. Bugüne kadar görülen “en az güvenen” yurttaş kuşağı sizler olabilirsiniz

Neden endişeliyim:  Her çocuğun bulunduğu topluma aktif biçimde katılma hakkı vardır ve pek çoğunuz açısından bu katılıma ilişkin ilk deneyimler çevrimiçinde olacaktır. Gelgelelim, çoğunuz yanlış bilgiler ve “sahte haberlerle” dolu bir dijital ortamın kullanıcıları olarak büyüyeceksiniz. Bu ortam, güveni, kurumlar ve bilgi kaynaklarıyla ilişkiyi sarsmakta, zarar vermektedir. Araştırmalar, günümüzde pek çok çocuğun ve gencin çevrimiçi ortamlarda gerçeği kurgudan ayırmakta güçlük çektiğini, bunun sonucunda kuşağınızın kime ve neye güvenilebileceğini ayırt etmekte daha da zorlandığını göstermektedir.

İngilterede Facebook ile yürütülen ve Parlamento destekli Sahte Haberler Komisyonu “First News and Day” çevrimiçi haber okuyan çocukların yalnızca dörtte birinin okuduğu kaynaklara güvendiğini belirlemiştir. Bu sağlıklı eleştirel düşünme becerilerine ilişkin olumlu bir işaret sayılabilirdi. Ancak aynı çalışma İngiltere’deki çocukların ve gençlerin yalnızca yüzde 2’sinin bir öykünün gerçek mi yoksa uydurma mı olduğunu ayırt etmelerini sağlayacak okuryazarlık becerilerine sahip olduğunu göstermektedir. Kaygı verici olan husus, öğretmenlerin hemen hemen üçte ikisinin sahte haberlerin endişe yaratarak ve dünyaya bakışlarını çarpıtarak çocuklara zarar verdiği kanısında olmasıdır. ABD’de 12 eyaletten okulları kapsayan bir araştırma ‘çevrimiçi akıl yürütme’ ya da çevrimiçi bilgilerin inandırıcılığını yargılama yeteneklerini değerlendirmiştir. Elde edilen sonuçlara göre sosyal medyada yer alan bilgilerin değerlendirilmesi konusunda çocuklar ve gençler kolaylıkla kandırılabilmektedir.

Yanlış bilginin yarattığı etkilerin olumsuz olduğunu ve gerçek dünyayı etkilediğini biliyoruz. Örneğin, günümüzdeki ebeveyn kuşağı aşıların güvenilirliği konusunda sosyal medya ve cep telefonu aracılığıyla yayılan yanlış bilgilerle yanlış yerlere yönlendirilmiş, böylece aşılarla ilgili bir tereddüt dalgası yayılırken kızamık, Fransa, Hindistan ve Filipinler gibi hem üst hem de düşük gelir düzeyine sahip ülkelerde yeniden baş göstermiştir.

Yanlış bilgiler yayan kampanyalar yüzünden çocuklar kandırılmış, oraya buraya para vermiş, verilerini açık etmiş, seks için yönlendirilmiş, istismara maruz bırakılmıştır. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde yanlış bilgilerin demokratik tartışmayı, seçmen niyetlerini nasıl saptırabildiğini, diğer etnik, dinsel ya da toplumsal gruplara ilişkin kuşkulara yol açtığını, ve böylece bölünme ve huzursuzluk yarattığını gördük. Bu, küresel bir konudur; yanlış bilgilendirme kampanyaları nedeniyle Brezilya, Ukrayna ve ABD gibi farklı ülkelerden gelen bildirimler, okullarda ‘Ayırt Etmeyi Öğrenme’ dersleri okutulmasını zorunlu kılmıştır. Ve Myanmar’da bir yanlış bilgilendirme kampanyasının Rohingya azınlığına yönelik dehşet verici şiddetin tetiklenmesinde önemli bir rol oynadığı ileri sürülmektedir.

Bu buzdağının sadece görünen bölümüdür. Aldatmaya yönelik teknoloji geliştikçe ve içeriğin doğrulanması güçleştikçe kurumlara yönelik güven kaybı ve sosyal uyumsuzluk daha da artmaktadır. Örneğin, Artificial Intelligence (yapay zekâ) ürünü sentetik medya kullanan sofistike video manipülasyon teknolojisiyle gerçeği çarpıtmak ve istenilen amaç için kullanmak kolaylaşmakta, ‘derin sahtecilik’ denilen durumlarda insanların söylemedikleri şeyler söylenmiş gibi gösterilebilmektedir. Bu tür teknolojilerin gelecek kuşağa sahtecilikleri ortadan kaldırması konusunda yardımcı olamadan gelişmesi halinde, bilime ve tıbba duyulan güven azalabilecek, temel kurumlar ve inançlar aşıma uğrayacak, toplumlar bölünecek ve demokrasilerimize yönelik ağır bir tehdit ortaya çıkacaktır.

Dijital çağda hakikatin ne olursa olsun yalana ve yanlışa üstün geleceği şeklindeki safça rahatlığa artık bel bağlayamayız; dolayısıyla, toplumlar olarak, çevrimiçi ortamda üzerimize her gün boca edilen yalan yanlış bilgilere karşı direnç geliştirmeliyiz. İşe, gençleri çevrimiçi ortamlarda kimlere ve nelere güvenebileceklerine ilişkin bir anlayışla donatarak başlamalıyız ki onlar da aktif ve sahiplenici yurttaşlar olabilsinler.

Umut neden var: Yetişkinlerin çocukların yanlış ve sahte bilgilere kapılmayacağı konusunda çocuklara güvenmeleri gerektiğine ilişkin bir takım kanıtlar vardır. Amerika Bilim Gelişim Derneği tarafından yayınlanan ve son dönemde yapılan bir araştırma, 65 yaşın üzerindeki sosyal medya kullanıcılarının sahte haber paylaşımlarının genç kuşağa göre yedi kat daha fazla olduğunu saptamıştır. Bu durumun nedenleri henüz açıklığa kavuşturulmamış olmakla birlikte, ‘dijitalin yerlilerinin’ daha ileri düzeyde dijital ve medya okuryazarlığının olduğu söylenebilir. Gene de, manipülasyonlara karşı direnmede, güvenilir ve doğrulanabilir bilgiye ve kurumsal bilgilere ulaşabilmede aklı başında ve titiz genç yurttaşlar yetiştirme bakımından daha sıkı çalışmamız gerektiği açıktır.

Sosyal medya platformları yanlış bilgilere karşı mücadele ve güvenilir kaynakların açıkça belirlenmesinde haber kuruluşlarıyla birlikte çalışma çabalarında ciddi görünseler bile yalnızca arz tarafındaki çözümlerle yetinemeyiz. Çocukların, kendilerini yaşadıkları dünyaya hazırlayacak eğitimi alma hakları vardır ve günümüzde bu hak çok daha ileri seviyede dijital ve medya okuryazarlığını, eleştirel düşünmeyi ve kanıtları tartabilmeyi içermektedir. İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü Direktörü, etkili bir test olarak uluslararası PISA testlerinin bir sonraki turunda, doğruyu doğru olmayandan ayırt etmeyle ilgili sorulara yer verecektir. Burada eleştirel yargı küresel bir yeterlilik olarak değerlendirilmektedir ve benzer girişimler eğitimin ve öğretimin bir sonraki kuşak açısından büyük önem taşıyabilecek dijital beceri eğitimine dâhil edilmesine yardımcı olabilecektir. Dahası, demokratik toplumlar gelecekte de var olsun istiyorsak, güveni yeniden oluşturmak üzere gençlerle kurumlar arasında anlamlı ilişkiler kurulması için çok çalışmamız gerekmektedir.

Son bir söz…

Son olarak, umutlu olmanın en büyük gerekçesi, günümüzün çocukları ve gençleri olarak sizlersiniz. Çünkü hemen harekete geçilmesine yönelik taleplerde öncülük ediyor; yaşadığınız dünya hakkında yeni şeyler öğrenmek ve onu şekillendirmek için güçleniyorsunuz.  Bugün sizler konuşuyorsunuz ve bizler de dinliyoruz.”

1989 yılının çocukları nasıl günümüzün liderleri olmuşsa, 2019 yılının siz çocukları ve gençleri de geleceğin liderleri olacaksınız. Bize ilham veriyorsunuz.

Günümüzün sorunlarına çözüm bulunmasında, kendiniz ve size miras kalacak olan dünya için daha iyi bir gelecek kurma çabalarında sizlerle birlikte çalışmak istiyoruz.

Depremden etkilenen çocuklara mektup arkadaşı aranıyor

Depremden kurtularak aileleriyle çadır kentlere, geçici barınma noktalarına ya da başka şehirlerdeki yakınlarının yanına yerleşen çocuklara destek için başlatılan ‘Mektup Arkadaşlığı’ projesi ile depremin yaraları sarılmaya çalışılıyor.

Proje, depremden etkilenen 7 yaşındaki Alperen'in “Ben okumayı çok seviyorum, bana mektup yazar mısın?” çağrısıyla başladı.

Bu çağrıya kulak veren Farkındalık Eğitmeni Gürçin Gökçebağ'ın Alperen'in isteğini sosyal medyada duyurmasıyla proje çığ gibi büyüdü.

Gürçin Gökçebağ’a bu projede Psikolojik Danışman Elif Nazlı Karabacak ve Sürdürülebilirlik ve İletişim Uzmanı Begüm Yağcı da destek oluyor.

“Bir anda e-postama binlerce mektup gelmeye başladı”

Gökçebağ, mektup arkadaşı talebine depremden etkilenen başka çocukların da katılmasıyla büyüyen projelerini şöyle anlatıyor:

“Alperen'in 'Ben okumayı çok seviyorum, bunun için bana mektup yazabilir misiniz?' demesiyle biz de 'Tabii!' dedik hemen, çok heyecanlandık. Bunu, belki başkaları da yazar diye, sosyal medya hesabımda paylaştım. Bu paylaşımın ardından çevrem, öğrencilerim, herkes bir anda yazmaya başladı. Sonra bunu başka depremzede miniklerimize de yapabilir miyim derken onlara ulaştık. Ve en nihayetinde proje gittikçe büyüdü. Ve şu anda depremden etkilenen yaklaşık 30 miniğimize mektuplar yazıldı. Hala da yazılmaya devam ediyor.”

Depremden etkilenen çocuklara mektup arkadaşı aranıyor

Gökçebağ’ın sosyal medyadaki paylaşımı yoğun bir ilgi gördü. Bunun uzun bir yol olduğunu fark eden Gökçebağ, daha sağlam adımlarla yürüyebilmek için uzman isimleri bir araya getirdi. 

“Bir anda e-postama binlerce mektup gelmeye başladı. Ben bunları tek tek okuyamazdım. Bu yüzden bir psikolojik danışman ile çalışmam gerektiğine karar verdim. Psikolojik Danışman Elif Nazlı Karabacak ile birlik olduk. Onunla devam ederken bu projeyi nasıl sürdürülebilir kılarız, nasıl büyütebiliriz, nasıl daha farklı yerlere erişebiliriz diye düşünürken, ekibimizin üçüncü bir üyesi sevgili Begüm Yağcı da bize katıldı. Şimdi üçümüz bu projeyi yürütüyoruz. Lakin şu an arka planda çalışan psikologlar, psikiyatristler, pedagoglar da var.”

Uzmanlar her bir mektubu tek tek inceleyerek, çocuklara ulaştırmadan önce onlar için yeni sorun veya problem olabilecek bir detay içermediğinden emin olmaya çalışıyorlar.

“Kalbinde mektup yazmayı seven herkes mektup arkadaşı olabilir”

Sürdürülebilirlik ve İletişim Uzmanı Begüm Yağcı da yazma sevgisi olan herkesin çocuklara mektup arkadaşı olabileceğini söylüyor.

Depremden etkilenen çocuklara mektup arkadaşı aranıyor

“Mektup arkadaşlığı için herhangi bir yaş sınırı koymuyoruz. Çünkü iletişim kurmak isteyen herkes bunu yapabilir. Biz zaten o çocukların çok hassas bir durumu olduğu için mektuplarda yazılan her şeyi okuyoruz. İçerik olarak çocukları rahatsız etmeyecek, üzmeyecek bir yapı oluşturmak için bu konularda uzman arkadaşlarımız yazılanları ve çizilenleri özenle analiz ediyorlar.”

Mektuplar kimi zaman zarflara konularak elden, kimi zaman da e-posta yoluyla ulaştırılıyor. Bu tamamen ebeveynlerin ve çocuklarının bulundukları yerlerdeki koşullara bağlı.

Depremden etkilenen çocuklara mektup arkadaşı aranıyor

“İyi ki yazmışım çünkü ona yazmak bana da çok iyi geldi”

Bazı aileler, çocukların mektuplar ellerine geçtiğinde yaşadığı sevinci projeyi yürüten ekiple paylaşıyor. Yani bir anlamda geri bildirim de alıyorlar. Yağcı, mektuplarına çocukların verdiği tepkileri şu sözlerle anlattı:

“Onların mektup okuduğunda, aldığında neler yaptığını görüyoruz. Bunu gördüğümüzde biz ağlıyoruz. O kadar mutlu oluyorlar ki. Mektup kağıtlarını seviyorlar. Okurken kendilerini değerli, kıymetli ve yalnızlık hissinden uzak hissediyorlar. Başlattığımız bu yolculuğun en güzel tarafı da bu. Çünkü o çocuğun gözünde o mutluluğu görüyorsunuz. Dünyanın en güzel şeyi bence bir çocuğu sevindirmek. Kendilerini ne kadar kıymetli hissettiklerini görüyorsunuz.”

Yazmanın iyileştirici bir gücü olduğuna inanan Yağcı, bunun mektubu alan çocuklar kadar mektubu yazan kişilere de iyi geldiğine dikkat çekiyor.

“Mektupların çocuklara yaşattığı mutluluk hepimizde aynı şekilde bir duygu yaşatıyor. Mektup yazan arkadaşlarımızla da iletişimimiz devam ediyor. Şunu söyleyen çok, 'İyi ki yazmışım. Çünkü ona yazmak bana da çok iyi geldi'. Yani yazmanın iyileştirici bir gücü var sizin için de.”

Depremden etkilenen çocuklara mektup arkadaşı aranıyor

“Yalnız olmadığını bilmek iyileştirir”

“Depremin yaşandığı andan itibaren destek ve dayanışma anlamında muhteşem bir kültüre sahip olduğumuzu gördük” diyen Gürçin Gökçebağ, ‘Mektup Arkadaşı Aranıyor’ projesiyle en önemli ihtiyaçlardan biri olan ‘ilişki’ açığını da kapattıklarını düşünüyor.

“Herkes elinden geldiğince deprem bölgelerine maddi manevi destek verdi. Lakin belki de en temel ihtiyacımız olan ilişki ihtiyacını unutmuşuz. Çünkü yalnız olmadığını bilmek iyileştirir. Aynı problemlerden başkalarının da geçtiğini bilmek, görülmek iyileştirir. Şu anda oradaki miniklerimizin birçoğu görülmediğini ya da “farklı” olduğunu düşünüyor. Görülmek çok temel bir ihtiyaçtır. Bu süreçte yorulduk ve yorulmaya devam edeceğiz. Çünkü yol çok uzun ve boyutlu. Yine de o çocukların bir ihtiyacına cevap vermek için bu projenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum.”

Gökçebağ, her mektubun, mektuptaki her kelimenin birer dilek olduğuna vurgu yapıyor:

“Hani bir dilek dileriz, 'İyi olmanı diliyorum, sağlıklı olmanı diliyorum, mutlu olmanı diliyorum' deriz. Biz bunu dilediğimizde bunun nereye gittiğini bilmeyiz ama bunu demeye devam ederiz. Ben bu mektupları da gönderilen birer dilek olarak değerlendiriyorum. Ve o dilekler yerlerine, o miniklerin kalplerine, zihinlerine ulaşıyor. Bu anlamda mektup arkadaşı olmanın da böyle bir sağaltıcı yönü var.”

“Ben depremzede bir çocuk olsaydım ne okumak isterdim?”

Psikolojik Danışman Elif Nazlı Karabacak ise mektupları titizlikle incelemekte oldukça önemli bir rol oynuyor. Depremzede çocukları rahatsız edecek herhangi bir içerik yoksa koordinasyon sağlanıyor ve mektuplar sahiplerine gönderiliyor.

Depremden etkilenen çocuklara mektup arkadaşı aranıyor

Peki, çocuklar kendilerine gönderilen mektuplarda en çok neyi okumaktan veya görmekten hoşlanıyor? Karabacak bunun cevabını şöyle verdi:

“Çocuklar mektupları okurken gelen güzel dilekleri ve bu dileklerin sahiplerinin kim olduğunu tanımaktan hoşlanıyorlar. Kendi isimleriyle ilgili şiirler yazılınca çok fazla hoşlarına gidiyor. Veya kendi hayatıyla ilgili bir şeyler paylaşanlar çok hoşlarına gidiyor. Örneğin kendisini anlatanlar, kendi çocuğunu anlatanlar, kendi hikayelerinden bahsedenler var. Yani insanlar kendilerinden bahsettikçe çocuklar aslında onları tanımış oluyor ve büyük ihtimalle daha fazla bağ kuruyorlar. O yüzden bunlar onların çok fazla hoşuna gidiyor.”

Depremzede çocuklara mektup yazarken bunları okuyanların yalnızca birer çocuk olduğunu ve oldukça hassas bir dönemden geçtiklerini hiçbir zaman unutmamak gerektiğini söyleyen Karabacak, şunları söyledi:

“Mektuplar şöyle düşünerek yazılmalı; 'Ben depremzede bir çocuk olsaydım ne okumak isterdim?' Herkes acısını paylaşmak, geçmiş olsun demek istiyor. Ama zaten o insanların etrafında çok fazla acı var. Mektubu okuduklarında daha neşeli şeyler görmek istiyorlar. Bu yüzden deprem, enkaz, kayıp veya doğal afet gibi kelimelerin kullanılmaması gerekiyor mektuplarda.”

Depremden etkilenen çocuklara mektup arkadaşı aranıyor

Çocukların ‘başa çıkma mekanizması’ henüz gelişmediği için güzel içerikler görmeye ve okumaya ihtiyacı olduğunu söyleyen Karabacak, ilişkilerin iyileştirici bir gücü olduğundan mektup arkadaşlığının çocuk psikolojisi üzerindeki önemine dikkat çekti.

“Güzel mektuplar geldiğinde çocuklar, dünyanın güvensiz bir yer olduğu veya bu olumsuzlukların kendisi yüzünden yaşandığı gibi yanlış algılarından uzaklaşmış oluyorlar. Daha güvende, ilişki içinde hissediyorlar. Çünkü ilişkiler her zaman iyileştirir. İnsan sosyal bir varlık olduğu için her zaman bir ilişkiye muhtacız. Çocuklarda özellikle başa çıkma mekanizmaları henüz gelişmediğinden büyüklerinin onlara yazdığı mektuplarda büyüklerin yaşadığı tecrübeleri görmek de ayrıca iyileştirici oluyor.”

Bir Çocuğa, Geleceğinden Mektup Yollamaya Ne Dersiniz?

İlk karne aldığınız dönemi hatırlıyor musunuz? 

Peki hiç takdir belgesi aldınız mı? Ya da teşekkür belgesi?

Ben,  şuandaki yetişkin halimden, çocukluğuma kocaman bir takdirname yolluyorum. 

Neden mi?


Başaracağı ve sahip olacağı şeylerin kanıtını yollayacağım ki, hiç pes etmesin. Çünkü çok güzel ve uzun bir hayat, yaşaması için, onu bekliyor olacak.  

Siz de, aynıısnı kendiniz için yapmak ister misiniz? Senaryoya tersinden bakıp, çocukluğunuza, kendi biçtiğiniz değerde bir notlandırma sistemi içinde bir karne doldurmaya ne dersiniz?

Hadi o zaman başlayalım.

İlkokula başladığınız dönemi, hatta okula başladığınız ilk günü hatırlıyor musunuz?

Anne, babanızın ya da yanındayken kendinizi daha da güvende hissetmenize neden olan herhangibir büyüğünüzün, tüm sıcaklığınızla tuttuğunuz minnacık elinizi bırakarak, 'Hadi bakalım, artık yeni insanlarla tanışma ve farklı şeyler öğrenme zamanı geldi.’ dediğinde, nasıl hissettiğinizi hatırlıyor musunuz?

Ne kadar heyecanlı bir dönemdi, öyle değil mi? 

Bazıları anne ve babalarının ellerini bırakınca çok korkar. Çünkü ne yapacaklarını bilmezler. Bazıları ise heyecanla yeniliğe doğru koşarlar. Hatta çevrelerinde ağlayarak kaygı ve korkuyla bakan çocukları görünce ‘Neden ağlıyorlar ki, anlayamadım.’ diyerek şaşkın bir şekilde bakarlar.

Siz hangilerindendiniz?

Korkunun ve kaygının panzehirinin ‘cesaret ve güven’ olduğunu biliyor musunuz?

Bilinmezlik kavramı, bir çocuk için kaygı yaratırken, diğer çocuk için neden kaygı yaratmaz, hiç düşündünüz mü?

Peki yeni doğmuş hiç bir çocuğun aklının ucundan olumsuz kötü düşünceler geçmediğinin farkında mısınız?

Büyükler her zaman kendi korku ve kaygılarını, cesaretsizliklerini, o minnacık, tatlı mı tatlı, güzel mi güzel, anne sütü kokan muhtesem yaratıklara maalesef ki yüklerler. Ama gerçek; sadece onların gerçeği, korku sadece onların korkusu ve cesaretsizlik sadece onların cesaretsizliğidir. Çünkü geçmişte yaşadıkları deneyim ve tecrübeler, onlara bissürü şey öğretmiştir. Öğrendikleri herşeyden çocukları da faydalansın ve daha güçlü olsunlar isterler. Bazen çocuklarına yaşadıkları tecrübelerden kıymetli kazanımları anlatmak yerine, hep yaşadıkları olayların negatif ve olumsuz yönlerini göstermeye çalışırlar. Nedenleri çok masumdur. Çocukları bir şekilde korumak isterler.  Ama etkisi masum olamayacak kadar olumsuz olur.

Çalışma Konumuz; değerli anne ve babalarımızın, üzerimizde yarattığı, korku ve kaygılar değildir. Son derece iyi niyetle, bizleri korumak için hissettikleri kaybetme korkusuyla yarattıkları  büyüttükleri kaygı yüklü çocuklar hiç değildir.  Konumuz bütün bu, iyi niyetli de olsa, üzerimizdeki bütün olumsuz etkilerini nasıl çözebileceğimizdir.

Geçmişte bir dönem düşünün..... şöyle ufacıkken tatlı tatlı, heyecanlı heyecanlı hayal ettiğiniz sorular?

  1. Acaba, boyum uzadığında ben de diğer çocuklar gibi basketbol oynayabilecek miyim?
  2. Acaba, istediğim mesleğe sahip olabilecek miyim?
  3. Acaba, okuma bayramında, elimdeki kitabı istediğim gibi okuyabilecek miyim ?
  4. Acaba, ben de filmlerdeki gibi aşık olabilecek miyim ?
  5. Acaba, yaz tatili sonrasında Ali beni gördüğünde bana duygularını ifade edecek mi? 
  6. Acaba, kalabalık güzel  bir ailem olacak mı?
  7. Acaba, yurt dışına çıkabilecek miyim?
  8. Acaba, o vapurda gördüğüm kızla konuşsam bana karşılığını verir mi?
  9. Acaba, bakışlarının arkasında bana hayran hayran, aşık aşık bakan kadına ‘ben de senden çok hoşlanıyorum ve tanımak için sabırsızlanıyorum’ desem, karşılığını alabilecek miyim ?
  10. Acaba, üniversiteyi kazanabilecek miyim ?
  11. Acaba, araba kulanabilecek miyim?
  12. Acaba, içinde salıncak olan bir evim olacak mı?
  13. Acaba, baba olacak mıyım?
  14. Acaba, borçlarımı ödeyebilecek miyim?
  15. Acaba,, işimde başarılı olabilecek miyim ?
  16. Acaba mutlu bir hayat yaşayabilecek miyim ?
  17. Acaba hayatı bana zehir eden bu kadından/adamdan kurtulabilecek miyim?
  18. Acaba kendime yeni, mutlu bir hayat kurabilecek miyim?
  19.  
  20. Acaba, bana başkalarına verdiğim değer kadar değer veren bir eşim olacak mı?
  21. Acaba anne olabilecek miyim?
  22. Acaba teyze olabilecek miyim?
  23. Acaba dede olabilecek miyim?
  24. Acaba başarılı olabilecek miyim?
  25. Acaba mutlu olabilecek miyim?
  26. Acaba ? acaba ? acaba ?  


Hep geleceğe yönelik hayaller kurar dururuz. O hayallere ulaşmak için planlar yaparız, çalışırız, çabalarız ve elde etmek için elimizden geleni pes etmeden yaparız.
Bazılarımız, istediği şeylerden her ne pahasına olursa olsun, vazgeçmez. Çünkü konsantre olduğu şey, sadece istediği şey ve onu nasıl elde edebileceğidir. Bazılarımız ise vazgeçer, çünkü o kadar da değerli değildir. Ondan daha değerli ve  daha anlamlı şeyler önüne geçer.

Şimdi tekrardan o büyümüş minik çocukların hayallerini gerçekleştirip, gerçekleştiremediğiyle ilgili olan heyecanlı serüvene geri gidecek olursak, birlikte 'o çocuğa' gelecekte neler başaracağının bilgisini vermeye, ne dersiniz?

O, minnacık masum yüzüyle tatlı tatlı gülümseyerek hayaller kurarken, ‘Acaba’ ile başlayan sorularının cevabını alacağı, gelecekten bir demet mektubu olsa, ne yapar? Pekü bütün başarıp, gerçekleştirdiği şeylere, birer not vermesini istesek, acaba elimizde nasıl noktalral dolu bir karne oluşurdu? 

O zaman, bembeyaz bir sayfaya, güzel bulduğunuz bir kalemle, çocukluğunuzdan beri gerçekleştirmek için yanıp, tutuştuğunuz, hayalini kurduğunuz başarılarınızı yazar mısınız? 

Bizim içinde bir not ekleyebilecek olsanız, söyler misiniz o tatlı çocuğa, 'Gerçekten isteyerek, inanırsan ve  gerekeni yaparsan, dilediğin herşeyi gerçekleştireceksin. Yeter ki inan ve vazgeçme.'

Bir bebeğin dünyaya gelme şeklini düşünürmüsünüz lütfen. Zaten dünyaya gelmemiz bile başlı başına bir mucize değil midir? Siz neden kendi mucizenizi gerçekleştirmeyesiniz ki?

O mektubun altına, ENA ablalarından bir cümle daha ekleyiniz lütfen.. ‘Canım, güzel çocuk. Hayata hep güvenerek, mutlu mutlu güzel güzel, gözlerle bak. Bak ki hep çevrendeki güzel, mutlu, güvenilir, huzurlu şeylere doğru git, git ki hayatına ne korku, ne kaygı, ne de endişeden yana hiçbir duygu girmesin. Hep cesaretle, huzurla, korkusuzca  bir hayat yaşa. Annen, baban, ablan ya da abin, her ne yaşamışsa yaşasın, sen onlarla aynı hayatı yaşamak zorunda değilsin. Farklısın, tıpkı, diğer bissürü insanın birbirinden farklı olduğu gibi, farklısın. Dolayısıyla sen kendi farkınla, özgürce, istediğin gibi yaşa. Yaşa ki hem hayattan, hem kendinden, hem de Ena’dan yıldızlı pekiyi’lerle dolu bir karne al.'

Bu hayattaki en büyük başarı, istediğin hayatı istediğin gibi yaşamaktan geçer. İstediğin hayatı yaşamanı bazen bir takım şeyler engeller ve ertelemene neden olur. Ertelenmesi, istediğin hayatı yaşayamayacaksın anlamına gelmez. Ertelemen sadece daha çok, ne istediğini bilerek, onun için savaşacağın anlamına gelir. Hayat ve mücadele her zaman güçlendirir ve her zaman daha da özgürleşmeni sağlar.

İlk okula ağlayarak anne, baba, abla, abi ya da bir büyüğün elinden kopartılmak zorunda kalarak, başlayan çocuklara da şunu söyleyiniz; 'Bu hayat ‘birilerinin elini bırakmadan yaşanacak kadar bağımlılıklar ve korkularla geçiştirilecek risklere sahip bir hayat değildir. Bu hayat anne ve baban dışında da pek çok insana, ama önce kendine güvenerek yaşaman gereken, süprizler ve güzelliklerle dolu bir hayattır. Dolayısıyla yanında korkusuzca duran arkadaşının sorusuna şöyle bir cevap vermeye ne dersin ‘Senin annen ve baban seni korkusuzca yetiştirmiş, ben de sana ve senin cesaretine konsantre olarak, korkusuzca bu hayatı yaşayacağım. Çünkü, senle ben aynı yaşta ve aynı yolculuğun başındaysak, aramızdaki farkı yaratan şey; ya anne ve babalarımızın üzerimizdeki etkileri, ya da kendi bireysel kişilik özelliğimizdir. Ben bunun içine güzel bir arkadaş ve yoldaş etkisini de koyarak, korku kokan şeyden vazgeçerek,  cesaretli olan şeyi değiştiriyorum. Artık ellerim boş ve özgürüm. İstediğimde senin elini tutabilirim, ya da sen benimkini.... Bu birbirimize olan bağımlılığımızı değil, sadece güçlü ve güzel duygularımızın karşılıklı olduğunu gösterir. Ancak bu şekilde senin gibi , 'Acaba güzel ve istediğim gibi bir hayatım olacak mı? diye, güzel hayaller kurarak, onlara inanabilir ve gerçekleştirebilirim.' demeye ne dersin....

Geçmişe gidip, sizi heyecanla bekleyen minik melek ruhlu çocuğa, güzel ve istediği gibi bir hayata sahip olup, olmayacağının cevabını ulaştırmak ister misiniz? 
ENA
Korkusuz, gülen çocuk... 

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede