Tevbe suresinin fazileti ve sırları

Tevbe Suresinin Fazileti Ve Sırları

tevbe suresinin fazileti ve sırları

Besmele ile başlamayan Tevbe suresinin faziletleri

Medine döneminde nazil olan Tevbe suresinin ve ayetleri Mekke döneminde inmiştir. ayetten oluşan Tevbe suresi besmele ile başlamayan tek suredir. Surede Peygamberimizin şefkati bildirilmiştir Peki Tevbe suresi okumanın faziletleri nelerdir? İşte Tevbe suresi faziletleri

Kur’ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi. Berâe sûresi de denir. Mâide sûresinden sonra, Nasr sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. ve âyet-i kerîmeleri Mekke’de indi. Yüz yirmi dokuz âyettir. Evvelinde Besmele nâzil olmamıştır. Sûre, müşriklerin Allahü teâlâ ile alâkalarının kesildiğini, bundan sonra onların Kâbe’ye yaklaştırılm ayacağını, müslüman olmadıkları takdirde öldürüleceklerini bildiren bir ültimatom mâhiyetindedir. Sûre, Peygamber efendimizin şefkat ve merhâmetini bildiren âyet-i kerîmelerle sona erer. (Muhammed bin Hamza-Hüseyn Vâiz-i Kâşifî)

Tevbe süresinin faziletleri ve sırları olmakla beraber okuyan kişiye bazı manevi armağanlarda verilir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm okumak ve okutmak çok sevâbdır. Hatta bunun sevâbı dedelerine, çocuklarına ve torunlarına tesîr eder. Îtikâdı düzgün bir kimse, Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup, muteber ilmihâl kitâblannda bildirildiği gibi amel ettiği, i-bâdet yaptığı takdirde büyük sevâblara kavuşur.

Kur’ân-ı Kerîm okumakla alâkalı olarak sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: “Kur’ân-ı Kerîm okunan evin hayrı artar, sâkinle-rini sıkmaz, melekler oraya toplanır, şeytanlar oradan uzaklaşır. Kur’ân-ı Kerîm okunmayan ev, içindekilere dar gelir, sıkıntı verir, bereketsiz olur. Bu evden melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya dolar.”

Kur’ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi.
Berâe sûresi de denir. Tevbe sûresi Medîne’de nâzil oldu (indi). ve âyet-i kerîmeleri Mekke’de indi. Yüz yirmi dokuz âyettir. Evvelinde Besmele nâzil olmamıştır. Sûre, müşriklerin Allahü teâlâ ile alâkalarının kesildiğini, bundan sonra onların Kâbe’ye yaklaştırılm ayacağını, müslüman olmadıkları takdirde öldürüleceklerini bildiren bir ültimatom mâhiyetindedir. Sûre, Peygamber efendimizin şefkat ve merhâmetini bildiren âyet-i kerîmelerle sona erer. (Muhammed bin Hamza-Hüseyn Vâiz-i Kâşifî)

Tevbe sûresinde buyruldu ki:
Allahü teâlâya ve kıyâmet gününe inanmayan ve Allahü teâlânın ve Resûlünün haram ettiklerine haram demiyen ve hak olan İslâm dînini kabûl etmeyen kâfirlerle, cizyeyi kabûl ettiklerini veya müslüman olduklarını bildirinceye kadar harb ediniz! Onları öldürünüz. (Âyet: 28)

TEVBE SÛRESİ’NİN FAZİLETİ VE YARARLARI
1- Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Enfal ve Tevbe surelerini okumaya devam eden kimseye (kıyamet gününde) şefaatçi olurum. Ve o kimse münafıklıktan uzak olur. Bu sureleri okuyan kimseye, münafık erkek ve münafık kadınların sayısı kadar ecir verilir. Arşı yüklenen melekler, o kişi ölünceye kadar onun için istiğfar ederler.”(Ebu Suud Efendi, Ebu Suud Tefsiri (İrşadü Aklis-Selim) 4/37)

2 – Her kim Tevbe suresinin son iki (olan ve ) ayetini okumaya devam ederse, enkaz altında kalarak, boğularak, yanarak ve demir darbesiyle ölmez.” buyurdu.(Zebidi, İthafü’s-sade, )

3-Kur’ân-ı kerîm bana âyet âyet, harf harf nâzil oldu. Ancak Tevbe ve İhlâs sûreleri hâriç. Bunlar bana yetmiş bin saf melekle berâber nâzil oldu. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Tövbe Suresinin Sırları Hakkında Rivayetler
1 – Her çeşit şerden kurtulmak için yedi kere okunur.

2 – Her kim güneş doğmadan önce Tövbe suresinin ayetleri 10 kere okursa, hastalığına bi-iznillah şifa olur.

3 – Her kim ketenden dokunmuş bir bez parçasına herhangi bir kameri ayın ilk günü Tövbe suresinin ayetini yazar ve bu yazının çerçevesine hırsız olacağı şüphenilen veya evden kaçan kişinin ismini anne ismiyle beraber yazar (…. oğlu/kızı …) ve o yazılı keten parçasının ortasına çivi çakarak ayak basılmayan temiz bir toprağa gömerse, muradı gerçekleşir.

4 – Her kim Cuma gecesi teheccüd vaktinde Tevbe suresinin son ayetini ve [Ente yâ Rabbi Hasbi’ala fülânibni Fülanete. E’atıf kalbehü ‘aleyye ve zellihü li.] duasını kere okursa, buğzeden kimsenin bunları okuyan kişiye karşı sevgi beslemesine sebep olur.

Tevbe suresi ayet tefsiri ve meali nedir? Tevbe suresi ayeti okunuşu ve anlamı

Kur'an-&#; Kerim’de 9. s&#;rada yer alan Tevbe suresi, ini&#; s&#;ras&#;na göre suredir. Toplamda ayetten olu&#;ur ve son iki ayeti Mekke’de, kalan ayetler ise Medine’de inmi&#;tir. ayette geçen “tevbe” kelimesinden ismini alm&#;&#;t&#;r. Bu ayette Allah’&#;n kullar&#;n&#;n tövbelerini kabul edece&#;inden bahsedilir. Ayn&#; zamanda Tevbe suresi için Allah taraf&#;ndan mü&#;riklere gönderilen son uyar&#; da denebilir. Allah’a iman etmeyenlerin büyük bir gaflette oldu&#;u ve iman etmezlerse ba&#;lar&#;na gelecek &#;eylere vurgu yap&#;l&#;r.

Tevbe suresi ayet nas&#;l okunur?

Tevbe suresi ayet okunu&#;u pek çok müminin merak etti&#;i konulardan biridir. Çünkü günahlar&#;n affedilmesi ve Allah’&#;n aff&#;na s&#;&#;&#;nmak için bu sure oldukça önemlidir. Tevbe suresini ezberlemek isteyenler ayetin okunu&#;unu da ö&#;renmek ister. Tevbe auresi ayet Arapça yaz&#;l&#;&#;&#; a&#;a&#;&#;da verilmi&#;tir:

tevbe

Bu surenin Türkçe okunu&#;u da ara&#;t&#;r&#;l&#;r. Arapça okumay&#; bilmeyen ki&#;iler Türkçe okunu&#; bakarak bu ayeti ezberleyebilir. Tevbe suresi ayet Türkçe okunu&#;u &#;u &#;ekildedir:

  • Fe in tevellev fe kul hasbiyallâh(hasbiyallâhu), lâ ilâhe illâ hûve, aleyhi tevekkeltu ve huve rabbul ar&#;il azîm(azîmi).

Tevbe suresi ayet ne anlama gelir?

Tevbe suresi ayet anlam&#; ile öne ç&#;kar. Çünkü Allah’&#;n varl&#;&#;&#;, birli&#;i ve yaln&#;z ona güvenilmesi gerekti&#;i ile ilgili bilgiler içerir. K&#;sa bir sure oldu&#;u için hem sureyi hem de anlam&#;n&#; ezberlemek oldukça kolayd&#;r. Tevbe suresi ayet meal olarak a&#;a&#;&#;da verilmi&#;tir:

  • Buna ra&#;men yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter, O’ndan ba&#;ka ilah yoktur, ben yaln&#;z O’na güvenip dayan&#;r&#;m; O, büyük ar&#;&#;n sahibidir.”

Tevbe suresi ayet tefsiri nedir?

Tevbe suresi ayet Türkçesi ve tefsirini ö&#;renmek, bu sureyi daha iyi kavramay&#; sa&#;lar. Böylece &#;slam dininin gereklilikleri de daha iyi yerine getirilebilir. Tevbe suresi ayet tefsiri a&#;a&#;&#;da verilmi&#;tir:

Hz. Muhammed bir insan olarak içimizden biridir; fakat Cenâb-&#; Allah onu vahiy alma ve peygamberlerin sonuncusu olma mertebesiyle onurland&#;rm&#;&#;t&#;r. Ba&#;ka bir âyette “bütün varl&#;klar için rahmet” olarak nitelenen (Enbiyâ 21/) Resûl-i Ekrem’in müminlere kar&#;&#; tutumuna ve hissiyat&#;na a&#;&#;rl&#;k verilen âyette o, Allah Teâlâ’n&#;n iki güzel ismi ile, raûf ve rahîm olarak nitelenmi&#;tir; raûf “çok &#;efkatli”, rahîm “çok merhametli” demektir. Yüce Allah’&#;n hiçbir peygamberini kendi isimlerinden ikisiyle birlikte anmam&#;&#; oldu&#;u dikkate al&#;n&#;rsa onun rabbimizin kat&#;ndaki derecesi ve bütün bu aç&#;klamalara ra&#;men ondan yüz çevirenlerin ne büyük ziyanda olduklar&#; daha iyi anla&#;&#;l&#;r. &#;&#;te âyette Hz. Peygamber’den bu gibi bahts&#;zlar&#;n tutumlar&#;ndan üzüntü duymamas&#;, sadece Allah’a güvenip dayand&#;&#;&#;n&#; hat&#;rlamas&#; ve onlara da bunu duyurmas&#; istenmektedir (Hz. Muhammed ve onun üstün özellikleri hakk&#;nda bk. Ahzâb, 33/40; Feth 48/29; tevekkül hakk&#;nda bk. Âl-i &#;mrân 3/).

Sûre Allah ve resulünden bir bildirimle ba&#;lad&#;&#;&#; gibi, yine Cenâb-&#; Hakk’&#;n resulü vas&#;tas&#;yla insanl&#;&#;a yapt&#;&#;&#; genel bir uyar&#; ile, büyük ar&#;&#;n sahibinin yegâne ilâh olan Allah oldu&#;u vurgulanarak sona ermektedir (“ar&#;” hakk&#;nda bilgi için bk. A‘râf 7/54). (Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 78)

Tevbe suresi ayet fazileti nedir?

Tevbe suresi ayet fazileti ve s&#;rlar&#; çok önemlidir. Çünkü birden fazla olay için bu sure okunabilir. Çok faziletli olan Tevbe suresinin faziletleri &#;u &#;ekildedir:

  • 5 vakit namazdan sonra Tevbe suresi okuyanlar&#;n, peygamber efendimizin övgüsünü kazand&#;&#;&#; söylenir.
  • Bu sureyi okuyanlar&#;n yanarak, demir darbesiyle ya da göçük alt&#;nda kalarak ölmeyece&#;i söylenir.
  • Bu sureyi 7 gün sabah 7 gün gece okumak tavsiye edilir. Ki&#;i, bu sureyi okudu&#;u gün ölmez. E&#;er ölecekse o gün sureyi okumak nasip olmaz.
  • Güne&#; do&#;madan önce Tevbe suresinin Ayetlerini okuyanlar&#;n hastal&#;klar&#; Allah’&#;n izniyle &#;ifa bulur.

Tevbe suresi ayet kaç defa okunmal&#;?

Tevbe suresi ayet fazileti kaç defa okunmal&#; diye merak edilir. Çünkü faziletlerin gerçekle&#;mesi için sureleri ve ayetleri belli miktarda tekrarlamak gerekir. Tevbe suresinin son iki ayetinin sabah ve ak&#;am yedi&#;er kere okunmas&#;, ki&#;iye Allah’u Teala taraf&#;ndan güç verilmesini sa&#;lar. Ayr&#;ca güne&#; do&#;madan önce 10 defa Tevbe suresinin son iki ayetini okunmas&#;, ki&#;inin hastal&#;&#;&#;na &#;ifa olur.

Tevbe suresi ayeti niçin okunur?

Tevbe suresinin ayetinin neden okunmas&#; gerekti&#;i merak edilir. Peygamber efendimizin övgüsünü almak, ömrün uzamas&#;, belalara kar&#;&#; korunmak, r&#;zk&#;n geni&#;lemesi, hastal&#;&#;a &#;ifa bulmak, i&#;lenen günahlar&#;n affedilmesi, dü&#;manl&#;ktan uzak durmak için bu sure okunabilir.

ANASAYFAYA DÖNMEK &#;Ç&#;N TIKLAYINIZ

Tevbe Suresi T&#;rk&#;e Okunuşu - Tevbe Suresi Anlamı, Arap&#;a Yazılışı ve Fazileti (Diyanet Meali)

Haberin Devamı

Tevbe Suresinin Hikmeti ve Sırları

Tevbe suresinde Müslümanların müşrik ve kafirlere karşı sert olmaları ve birbirleriyle yardımlaşmaları öğütlenir. ayetinde ise İslam'ı fırkalara bölmek isteyen kişilerin yaptıkları mescitlerde ibadet edilmemesi gerektiği anlatılır. Sıcağı bahane gösterip cihat etmek istemeyen kişilere ise cehennem sıcağı hatırlatılır. ayet ise kafirlerin kalplerinin hastalıklı olduğu söylenir. Kalbi temiz olan müminler ise sadece Allah'a ve hayra yönelir.

Tevbe Suresi Ne İçin, Ne Zaman, Neden ve Nasıl Okunur?

Her Müslüman tövbe etmekle mükelleftir. Bir peygamber olan Hz. Muhammed (A.S), buna rağmen gün içerisinde sayısız kere şükrederdi. Bir gün ona cennetle müjdelenmiş olmasına rağmen neden tövbe ettiği sorulduğunda, Allah'a şükretmek için diye cevap verir. Tövbe hem af dilemek hem de şükretmek için edilir. Dolayısıyla Tevbe suresi hem geçmiş günahları tekrarlamamak hem de Allah'ın verdiği nimetlere şükretmek için okunur. Namazlarda ve günlük ibadetlerde de okunabilir.

Tevbe Suresi Nasıl Ezberlenir?

Kurandaki en uzun surelerden biri olduğu için günlere bölünerek, kısım kısım ezberlenmelidir. Telaffuz konusunda zorluk çekenler hafızların okuduğu ayetleri dinleyerek tekrar yapabilir.

Tevbe Suresi Ne Anlatıyor?

Tevbe Suresinin ayetinde Allah'ın Alim ve Hakim sıfatları yer alır. Sadaka ve zekat vermenin her Müslümana farz olduğu anlatılır. Yolda kalmışlara, muhtaçlara ve yoksullara yardım edilmesinin ne kadar önemli olduğu vurgulanır.

Tevbe Suresi Ölülere Okunur mu?

Kabir ziyaretlerinde ilk ve son ayetleri okunabilir. Ölülere rahmet dilemek isteyen müminler de Tevbe suresinin bir kısmını ya da tamamını Arapça ve Türkçe olarak okuyabilirler.

Tevbe Suresi Özellikleri

Kurandaki en uzun surelerden biridir. 2 ayeti hariç tamamı Medine'de inmiştir. Kuran-ı Kerim'in 9. suresi olan Tevbe suresi, tövbe etmenin önemini anlattığı için bu ismi almıştır.

Tevbe Suresi Şifa İçin Okunur mu?

Tevbe suresi hastalıklardan korunmak, şifa bulmak ve manevi sıkıntılardan kurtulmak için okunabilir.

Tevbe Suresi ve Uzun Bağışlama Duası

Allah katında bağışlanmak ve tövbe etmek isteyen Müslümanlar Tevbe suresini uzun bağışlanma duasından önce ya da sonra okuyabilir.

Tevbe Suresini Üzerinde Taşımak

Müslümanlar hastalıklardan ve musibetlerden korunmak için de Tevbe suresini üzerinde taşıyabilir.

Tevbe Suresi Ne Zaman Okunmalı?

Surenin ilk on - on beş ayeti namaz esnasında okunabilir. Sabah namazından son iki ayeti 10 kere tekrar edilebilir.

Tevbe Suresi Türkçe Anlamı (Diyanet Meali)

Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ültimatomdur: ﴾1﴿ Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise, inkârcıları perişan edecektir. ﴾2﴿ Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah'a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele! ﴾3﴿ Ancak Allah'a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever. ﴾4﴿ Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. ﴾5﴿ Eğer Allah'a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah'ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir. ﴾6﴿Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ültimatomdur: ﴾1﴿ Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise, inkârcıları perişan edecektir. ﴾2﴿ Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah'a ortak koşanlardan uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakabilecek değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele! ﴾3﴿ Ancak Allah'a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever. ﴾4﴿ Haram aylar çıkınca bu Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. ﴾5﴿ Eğer Allah'a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah'ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir. ﴾6﴿Allah'a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah kendine karşı gelmekten sakınanları sever. ﴾7﴿ Onların bir ahdi nasıl olabilir ki! Eğer onlar size üstün gelselerdi, ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirlerdi. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor. Onların pek çoğu fasık kimselerdir. ﴾8﴿ Allah'ın âyetlerini az bir karşılığa değiştiler de insanları onun yolundan alıkoydular. Bunların yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür! ﴾9﴿ Bir mü'min hakkında ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirler. İşte onlar taşkınlık yapanların ta kendileridir. ﴾10﴿ Fakat tövbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme âyetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız. ﴾11﴿ Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün ele başlarıyla savaşın. Çünkü onlar yeminlerine riâyet etmeyen kimselerdir. Umulur ki, vazgeçerler. ﴾12﴿ Yeminlerini bozan, peygamberi yurdundan çıkarmaya kalkışan ve üstelik size tecavüzü ilk defa kendileri başlatan bir kavimle savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Oysa Allah, -eğer siz gerçek mü'minler iseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır. ﴾13﴿ 

Onlarla savaşın ki, Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin, mü'min topluluğun gönüllerini ferahlatsın ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tövbesini kabul eder. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. ﴾﴿ Yoksa; Allah içinizden, Allah'tan, Resûlünden ve mü'minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin cihad edenleri ayırt etmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. ﴾16﴿ Allah'a ortak koşanların, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah'ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedî kalacaklardır. ﴾17﴿ Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur. ﴾18﴿ Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ın bakım ve onarımını, Allah'a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse(lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah zâlim topluluğu doğru yola erdirmez. ﴾19﴿ İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir. ﴾20﴿

Tevbe Suresi Arapça Okunuşu

Tevbe Suresi Türkçe Okunuşu - Tevbe Suresi Anlamı, Arapça Yazılışı ve Fazileti (Diyanet Meali)

Tevbe Suresi Türkçe Okunuşu - Tevbe Suresi Anlamı, Arapça Yazılışı ve Fazileti (Diyanet Meali)

Tevbe Suresi Türkçe Okunuşu - Tevbe Suresi Anlamı, Arapça Yazılışı ve Fazileti (Diyanet Meali)

Tevbe Suresi Arapça YAZILIŞININ VE MEALİNİN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN

Tevbe Suresi Tefsiri (Kur'an Yolu)

İnsanî ilişkilerin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesinde ve toplumsal düzenin tesisi ve korunmasında antlaşma ve sözleşmeler çok önemli bir yere sahiptir. Sözleşmelerin güvenilir olması ve işlevini ifa edebilmesi de ahde vefâ ilkesinin korunmasına bağlıdır. Kur’an gerek insanın kendisini yaratan Allah’a verdiği söz, gerekse başka insanlarla yaptığı sözleşmeler anlamında ahid kavramı üzerinde önemle durmuş ve değişik vesilelerle ahde vefâ ilkesine vurgu yapmıştır (Bakara 2/40; Mâide 5/1, 7). Daha peygamberlik öncesi dönemde yakın çevresi tarafından güvenilir, sözünde durur bir kişi olmasıyla tanınan Hz. Muhammed de peygamberliği süresince karşılaştığı bütün zorluklara rağmen bu ilkeden ödün vermemiş ve bu konuda çevresindeki müminlere iyi bir örnek olmuştur. İşte yaklaşık yirmi iki yıllık bir süre içinde İslâmiyet’in amansız düşmanları olan Mekke putperestleriyle ilişkilerinde bile sözünde durma ve ahde vefâ konusunda titiz davranan ve ashâbı tarafından bu husustaki duyarlılığı çok iyi bilinen Resûlullah’ın daha önce yapılmış bir antlaşmayı yok sayıp birdenbire sahip olduğu gücü ön plana çıkarması beklenemezdi. Fakat içten içe yıkıcı faaliyetlerde bulunarak müslümanları birbirine düşürmeye çalışan ve bunu temin için münafıklarla iş birliği yapan müşriklerin mevcut antlaşma hükümlerini fiilen bozmaları karşısında, içi boşaltılmış bir antlaşmayı istismar etmelerine de müsaade edilemezdi. Müşriklerin antlaşma hükümlerini sinsice ihlâl etmeleri ve hıyanet içinde bulunmaları karşısında Resûlullah’ın da bu antlaşmaları bozabileceği Enfâl sûresinde bildirilmiş (8/58) ve bu konuda müslümanların fikrî bir hazırlık içinde olmaları sağlanmıştı. Tebük Seferi’nde yaşanan birçok olay da müslümanlarla birlikte hareket ediyor görünen kişilerin gerçek yüzlerini açığa çıkarma açısından onlara önemli tecrübeler kazandırmıştı. Nihayet Tebük Seferi’ni takiben bu bildirimin yapılması zamanının geldiği Resûlullah’a vahyedildi: Müslümanların antlaşma yaptığı müşrikler artık bu antlaşmanın geçersiz olduğunu bilmeliydiler! Peygamber’in bizzat bulunmayıp emîr olarak Hz. Ebû Bekir’i görevlendirdiği hac esnasında bu duyuru yapılacak ve buna bağlı sonuçlar kendilerine hatırlatılacaktı. Türkçe’de “berat” şeklinde telaffuz edilen berâe, sözlükte, “bir işten veya sorumluluktan sıyrılmak, kötü bir durumdan uzaklaşmak, katışık halden çıkıp duru hâle gelmek” gibi anlamlara gelir. Borçlu için “berî oldu” denince borçtan, hasta için “berî oldu” denince de hastalıktan kurtulduğu ve aslî durumuna döndüğü kastedilir. “Berâet-i zimmet asıldır” şeklindeki hukuk kaidesinde geçen berâet kelimesi suçsuz ve borçsuz olmayı ifade eder. Bu kelimenin bir de toplumlar arası ilişkiler ve savaş hukuku bakımından ifade ettiği bir anlam vardır ki, o da taraflar arasında dostluk ilişkisinin kopması, dokunulmazlık ve güven ilkesinin geçerliliğine son verilmesi, daha önceki taahhütlerin sorumluluğundan kurtulma, kısaca ilişki kesmedir. 1. âyette geçen “berâe” kelimesini yapılan bildirimin içeriği dikkate alınarak ve bunun şiddetli bir ihtar olduğunu belirtmek üzere “ültimatom” şeklinde çevirmek mümkündür. Fakat milletlerarası ilişkiler terminolojisinde bu kelimenin kullanıldığı anlam ile âyetteki berâe kelimesinin tam olarak örtüştüğü söylenemez. Âyette bildirimde bulunan taraf Allah ve resulü, bildirimin yapıldığı taraf ise müslümanların kendileriyle antlaşma yaptıkları müşrikler şeklinde ifade edilmiştir. Burada şöyle bir anlatım inceliğinin bulunduğu görülmektedir: Müşriklerle muahede konusunda “kendileriyle antlaşma yaptığınız” ifadesi kullanılarak yüce Allah’ın böyle bir antlaşmaya taraf olamayacağı, sadece belirli şartlarda müslümanların bu tür bir akdin tarafı olabilecekleri ima edilmiş olmaktadır (Râzî, XV, ). Hz. Peygamber’in bu akde taraf olması ise Allah’ı temsilen değil müslümanların temsilcisi ve yöneticisi sıfatıyladır. Nitekim bu duyurunun ne zaman yapılacağını bildiren 3. âyette Allah ve resulünün müşriklerle hiçbir bağının bulunmadığı ayrıca ifade edilmiş ve Hz. Peygamber de müşriklerin bulunabileceği hicretin 9. yılındaki bu hacda bulunmamıştır. 7. âyette de bu ince mânayı koruyan bir ifade kullanıldığı görülmektedir. Resûlullah’ın sefere gönderdiği kumandanlara şu meâlde bir tâlimat vermesi de bu yorumu güçlendirici niteliktedir: Bir kaleyi kuşatıp da oranın ahalisi senden Allah ve resulü adına antlaşma yapmanızı isterse bunu kabul etme, kendin ve arkadaşların adına antlaşma yap; zira kendinin veya arkadaşlarının taahhüdünü ihlâl etmen Allah ve resulünün taahhüdünü ihlâl edilmiş hâle düşürmekten iyidir. Yine, bir kaleyi kuşatıp da oranın ahalisi senden kendileri hakkında Allah’ın hükmünü vermeni isterlerse, bunu kabul etme, kendi hükmünü ver; çünkü onlar hakkında Allah’ın hükmünü isabet ettirip ettiremeyeceğini bilemezsin (Müslim, “Cihâd”, 3). Muhatapların hiç süre verilmeksizin, âniden antlaşmaya son verildiği ve böylece haksızlığa uğratıldıkları iddiasında bulunamamaları için 2. âyette kendilerine dört ay süre verildiği bildirilmiştir. Bu âyetteki “serbestçe dolaşın” şeklinde çevrilen “sîhû” emrinin masdarı olan “siyâha(t)”, Arap dilinde sıradan bir gezintiyi değil, gerekli hazırlıklar yapılarak çıkılan planlı yolculuğu ifade eder. Böylece kendi aykırı davranışları sebebiyle antlaşmaları feshedilen müşriklere, güven içinde dolaşarak kendilerini korumak için her türlü önlemi alabilecekleri, diledikleri gibi hareket edip geleceklerini güvenceye alma yollarını araştırabilecekleri hatırlatılmakta, hatta emir kipi kullanılarak kendilerine tanınan bu imkândan sonra artık sorumluluğun da kendilerine ait olacağı ima edilmektedir (Elmalılı, IV, ). Bununla birlikte âyetin devamında müşriklerin Allah’ı asla âciz bırakamayacakları ve Allah’ın inkârcıları rüsvâ edeceği yönünde bir uyarı yapılmaktadır. Müteakip âyetlerle birlikte değerlendirildiğinde, burada müşriklere şu hususlar bildirilmiş olmaktadır: Verilen süreden sonra artık antlaşma güvencesinden yararlanamazsınız. Şayet eski tavırlarınızda ısrar ederseniz ve İslâm’ın müslümanlar için en kutsal mekân ilân ettiği Kâbe’nin çevresinde varlığınızı ve egemenliğinizi sürdürmeye çalışırsanız müslümanlara karşı savaş açmış sayılırsınız ve bunun sonuçlarına katlanırsınız. Fakat biliniz ki bu şekilde süre verilmesinin sebebi âcizlik değil, size düşünüp taşınma ve tövbe etme imkânı sağlamaktır; yine biliniz ki Allah’ın iradesini aşamazsınız, O’nu âciz bırakamazsınız ve rezil rüsvâ olmayı göze almış olursunuz; eğer tövbe ederseniz bu sizin için daha iyi olur (Râzî, XV, ). Burada verilen dört aylık sürenin başlangıcı ve bitimi hakkında tefsirlerde farklı açıklamalar yer almaktadır (Taberî, X, , ; Zemahşerî, II, ; Râzî, XV, , ). Bazı müfessirler Tevbe sûresinin Şevval ayında indiği bilgisinden hareketle bu sürenin Muharrem ayının sonunda bitmesi gerekeceğini ileri sürmüşlerdir. Fakat âyetin, Hz. Ebû Bekir’in hac için gönderilmesini takiben indiği, burada antlaşmanın feshini takiben belirli bir müddet tanınmasının amaçlandığı ve bunun hac esnasında (Zilhicce ayının 9 veya günü) tebliğ edildiği dikkate alınınca, dört aylık bu sürenin Zilhicce’nin10’undan Rebîülâhir’in 10’una kadar olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim Taberî, süre verilen tarafın bunu bilmesi gerektiği ilkesine ve bu bildirimin de hac esnasında yapıldığı olgusuna dikkat çekerek anılan görüşü eleştirmektedir (X, 66). Bununla birlikte, o yıl Zilhicce’nin onu sayılan hac gününün gerçekte Zilkade ayına tesadüf ettiği rivayeti esas alındığında, bu süre 10 Rebîülevvel’de sona ermiş olmaktadır; zira o sırada henüz müşriklerin “nesî” âdeti kalkmamıştı ve aylar Resûlullah’ın haccında yerine oturmuştu (“nesî” hakkında bilgi için bk. âyet 37). Âyette belirtilen dört aylık sürenin ilgilileri hakkında birçok izah yapılmıştır. Bu izahlar ile 4 ve 7. âyetlerde ahidlerine sadakat gösterenler için getirilen istisnalar birlikte değerlendirildiğinde, buradaki süre ile müşriklerle yapılmış antlaşmaların süreleri arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamak uygun olur: Antlaşmalarına sadakat gösterenler bakımından daha önce belirlenmiş süreye uymak gerekir; burada belirlenen süre antlaşma hükümlerini çiğneyenler hakkındadır. Bunlardan müddeti âyette belirtilenden daha fazla kalmış olanlar hakkında bu süre kısaltılmış, daha az kalmış olanlar ile süre tayin edilmeden antlaşma yapılanlara ise bu kadar süre verilmiştir (Taberî, X, , ,77; Râzî, XV, ). Şu var ki Taberî, buradaki “dört ay”ın müslümanlarla aralarında antlaşma bulunan, 5. âyetteki “haram aylar”ın ise müslümanlarla aralarında antlaşma bulunmayan müşrikler hakkında olduğu kanaatindedir. Buna göre, süresiz antlaşması bulunan veya süreli olmakla beraber ahdini bozmuş bulunan müşriklere o yılın hac gününden itibaren dört ay (10 Rebîülâhir’e kadar) müddet tanınmış, antlaşması bulunmayan müşrikler bakımından ise verilen süre muharrem ayının sonunda (yapılan bildirimden elli gün sonra) bitmiş olmaktadır (X, 66). Fakat 5. âyetteki “haram aylar”ın İslâmî terminolojide “eşhür-i hurum” diye bilinen (bk. âyet 36) aylar şeklinde anlaşılması ve böylece antlaşması bulunmayan müşriklere iki aydan az bir süre tanındığı sonucunun çıkarılması bu sûre ile getirilen düzenlemenin ruhu ile bağdaşır görünmemektedir. Zira antlaşmasını bozan müşriklere bile dört ay güvence ve düşünme fırsatı veren bir düzenlemede, –antlaşması bulunmayanlar sürekli savaş halinde kabul edilse dahi– hiç değilse ahdi bozmuş durumda bulunmayan bu kesim için diğerine göre çok kısa bir süre tanınması anlamlı görünmemektedir. 3. âyetin “büyük hac günü” diye çevrilen kısmıyla ne kastedildiği hususunda değişik açıklamalar yapılmıştır. Bunlardan birine göre Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra yapılan umreye hacc-ı asgar (küçük hac) dendiği için, İslâm’da ilk defa hicretin 9. yılı yapılan bu hacca da onun mukabili olmak üzere hacc-ı ekber (büyük hac) denmiştir. Taberî’nin de tercih ettiği bu yoruma göre âyette geçen “büyük” sıfatı sırf o yılın haccına özgü değildir, umre mahiyetinde olmayan hac ilk defa o yıl başladığı için böyle anılmıştır ve daha sonraki bütün haclar için bu sıfat geçerlidir (X, ). Bazı âlimler bu haccın böyle nitelenmesinin sebebini, o yıl müslümanların ve müşriklerin bir arada bulunmaları ve haccın bir Ehl-i kitap bayramına tesadüf etmesi şeklinde açıklamışlar, gerek daha önce gerekse daha sonra böyle bir durumun benzerine rastlanmadığını belirtmişlerdir (Taberî, X, 75; Zemahşerî, II, ). Bazı âlimler de inkârcıların bayramının Allah’ın hoşnut olmadığı günlerden olduğu gerekçesiyle bu yoruma karşı çıkmışlardır. Râzî bu eleştiriyi isabetsiz bulur ve burada maksadın, bütün bu inanç gruplarınca o günün büyük telakki edildiğini belirtmek olduğunu kaydeder (XV, ). Diğer bir yorum da şöyledir: Âyette o yılın haccı için böyle niteleme yapılması, İslâm’ın başarı ve üstünlüğünü, putperestliğin zelil hale düştüğünü ilân eden hac olması sebebiyledir. O yılın haccı bu açıdan özel bir önemi haiz olmakla beraber, müslümanlar nezdinde en yüce değere sahip hac kuşkusuz Resûlullah’ın ertesi sene yaptığı Vedâ haccıdır ve âyetteki niteleme bunu da kapsamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber kendi bulunduğu hac hakkında “Bu en büyük hac günüdür” buyurmuşlardır. Bu sebeple âyetteki hacc-ı ekber tabirini, ilânın yapıldığı hac günü açısından hicrî 9. yılda yapılan hac diye, bu ilânın sonuçlarının tam olarak gerçekleşmesi açısından ise Vedâ haccı diye anlayanlar olmuştur. Bazı müfessirlere göre ise buradaki “büyüklük” vasfı, o yılki haccın başka haclarla veya ibadetlerle karşılaştırılması anlamını içermemekte, hac ibadetinin en büyük kısmına işaret etmektedir; bu anlamıyla büyüklük bütün hacların o önemli kısmı hakkında geçerlidir. Âyette önemli kısım yevm kelimesiyle ifade edilmiştir. Arapça’da yevm kelimesi hem “vakit” hem de “gün” anlamına geldiği için burada belirli bir günün değil hac vaktinin tamamının kastedildiğini ileri sürenler olmuştur (Taberî, X, 74). Fakat burada bir süre tanıma hükmünün bulunduğu ve sürenin başlangıcının muayyen olması gerektiği için bunu belirli bir gün olarak anlamak bağlama uygun düşer. Bu günün ise arefe veya bayram günü olabileceği söylenmiştir. Gerek haccın tamam olmasını sağlayan fiiller gerekse bu âyet uyarınca yapılan duyuruya ilişkin tarihî bilgiler (Zemahşerî, II, ) dikkate alındığında, buradaki maksadın bayram günü olduğu görüşü daha kuvvetli görünmektedir (Taberî, X, ). Âyette sözü edilen duyuru, sûrenin nüzûlü hakkında bilgi verilirken açıklandığı üzere, Hz. Ali tarafından yapılmıştır. Bunu, konuyla ilgili bazı rivayetler ve o günkü Arap âdetleri ışığında Hz. Ali’nin Ehl-i beyt’ten olması ile izah etmek mümkündür (Elmalılı, IV, ). Fakat bazı Şiîler’in yaptığı gibi bu rivayetleri ve olayı ön yargılı bir yoruma tâbi tutarak bundan Allah’ın elçisine gelen vahiyleri tebliğ görevinin, dolayısıyla halifelik hakkının Hz. Ali’ye ait olduğu sonucunu çıkartmak tamamen mezhep taassubuna dayalı bir yaklaşımdır (Şiî tefsirlerinde tebliğ görevinin Ebû Bekir’e verildikten sonra ondan alınıp Ali’ye tevdi edildiği hususuna vurgu yapılır, bk. Tabersî, V, ). Bu tür saptırılmış yorumlarla her ikisi de ilk müslümanlardan ve İslâm büyüklerinden olan Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali’nin karşı karşıya getirilmesi, Resûlullah’ın önemi üzerinde ısrarla durduğu birlik beraberlik ruhuyla ve tarihî verilerle bağdaşmaz. Hz. Peygamber’in Hz. Ebû Bekir’i hac emîri olarak görevlendirdiği ve hac esnasında tebliğ edilecek bu âyetlerin, onun yola çıkmasından sonra nâzil olduğu ortadadır. Böyle bir durumda Hz. Ali’nin bu iş için görevlendirilmesi gayet normaldir. Zira –onun diğer vasıfları yanında– Hz. Ebû Bekir’e göre daha genç olduğu, tebliğ işinin ise gür bir ses istediğini göz ardı etmemek gerekir. Yine unutmamak gerekir ki, bu âyetler indiğinde onları Resûlullah’tan öğrenip ezberleyen Hz. Ali’dir. Hz. Ebû Bekir’in bunları Hz. Ali’den öğrenip tam olarak ezberlemesi ve halka duyurması yerine doğrudan Hz. Ali’nin tebligatı yapması daha mâkuldür. Kaldı ki hadis kaynakları da, duyuru esnasında Hz. Ali yorulunca buyrukları Hz. Ebû Bekir’in tebliğ ettiğini haber vermektedir (Ateş, IV, 32). Siyer kaynakları incelendiğinde, müslümanların putperestlere bu bildirimi yapabilecek duruma gelinceye kadar ne büyük haksızlıklara mâruz kaldıkları ve dayanılmaz acı ve eziyetlere katlandıkları açıkça görülür. Böyle bir mücadelenin sonunda büyük bir başarı elde eden tarafın, bütün beşerî istek, eğilim ve zaaflarını yenip karşı tarafa yeni fırsatlar tanıması kolay bir iş değildir. Fakat İslâmiyet’in temel hedefi insanlığı hidayete ve aydınlığa eriştirmek olduğu için Kur’an hemen bu muhtemel zaafların önüne set çekip karşı tarafa tövbe imkânı verilmesini istemektedir. Ardından, müşriklere tövbeye yanaşmadıkları takdirde müslümanlara savaş açma iradesi ortaya koymuş olacakları, fakat asla Allah’ı âciz bırakamayacakları tekrar hatırlatılmaktadır. İnkârcıların azabın dünyadakinden ibaret olmayıp asıl şiddetli azabın âhirette olduğunu bilmeleri için ve onların dünya görüşünü hafife alan bir üslûpla âyetin sonunda “İnkârcıları elem veren bir azapla müjdele!” buyurulmuştur (Râzî, XV, ). 4. âyette ahde vefâ ilkesinin önemine yeni bir vurgu yapılarak 2. âyette verilen genel sürenin ahdi bozanlarla ilgili olduğuna işaret edilmekte, müslümanlarla yaptıkları ahidlerine tam olarak riayet etmiş ve müslümanlar aleyhine başkalarına destek vermemiş olan müşriklere antlaşmadaki süre doluncaya kadar mühlet verilmesi istenmektedir. Sûrenin nüzûlü hakkında bilgi verilirken belirtildiği üzere Hz. Ali tarafından özellikle ilân edilen dört husustan biri şu idi: Verilen söz tutulacak. Resûlullah’ın tâlimatına binaen yapılan duyuru âyetteki bu hüküm hakkında duyarlı davranılmasını ve antlaşmayı bozanlarla ahdine vefâ gösterenlerin bir tutulmamasını sağlamayı hedefliyordu. İbn Abbas’tan nakledildiğine göre, kalan en uzun süre Kinâne kabilesine bağlı bir kol ile yapılan antlaşmada yer alıyordu ve bu sürenin dolmasına dokuz ay kalmıştı (Râzî, XV, ; bu konuda ayrıca bk. âyet 7); bu müddet tamam olunca Arap yarımadasında özel antlaşması bulunan hiçbir müşrik kalmamış oldu. Âyetin sonunda Allah’ın müttakileri (sakınanlar) sevdiği belirtilerek ahde vefânın takvânın icaplarından olduğu da hatırlatılmaktadır. 5. âyette, haram aylar çıkınca artık müşriklerin sıkı bir takibe alınmaları gerektiği bildirilmiştir. Zira süre verilerek yapılan bildirimden sonra karşı tarafın ilân edilen yasak bölgede müşrik sıfatıyla varlığını sürdürmeye çalışması savaşı tercih etmiş oldukları anlamına gelecektir. Onlara bu aşamada toleranslı davranılması ise, inançlarının icaplarını yerine getirmelerine müsaade etme, dolayısıyla tevhid inancının sembolü olarak inşa edilen Kâbe’yi tekrar putperestliğin eline teslim etme sonucunu beraberinde getirirdi. Bu sebeple âyetteki buyruğa göre onların takibi konusunda asla gevşek davranılmayacak, geçit başlarını tutup gözetleme, muhasara altına alma, esir alma ve gerektiğinde öldürme dahil, Kâbe çevresinin müşrik varlığı ve egemenliğinden ebedî olarak arındırılması için lüzumlu her tedbir alınacaktı. Resûlullah’ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan dinden dönme hareketleri de, bu kesin tavır ve köklü icraatın ne kadar isabetli olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Fakat aynı âyete göre, onlara tövbe yolu açık tutulacak, namazlarını kılar ve zekâtlarını verirlerse, yani en azından dış dünyaya yansıyan davranışları itibariyle müslüman kimliği sergilerlerse onlara dokunulmayacaktır. Çünkü Allah’ın bağışlamasına ve rahmetine sınır yoktur. Râzî (XV, ) âyetin bu kısmında ince bir mâna bulunduğunu belirtip bunu şöyle açıklar: Yüce Allah bu kimselerin lehine olan yolları daraltıp onları ağır cezalara müstahak saydıktan sonra, inkârlarından vazgeçerek tövbe edip namazlarını kılmaları ve zekâtlarını vermeleri halinde dünyada bütün bu felâketlerden kurtulmuş olacaklarını ifade etmiştir. O’nun engin lutfuyla âhirette de durumun böyle olacağını umarız. Zira tövbe, kişinin fikrî potansiyelini cehaletten, namaz ve zekât ise davranış potansiyelini insana yaraşmayan eylemlerden arındırması demektir. Bu da, tam anlamıyla mutluluğun bunların gerçekleşmesine bağlı olduğunu gösterir. Yani onlar tövbenin ve sayılan amellerin hakkını verirlerse karşılığı dünyadaki kurtuluşla sınırlı kalmaz, Allah’ın lutfuyla âhirette de kurtuluşa erip kâmil anlamda mutluluğu yakalayabilirler. Burada dikkat çeken bir husus müşriklerin takibine ilişkin tedbirlerin mahiyeti ile ilgilidir. Âyette sayılan önlemlerin kendi içinde tutarlı olabilmesi için “öldürme” son çare olarak düşünülecektir. Zira önce öldürme cihetine gidildiğinde diğer önlemlerin bir anlamı kalmamaktadır. Düşmanı öldürme zaten savaş sürecinin tabii sonuçlarından olduğuna göre, burada öldürmenin özellikle tasrih edilmesi ise –muhtemelen– diğer önlemler göz ardı edilerek bu yola gidilmemesini hatırlatmak içindir. Nitekim müteakip âyette hemen tövbe edip İslâm’a girmemekle beraber İslâm’ı müslümanların içinde görüp öğrenmek, üzerinde düşünmek için fırsat ve bunu sağlayacak bir güvence verilmesini isteyen müşriklere bu imkânın tanınması istenmiştir. Bu anlayış Kur’an’ın öldürme konusundaki diğer ifadelerine de uygun düşmektedir. Zira Kur’an’da “öldürmek” anlamına gelen katl kökünden türetilmiş kelimelerin defa kullanıldığı, fakat müslümanlara yöneltilmiş emir kipi olarak “uktulû” (öldürün) şeklinde sadece üç sûrede (burada, Bakara 2/’de ve Nisâ 4/89, 91’de) geçtiği, bunların da doğrudan öldürmeye yöneltme anlamında olmayıp karşı saldırı ve savaş bağlamında yer aldığı görülür. “Haram aylar” (el-eşhürü’l-hurum) tamlaması ile bu sûrenin âyetinde sözü edilen vuruşmanın yasaklandığı haram ayların kastedildiği kanaatini taşıyan âlimler bulunmakla beraber (Taberî, X, , 78), 2. âyetin tefsirinde açıklandığı üzere, burada maksadın 2. âyette verilen dört aylık süre, yani duyurunun yapıldığı hac gününden itibaren dört aylık müddet olduğu şeklindeki yorum (Râzî, XV, , ; Mevdûdî, II, ) bu sûrenin getirdiği hükümlere ve ifade akışına daha uygun düşmektedir (Zemahşerî de bunu “ahdini bozanlara dolaşmaları için verilen süre” şeklinde açıklamakta ve onun Taberî’den farklı düşündüğü anlaşılmaktadır, bk. II, ). Genellikle müfessirlerce bu âyetin seyf (kılıç) âyeti olarak nitelenmesi ve müşriklerle ilişkilerde tolerans ve kolaylık gösterme veya kendi hallerine bırakma buyruğunu içeren bütün âyetleri yürürlükten kaldırmış olduğuna hükmedilmesi, çağımızdaki bazı müellifler tarafından eleştirilmiştir. Bunlardan Derveze, Taberî’nin bu âyetin antlaşması bulunan ve bulunmayan bütün müşrikleri kapsadığı kanaatinde olmasını yadırgayarak zikreder ve Kur’an’ın bu konudaki başka âyetleri ışığında âyete bu mânanın yüklenemeyeceğini savunur. Ona göre buradaki müeyyideler sadece antlaşmalarını bozmuş olan müşrikler hakkında söz konusudur ve müslümanların ahidlerini bozmadıkları veya hıyanet sayılacak davranışlarda bulunmadıkları sürece müşriklerle yeni antlaşma yapmaları veya mevcudu uzatmaları için bir engel bulunmamaktadır. Âyette müşriklerin serbest bırakılmalarının, şirkten tövbe edip namaz kılma ve zekât vermelerine bağlanması ise, antlaşmalarını bozmaları ve müslümanlarla savaş haline girmeleri neticesinde ikinci defa antlaşma haklarını kaybetmelerinden ötürüdür ve bu durumda müslümanların onlardan bunu talep etme hakları doğmaktadır; yoksa bu, dine girmeleri için zorlama anlamında değildir. Hatta müslümanların yararına olacağı kanaatine varılırsa ahdini bozanlarla ikinci bir antlaşma yapılmasına da mâni yoktur (XII, ). Bu âyetten, bundan böyle müşriklerle ilişkilerde diğer âyetlerde yer alan hüküm ve ilkelerin tamamen yok sayılmasının istendiği anlamının çıkarılamayacağı noktasında yazara katılıyoruz. Fakat kanaatimizce burada –yukarıda açıkladığımız amaç doğrultusunda– Kâbe çevresinin müşrik varlığı ve egemenliğinden temizlenmesi için özel bir düzenleme yapılmış olduğundan, âyetteki müeyyide müslümanlarla aralarında antlaşma bulunmayan müşrikleri de kapsamaktadır. Bir başka anlatımla, bu sûrede yapılan bildirim İslâm tebliği bakımından bir dönemeç noktası oluşturmakta, müslümanlar için en kutsal mekân olan Beytullah çevresi müşriklere yasaklanmaktadır. Tevbe sûresinin tarihî çerçevesine dair bir makale kaleme alan Hüseyin Mûnis de bu sûrenin İslâm mesajının ilk muhatapları olan müşrik Araplar bakımından yeni bir dönemin başladığının habercisi olduğu, artık Câhiliye anlayışına bağlı ve putperest kalarak Kâbe’ye girmenin serbest olmadığı bir döneme geçildiğinin bildirildiği kanaatindedir (“el-İtâru’t-târîhî li-sûreti Berâe”, Mecelletü Mecmai’l-luğati’l-Arabiyye, LXVII, , ). Bununla beraber ahde vefâ ilkesinin İslâmiyet’te çok önemli bir yeri bulunduğundan, antlaşması olanlara –antlaşmalarını çiğnemiş bile olsalar– belirli bir süre tanınmakta, bu süreden sonra hangi gruptan olursa olsun müşriklerin bu mekândan uzaklaştırılmaları istenmektedir. Nitekim bu sûrenin âyetinde bu husus kesin bir kurala bağlanmıştır ve Derveze de bu âyetin hükmünü –önceki âyetlerle bağlantısına dikkat çekmeye çalışmakla beraber– farklı yorumlamamaktadır (XII, ). Şu var ki, bu âyetlerde anılan amaç doğrultusunda kapsamlı bir düzenleme yapılmış olmasına rağmen, Resûlullah’ın herkes için rahmet olduğu gerçeği ve İslâm’ın hoşgörü anlayışı böyle kesin tavır almayı gerektiren bir durumda dahi hemen dikkat çekmektedir; zira 6. âyette Hz. Peygamber’den, verilen sürenin tamamlanmasından sonra bile olsa bir müşrik kendisinden himaye ve güvence isterse ona güvence verilmesi istenmiştir. Bu buyruğun 5. âyetin sonundaki yüce Allah’ın bağışlama ve rahmetine sınır bulunmadığını belirten ifadenin hemen ardından gelmesi manidardır. Âyetten anlaşıldığına göre böyle bir güvence sağlanmasının amacı, yeterli bilgi sahibi olmayan putperestlerden isteyenlere Allah’ın dinini daha yakından tanıma ve üzerinde düşünme fırsatı vermektir. Böylece 5. âyetin yanlış anlaşılması da önlenmiş olmaktadır. Zira böyle bir imkân tanınmasa, 5. âyette bir dayatmanın söz konusu olduğu ve sırf canını kurtarmak amacıyla tövbe etmiş görünmeye, dolayısıyla Müslümanlığın icaplarını sadece görüntüde yerine getiren riyakâr ve münafık insan tipinin gelişmesine kapı aralandığı yorumu yapılabilirdi. Ayrıca bu âyetten, verilecek güvencenin her türlü baskı ve kaygı ihtimalini ortadan kaldıracak biçimde olması gerektiği de anlaşılmaktadır. Çünkü âyete göre güvence verilen kişinin sadece Allah’ın sözüne muttali olması, yani İslâm dinini tanıması sağlanacak, asla baskı yapma yoluna gidilmeyecektir. Şayet bu imkân sağlandıktan sonra o kişi kendi tercihiyle baş başa kalmak istiyorsa sadece serbest bırakılmakla yetinilmeyecek, güvende olacağı yere kadar ulaştırılacaktır. İslâm’ın mahiyetini ve hakikatini bilmeme mazeretini ortadan kaldıran bu aşamadan sonra ise bu kimseler artık yaptıkları bilinçli tercihin sonuçlarına katlanmayı göze almış sayılacaklar; ya yukarıda açıklanan gerekçeyi dikkate alarak kutsal bölgeden uzaklaşacaklar veya müslümanlara savaş ilân etmiş kabul edileceklerdir. Bu husus, bulundukları yerde öldürülecekleri hükmünün belirli bir bölge ile sınırlı olduğunu ve onun ötesinin –kural olarak– güvenli sayılacağını da göstermektedir. İslâm âlimleri bu âyetten, müslümanların, –kendilerine savaş açtıkları bir topluluğun üyesi bile olsa– Allah’ın birliği ve Hz. Muhammed’in peygamberliği konusunda delil gösterilmesini isteyen bir gayri müslime bunu açıklamakla ve Allah’ın dinini öğrenmek isteyenlere bu hizmeti vermekle yükümlü oldukları sonucunu çıkarmışlardır. Yine bu âyetin yanı sıra Resûlullah’ın söz ve uygulamalarından, ister İslâm dinini yakından tanıma amacıyla isterse ticarî, turistik veya diplomatik bir amaçla İslâm ülkesine güvence alarak girmiş kimseye (müste’min) verilen teminat hükümlerine titizlikle riayet edilmesinin farz olduğu hükmüne ulaşılmıştır (Elmalılı, IV, ). Âyetteki “Allah’ın kelâmını işitme” anlamına gelen ifadeden hareketle bazı müfessirler Allah’ın sözünün mahiyeti konusundaki tartışmalara yer verirler (bk. Râzî, XV, ; bu konuda bir değerlendirme için bk. GİRİŞ).

TEVBE SURESİ TEFSİRİNİN TAMAMI İÇİN TIKLATIN

Tevbe Suresi Ayet Sayısı

Tevbe suresi  ayetten oluşmaktadır.

Tevbe Süresi Âyet-i Kerimlerin Faziletleri

Tevbe süresi Âyet-i Kerimlerin okunması ve faydaları:

Her çeşit şerden kurtulmak için yedi kere okunur.
Her kim güneş doğmadan önce Tövbe suresinin ayetleri 10 kere okursa, hastalığına bi-iznillah şifa olur.
Her kim ketenden dokunmuş bir bez parçasına herhangi bir kameri ayın ilk günü Tövbe suresinin ayetini yazar ve bu yazının çerçevesine hırsız olacağı şüphenilen veya evden kaçan kişinin ismini anne ismiyle beraber yazar (…. oğlu/kızı …) ve o yazılı keten parçasının ortasına çivi çakarak ayak basılmayan temiz bir toprağa gömerse, muradı gerçekleşir.
Her kim Cuma gecesi teheccüd vaktinde Tevbe suresinin son ayetini ve [Ente yâ Rabbi Hasbi’ala fülânibni Fülanete. E’atıf kalbehü ‘aleyye ve zellihü li.] duasını kere okursa, buğzeden kimsenin bunları okuyan kişiye karşı sevgi beslemesine sebep olur.

“Lekad câekum resûlun min enfusikum azîz(azîzun), aleyhi mâ anittum harîsun aleykum bil mu’minîne raûfun rahîm(rahîmun).”

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمبِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ
“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.”

Fe in tevellev fe kul hasbiyallâh(hasbiyallâhu), lâ ilâhe illâ hûve, aleyhi tevekkeltu ve huve rabbul arşil azîm(azîmi).”

فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ حَسْبِيَ اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِالْعَظِيمِ
“Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın sahibidir.””

Tevbe Sûresi 3. Ayet Tefsiri




Tevbe Sûresi Hakkında

Tevbe sûresi Medine’de hicretin 9. senesinde nâzil olmuştur. âyettir. En son inen sûrelerden biridir. Mushaf tertîbine göre 9, nüzûl sırasına göre sûredir. Meşhur isimleri “Tevbe” ve “Berâe”dir. “Tevbe”, tevbeyi konu alan âyetlerinden alınmıştır. “Berâe” ise “beri olmak, ilişiği kesmek, ihtâr, ültimatom” mânalarına gelir. Sûrenin ilk kelimesinden alınmıştır. Sûre bunlar dışında çeşitli isimlerle de anılmaktadır:

اَلْمُقَشْقِشَةُ (Mukaşkışe): Nifak alametlerinden uzaklaştıran,

اَلْمُبَعْثِرَةُ (Müba‘sire): Münafıkların iç yüzlerini deşeleyip ortaya seren,

اَلْمُث۪يرَةُ (Müsîre): Gizlilikleri meydana çıkaran,

اَلْحَافِرَةُ (Hâfire): Münafıkların sırlarını eşeleyen,

اَلْمُخْزِيَةُ (Muhziye): Münafıkları rezil rüsvâ eden,

اَلْمُنَكِّلَةُ (Münekkile): Münafıkları cezalandıran.

Öyle ki, Huzeyfe (r.a.) bu sûre hakkında: “Sizler bu sûreye Tevbe sûresi adını veriyorsunuz. Allah’a yemin olsun ki bu sûre, hiç kimseyi dışarıda bırakmaksızın hepsini sarsmış ve sorgulamıştır” demiştir. (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XV, )

Tevbe Sûresi Konusu

Aslında sûrenin isimleri, onun hangi mevzulardan bahsettiğini de ifade etmektedir. Bu bakımdan sûrenin en önemli konuları, sûrenin nüzûl tarihi itibariyle müşriklerle ve Ehl-i kitapla münâsebetler ve bunlara tatbik edilecek hükümler; Bizans ordusuna karşı çıkılan Tebük seferi öncesinde, sefer sırasında ve sonrasında yaşanan dikkat çekici hâdiseler; bu süreçte müslümanların ve münafıkların halet-i rûhiyelerini ortaya koymaktır. Sûre ayrıca müşriklerden daha tehlikeli olan münafıklardan, onların İslâm birliğini parçalamak için yaptıkları Mescid-i Dırar’dan bahseder. Sûrenin sonunda ise müminlerin sahip olmaları gereken bazı vasıflar, cihada teşvik, peygamber göndermenin insanlık açısından ehemmiyeti gibi mevzulara temas edilir.

Tevbe sûresi, başında besmele yazılı olmayan tek sûredir. Bunun birinci sebebi, Allah Resûlü (s.a.s.)’in böyle yapmış olmasıdır. İkinci sebebi şudur: Besmele emândır. Bu sûre ise kılıçla ve ahdi bozanlara karşı bir ültimatomla başlamaktadır. Dolayısıyla iki zıt şeyin bir arada bulunması uygun görülmemiştir. Ayrıca müslümanların burada besmelenin yazılamayacağında ittifak etmeleri, sahâbe ve tabiin dönemlerinde herhangi bir ictihatla buraya besmele yazılmasına karar vermemeleri,  Kur’ân metninin Peygamberimiz’den itibaren en ufak bir değişikliğe mâruz kalmadığının açık delillerinden biridir.

Tevbe Sûresi Nuzül Sebebi

Mushaftaki sıralamada dokuzuncu, iniş sırasına göre yüz on üçüncü sûredir. Mâide sûresinden sonra, Nasr sûresinden önce Medine’de nâzil olmuştur. Müfessirler arasındaki hâkim kanaate göre son iki âyeti Mekke’de inmiştir. âyetinin de Mekke’de indiğine dair bir rivayet bulunmaktadır. Hicretin 9. yılında nâzil olmaya başlayan bu sûrenin Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu yönünde bir rivayet de vardır (Şevkânî, II, ; Elmalılı, IV, ). İçeriği ve konusuna ilişkin tarihî bilgiler, sûrenin hemen tamamının Tebük Seferi’nden az bir zaman önce başlayıp sefer süresince ve seferden hemen sonraki günlerde, en büyük kısmıyla da Medine’den Tebük’e yapılan uzun yürüyüş sırasında vahyedildiğini göstermektedir (bk. Esed, I, ). Aşağıda açıklanacağı üzere sûrenin baş kısmı Tebük Seferi’ni takiben yani kronolojik sıra itibariyle diğer kısımlarından sonra inmiştir. Hz. Peygamber Tebük Seferi’nden döndükten sonra Hz. Ebû Bekir’i hac emîri olarak görevlendirmişti. Ebû Bekir beraberindeki müslümanlarla hareket ettikten sonra bu sûrenin baş kısmı nâzil oldu. Bunun üzerine Resûlullah sûredeki buyrukları hac esnasında insanlara tebliğ etmesi için Hz. Ali’ye görev verdi. Hz. Ali hac kafilesine yolda yetişti. Hz. Ebû Bekir ona âmir sıfatıyla mı yoksa memur sıfatıyla mı geldiğini sordu. O sadece sûreyi hac sırasında insanlara tebliğ etmekle memur olduğunu söyledi. Birlikte Mekke’ye gittiler. Hz. Ali kurban bayramının birinci günü Cemre-i Akabe yanında insanlara hitap etti, kendisinin Hz. Peygamber’in elçisi olduğunu bildirip sûreden otuz veya kırk (Mücâhid’den yapılan rivayete göre on üç) âyet okudu ve şu dört hususu özellikle tebliğ etmekle görevli olduğunu söyledi: Bu yıldan sonra Kâbe’ye müşrik yaklaşmayacak, kimse Kâbe’yi çıplak tavaf etmeyecek, mümin olmayan cennete giremeyecek, verilen söz mutlaka tutulacaktır (Zemahşerî, II, ; Râzî, XV, ).

Tevbe Sûresi Fazileti

Diğer sûrelerden farklı olarak bu sûrenin başında “besmele”nin olmaması şu iki sebeple açıklanmaktadır: a) Bu sûrenin, aralarındaki anlam ve içerik yakınlığı itibariyle Enfâl sûresinin devamı olma ihtimali. Hz. Peygamber’den bu sûrenin Enfâl veya başka bir sûrenin parçası olduğuna dair bir açıklama nakledilmiş olmadığı için bu ihtimal zayıf bulunmuştur. Bu görüş şu açıdan da eleştirilmiştir: Eğer sebep bu olsaydı sadece Enfâl sûresinden bu sûreye geçerken besmele okunmaması gerekirdi, oysa bu sûreye başlarken de besmele okunmaz (Elmalılı, IV, ). b) Sûrenin müşriklere ağır bir ihtarla ve –âyetin tefsiri sırasında açıklanacak sebeplere binaen– onlarla yapılmış antlaşmanın bozulup savaş ilân edilmesi tâlimatıyla başlaması. Bu izaha göre, besmele güven ve rahmetin ifadesi olduğundan iki zıt ifadenin birlikte okunması uygun görülmemiştir. Başka bazı sûrelerin de savaş buyruğu içerdiği (Derveze, XII, 66) veya “yazıklar olsun” gibi ifadelerle başladığı (Âlûsî, X, 61) gerekçesiyle bu izah eleştirilmişse de, başka bir sûrenin başında böyle şiddetli bir uyarı ve ahdi bozma ifadesi yer almamaktadır. Bu konudaki izah farklılıkları bir yana, İslâm âlimleri bu sûrenin başında besmelenin yazılmaması ve okunmaması gerektiği hususunda fikir birliği içindedirler. Bunun herkesçe kabul edilen ortak sebebi Resûlullah’ın bu sûrenin başında besmeleyi yazdırmamış olmasıdır. Bu durum, Kur’an’ın hiçbir değişikliğe uğratılmaksızın, aynen Hz. Peygamber’den öğrenildiği biçimde sonraki nesillere aktarılması konusunda sahâbenin büyük bir titizlik gösterdiğini ve bu ulvî emanetin nesiller boyu özenle korunduğunu açıkça ortaya koyan kanıtlardan biri sayılmalıdır (Râzî, XV, ; Mevdûdî, II, ). Şu hususa da işaret edilmelidir ki, Tevbe sûresinde besmele çekilmemesi bu sûrenin başıyla ilgilidir. Şayet Kur’an okumaya bu sûrenin başından başlanacaksa sadece “eûzü” çekilir; daha sonraki bir âyetinden başlanacaksa eûzü ile birlikte besmele de okunur. Enfâl sûresinden Tevbe sûresine geçilirken ise eûzübesmele okumaksızın kıraate devam edilir.

وَاَذَانٌ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ٓ اِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْاَكْبَرِ اَنَّ اللّٰهَ بَر۪ٓيءٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ وَرَسُولُهُۜ فَاِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ ﴿٣﴾

Karşılaştır 3: Şu da büyük hac gününde Allah ve Rasûlü’nden bütün insanlara yapılmış bir duyurudur: Artık bundan böyle Allah’ın ve Rasûlü’nün müşriklerle hiçbir alakası kalmamıştır. Fakat ey müşrikler, eğer tevbe edip mevcut tutumunuzdan vazgeçerseniz bu elbette sizin için hayırlı olur. Yok, eğer yüz çevirirseniz bilin ki siz hiçbir şekilde Allah’a karşı koyamaz ve O’nun kudretinden kaçıp kurtulamazsınız. Rasûlüm! Kâfirlere can yakıcı bir azabı müjdele!

TEFSİR:

Hacc-ı Ekber günü, Arefe veya bayramın birinci günüdür. Bayramın birinci günü olma ihtimali daha yüksektir.  Çünkü ziyaret tavafı, kurban kesmek, şeytan taşlamak gibi haccın önemli menâsiki bu günde yapılır. (bk. Buhârî, Hac ; Ebû Dâvûd, Menâsik 66) İşte bu günde Peygamberimiz’in elçisi Hz. Ali tarafından mü’min veya kâfir bütün insanlara yapılan duyurulardan biri de şudur: Allah da Peygamberi de bütün müşriklerden beridir, uzaktır, aralarında hiçbir sevgi ve dostluk bağı yoktur. Tevbe edip küfür ve şirkten uzaklaşanlar kendi istikballeri için en hayırlı bir işi yapmış olacaklardır. Tevbeden, imandan yüz çevirenler ise kendi elleriyle kendi istikballerini karartmış olacaklardır. Çünkü hiç kimsenin -haşa- Allah’ı aciz bırakması, yapmak istediği bir işten onu engellemesi mümkün değildir. Vasfı bu olan Allah, kâfirleri can yakıcı bir azapla cezalandıracağını haber vermektedir. O halde aklı olan herkesin kendini bu ebedî azaptan korumaya çalışması gerekir.

Anlaşmalarının gereğini yapan müşriklere gelince:

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Tevbe Sûresi Ayetler:

1 2 3 4 5 6 7 8 - 10 11 - 12 13 - 15 16 17 18 19 20 - 22 23 24 25 - 27 28 29 30 31 32 - 33 34 - 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 - 47 48 49 50 - 51 52 53 - 54 55 56 - 57 58 - 59 60 61 62 - 63 64 - 66 67 - 68 69 - 70 71 - 72 73 74 75 - 78 79 80 81 - 82 83 - 85 86 - 87 88 - 89 90 91 92 93 94 - 95 96 97 98 99 - - - - -


webgrid.co.uk
Tebbet Suresinin Fazileti

Tebbet sûresi, Mekke’de nâzil olmuştur. 5 âyettir. İsmini, birinci âyetteki “kurudu/kurusun” mânasındaki تَبَّتْ (tebbet) kelimesinden alır. Ayrıca اَ


webgrid.co.uk
Develer ile İlgili Ayetler

Deve, sözlükte “geviş getiren memelilerden, sırtı bir veya iki hörgüçlü, eti yenip sütü içilen, bacakları ve boynu çok uzun yük ve binek hayvanı” şekl


webgrid.co.uk
Kafirun Suresinin Fazileti

Kâfirûn sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 6 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “kâfirler” mânasına gelen اَلْكَافِرُونَ (kâfirûn) kelimesinden alı


Copyright © Kuran ve Meali. Hiçbir ticari kaygısı yoktur.

webgrid.co.uk altında yayınlanan içeriklerin tüm hakları mahfuzdur. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi içeriklerin tamamı izinsiz kullanılamaz.

Kur'an-ı Kerim'in 9.(dokuzuncu) suresi olan Tevbe Suresi, son iki ayeti haricinde Medine'de nazil olan mukaddes surelerden bir tanesidir. Bununla birlikte son iki ayetinin de Mekke'de indirildiği Tevbe Suresi, toplamda (yüz yirmi dokuz) ayetten oluşmaktadır. Adını (yüz dördüncü) ayette bahsi geçen ''Tevbe'' kelimesinden alan bu surede, kainatın tek sahibi Cenab-ı Hakk'ın kullarının edecekleri tövbeyi geri çevirmeyerek kabul edeceği aktarılmaktadır. Nasr Suresinden önce ve Maide Suresinden sonra indirilen Tevbe Suresi'nde; Tebük Seferine hazırlık, öncesi ve dönüşü esnasındaki münafik kimselerin gösterdiği iki yüzlü davranışları ele alınmakla birlikte, anlaşmalara bağlı kalmayan kimselerle ilişkilerin kesilmesi gerekliliği, öte yandan bağlı olan kişilere ise anlaşmalara bağlı kalmanın zorunluluğundan söz edilmektedir. Peki, bir başka isminin ise başlangıç ayetinde sözü edilen ''Beraet'' kelimesinden dolayı Berae Suresi şeklinde de tabir edilen ve zekat, cizye, ehl-i kitap ve Kur'an-ın müminler üzerinde bıraktığı etkiler de konu olarak işlenen Tevbe Suresi nasıl okunur, anlamı (meali) nedir? İşte, başında besmele bulunmayan tek sure olma özelliği gösteren ve Peygamber Efendimiz webgrid.co.uked (S.A.V)'in irtilaline yakın bir zamanda nazil edilen Tevbe Suresinin faziletleri

TEVBE SURESİNİN ANLAMI (MEALİ) VE TEVBE SURESİ OKUNUŞU İÇİN TIKLAYINIZ

TEVBE SURESİNİN KONUSU NEDİR?

*Sûrede başlıca, yaptıkları antlaşmalara bağlı kalmayan düşmanlarla ilişkilerin kesilmesi, antlaşmalara bağlı kalanlara karşı ise antlaşmalara bağlı kalınmasının gerekliliği; Tebük seferine hazırlık, Tebük seferi öncesi ve dönüşü sırasında münafıkların sergilediği iki yüzlü tavır, ehl-i kitapla ilişkiler, cizye ve zekât hükümleri, çölde yaşayan Arapların Kur’an talimatı karşısındaki tavırları, Kur’an’ın müslümanlar üzerinde oluşturduğu etki ve Hz. Peygamber’in müslümanlar adına duyduğu endişe söz konusu edilmektedir

tevbe suresi

TEVBE SURESİ NEDEN İNDİRİLDİ?

Hicretin 9. yılında nâzil olmaya başlayan bu sûrenin Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu yönünde bir rivayet de vardır (Şevkânî, II, ; Elmalılı, IV, ). İçeriği ve konusuna ilişkin tarihî bilgiler, sûrenin hemen tamamının Tebük Seferi’nden az bir zaman önce başlayıp sefer süresince ve seferden hemen sonraki günlerde, en büyük kısmıyla da Medine’den Tebük’e yapılan uzun yürüyüş sırasında vahyedildiğini göstermektedir (bk. Esed, I, ). Aşağıda açıklanacağı üzere sûrenin baş kısmı Tebük Seferi’ni takiben yani kronolojik sıra itibariyle diğer kısımlarından sonra inmiştir.

tevbe suresi

TEVBE SURESİNİN FAZİLETLERİ NELERDİR?

*Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: “Enfal ve Tevbe surelerini okumaya devam eden kimseye (kıyamet gününde) şefaatçi olurum. Ve o kimse münafıklıktan uzak olur. Bu sureleri okuyan kimseye, münafık erkek ve münafık kadınların sayısı kadar ecir verilir. Arşı yüklenen melekler, o kişi ölünceye kadar onun için istiğfar ederler.”(Ebu Suud Efendi, Ebu Suud Tefsiri (İrşadü Aklis-Selim) 4/37)

*Her çeşit şerden kurtulmak için yedi kere okunur.

*Her kim Tevbe suresinin son iki (olan ve ) ayetini okumaya devam ederse, enkaz altında kalarak, boğularak, yanarak ve demir darbesiyle ölmez.”buyurdu.(Zebidi, İthafü’s-sade, )

*Her kim güneş doğmadan önce Tövbe suresinin ayetleri 10 kere okursa, hastalığına bi-iznillah şifa olur.

*Yapılan rivayete göre, Resulullah (S.A.V.) buyuruyor ki: Kim bulunduğu günde Tevbe suresinin sonundaki iki ayeti okursa, o gün ölmez. Başka bir rivayette ise ''O gün öldürülmez.'' Diğer bir rivayette ''O gün ne öldürülür, ne de madeni bir aletle yaralanır.'' Geceleyin de okusa yine böyledir. Tavsiye edilen sabah ve akşam okunmasıdır.

*Kur’ân-ı kerîm bana âyet âyet, harf harf nâzil oldu. Ancak Tevbe ve İhlâs sûreleri hâriç. Bunlar bana yetmiş bin saf melekle berâber nâzil oldu. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

*Her kim Cuma gecesi teheccüd vaktinde Tevbe suresinin son ayetini ve [Ente yâ Rabbi Hasbi’ala fülânibni Fülanete. E’atıf kalbehü ‘aleyye ve zellihü li.] duasını kere okursa, buğzeden kimsenin bunları okuyan kişiye karşı sevgi beslemesine sebep olur.

*7 Kere Tevbe Suresinin Son İki Ayetini Okuma Bir kimse, hergün 7kere Tevbe suresinin son iki ayetini okumayı vird edinirse, ölüm o kimsenin yolunu kesemez. Bu tertibe devam ettiği sürece hayatı da devam eder.

tevbe suresi

Tevbe Suresi'nin fazileti! Tevbe Suresi'nin başında neden besmele yok?

Tevbe Suresi son iki ayet hariç Medine döneminde, Peygamber Efendimizin irtihaline yakın bir zamanda inmiştir ve ayettir. Tevbe Suresi adını Allah’ın kullarının tövbesini kabul edeceğini bildirdiği âyetten almıştır. İlk âyette geçen “berâet” kelimesinden dolayı sûreye Berâe sûresi adı da verilmiştir. Başında besmele olmayan tek sûredir. Sûrenin başına besmelenin yazılmamış oluşunu bazı bilginler, onun bir önceki sûrenin devamı mahiyetinde oluşu ile açıklamışlardır. Sûrede başlıca, yaptıkları antlaşmalara bağlı kalmayan düşmanlarla ilişkilerin kesilmesi, antlaşmalara bağlı kalanlara karşı ise antlaşmalara bağlı kalınmasının gerekliliği; Tebük seferine hazırlık, Tebük seferi öncesi ve dönüşü sırasında münafıkların sergilediği iki yüzlü tavır, ehl-i kitapla ilişkiler, cizye ve zekât hükümleri, çölde yaşayan Arapların Kur’an talimatı karşısındaki tavırları, Kur’an’ın müslümanlar üzerinde oluşturduğu etki ve Hz. Peygamber’in müslümanlar adına duyduğu endişe söz konusu edilmektedir.

Tevbe Suresi'nin fazileti

Diğer sûrelerden farklı olarak bu sûrenin başında “besmele”nin olmaması şu iki sebeple açıklanmaktadır:

a) Bu sûrenin, aralarındaki anlam ve içerik yakınlığı itibariyle Enfâl sûresinin devamı olma ihtimali. Hz. Peygamber’den bu sûrenin Enfâl veya başka bir sûrenin parçası olduğuna dair bir açıklama nakledilmiş olmadığı için bu ihtimal zayıf bulunmuştur. Bu görüş şu açıdan da eleştirilmiştir:

Eğer sebep bu olsaydı sadece Enfâl sûresinden bu sûreye geçerken besmele okunmaması gerekirdi, oysa bu sûreye başlarken de besmele okunmaz

(Elmalılı, IV, ). b) Sûrenin müşriklere ağır bir ihtarla ve –âyetin tefsiri sırasında açıklanacak sebeplere binaen– onlarla yapılmış antlaşmanın bozulup savaş ilân edilmesi tâlimatıyla başlaması. Bu izaha göre, besmele güven ve rahmetin ifadesi olduğundan iki zıt ifadenin birlikte okunması uygun görülmemiştir. Başka bazı sûrelerin de savaş buyruğu içerdiği (Derveze, XII, 66) veya “yazıklar olsun” gibi ifadelerle başladığı (Âlûsî, X, 61) gerekçesiyle bu izah eleştirilmişse de, başka bir sûrenin başında böyle şiddetli bir uyarı ve ahdi bozma ifadesi yer almamaktadır.

Bu konudaki izah farklılıkları bir yana, İslâm âlimleri bu sûrenin başında besmelenin yazılmaması ve okunmaması gerektiği hususunda fikir birliği içindedirler. Bunun herkesçe kabul edilen ortak sebebi Resûlullah’ın bu sûrenin başında besmeleyi yazdırmamış olmasıdır. Bu durum, Kur’an’ın hiçbir değişikliğe uğratılmaksızın, aynen Hz. Peygamber’den öğrenildiği biçimde sonraki nesillere aktarılması konusunda sahâbenin büyük bir titizlik gösterdiğini ve bu ulvî emanetin nesiller boyu özenle korunduğunu açıkça ortaya koyan kanıtlardan biri sayılmalıdır (Râzî, XV, ; Mevdûdî, II, ).

Şu hususa da işaret edilmelidir ki, Tevbe sûresinde besmele çekilmemesi bu sûrenin başıyla ilgilidir. Şayet Kur’an okumaya bu sûrenin başından başlanacaksa sadece “eûzü” çekilir; daha sonraki bir âyetinden başlanacaksa eûzü ile birlikte besmele de okunur. Enfâl sûresinden Tevbe sûresine geçilirken ise eûzü-besmele okumaksızın kıraate devam edilir.

Tevbe Suresi dinle (İshak Danış)

Mushaftaki sıralamada dokuzuncu, iniş sırasına göre yüz on üçüncü sûredir.

nden sonra,

nden önce Medine’de nâzil olmuştur. Müfessirler arasındaki hâkim kanaate göre son iki âyeti Mekke’de inmiştir. âyetinin de Mekke’de indiğine dair bir rivayet bulunmaktadır. Hicretin 9. yılında nâzil olmaya başlayan bu sûrenin Kur’an’ın en son inen sûresi olduğu yönünde bir rivayet de vardır (Şevkânî, II, ; Elmalılı, IV, ).

İçeriği ve konusuna ilişkin tarihî bilgiler, sûrenin hemen tamamının Tebük Seferi’nden az bir zaman önce başlayıp sefer süresince ve seferden hemen sonraki günlerde, en büyük kısmıyla da Medine’den Tebük’e yapılan uzun yürüyüş sırasında vahyedildiğini göstermektedir (bk. Esed, I, ). Aşağıda açıklanacağı üzere sûrenin baş kısmı Tebük Seferi’ni takiben yani kronolojik sıra itibariyle diğer kısımlarından sonra inmiştir.

Hz. Peygamber Tebük Seferi’nden döndükten sonra Hz. Ebû Bekir’i hac emîri olarak görevlendirmişti. Ebû Bekir beraberindeki müslümanlarla hareket ettikten sonra bu sûrenin baş kısmı nâzil oldu. Bunun üzerine Resûlullah sûredeki buyrukları hac esnasında insanlara tebliğ etmesi için Hz. Ali’ye görev verdi. Hz. Ali hac kafilesine yolda yetişti. Hz. Ebû Bekir ona âmir sıfatıyla mı yoksa memur sıfatıyla mı geldiğini sordu. O sadece sûreyi hac sırasında insanlara tebliğ etmekle memur olduğunu söyledi. Birlikte Mekke’ye gittiler. Hz. Ali kurban bayramının birinci günü Cemre-i Akabe yanında insanlara hitap etti, kendisinin Hz. Peygamber’in elçisi olduğunu bildirip sûreden otuz veya kırk (Mücâhid’den yapılan rivayete göre on üç) âyet okudu ve şu dört hususu özellikle tebliğ etmekle görevli olduğunu söyledi: Bu yıldan sonra Kâbe’ye müşrik yaklaşmayacak, kimse Kâbe’yi çıplak tavaf etmeyecek, mümin olmayan cennete giremeyecek, verilen söz mutlaka tutulacaktır (Zemahşerî, II, ; Râzî, XV, ).

Sûrede yer alan başlıca konular şunlardır: Antlaşmalarını bozan müşriklere fesih bildirimi yapılıp Mescid-i Harâm çevresinin putperestlerden arındırılması, Allah ve resulüne bağlılığın ve iman kardeşliğinin diğer bütün dünyevî bağların üstünde tutulması gerektiği, Allah’ın nimetlerini ve yardımlarını hiçbir zaman göz ardı etmeksizin iman mücadelesindeki azim ve kararlılığın korunması, özellikle Tebük Seferi’ne hazırlık, Tebük’e gidiş ve dönüş sırasında münafıkların sergiledikleri davranışlar, müslümanların böyle sıkıntılı durumlarda hataya düşme ihtimallerinin artması, Ehl-i kitap’la ilişkiler, cizye ve zekât hükümleri, bedevî Araplar’ın dinî bildirimler karşısındaki tavırları, yaptığı kötülüklerden samimi pişmanlık duyanların tövbelerinin kabulü hususunda yüce Allah’ın ne kadar lutufkâr olduğu, Resûlullah’a canla başla destek olan ilk müslümanların ve onların yolunu izleyenlerin Allah katında çok üstün bir mertebeye sahip oldukları, Hz. Muhammed’in müminlere karşı engin şefkati, bu gerçekleri görmezden gelenlere karşı arşın sahibi yüce Allah’a sığınmak, O’na güvenip dayanmak gerektiği.

nest...

gelişim planı örnekleri 2022 doğum borçlanmasi ne kadar uzaktaki birini kendine aşık etme duası 2021 hac son dakika allahümme salli allahümme barik duası caycuma hava durumu elle kuyu açma burgusu dinimizde sünnet düğünü nasil olmali başak ikizler aşk uyumu yht öğrenci bilet fiyatları antalya inşaat mühendisliği puanları malta adası haritada nerede